“İşgal” adlı romanın düşündürdükleri…

Adil Okay kullanıcısının resmi
"Ben Adana İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’nde işgale karşı direnişin içindeyken, Muhittin Çoban da aynı kentte, anti- faşist mücadelede unutulmaz bir yeri olan Bossa Lisesi’nde okumaktaydı. Çoban darbeden sonra şans eseri sağ kalan birçoğumuz gibi önce mahsus mahalle sonra da sürgünle tanışmış. Yaralarını sarması uzun sürmüş. 12 Eylül’den neredeyse kırk yıl sonra “İşgal” adlı romanıyla bellek tazelemesi yapmış. “ Adil Okay

Edebiyat her dönem toplumsal altüst oluşlarda tanıklık yaparak, dolaylı da olsa tarihe not düşmüş ve “kamunun vicdanı” olmuştur. 12 Eylül de bir toplumsal alt üst oluştur. İlk on yıl, yani 1980-1990 arası yüz binlerce insan zarar görmüştür. Sağ kalanlar da yaşayan ölü haline getirilmiştir. Bu mezalimin edebiyata yansımaması mümkün değildir. Ancak ne ölçüde, nasıl ve hangi estetik boyutlarda yansımıştır? Konuyu irdeleyebilmek için kısaca 80 öncesi edebiyatın durumuna göz atmakta yarar var: O dönemde dünyada ‘sosyalist gerçekçi’ akımın prestiji oldukça fazlaydı. Yer yer sloganla sanatın karıştığı bu süreçte Füruzan, Sevgi Sosyal, Adalet Ağaoğlu, Erdal Öz, Vedat Türkali, Orhan İyiler, Melih Cevdet Anday, Demir özlü, Demirtaş Ceyhun, Oktay Rifat gibi yazarlar tarafından güçlü bir 12 Mart romanı yaratılmış ve okuyucuyla buluşmuştu.
12 Eylül darbesinden sonra ise çok uzun bir suskunluk dönemi yaşandı. Kitap okumanın suç sayıldığı, “devrimci olmanın ölümle özdeş sayıldığı” bir ülkede, gerçeğe sadık kalarak yazmak da kolay değildi. 12 Eylül gerçeği de, imgelerle örtülemeyecek kadar açık bir trajediydi. Adorno’nun, Auschwitz‘ten sonra şiir yazılamaz saptamasını çağrıştıracak kadar da ağır. Dikkat edin bu konuda yazabilecek, darbeden fiziki olarak zarar görmeyen güçlü yazarlar 1980-1990 arasını yok saymış, susmuşlardır. Bir kısmı da yazdığıyla gerçeğe teğet geçmiş ya da gerçeği tahrip etmiştir. 12 Eylül’den sonra “siyasal iktidara karşı mücadele, birçok yazar için ölüme karşı mücadele gibi olanaksız görünmeye başlamıştı”. Düşenlere bir tekme daha vurmak, zalimlerin safında yer almak o karanlık zamanlarda suç sayılmıyor, tersine ödüllendiriliyordu. Bunu yıllar sonra Pınar Kür (ve 12 Eylül’den nemalanmak isteyen bazı yazarlar) şöyle savunmaya kalkışmıştı: “12 Mart’ta hayatlarını kaybedenler masumdu, 12 Eylül’de ise masum değildiler.” Yani onlara göre: “işkence, yargısız infazlar, idamlar mubahtı. 12 Martta birer İnce Memet sayılan devrimciler, 12 Eylül sürecinde yoktular.” Bu zorlama argümanı kullanan ‘Eylülist’ yazarlar, devrimcilerin psikolojik - cinsel sorunları olduğu ve hatta ölüme aşık oldukları için silahlı eylemlere katıldıklarını anlatan romanlar yazdılar. Gerçek, çirkin biçimde tahribata uğratıldı.
Oysa eğer yazdığımız, yaptığımız bir fantastik öykü -roman- sinema değilse, düş ülkesi anlatmıyorsak hangi akımla olursa olsun, gerçeğe sadık kalmak zorundayız. Sözünü ettiğim şiir, öykü, roman ve sinema bir veya birkaç kişinin nezdinde bir tarih anlatıyor. Veya tarihin bir kesitini. 12 Eylül ve sonrasını. Şu veya bu biçimde devrimcileri. Eğer yazar ve yapımcılar fantastik bir film yapsalar, bilim kurgu roman yazsalar, o zaman gerçekle karşılaştırmak, kendi gerçeğimizle kıyaslamak hem aklıma gelmez, hem de haddim olmazdı. Ancak yazıldığı, yapıldığı iddia edilen bizim hayatımız. Gerçeğin çok küçük bir bölümünü anlatmak, yetersiz kalmak başkadır, tahrif etmek, para-ödül -şöhret veya başka hesaplar uğruna aşağılamak, tarihimizi ve ölülerimizi meze yapmak başka.
12 Eylül bir gerçektir. O darbede işkence gören, hayatını kaybeden, işlerini, aşlarını, akli dengelerini, uzuvlarını kaybeden, on yıllar boyunca zindanda ya da sürgünde yaşamak zorunda bırakılan yüz binler gerçektir. Mamak, Diyarbakır ve 19 Aralık cezaevi katliamları, bugün devletin bile kabul ettiği trajik gerçeklerdir. Bu trajedilerin öznesi olan solcular cinsel sorunları olduğu, ölüme aşık oldukları veya acıdan zevk duydukları için değil, inandıkları ‘daha adil bir dünya’ ütopyasıyla sokaklara dökülmüşlerdi.
 
