Aşkperest Bademlerin Vaktinde/Elif Füruzan Uysal

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Fatmazel’i kaybettik bir bahar sabahı… Hiçbir şeyi yokken, çok sağlıklıyken; her şeyin en yolunda olduğu bir baharda… Hayatının belki de en mutlu, en huzurlu baharıydı… Son sevgilisi Karpat Abi ile “aşkperest bademlerin köyüne” taşınmışlardı beş sene kadar önce, çalışmıyordu artık. “Aşkperest bademlerin altında üzerime dökülen pembe-beyaz kelebeklere bakıyorum uzun uzun…” demişti son olduğunu bilmediğim telefon konuşmamızda… Çok sevmişti oraları, başka bir kadın olmuştu sanki… Daha sakin, dingin… Hep başkaydı zaten Fatmazel, hep de başka kaldı…

Ben büyürken yaşadığımız karşılıklı kırgınlıklar, kızgınlıklar bir yana, biz birbirimizde büyümüştük aslında; o beni büyütmüştü, ben onu… Anne Nisan’la çok iyi anlaştığım söylenemezdi, büyüdükçe kadın Nisan’ı sevmeye başlamıştım… Aram iyiydi Fatmazel ile son yıllarda. Beni ben olarak bırakıp değiştirmeye çalışmadığı, ruhuma zorla bir şeyler yüklemediği için saygı duyuyordum ona. Kendisi ne kadar öteki, farklı olursa olsun; benim kararlarıma dokunmadı, arkamda durdu hep aynı mesafede. Bu sayededir kendi ayaklarımın üzerinde bu kadar sağlam durabilmem, kendime olan güvenim, kimseye ihtiyaçlı bir hayat kurmamam… Çok makul, çok sıradan, güvenli sularda yüzmem… O nasıl bir değişik Nisan Soylu ise ben de ben kadar Feride Soylu’yum. Elbette babamın soyadını taşımıyorum, tıpkı kocamın soyadını taşımadığım gibi...

Fatmazel ne kadar sınırlarda bir hayat yaşamış olursa olsun, anne Nisan o kadar aynı çizgide yaşadı beni büyütürken. Güvenli alanımı hiçbir zaman bozmadı; kendine göre yakıp yıkıp yeniden kurmadı. İki kişilik de olsa kalemiz; duvarlarını sağlam tuttu, kimsenin bozmasına izin vermedi. Şimdi buradan, tam da durduğum yerden dönüp baktığımda en çok bunu önemsiyorum; güvende ve güvenerek büyümenin bana kattıklarını… Ayaklarımı yere sağlam bastıran en gerekli duygumun karşılanmış olmasını… Sonraki hayatımda benimle tanışan insanların ilk kurdukları cümledir “Ne kadar yüksek özgüvenin!” Fatmazel’e bir selam çakarım içimden, bu cümleyi her duyduğumda! Evet hayatım hiçbir zaman annemin hayatına benzemedi, ne o istedi bunu ne de ben… Kendi doğrularımı kendim buldum, hayatımı kendim yönettim; hiç dövme yaptırmadım vücuduma mesela, dövmem olsun istemedim. Onun da böyle bir beklentisi olmadı benden yana… Beklenti içinde olmadı da hiç… Güvenli, korunaklı ve sağduyunun kendini daha çok hissettirdiği bir hayattı benimkisi. İlişkilerim de sınırsız ve korkusuz olmadı. Kendim gibi, kendim kadar, güvene değer veren bir adamla evlendim iki sene önce, Selim’le. Sevgiden yana -babam olmasa da- aç kalmamış olmamın verdiği güçle aşkta dilencilik yapmadım; bir gıdım aşk için diz çökmedim. Belki sırf bu yüzden sevmekten daha çok sevildim; kendimden de Selim’in sevgisinden de emindim. Anne Nisan bunu da bilmeden, bir şekilde öğretmiş olmalı bana…

“Ruhum haymatlos benim; hiçbir yere, hiçbir insana bağlı kalamıyorum” demişti bana bir keresinde. “Senin bu yerleşik davranışlarına, demir atmış karakterine hayranım Pilla Böcüğüm…” Haymatlos ruhuna en iyi gelen yer öldüğü köy oldu, iyi gelmişti orası ona. “Burada, bu adamla ilk defa kendimi evimdeymiş gibi hissediyorum. Kız Feride siz de gelin buraya, tam olalım be…” dedikten üç gün sonra öldü Fatmazel. Evinde, sevdiği adamın yanındayken… Haberi aldığımda Selim’e ikizlerin kız olduğunu müjdeliyordum evimin salonunda. Hayata bir kez daha şapka çıkardım o gün; annemi alırken iki kız evlat bırakıyordu bana… Gidenime gelenler ekliyordu… İlk önce kocaman bir kayanın altında, nefessiz kalmış gibiydim; nefes alamıyordum. Sonra “Nefes al Feride, ikizlere oksijen gerek, nefes al, nefes al…” diyordu acemi anne yanım… Hayattan, hepimizin hayatlarından bir Fatmazel geçmişti izlerini bırakarak… Bana bıraktığı izlere ağladım…

