MARKSIZMDE CEVRE SORUNU

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Çevre kirliliği sorunu günümüzde doğanın kendini yenilemesini, yeniden üretmesini engelleyen bir aşamaya gelmiştir. Sorunun bu denli ciddi bir boyuta ulaşması, sorunun kaynağının araştırılması ve çözümler bulunması için yapılan girişimleri de daha tartışılır hale getirmiştir. Birçok anlayış bu sorun üzerine araştırma, inceleme yaparak bu konudaki düşüncelerini açıklıyor. Dünyanın yok olma aşamasına geldiğini ifade edenlerden, korkulacak bir şey olmadığını söyleyenlere kadar çok geniş bir yelpazede açıklamalar yapılıyor, araştır ma sonuçtan yayımlanıyor. Tüm bu karmaşa ve tartışmalar içinde insanların kafaları iyice karışıyor. Zaten, yapılan açıklamaların çoğu sorunun esas nedenlerini gizlemeyi ve hedef şaşırtmayı amaçladığı için durum daha karmaşık bir hal alıyor.

Bu çarpıtma girişimlerinin başında sorunun kaynağının aşırı kâr hırsı ile hareket eden kişi ve şirketlerin olduğu anlayışı gelir. Uzaktan ba kıldığında bu tespit doğru gözükebilir. Ancak bu belirleme ile yapılmak istenen şey sorunu kişiselleştirmektir. Sorun kişiselteştırildiğinde doğal olarak çözüm de buna paralel kişiselleştirilecektir. Aşırı kâr hırsı ile hareket ettiği söylenen kişi ve şirketlerin neden böyle dav randıkları, hangi anlayış ve ideoloji ile hareket ettiklerinden söz edilmez. Aksine tüm bunlar gizlenmeye çalışılır. Çünkü neden ve niçin so ruları sorulmaya başlandığında sorunun kişisel olmadığı aksine sınıfsal bir niteligi sahip olduğu gerçeği açığa çıkacaktır.

Kapitalizm niteliği gereği her şeyi metalaştırır. Kendisi için kâr elde etmenin bir aracı haline getirir. Bu kapsamda doğa, kapitalizmde meta üretimi için burjuvazinin ihtiyaç duyduğu çeşitli hammaddeleri sağlayan en önemli ve en büyük araçtır.
Kapitalizmin temel niteliklerinden biri aza mi kâr hırsıdır. Ürettiği metayı kendisi için en ucuza üretip pazarda satabileceği yüksek fiyata satmaya çalışır. Bu nedenle doğayı da kendi kâ rı ve sermaye birikimi için bir araç olarak görür. Ondan elde edeceği kaynaklan hammaddeleri en az maliyetle elde etmeye çalışır. O yüzden ormanları keser; akarsuları, denizleri, havayı kirletir. Yani doğayı talan eder. Kendi maliyetini artıracak her türlü yol ve yöntemden uzak durduğu için bu talanı en vahşi şekil de gerçekleştirir. Çünkü kapitalistler için önemli olan şey, elde edecekleri kârın oranı ve miktarıdır. İşte "bireysel" olarak kapitalistler ve şirketler bu amaçlarla hareket ettiklerinden, çevreyi kirletmekte bir sorun görmezler. Yani bu açıklamalarla gizlenmeye çalışılan şey sorunun kaynağının kapitalizm olduğudur.

Bu gizleme faaliyetinin diğer bir amacı çevre sorununun sınıf mücadelesinin bir parçası olduğu gerçeğidir. Liberalizmi tarihin sonu ilan ederek, sınıfları ve sınıf savaşımını "tarih önce sine gömen bir anlayışın, elbette çevre soru nunu da bu temelde ele alması gerekiyor. Bu amaçla çevre sorununa tüm insanlığın neden olduğunu belirtip sorunun çözümü için de tüm insanlığın ortak mücadele etmesi gerektiğini önerirler. Yani çevre sorununun sınıfların ortak paydası olduğu iddia edilir. Zengini de fakiri de yere çöp atıyor, plastik atıldan doğaya bırakıyor vb. yaklaşımlar bu anlayışa temel oluşturur. Böylece yine sorunun esas yaratıcıları gizlenmeye çalışılır. Mesela susuzluk ve kuraklık gündeme geldiğinde hemen bunun nedeni olarak insanların fazla su tükettiğini açıklayıp daha az su kullanılması için çağrılar yaparlar. Türkiye'de olduğu gibi sokak sokak dolaşıp evinin önünde araba, halı yıkayanlara ceza ke ser; bunu TV'lerde sorunun kaynağı olarak göstermeye çalışırlar, Ama yağmur ormanlarının kimler tarafından yok edildiğini, küresel ısınma sonucu iklimlerin değişiminin nedenini, madenlerin yeraltı sularını nasıl kirlettiğini vb.lerini gündeme getirmezler; saklarlar veya bardağın sadece dolu tarafını gösterirler. Bu yöntemlerle hem sorunun kaynağını gizlerler hem de sorunun sınıflar üstü olduğunun pro pagandasını yaparak sorunun sınıfsal özünü ka rartmaya çalışırlar.

Bu cepheye başka bir noktadan "sol" görü nüm altında destek verenler de var. Görüntü de farklı olsalar da öz olarak aynı noktadalar. Sol maskeli bu anlayışlar günümüz açısından Marksizm'in artık geçerliliğini yitirdiğini, ortaya yeni bir durumun çıktığını, bu yeni duruma uygun yeni anlayışlara ihtiyaç olduğunu iddia ederler. Bu "yeni" anlayışın da politik ekoloji olduğunu iddia ederler. "Bugünün gerçekliği, teorik analiz temelinde, militanlık politik mücadele aracılığıyla dönüştürme gündemini sahiplenecek tek hareket politik ekolojidir."(')

Bu anlayış sahipleri sınıf mücadelesinin var lığını, sınıf mücadelesinin devam ettiğini utangaçça kabul ederler. Ama artık sınıf mücadele sinin günümüzün sorunlarına çözüm olamaya cağının propagandasını yaparlar. Sınıf mücadelesinin belirleyici olmaktan çıktığını; sınıf mücadelesinin, içinde bir parça olarak yer aldığı yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğunu savunurlar. Çevre sorununun böyle bir niteliğe, özelliğe sahip olduğunu belirtip, bu çözülmediği takdirde insanlığın yok olacağını ifade ederler. Yani esasla talinin yerini değiştirecek, çevre sorunun, tüm insanlık için esas, birincil sorun olduğunu iddia ederler, insanlığın olmadığı yerde, sinif mücadelesinin de olamayacağını ve bu nedenle sınıf mücadelesinin eski önemini, gücünü yitirdiğini söyleyerek önemli olanın insanlığın kurtulması olduğunu belirtirler: Bu sorunun kaynağının insanın doğayı sömürmesi olduğunu, çözümün tüm sömürü sistemlerinin kaldırılmasından geçtiğini söylerler. Devamında sosyalizmin de bir sömürü sistemi olduğu karalamalarıyla sosyalizmin bu sorunu çözemeyeceğinin propagandasını yaparlar. Bu anlayış sahipleri insanlığın yok oluşa doğru hızla yol aldığını söylerken bu sonuçların kapitalizmin bir ürünü olduğunu, insanlığın kurtuluşunun kapi talizmin yok edilmesinden geçtiğini görmek is temezler. Yani esasla taliyi karıştırdıkları için, bilincin maddi yaşamın dolaysız ürünü olduğunu yadsıyarak; varoluşçuluğa sapıyor. Bu temelde de sınıflı toplumların özünün (ve tarihinin) ekonomik sömürü temelinde var olduğunu, olabildiğini kavramıyorlar. Dolayısıyla tipik bir varoluşçu refleksiyle, her türlü sömürüye karşı çıktıklarını söyleyerek, doğa sevgisi ile tüm sömürüleri ortadan kaldırabileceklerine inanıyorlar. 