‘Eylülist’ yazarların kolaycılığı
12 Mart döneminin önemli yazarlarından Füruzan, bu konuda şu ilginç gözlemde bulunur: “12 Eylül romanlarının kiminde, yazarı dönemi işlerken eleştirel bir bakışla yaklaştığını görür gibiyiz. Bu yarı gölgeli yarı şaşırtmacalı anlatımlardan amaçlanan eleştiri ne yazık ki yerini bulamıyor. Sanki yazara soru yöneltildiğinde ‘ben öyle demek istememiştim’li bir yanıt kolaylığı bırakıyor. “Fethi Naci, 12 Mart ve 12 Eylül sonrasını kıyasladığı bir yazısında, iki dönem romanların hapislere düşen, öldürülen devrimci gençlere bakışla ayrıldığını saptamıştı. 12 Mart romanlarında devrimci gençler için ağıtlar yakılırken, 12 Eylül romanlarında kurulu düzenden yana tutum takınılarak devrimci gençleri aşağılamak ya da dünyayı değiştirme görevinin kendisine verilmiş olmadığını kabul etmeyi övmek moda oldu’ der.
 
Zorun gölgesinde edebiyat
12 Eylül sadece zor –idam -işkence ve zindanla edebiyatı geriletmemiş, “sınıf mücadelesi bitti”, “tarihin - sosyalizmin sonu” gibi söylemlerle de kendine yandaş bulmuştur. Bu dönemde ‘anlaşılmamayı’, ‘insansızlaşmayı’, ‘apolitik olmayı’ ‘anlamsızlığı’ marifet sayan yazar ve şairler ‘piyasa’ya sürülmüştür. (İnsanı merkezine almaya devam edip, biçimde yenilikler yapan, kendi özgün dilini bulan şair ve yazarları tenzih ediyorum.) Sonuç itibariyle:  Şükrü Argın’ın ifadesiyle “Kapitalizmin küresel düzeydeki zaferi sadece sol hareketleri değil, edebiyatı da krize sokmuştur. 12 Eylül’den sonra piyasanın edebiyatta belirleyici olduğu yeni bir güdük-çapsız kültürel atmosfer başlamıştır.”
Ancak 12 Eylül romanına gecikmeli de olsa olumlu örnekler var: Ayşe Önal, Attila Keskin, Ayşegül Devecioğlu, A. Kadir Konuk, Doğan Akhanlı, Demir Özlü, Feride Çiçekoğlu, Hüseyin Şimşek, Hayri Argav, Hacay Yılmaz, Halil Genç, Kaan Arslanoğlu, Necmettin Yalçınkaya, Nejat Elibol, Nihat Behram, Yücel Sarpdere, Öner Yağcı, Turgay Fişekçi, Şükran Yiğit, Osman Akınhay, Şöhret Baltaş, Sevkuthan Karataş, Süheyla Acar, Pamuk Yıldız, Süreyya Köle, Muzaffer Oruçoğlu, Mustafa Kaçar, Murat Tuncel, Turgay Fişekçi, Irmak Zileli, Sami Özbil ve Mircan Karaali’nin romanları ile ‘12 Eylül’ anlatılmış, o toplumsal alt üst oluşa, trajediye tanık olunmuştur. Benim ‘Yolcu’ adlı öykü kitabım ile ‘Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler’ adlı tiyatro oyunum da 12 Eylül’ü konu edinmiştir. (Büyük olasılıkla saymayı unuttuğum ya da henüz okuyamadığım romanlar da vardır.)
Bu adlarını saydığım yazarlara yakın zaman önce Muhittin Çoban da katılmıştır. Ben Adana İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’nde işgale karşı kavganın içindeyken, Muhittin Çoban da aynı kentte, anti- faşist mücadelede unutulmaz bir yeri olan Bossa Lisesi’nde okumaktaydı. Çoban, darbeden sonra şans eseri sağ kalan birçoğumuz gibi önce mahsus mahalle sonra da sürgünle tanışmış. Yaralarını sarması uzun sürmüş. 12 Eylül’den neredeyse kırk yıl sonra “İşgal” adlı romanıyla bellek tazelemesi yapmış. (Roman 2017’de Kurgu Kültür yayınevinden çıkmış ancak benim elime yeni geçti.)
Muhittin Çoban’ın romanında kurgu, çatı iyi olmasına karşın yer yer didaktik diyaloglar, az da olsa imla (ya da vuruş mu demeli) hataları akıcılığa gölge düşürmüş. Ancak 80 öncesi Adana’nın siyasal panoraması, gençlerin ruh hali, çelişkileri, günlük yaşam, aile ilişkileri ve gelenekler iyi işlenmiş. Yazar gerçeğe sırtını çevirmemiş, ne kendini - geçmişini temize çekmiş ne de yol arkadaşlarının kemiklerini sızlatmış. Bossa Lisesi’nin şanlı direnişine gölge düşürmemiş.   
Sonuç itibariyle 40 yıldır kanayan bir yara olan 12 Eylül, yukarıda adlarını saydığım yaralı insanların kaleminden ustaca anlatılmış ve gecikmeli de olsa tarihe doğru not düşülmüş, bir külliyat oluşmuştur.
 
Kaynakça: 
Adil Okay, Yaşamın Kıyısında ve Fatih Akın Yaşamın Uzağında, www.sendika.org
Mesele, Eylül 2007, S. 9.

 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...