Giderken attığı son dakika golü muhteşemdi Fatmazel’in; hemen gömemedik annemi! Birkaç yıl önce beni aramış, heyecanla organlarını bağışladığını; sonradan öğrenirsem “Manyak Kadın” diye sinirlenmeyeyim diye bana şimdiden haber vermek istediğini söylemişti telefonda. Unutup gitmiştim o konuşmamızı, o kadar uzaktı ölüm ona da bana da… Ve evet, Manyak Kadın’dı; kadavra olmak için yapmış başvurusunu. O kadar acımın ortasındayken en yakın tıp fakültesini bulmak; cenaze nakil aracı ayarlamak, yetkili bölümlerle gerekli sayısız görüşme yapmak bana kalmıştı. Kadavra konusunu da bu görüşmeler sırasında öğrendim, vermedim ama. Annemin içi, organları birilerine hayat olsundu, tamam; dışını bırakmadım onlara. Hoş, sonradan öğrendim; zaten kullanılamayacak kadar formu bozulmuş bulmuşlar annemin bedenini, dövmelerini kastederek. Halt etmişler! İsteseler de vermezdim, vermeyecektim. Fatmazel bütün hayatını yazmıştı o dövmelerle tenine…

Cenaze günü herkesten güçlü durmak zorunda olan bendim yine; anneannemle dedem evlatlarını kaybetmişlerdi, ayakta zor duruyorlardı, bana sarılıp sarılıp ağlıyordu ikisi de. Temmuz Dayım perişandı, kendi kendine dualar mırıldanıyordu tabutun başında, durmadan parmağıyla tık tıklar yapıyordu; iki kısa dört uzun… Karpat Abi elinde bir badem ağacı fidesiyle bekliyordu put gibi annemin ayakucunda. Selim bir eli bende, bir eli anneannemde, sağlam durmaya çalışıyordu. Orada tanışıp arkadaş olduğu köylüler bütün cami bahçesini doldurmuştu. Yalnız geldiği dünyaya çok kalabalık veda etti Fatmazel…

Datça’dan ayrılmadan önce kişisel eşyalarına bakıp ayırmamı, kendisinin buna gücünün yetmediğini söyledi Karpat Abi. Zor olanlardan biri buydu; kutulara doldurulmuş, raflarda bekleyen gitmiş bir hayattan geride kalanlar… Eski fotoğraflar sistemli bir biçimde yıllarına göre farklı kurdelelerle ayrılmıştı, bakamadım hiçbirine… Şimdi değildi o vakit… Notları, yazıları, onu geçmeyen mektubu duruyordu bir başka kutuda. Anlamını bilmediğim, hiçbir zaman da bilemeyeceğim bir sürü küçük obje ve eşyayla doluydu bir diğeri. Diğer tüm kutularda ciltli defterler buldum on, on iki küsur. Dövmecilik yaptığı zamanlarda aldığı notlar, çizimler, uzun kısa bir sürü hikâye… Hiç haberim olmamıştı bu defterlerden, işiyle evi hep ayrı tutmuştu. Defterler sıraya konmuş, numaralandırılmıştı. İlk defterde kendi el yazısını görünce çok ağladım; artık annemin olmadığını orada, o yazıyı okurken anladım…

“Yaradan, beni ağır bir yükle yollamış bu dünyaya; baş edebileceğimden eminmiş sanırım. Elimden geleni yaptım. Rüyamın ardında koşarken gördüm aslında herkesin yükleri olduğunu; kimisinin benimkinden ağır çektiğini… Burada yazılan notlar, toplanan öyküler bana gelen müşterilerimin hikâyeleri, taşıdıkları yükleri… Herkesin bir yükü var; kimi saklar en gizlisinde, kimi anlatır çizdirir en gözüken yere, hafifler…

 Okudum birinci defteri başından sonuna, kendimi tutamayıp sarsıla sarsıla ağladığım da oldu, karnımı tutarak güldüğüm de… Fatmazel gibi hikâyelerini vücutlarında taşıyan bir dünya insanla tanıştım… İkinci defterin başında bana yazılan bir not buldum, ellerim titreye titreye okuduğum;

 “ Oturdum bir rüyanın yanı başına;

  Karsu’yuna Kardelen’ler bıraktım.

  Çünkü Karsu’yu ile büyür Kardelen’ler…

Orada bir yerlerde bir küçük kız çocuğu duruyor, masallarla uyuyan… Büyüme ağrısı der ya doktorlar, büyüyemeyen bir yer var içimde, ağrıyor hep…”

“Pilla Böcüğüm, bu notları, yazıları biriktirdim; torunlarıma masal kalacak. Ben yoksam o vakitte yanında, sen oku onlara… Gerçek hayatları, gerçek hikâyeleri ile hayatın ne kadar muhteşem olduğunu göster. İyisiyle, kötüsüyle, acısıyla mutluluğuyla hayatın güzelliklerini… Boş ver “Rapunzel”i, “Külkedisi”ni, “Uyuyan Güzel”i…”

Döneceğimiz gün son kez gittim onu ziyarete; başucunda badem fidesi yeni filizler vermişti, tahtaya yazılı ismi silikleşmişti, kalem getirmiştim yanımda en kalın çıkmayan cinsinden. Kocaman “Fatmazel” yazdım adının olduğu yere, onun adı aslında hep buydu… Oturdum sonra yanındaki boşluğa, uzun uzun sustum… İkizlerin kız olduğunu bilmiyordu, söyledim usulca, “senin gibi iki cadı olurlarsa nasıl başa çıkacağım onlarla? İsimlerini sen koymuşsun bile, yazdıklarında okudum. Senin rüyan aslında buymuş anne… Torunlarını görmüşsün… Torunlarına isim biçmişsin karlardan… İzin veriyor musun, izin verir miydin? Keşke cevap verebilseydin bana, keşke daha önce konuşmuş olsaydık bunu…”

Kafamı kaldırıp baktığımda minicik kırmızı bir şey bana doğru uçuyordu, saçıma kondu, tekrar kanat çırpıp annemin isminin üzerine sonra… Vermişti cevabını Fatmazel!

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...