Sınıflar ortadan kalkmadan ve bunun nasıl olacağını ortaya bilimsel olarak koymadan sö mürünün kaldırılrnası gerektiğini söylemek mevcut sistemi korumaktır. Yine, sosyalizmi, kapitalizm gibi bir sömürü sistemi olarak gös terme çabaları da bu anlayışların bir ürünüdür.

Bu kesimler de sınıf mücadelesi vermeden, ka pitalizmi proletarya öncülüğünde tarihin çöplüğüne gömmeden sömürünün kaynağı olan sınıfların ortadan kalkacağını vaaz ederler. Böylece mevcut düzenin varlığını ve devamını kutsarlar. Bir sınıfın, diğer sınıfları baskı ve tahakküm altına almanın aracı olan devleti ortadan kaldırmayı hedeflemezler. Ekolojik politik devrim için "Birçok şeyi değiştirmek isterler ancak iktidarı, devlet iktidarını bunlar arasında saymak zordur"(2) şeklindeki anlayışlarını daha net ortaya koyarlar.

işte, görüntüde farklı ama öz olarak aynı iki anlayışın birleştiği nokta; mevcut durumun yani kapitalizmin korunması ve insanlığa tek alternatif olarak sunulmasıdır.

Kapitalizm ile gündeme giren çevre kirliliği sorunu bugün gelinen aşamada doğayı geri dö nüşümü olmayacak şekilde kirleterek yok olma aşamasına kadar getirmiştir. Bu, sınıflar toplumlar tarihinde, sömürücü sınıfların doğaya yaklaşımındaki zirve noktadır. Insanin iş gücü niteliğinin gelişmesi ve artı-ürünün gaspı ile ortaya çıkan sınıflar ve sömürü sadece iş gücünün sömürülmesine dayanmaz. Doğanın egemen sınıflar tarafından sömürülmesi de bu sürecin ayrılmaz bîr parçasıdır. Yani toplumda sınıfların ortaya çıktığı andan itibaren doğada egemen sınıflar tarafından sömürülmüştür.

Gelinen aşamada üretim araçlarının gelişkinliği, kapitalizmin aşırı kir hırsı, doğanin sömürüsünü en üst seviyeye çıkartmıştır. Kapitalizm bu kâr hırsı ile doğal kaynakları kendi çıkarı için talan ediyor, yok ediyor. Sebep olduğu küresel ısınma ile dünyayı yaşanmaz bir hale sokuyor. Tüm bunları kârına kâr katmak için yapıyor. Kapitalizm doğayı sadece kendisine hammadde sağlayan bir araç olarak gördüğü için bu hammaddeleri doğadan gasp eder ken üretim maliyetlerinin artmaması için en vahşi yolları izliyor. Bunu sadece hammadde elde ederken değil, hammaddeyi İşleyip meta haline getirdiği üretim sürecinde de yapıyor. Bu anlamıyla çevre kirliliği kapitalist sistemin dolaysız bir ürünüdür.

Bu nedenle kapitalist sistemi yıkmak için mücadele eden proletarya çevre sorununa da hakettiği önemi vermek zorundadır. Doğanın sömürülmesine, çevre kirliliğine karşı da mücadele etmelidir. Gelinen aşamada bu ertelenmez bir görevdir.
Bu sorunun önemi ve bugün geldiği boyu ta rağmen çevre kirliliği sorunu proletaryanın sınıfsal mücadelesinin baş çelişkisi olamaz. Aksini savunan anlayışlar sorunun sınıfsal özünü, sınıf mücadelesinin özünü yok etmeyi amaçlamaktadırlar. Proletaryanın baş çelişkisi kapitalizm ile olan uzlaşmaz çeliskisidir. Ve çözümü de, zor ile kapitalist sömürünün ve-onun devlet aygıtının yıkılmasına, ortadan kaldırılmasına dayanır. Hiçbir koşulda bu temel halka elden bırakılmamalıdır, bırakılamaz. Bununla birlikte kapitalizmin neden olduğu her sorunla gerektiği şekilde mücadele edilmelidir. Çevre kirliliği sorunu da bugün kapitalizm ile mücadelede önemli bir sorundur. Milyarlarca insanı yakın dan ilgilendiren ve her geçen gün daha da boyutlanan bu soruna gerekti önemi vermek zorundayız.
MARKSİZM'İN DOĞAYA
YAKLAŞIMI
Marksizm'in doğa anlayışını ortaya koyma ya çalıştığımızda çevre sorununa bakışını da öğrenme olanağı yakalamış oluruz. Marksizm'i tüm' Sömürücü sınıfların ve kapitalizmin ideoolojisinden ayıran en temel noktalardan biri doğa ve insan ilişkisine yaklaşımıdır. Tüm sömürücü sınıflar, doğa ve insan ilişkisinde, doğayı, insanın yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli şeyleri karşılayan ve insana gerekli şeyleri sağlamakta yardımcı olması için "bahşedilen-sunulan" edilgen bir varlık olarak görür. Ve bunun sonucu olarak doğayı kendi çıkarları için talan ederler. Bu anlayışın ürünü olarak Başbakan Tayyip Erdoğan "Bu nehirler bizim emrimize denize dökülsün diye verilmedi" diyerek, doğanın insan emrine verilmiş bir "köle" olduğunu ifade etmekten geri durmamaktadır. Ayrıca "Her şey insan için, insandan daha değerli, daha kutsal ne amaç olabilir" diyerek de bu anlayışını perçinlemektedir. İşte egemen sınıflar bu anlayışla doğaya yaklaşmak ta ve yok etmektedirler.

Kapitalistler sömürülerini devam ettirmek için nasıl insanın emek gücünü kendi çıkarlarına tabi kılıyorlarsa, bu anlayışın devamı olarak doğa üzerinde de egemen olmak isterler. Marksizm ise bu anlayışın tersine insan ve doğanın farklı iki olgu olmadığını, doğanın insanın varlığını da kapsayan bir bütün olduğunu ortaya koyar. İnsanı, doğanın ayrılmaz bir parçası olarak görür. İnsanla doğa arasındaki ilişkide, doğanın edilgen bir varlık olduğunu kabul et mez. İnsanla doğa arasında canlı ve karşılıklı bir ilişki olduğunu belirtir. İnsanı, doğanın dolaysız bir parçası olarak görür.

Artı-ürünün ortaya çıkması ve bu arti-ürünün gasp edilmesi ile insan, ürettiği ürünlere nasıl yabancılaştırılmaya başlandıysa aynı şekilde doğaya yabancılaştınlması süreci de başlatılmış oldu. Egemen sınıfların ideologları bu durumu kanıksatmak» için her türlü aracı (kullandılar. İnsan, doğaya yabancılaştıkça, doğanın kendisinin ihtiyaçlarını karşılamak için ilahi güçler tarafından yaratıldığına inandıkça, doğanın edilgen bir varlık olduğu anlayışı kabul ettirilmiş oldu. Bunun sonucu doğanın talanı ye sömürüsü artırıldı. Bu sömürü kapitalizm ile en yüksek noktaya ulaştı.

Bu anlayışa karşılık Marks, "Doğa, insa nın organik olmayan bedenidir"*3) belirlemesiyle insan ve doğa arasındaki bağın nasıl bir bütünlük içerdiğini çok net ifade ediyordu. İnsanı doğadaki diğer canlılardan ayıran bilinçli emek gücünü kullanma yetkisi insanın, doğanın bir parçası olması sonucunu geliştirmiştir. Doğa var olmasaydı böyle bir yeti de olmazdı. İn sanın bilinçli bir emek gücüne sahip olması, ona, doğaya bilinçli müdahalelerde bulunma olanağını da sağlamıştır.

Sınıfların ortaya çıkmasıyla insanın bü özelliği egemen sınıflar tarafından kendi çıkarları için kullanılmıştır. Doğaya bilinçli müdahale, egemen sınıflarca, sömürünün devamını sağlamak ve zenginliklerini artıracak bir temelde geliştirilmiştir. Bugün gelinen aşamada ortaya çıkan çevre sorununun kaynağıda budur. Doğada yaşayan diğer canlılar yaşamlarını sürdür mek için nasıl doğayı kullanıyor ve değiştiriliyorsa (bu bilinçli bîr eylem olmasa da), in san da bunları -bilinçli bir eylem sonucu- gerçekleştiriyor. Sömürücü sınıflar, ideolojileri gereği, doğaya müdahaleyi insanın ihtiyaçlarının çok Ötesinde ele alırlar. İktidar olmak, güçlenmek, zenginleşmek için, insan ve doğa üze rinde tahakküm kurmak zorundadırlar. Bu zo runlulukların ve ideolojilerinin bugün geldiği aşama, dünyayı geri dönülmez çevre felaketle-riyle karşı karşıya bırakmıştır.

Çevre konusunda Marksizm'e getirilen bir eleştiri; Marks'ın doğayı, yalnızca, yararlılığı emeğin dönüştürücü gücü sayesinde gerçeklik kazandığında kullanım değerine sahip olan nesne olarak tanımladığıdır. Bu eleştiriyi getirenler Marks'ın emeğin kendisini "hem insanın hem doğanın katıldığı bir süreç"*4) olarak nitelediğini görmezden gelirler. Marks yine bu konuda "işçi, doğa olmaksızın, duygusal dış dünya olmaksızın hiçbir şey yaratamaz"*5) belirlemesini de görmek istemezler.

Bu eleştirileri getirenler, ayrıca, insan emeğini doğadan koparan bir anlayışla hareket ediyorlar, Marksizm'in üretici güçlerin gelişimini merkeze aldığını iddia ederken, kendilerinin ise "İnsanlık ile doğa arasındaki ilişkileri, bir kontrol mekanizmasına göre değil (insanlara, gelecek kuşaklara, hatta diğer türlere) saygı temelinde"**) hareket ettiklerini belirtip Marksizm'i* eleştiriyorlar.

Bu eleştiri sahipleri, üretici güçler ile üretim ilişkileri (üretim araçlarının hangi sınıfın denetiminde olduğu) arasındaki bağa gözlerini kapatıyorlar. Üretici güçlerin sosyalist gelişimi üretim araçlarının toplumsal kolektif mülkiyetine dayanır. Bu nedenle kâr hırsı ve bu hırsın yol açtığı aşırı ve dengesiz üretim ortadan kalkacaktır. Yani kapitalist sömürü ortadan kalkacağı için üretici güçler buna paralel gelişecektir. Üretici güçlerin gelişimi esasta teknik bir sorun değildir. Sömürücü sınıflar ortadan kaldırılmadan doğa ve insan arasında "saygılı" bir ilişkiden söz edilemez. Bu anlayış sahiplerine şunu ifade etmek gerekir. Çevre sorunu sınıf sal bir sorundur ve çözümü de kapitalizmin yıkılıp yerine sosyalizm ve devamında komünizmin inşa edilmesi ile mümkün olacaktır.

' Komünizm ve doğa konusunda kısaca şunu ifade etmek yeterli olacaktır. Marksizm insanlık tarihini, kullanım değerlerim, yani insan gereksinimlerini (ister tüketim şeklinde olsun, ister üretim araçları olarak dolaylı olsun) karşılayan her türlü şey olarak tanımlayan zenginlik üretimi noktasında tahlil eder. "Kullanım değeri... bu zenginliğin aldığı toplumsal biçim ne olursa olsun bütün zenginliğin özünü oluşturur" bu yüzden, "kullanım değerinin niceliğinde bir artış, maddi zenginlikte bir artı; demektir." Zenginlik ya da kullanım değeri, yalnızca beslenme, giyinme, barınma gibi temel zorunlulukları değil, aynı şekilde kültürel, estetik gereksinimleri de kapsar. "Kullanım değeri çok genel anlamda, geçim araçları olarak nitelendiilebilir'I7).

Komünizmde üretimin niteliği, degişim değeri üretimi değil, kullanım değeri üretimi olacağı için doğayla olan ilişkiler de bu kapsamda gelişecektir. Marks ayrıca kullanım değerinin üretimine hem doğanın hem emek gücünün katkıda bulunduğunu belirtir. Belirtti ğimiz gibi komünizmde üretim tamamen kullanım değeri üretimine yani insanların temel ge kapitalizmde olduğu gibi sanat ihtiyaçlar yaratılmasına dayanan bir tüketim kültürü olmayacaktır. Aşırı kâr hırsına dayalı dengesiz plansız bir üretim olmayacak, bunun yerine insanların her türlü ihtiyacını karşılayacak planb bir ekonomik üretim olacaktır. Bu temeldeki bir sistem, doğayı değişim değeri yaratmak için kullanmayacağı için, temel ihtiyaçları temelinde kullanır. Böylece doğa ile insan arasındaki ilişki de bir bütünsellik içinde ele alınır.

Kategori: 

Yorumlar

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi

"Kapitalist üretim tarzı insanın doğa üzerindeki egemenime dayanır."(8)

Kapitalizm öncesi sınıflı toplumlarda çevre sorunları daha çok yerel ve bölgesel düzeyde yaşanıyordu. Doğa içinde oluşan bu
hasar nispeten'küçük ve geçici olduğu için doğa henüz kendîsîni yenileyebiliyordu. Çevre sorunu kapitalizmle birlikte muazzam boyutlara
ulaştı, sorunlar bölgesel düzeyden tüm dünyayı etki leyecek noktaya geldi.

Çevre sorunlarının temel nedeninin kapitalizm oldugunu 'belirtmiştik. Kapitalist üretim tarzı dahafazla kâr elde etme esasına
dayanır, bu nedenle kapitalist üretim, doganm korun ması ve insan ihtiyaçtan gözetilerek gerçekleştirilmez. Kapitalizm İçin bu durum, zaten eşya nın
tabiatına aykırıdır.

Kapitalizmin doğaya temel yaklaşımı, doğayı kendisi için bir hammadde kaynağı olarak görmesidir, fkmu gerçekleştirmek için
doğayı daha fazla denetimine almaya çalışır. Bunu sağ ladığı oranda talanı ve sömürüsünü artırır. Ka pitalizm daha fazla kâr elde edebilmek için çevre
konusunda alınabilecek en basit korunma tedbirlerini dahi maliyetlerinin artmaması için almaz. Fabrika bacasına Filtre bile taktırma yan kapitalistin
doğayı düşünmesi beklenemez.

Kapitalizm doğa ile ilişkisinde doğayı sadece kendisi için bir kaynak olarak görürken, bu na "insani" bir maske takmaya çalışır. Ve do ğanın insan için var olduğunu, insanın gereksinimlerini karşılaması için Hahi bir güç tarafından yaratıldığını söyler. Bu anlayışla sömürüsünü gizlemeye çalışır.

Kapitalizmin insana verdiği önem, bugün herkesçe bilinmektedir. İnsanın emek gücünü sömüren, kanını emen bir vampirdir kapita
lizm. Emekçiler kapitalizm için artı-deger üretebildiği sürece anlamlıdır. Aynı anlayış doğa için geçerlidir. Kapitalizmin "doga, insan içindir"
söyleminden anlaşılması gereken "doğa kapitalizm içindir" olmalıdır.
Doğayı, sanayi ve teknolojinin hammadde kaynağı, üretiminin ihtiyaçları için sınırsızca sömürülebilecek bir alan olarak görür. Bu nedenle kâr dürtüsünü tüm
toplumsal sistemin temeline yerleştirir.

nsan doğanın ayrılmaz bir parçasi olduğu için doğadaki her olumsuz gelişme insanı da doğrudan etkiler. Bu anlamıyla çevre
sorunu, kelimenin tam anlamıyla bir insanlık sorunu dur. İnsana değer vermeyen bir sistemin doğa ya değer vermesi beklenemez. Her yıl 11 mil yon çocuk hava kirliliği nedeniyle ölüyor. Dünya Sağlık örgütü verilerine göre çevre kaynaklı hastalıklar her 45 dakikada 300 dolayında çocuğun ölümüne neden oluyor.
Dünyada, çoğu kadın ve çocuk, yılda 15 milyon insan açlıktan ölüyor; bu, 2 saniyede bir insanın açlıktan öldüğü anlamına geliyor. Yaşam alanlarıma yok
edilmesi nedeniyle dünyadaki canlı türlerinin l/5'i 20 yıl içerisinde yok olacak. I milyardan fazla insan temiz içme .suyundan yoksun durumda küresel
ısınma nedeniyle iklim deği şiklikleri yaşamı tehdit ediyor. Bu yaşananlar kapitalizmin insan ve doğa için ne kadar tehli keli olduğunu çarpıcı bir
şekilde bir kez daha ortaya koymaktadır.

Kapitalizm, aşırı kâr hırsını karşılamak için yarı-sömürge ülkelerin emek gücünü nasıl sö-mürüyorsa aynı amaçla bu ülkelerin
yerzktve yer üstü kaynaklarını da sömürmektedir. Em peryalistler yarı-sömürge ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynaklarını kendi kendilerine almak için
yüzyıllardır aralarında büyük bir kapışma içerisindedir. Emperyalistlerin kendi araların daki bu dalaştan yine en fazla zararı yarı-sö-mürge ülkelerin halkları
görmektedir. ABD'nin Irak işgali bunun son örneklerindendir. Petrolün denetimi için yapılan bu işgalde Irak her açıdan tahin edilmiştir. Konumuz itibariyle,
doğanın nasıl yok edildiği günlerce TVlerden canlı olarak tüm dünyaya izletilmistir.

Emperyalistler, yari-sömürgelere yatırım yapıyoruz adı altında geri teknolojiye sahip, çevreyi daha çok kirleten teknolojileri
transfer ediyorlar. Bununla beraber ayrıca çevreyi da ha çok kirleten sanayi dallarını da yarı-sömürge ülkelere kaydırdılar. Son yıllarda tersanelerde
yaşanan işçi cinayetleri ile gündeme gelen gemi yapım ve söküm sektörü de bu kapsamdadır. Uzakdoğu'daki yarı-sömürge ülkelere ve Türkiye'ye kaydırılan bu sektör
işçi cinayetleri yanında çevre kirliliğine de yol açmaktadır. İzmir Aliağa'da bulunan gemi söküm tersanesine sökülmek için Hollanda'dan yollanan zehirli
Asbest maddesi içeren Otopan gemisi buna bir örnektir. Kapitalizm bu kadarı ile yetinmez. Çok tehlikeli kimyasal ve nükleer atık tan, açıktan ya da gizlice,
yarı-sömürge ülkelere yollar. Tek başına ABD, 1940'ta yaklaşık I milyon ton tehlikeli atık üretiyorken, bu rakam 1990'larda 250 milyon tonun üzerine çıktı.
Devamlı basına yansıyan ve "nerden geldiği" bilinmeyen tehlikeli atık varillerinin sahillere vurması artık olağan bir haber niteliğine dönüşmüş
durumda. Yarı-sömürge ülkelerin her türlü zenginliğini sömürmekle yetinmeyen kapitalizm kendi ülkelerindeki tehlikeli atıkları da yarı-sömürge ülkelere yollayarak
bu ülkelerin doğalarını yıkıma uğratır. Bu politikanın sonucu olarak yarı-sömürge ülkelerde 1.4 milyar insan temiz sudan yoksun bir şekilde yaşamaya
çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün 2002 yılı verilerine göre dünyada yaşayan her 5 kişi den I'inin geliri I dolardan az; dünya nüfusunun yarısı ise 2
dolardan az kazanıyor. Buna rağmen üç büyük zenginin serveti, 48 ülkenin ulusal gelirini aşıyor. Dünyanın en zengin % 20'lik dilimi arasında 1913 yılında 11
kat olan gelir uçurumu bugün 80 kata çıktı. İşte kapita lizmin yarı-sömürge ülkelere verdiği değerin sonuçlari.

Dünya yüzeyinde her yıl 6 milyon hektar alan çölleşiyor. 184'ü memeli olmak üzere 970'i aşkın tür, yeryüzünden yok olmanın
eşiğinde. Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın (WWF) "Ekolojik Ayak izi Araştırması" sonuçlarına göre son 30 yılda doğal kaynaklann % 30'u bir daha yerine
konulamayacak şekilde tüketildi. Yani kapitalizm dünyamızı her açıdan felakete sürüklüyor. Aşın kâr hra ve doğa üzerindeki egemenliğinin artması, kaçmılmaz
olarak dün yayı her geçen gün daha fazla yok ediyor.

Kapitalizm bir taraftan doğayı ve insanı hızla tüketirken diğer taraftan ürettiği metalari satmak için toplumda bir kapitalist
tüketim kültürü oluşturur. Tüketim çılgınlığını körükler. Zaten kapitalizm, tüketim savurganlığına ve tüketen bir topluma zorunludur. Bu kapsamda bir
tüketim uygarlığı daha doğrusu tüketim çılgınlığı olan kapitalizmde buğdaydan, arpadan, mısıra, pamuğa; petrolden, demire, kömüre değin ülkelerinden bağrından
sökülerek alınan kaynaklar, insanların gereksinimleri gözetilmeden metalaşanlacak, insanlık aynı hızla tüketime özendirilecektir. Toplumsal bir
tüketim çılgınlığı noktasında biçimlendirilecek bu tüketime gönüllü katılım sağlanacak ve so nuçta insanın kendisi bir tüketim aracına dönüştürülecektir.

Kapitalist ideoloji, doğayı da bir tüketim nesnesi olarak görür. Bu hedefine daha çabuk ulaşmak için her türlü araç ve yöntemi
kullanır. Toplumda bulunan tüm farklılıkları kendisi için bir fırsat olarak görür.

Bu hedefine daha çabuk ulaşmak için her türlü araç ve yöntemi kullanır. Toplumda bulunan tüm farklılıkları kendisi için bir fırsat olarak görür. İnsanlann arzularını
kışkırtır, yapay heyecanlar sunar, cazibe tuzakları kurar. Bu anlayış temelinde, doğanın talanını da "özgürlük, çağdaş yaşam" vb. olarak
pazarlar. Bu çabasında mistisizmi ve ilahi güçleri de yardıma çağırmaktan geri durmaz. Bu ideoloji temelinde doğa, insanın bir parçası olduğu yaşam alanı
olmaktan çıkar. Ki bu, doğaya yabancılaşmanın zirve noktasıdır.

Kapitalizm, insan ve doğa üzerindeki sömürüsünü-talanını gizlemek ve çarpıtmak için hep türlü yolu dener. Bunun en
eski yöntem lerinden biri, yaşam araçlarının artışı ile nüfus arası arasındaki bağı kapitalizmin çıkarı için çarpıtarak kuran Malthus'un anlayışıdır. Nazi
faşizmine de temel oluşturan bu anlayış, dün yanın yaşanmaz hale gelmesinin temel nedeni olarak "aşın nüfus artışinı görür. Bu anlayışı günümüzde
savunanlar, küresel iklim değişik likleri ve bunun yakıcı sonuçlarını, Çin, Hindistan gibi nüfusu kalabalık.ülkelerin tüketimine bağlarlar. Bu anlayış
sahipleri ikiyüzlülükle, bir ABD'linin bir Afrikalı'dan 270 kat su, onlarca kat gıda ve içecek tükettiğini veya dünyadaki, enerji kaynaklarının yaklaşık
i/4'ünü kullandı ğını "unuturlar". Haliyle bu anlayış, çevre sorununun temelini nüfus olarak görür.

Bu anlayışa göre, yaşam araçlarının artışı ile nüfus arası, farklı oranda olur. Bu anlayış sahipleri, nüfusun geometrik oranla
(2, 4, 8, 16 gibi) arttığını, besin kaynaklarının ise aritmetik oranda (I, 2, 3, 4 gibi) arttığını belirtiyorlar. Besin miktarı ile nüfus arasındaki dengenin
nasıl kurulacağını sorun olarak belirlerler. Makhus'a göre; nüfus artışı uzun vadede besin maddelerindeki artışın üzerinde olaca ğından, nüfus ile geçim
araçları arasındaki den geyi sürdürmek için nüfus artışı üzerinde doğal kısıtlamaların olması zorunludur. Bu anlayışa göre geçim araçlarının verimlilik
artışındaki sınırlılıkla nüfus artışının sınırsızlığı arasındaki fark aşılamaz. Malthus'un teorisi, kapitalist üretim ve bölüşüm yasaları temelinde doğayı,
evrensel, tarih üstü olarak göstermeye güdümlenmiş bir ideolojik araçtır. "Doğanin ganimetlerinden herkes eşit pay alamaz...do ğanın kaçınılmaz
yasalarının bazı insanların za ruret içinde kıvranmalarını gerektirdiği görül­mektedir.
Bunlar hayatta; büyük piyangosundan boş çekmiş olan mutsuz insanlardır."!9) Malthus, evlenmiş yoksul bir aile reisinin "Tanrı
yasaları olan doğanın yasalarına tekrar tekrar verdikleri öğüde uymadıkları içjn kendisini ve ailesini açlığa mahkûm ettiği, kendi emeğinin hakkıyla satın
alabileceği dışında, toplum dan en küçük parça yiyecek talep hakkının bulunmadığını"^) savunur.

Malthus'un teorisi, kapitalizmi kutsayacak biçimde nüfus ilkesinin daha eşitlikçi bir top lum yapısına engel olduğunu göstermeye
adanmıştır. Tanrısal yasaların kendisi böyle bir projeyi olanaksız kılmaktadır.
Malthus böylece sadece kapitalist üretim ve paylaşımın Tanrının yasalarına uygun, yegâne sistem olduğunda ısrar etmekle kalmamış, işçi sınıfının lehine
ola bilecek her türlü uygulamaya açıkça saldırmış tır. Engels/'bu düşünce çizgisinin ima ettiği so nuç, yoksullar fazlalık olduğundan ölmelerini
olabildiğince kolaylaştırmaktan, onları hiçbir şeyin dertlerine çare olamayacağına ve bütün bir sınıf olarak çoğalmalarını asgaride tutmak dışında
kurtuluşları bulunmadığına ikna etmek­ten başka, onlar için hiçbir şey yapılmaması"(") anlamına geldiğini belirtip bu anlayışı mahkûm
etmişti.

Bugün de kalabalık nüfusu» çevre sorununun bir numaralı sorumlusu olarak göster meye çalışanlar hiç de az değil: 2008'de
yaşanan gıda-açlık krizi ile tekrar bu tartışma gün deme taşınmaya çalışılıyor. Emperyalistler ve kalemşörleri, büyük bir gayretkeşlikle, açlık krizine, nüfus
artışı, küreselleşmeden kaynak lanan küresel iklim değişikliği, küçük üreticilerin "geri kalmışlığı", eğitimsizlik vb. nedenleri esas olarak
gösterdiler. Bu anlayış sahipleri, doğanın artık eskisi gibi ürün sağlayamamasını, emperyalizmin, doymak bilmez kâr hırsı dışındaki birçok şeyle
açıklamaya çalıştılar.

Bu anlayışı sahiplerine vereceğimiz kısa yanıtla gerçekler daha anlaşılır olacaktır. Bu an layış sahiplerine göre nüfus artışı
bugünkü gibi artmaya devam ederse 2300 yılında dünya nü fusu 134 trilyona ulaşacak. Ama bu tamamen saçma bir tahmin. Bu saçmalığı emperyalist bir kurum
olan Birleşmiş Milletler bile paylaşmı yor. BM 2005'te yaptığı öngörü ile 2200 yılında dünya nüfusunun ' 10 rnîlyara ulaşacağını tahmin ediyordu. Bir de
nüfus arasıyla, ekonomik büyümeyi karşılaştıralım. Birçok ekonomist dönemsel resesyonlara rağmen, dünya ekono misinin bu yüzyılda, her yıl ortalama % 3 ora
nında artacağıni tahmin ediyor. Her yıl % 3 oranında bir büyüme, her 23 yılda ekonomik faaliyetlerin ikiye katlanması demek. Bir başka ifadeyle 2100 yılında
dünyada tüketim % 1.600 oranında artacak. Yapılan hesaplara göre 21. yy.da, insanoğlu, ağaçtan indiği tarihten bu yana harcadığı ekonomik kaynakların 16
kat fazlasını harcayacak Yani ekonomik büyüme bu yy.da nüfus arasından 32 kat daha büyük bir çevre meselesi olacak Bu rakamlar gerçek tehdidin insan sayısı
değil, kapitalizmin dizgin siz gelişimi ve aç gözlülüğü olduğunu bir kez daha gösteriyor. Nüfus artışından 32 kat fazla bir üretimin doğayı nasıl bir hale
getireceğini tahmin etmek zor olmasa gerek Yine dünyadaki genel duruma baktığımızda "1900 yılında dünya nüfusu 1.6 milyar; birincil (kaynağından
çıkağı gibi tüketilen kaynaklar) enerji tüketimi 1000 MTEP (milyon ton petrol enerjisi) iken, 2000 yılında nüfusu yaklaşık 6.6 milyara birincil enerji
tüketimi ise 8534 MTEPe ulaşmıştır. Buna göre 100 yıllık süreçte dünya nüfusa 4.8 kat artarken birincil enerji tüketiminin 8.5 kat artoğı
görülmüştür"(l2).vBu örnekte yine asıl tehlikenin, kapitalizmin dizginsiz üretimi olduğunu ortaya koymaktadır.

Bir de nüfus arasıyla, ekonomik büyümeyi karşılaştıralım. Birçok ekonomist dönemsel resesyonlara rağmen, dünya
ekonomisinin bu yüzyılda, her yıl ortalama % 3 ora nında artacağım tahmin ediyor. Her yıl % 3 oranında bir büyüme, her 23 yılda ekonomik faaliyetlerin
ikiye kadanması demek. Bir başka ifadeyle 2100 yılında dünyada tüketim % 1.600 oranında artacak. Yapılan hesaplara göre 21. yy.da, insanoğlu, ağaçtan indiği
tarihten bu ya na harcadığı ekonomik kaynakların 16 kat faz lasını harcayacak.
Yani ekonomik büyüme bu yy.da nüfus arasından 32 kat daha büyük bir çevre meselesi olacak Bu rakamlar gerçek tehdidin insan sayısı değil, kapitalizmin
dizgin siz gelişimi ve aç gözlülüğü olduğunu bir kez daha gösteriyor. Nüfus artışından 32 kat fazla bir üretimin doğayı nasıl bir hale getireceğini tahmin
etmek zor olmasa gerek Yine dünya daki genel duruma baktığımızda "1900 yılında dünya nüfusu 1.6 milyar; birincil (kaynağından çıkağı gibi tüketilen
kaynaklar) enerji tüketimi 1000 MTEP (milyon ton petrol enerjisi) iken, 2000 yılında nüfusu yaklaşık 6.6 milyara birin cil enerji tüketimi ise 8534 MTEPe
ulaşmıştır. Buna göre 100 yıllık süreçte dünya nüfusa 4.8 kat artarken birincil enerji tüketiminin 8.5 kat artoğı görülmüştür"(l2).vBu örnekte yine asıl
tehlikenin, kapitalizmin dizginsiz üretimi oldu ğunu ortaya koymaktadır.

Kapitalizm, bireyciliği kutsayan, mülkiyeti özgürlükle özdeşleştiren bir ideolojidir. Böyle si bir ideolojinin, sahip
olmayı, bireysel çıkar larının temeline koyarak doğanın da sahibi gibi davranması ve doğa tahribatını kendi dışında görmesi de niteliği gereğidir. Bu
temelde çev re sorunlarının esas kaynağının kapitalist: sis tem olmadığını kabullendirmeye çalışması an laşılırdır. Bu anlayış çevre sorunlarının kayna
ğını nüfus artışından eğitimsizliğe kadar geniş (ve tali) bir yelpazede arar.

Kapitalizm, emekçilerin kanını emerek yaşar.
Doğaya farklı yaklaşmasını beklemek olsa olsa "insancıl kapitalistlerin", sınıfsal öcü inkâr edenlerin hayallerini süsler.
Kapitalizm var oldukça, varlık ve yaşam koşullan olan sömürü de var olacaktır.
Dolayısıyla doğanın talanı da, kapitalizm var oldukça sürecektir.

Kapitalizm, bireyciliği kutsayan, mülkiyeti özgürlükle özdeşleştiren bir ideolojidir. Böyle si bir ideolojinin, sahip olmayı, bireysel çıkar larının temeline koyarak doğanın da sahibi gibi
davranması ve doğa tahribatını kendi dışında görmesi de niteliği gereğidir. Bu temelde çev re sorunlarının esas kaynağının kapitalist: sis tem olmadığını
kabullendirmeye çalışması an laşılırdır. Bu anlayış çevre sorunlarının kaynağını nüfus artışından eğitimsizliğe kadar geniş (ve tali) bir yelpazede arar.

Kapitalizm bir taraftan doğayı sömürüp çevreyi kirletirken diğer taraftan soruna çözüm aradığı gibi bir yanılsama oluşturuyor. So runun nedenini; kaynağını açıklarken nasıl
sınıfsal temelden kopariliyorsa, sorunun çözümü noktasında da aynı tavrını sürdürüyor. Sınıfsal temelden, sınıf mücadelesinden kopuk bir
"çevrecilik" anlayışını geliştiriyor. Bu "çevrecilik" anlayışı kapitalist sistemin temellerinde yatan insanın doğaya hükmetmesi
gerektiği anla yışını sorgulamaz. Tam aksine bu hükmetme nin neden olacağı tehlikeleri "azaltacak" tek nikler geliştirerek kapitalist sömürünün
önünü açmayı gözetir. Kapitalist sistemin kendisine dokunmaz.

Kapitalizmin mevcut kurumlarını, toplumsal ilişkilerini, değerlerini değiştirmek yerine, onlara çeki düzen vermeyi esas alır. Bu çev recilik anlayışı aslında çevre mühendisli
ğinden başka bir şey değildir. Kapitalizmin açacağı hasarları azaltacak teknikler geliştirerek sömürün kolaylaştırılmasına hizmet eder. Bu anlayış
sahiplerinin çevreci kılığına girmeleri daha tehlikelidir. Çünkü kamuoyunu daha fazla aldatma ve yanıltma olanağına sahipler. "Dünya Çevre Günü",
"Dünya Günü", "Dünya Su Günü" gibi günleri gerçek anlam ve öneminden saptırırlar. Kopardıkları yaygaralarla kapitalizmin doğa üzerindeki
egemenliğini göz lerden Saklarlar. Bu tür günlerde kapitalistler birkaç ağaç dikerek kendilerini aklamaya,-toplumda "çevre dostu" oldukları
izlenimini ver meye çalışırlar. Aynca ülkemizde ilköğretim ve lise'öğrencilerini toplayıp deniz kenarlarını temizleten ya da 1-2 balık adama denizden, bir iki
araba lastiği çıkarttırarak çevreye karşı gö revlerini yapmış olurlar.

Uluslararası alanda popüler olan GREEN-PEACE (Yeşilbariş) çevre örgütü bu konuda en iyi olumsuz örnektir. Dünya genelinde
çevre sorunlarına karşı mücadele ettiğini ifade eden bu örgütün eylemleri sorunun özünü kitlelerden gizler. Yapacağı eylemler, kitlelerden - kopuktur.
Eylemleri; yüksek binalara, kulelere pankart asma, kendilerini santral ve fabrika kapılarına zincirleme, balina avlayan gemileri küçük botlarla taciz
etme şeklindedir. Eylemleriyle sorunun kaynaği olan kapitalizmi bir bütün hedef almayıp tekil anlamda hükümet, şirket ve kişileri hedef alarak, kapitalizmin
sorumluluğunu gizlerler. Kitlelerle birlikte hareket etme, kitleleri harekete geçirme gibi amaçları yoktur. Sınırlı sayıda üyeleri ile hareket ederler. Çünkü
kitleleri harekete geçirmek sistem için tehlikeli olabilir. Kitlelerin kendi canlı pratiklerinden gerçekleri görebile ceğinden ve denetimlerinden
çıkabileceğinden korkarlar. Böylece görüntüde çevre sorununa karşı mücadele ediyor görünürler. Kitlelerin bilincini bulandınp, sempatisini kazanırlar. Bu
şekilde asıl görevleri olan sistemin devam etmesine katkı sağlamış olurlar.

Bu açıdan farklı bir örneği ülkemizden verebiliriz. Bergama Ovacık köyünde siyanürle altın madeni işletme konusunda
bölge halkı önemli oranda sorununu sahiplenmiştir. Bu kitlesel sahiplenme ve eylemler hem maden şirketini hem devleti önemli oranda meşgul etmiş ve
uğraştırmıştır.

Bölge halkı sorunu sahiplenmesine rağmen bu harekete önderlik edenler mücadeleyi tamamen sistem sınırları içine mahkûm etmiştir. Sorunun kaynağının sistem olduğu bilinci böl
ge halkına taşınmamıştır. Gelinen aşamada bölge halki birçok davayı kazanmasına rağmen Maden, Bakanlar Kurulu'nun özel kararıyla ça lışmaya devam ediyor.
Bergama örneğinden öğrenilmesi gereken çok şey var. Bunların en başında çevre sorununu yarıinn sorunu olmadığı gibi teorik bir sorun da olmadığı gelmektedir.
Çevre sorununun halkın yakıcı bir sorunu olduğu; bundan dolayı başta Komünist Partisi olmak üzere genel olarak-devrimcilerin çevre sorununu programlarına
almalarını ortaya koymuştur. Buna paralel günlük çalışmalarında önemli bir yer tutması gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Ulusal sorun, nasıl ezilen ulusun milli
burjuvazisine veya bu sorunla mücadele eden küçük burjuvaziye terk etmiyorsak veya kadın sorununu feministlere terk etmenin yanlışlığını biliyorsak, çevre
sorunu da çevrecilere terk'edilemeyecek kadar önemlidir. Diğer sorunlarda olduğu gibi çevre sorununda halkın kendiliğinden gelişen eylemlerine
devrimcilerin seyirci kalması gibi bir lüksü olmadığını da bilmeli ve görmeliyiz. Aksi takdirde bugüne kadar yaşanan örneklerde olduğu gibi halkın
mücadelesi düzen sınırlarına mahkûm edilecektir.

KAPİTALİZM VE KÜRESEL ISINMA

Kapitalizmin neden olduğu çevre sorunlarının başında küresel ısınma ve buna paralel gelişen dünyanın iklimsel düzeninin
bozulması geliyor. Bu sorun aynı zamanda diğer pek çok çevre sorununun ya kaynağını oluşturmaya ya da mevcut sorunları olumsuz yönde tetikleyerek daha da
boyutlanmalarına yol açıyor.

Aslında, atmosferdeki sera etkisi insan faaliyetinin dışında tamamen doğal bir olaydır. Bu durum dünyanın 33 santigrat derece daha
faza sıcak olmasını sağlıyor. Yani doğal sera et kisi olmasa dünyanın ortalama sıcaklığı -20 santigrat derece olacak. Doğal sera etkisi ne deniyle dünyanın
ortalama sıcaklığı 14 santig rat derece oluyor.

Bilindiği gibi güneş ışınları dünyaya, ulaştığında ısıya dönüşür. Ve bu ışınlar uzaya tekrar uzun dalgalı radyasyon olarak
kızıl ötesi for munda gönderilir, işte bu kızıl ötesi radyasyo nun bir kısmı sera gazlan tarafından tutulur. Bu duruma sera etkisi denir. Yeryüzündeki
yaşama uygun sıcaklığı oluşturan sera gazı et kisi şimdi tam, tersi bir etki görüyor. Geçmiş­teki sera etkisinin boyutu doğal ekolojik sü reçlerin ürünüyken
bugün ise kapitalist üretim biçiminin aldığı boyut, doğal süreçlerin bozulması ve sera gazlarının gereğinden fazla üretil mesi sonucunda, atmosferdeki sera
gazlarının oranı sürekli yükseliyor.

Başlıca sera gazlari olan karbondioksit, metan, diazotmonoksit ve diğer holojenli bileşik leri içeren Hidroflorokarbonlar,
perflorokarbonlar ve sülfürhekzaflorit gibi kimyasallarda da bu artış gözleniyor. Sera gazlari içinde en önemli olanı hiç şüphesiz karbondioksittir.
Fosil yakıtların (kömür, doğalgaz, petrol) kullanı mı nedeniyle dünyada her yıl 7 milyar ton karbon atmosfere salınıyor. Bu durum mevcut hızla devam ederse
2020 yılında karbon salınım miktarının 9 milyon tona ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu ise yaklaşık 33 milyon ton karbon dioksit demek. Karbondioksitin
atmosferde 100 yılı bulan kalıcılık süresini de dikkate alırsak karbondioksit seviyesinin sanayi devrimin den yani kapitalizmin ortaya çıkışından bu ya na
hızla yükseldiği ve tehlikeli bir tırmanışa geçtiği kolaylıkla görülür. Aynca son 250 yılda atmosferdeki karbondioksit seviyesi % 35 ar tarak 2004 yılında
379 PPM'e (hacim olarak milyonda bir) yükseldi. 1950'den beri 11 ülke de 530.3 milyar ton karbondioksit gazı üretilmiştir. Bunlarin içinde ABD 186.1 milyar,
Rus ya 68.4 milyar, Çin 57.6 milyar ton karbondi­oksit gazı üretmiştir.

Bugün dünyanın en büyük sera gazı emisyonu üreticisi yıllık 5.8 milyar ton karbondioksit emisyonu miktarı ile ABD'dir.
Uluslararası Enerji Ajansı'nın 2002 verilerine göre karbon dioksit emisyonunda % 24 ile nüfusu dünya nüfusunun % 4'ü olan ABD birinci sıradadır. Ayrıca
günümüzde atmosferdeki sera gazının" birikiminin % 80'i emperyalist-kapitalist ülkelerden kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle dünya
nüfusunun % 20'sinden kaynaklanmak* tadır. (Malthus'un kulaklari çınlasın!) Bu durumun esas sorumlusu o ülkelerde yaşayan halklar değildir. Aşın kâr hırsıyla
üretim yapan em­peryalist kapitalizmdir.

Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin sonuçlan her geçen gün daha etkili şekilde or taya çıkıyor. Geçen yüzyılda
dünyada sıcaklık ortalaması 0.6 santigrat derece artarken bu artış yaşadığımız yy .da 1.4 - 1.8 santigrat dereceye kadar çıktı. Geçmiş 40 sene içerisinde
Kuzey Kutbu daimi buzullainn kalınlığı % 40 oranında azaldı. TÜBİTAK destekli bir araştırmada Ağrı-Cilo-Süphan ve Kaçgar Dağlarının bir kısmında çok az buzul
kaldığı, Erciyes-Ala-dağlar'daki buzulların ise tamamen eriyip yok olduğu ortaya konmuştur. Doğal afet olarak değerlendirilen kasırga, hortum, fırtına
vb. felaketler doğal olmaktan çıkmıştır. Deniz yüze yindeki suyun ısınması, rüzgârları, özellikle de okyanus bölgesindeki kasırgaları yakından ilgi
lendirmektedir. Küresel ısınma nedeniyle de niz yüzeyindeki 3-4 santigrat derecelik bir ar tış şu andakinden % 50 daha yıkıcı bir gücü; sa atte 350 km
hıza ulaşan hortumtan açığa çıka rabilir. Kapitalist üretim tarzının etkileri sonucu artık bu tür büyük yıkımlara yol açan setler, fırtınalar, kuraklıklar
doğal bir felaket olmaktan çıkmış, kapitalizmin yol açtığı felaketlere dönüşmüştür.

Küresel ısınma aynca birçok canlı türünün yok olmasına yol açıyor. Dünya üzerinde 15 binden fazla canlı türü yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya. Yine sadece Avrupa'dâki kuş türlerinin % 43'ü iklim değişiklikleri nedeniyle yok olma tehlikesi altında. Dünyadaki canlı
türlerinin tükenme hızı geçmişe oranla 100 ila 1000 kat daha yüksek; sel, kuraklık, küresel ısınma gibi felaketler nedeniyle dünyada 25 milyon in san
yaşadıkları topraklardan göç etmek zorun da kaldı. Tüm bu yaşananlar küresel iklim de ğişikliğinin tüm dünya üzerindeki yıkıcı etkile rini en çarpıcı
şekilde ortaya koymaktadır.

Küresel ısınma, emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı çevre felaketlerinin en etkili olanıdır. İstisnasız, dünyadaki tüm
canlıları et kileyen bu çevre sorunu, insanlığın yaşamını da tehdit ediyor. Savaşlar, katliamlar, açlık gibi doğal olmayan felaketlerin sorumlusu olan
hâkim sınıflar, bu sefer bunlardan daha büyük bir felaketin başlamasına yol açtılar.

ENERJİ VE ÇEVRE

Enerji sorunu, kapitalist üretimin temel sorunlarındandır. Özelikle 20. yy.ın son çeyre ğinde enerji kaynakları,
emperyalist dalaşın merkezine yerleşmiştir. Enerji' kaynaklarının büyük çoğunluğu yenilenemez olan fosil yakıt lardan oluştuğu için, emperyalistler bu
kaynak lara sahip olmak için dünya halklarını ve doğa yı katletmekten çekinmiyorlar.

Enerji, insan yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır. Bugün de dünya gündeminde tartı şılan konuların başında gelmektedir. Gelenek sel olarak enerji kaynaklan ikiye ayrılır. Bun lardan ilki
kaynağından çıktığı gibi tüketilen kömür, doğalgaz ve petrol gibi kaynaklardır. Bun lar birincin enerji kaynağı olarak tanımlanırlar. Birincil
enerji kaynağının dönüşümünden elde edilen elektrik, kok, havagazı vb. enerji kaynakları ise ikincil enerji kaynağı olarak adlandı­rılmaktadır.

Ayrıca enerji kaynaklarını üç ana grupta toplamak mümkün. Birincisi, yerin altında ka lan bitkilerin ve canlıların batakftk
alanlarda bi rikmesi sonucu oluşan tabakanın değişime uğramasıyla meydana gelen fosil yakıtlardır, ikincisi, potansiyeli mevcut olan ve teknolojik ge
lişmelere bağlı olarak kullanımı artan \'yeni" enerji kaynaklandır. Üçüncüsü ise tükenme­yen, eksilmeyen "yenilenebilir" enerji kaynak
larıdır, 

Dünya enerji kaynaklan içerisinde en bü yük pay fosil yakıtlara aittir. Fosil yakıtlarinindünya enerji tüketimindeki payı %
85-90 ora nındadır. Yine günümüzde kullandığımız ikincil enerjinin büyük kısmı da fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Kullanmakta olduğumuz enerji nin çoğu
görülmekte olduğu gibi fosil yakıtlar dan elde ediliyor. Bu kaynaklann bugünkü bilinen rezervleri bu hızla kullanıldığında petrolün 40-45 yıl, doğalgazın
60-65 yıl ve kömürün 140-150 yıl sonra tükeneceği tahmin ediliyor. Atmosfere salınan ve küresel ısınmaya yol açan karbondioksit gazının % 70'îni fosil yakıt­lardan
çıkan karbondioksit gazı oluşturuyor. Fosil yakıtların bu olumsuz etkisine ve kısa sürede tükenecek olmasma rağmen emperyalist ler bu kaynaklara ulaşıp elde
etmek için önle rindeki tüm engelleri kaldırmaya çalışıyorlar. Enerji kaynaklarını ellerinde tutmak isteyen emperyalistler yarı-sömürge ülkelerin bu
kay naklarını ele geçirmek için çatışmaları her ge çen gün daha da artıyor.
Emperyalistlerin amaçları üretimlerini sürdürmek ve daha fazla kâr elde etmek olduğu için en son Irak örneğinde olduğu gibi işgale varan saldırılarda bu
lunmaktan kaçınmıyorlar.

Son yıllarda fosil yakıtların yol açtığı karbondioksit salınımının artırdığı küresel ısınma sorununa karşı nükleer enerji
tekrar ön plana çıkarılıp pazarlanmaya ^(ışılıyor. Bunun için birçok yol deneniyor. Nükleer enerjinin em-peryalistlerce öne çıkarılmasının esas nedeni ellerinde
bulunan eski teknoloji reaktörlerin yan-sömürge ülkelere pazarlanmasıdır. Hem ellerindeki eski teknolojiden kurtulacaklar hem de milyarlarca dolar
kazanacaklar. Diğer taraftan ellerinde bulunan nükleer artıkları da bu yarı-sömürge ülkelere yollamanın Önünü açmış olacaklar. Kendi ülkelerinin
doğalarını koruma altına alarak yan-sömürge ülkelerin doğalarını kendi çıkarları için katledecekler. Bu nedenle birçok emperyalist ülke mevcut nükleer
santrallerini sökmektedir. Kanada ve ABD'de 1978, Almanya'da 1982'den bu yana nükleer santral siparişi veren yok. Fransa, 1997 yılından itibaren 2010 yılına
kadar nükle er programını askıya aldı. Danimarka, Yunanis tan, irlanda, Lüksemburg, Avusturya ve Porte kiz enerji üretimi için nükleer enerjiyi kullan
mıyor. Bu örnekleri uzatmak mümkün. 

Küresel ısınma noktasında nükleer enerji çevreye uyumlu gözükse de, çevre sorunu kü resel ısınmadan ibaret değildir. Nükleer
atıkla rın yok edilmesi ve depolanması sorunu halen çözülememi;tir. Çernobil faciasının yol açtığı insan ve doğa katliamı ortadadır. Ve çokça övülen nükleer
enerjinin dünya enerji üreti mindeki payı % 3'tür. Nükleer enerji söylendiği gibi ucuz ve güvenli olsaydı en başta gözleri ni kâr hırsı bürümüş
emperyalistler bu enerjiyi çok daha fazla oranda kullanır ve yeni yatırımlar yaparlardı. Bu kadar kârlı bir fırsatı kaçamazlardı. Nükleer enerjinin tekrar
bu denli gündeme taşınması belirttiğimiz gibi emperya listlerin ellerindeki geri teknolojilerden kurtul mak istemesi ve bunlan yan-sömürgelere sata rak kâr
elde etmek istemesinden dolayıdır. Nükleer atıklardan kurtulmak da bunun önemli bir parçasıdır. Emperyalistler için güç anlamı na gelen nükleer enerji,
savaşların ve caydırıcı lığın temel araçlarından biridir. Günümüzde en fazla nükleer silah emperyalist devletlerde bu lunuyor. Böylesi bir gücü elinden
bırakmak is temeyen emperyalistler nükleer silahları Hiro şima ve Nagazaki gibi, yüz binlerce insanın katledilmesi, 60 yıldır ot bile bitmemesi gibi ağır
sonuçlara yol açsa da bu gücü ellerinden bırakmazlar. 

Emperyalistler için kâr, güç, iktidar her şeydir.
Bunun için milyonlarca insanın katledilme sine aldırmayan emperyalizmin doğaya da aynı şekilde yaklaşması kaçınılmazdır.

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi

Enerji kaynaklarının hızla tükenmesi, bu kaynakların, emperyalist dalaşın merkezinde yer almasını sağladığı gibi alternatif enerji kay naklartntn arayışını da hızlandırmıştır. Ancak emperyalizm, bu alternatifler içinde dünya halklarını kendine bağlayacak olanları aramakta ve yaygınlaştırmaktadır. Bu nedenle yenilenen» lir enerji kaynaklarına yıllardır yeterli yatırımı yapmamaktadır.

Yenilenebilir enerji kaynakları; çoğunlukla düşük maliyetli ve lokal düzeydedir. Yenilene bilir ve lokal düzeyde temin edilebilir oluşu ne deniyle dışa bağımlılık yaratmaz. Nükleer vefosil yakıtlardan elde edilen enerjinin aksine doğaya zarar vermezler. Ama yenilenebilir enerji sadece bir teknik olarak görülmemelidir. Böyle görülürse emperyalizm bu tekniği kendi sömürü düzeninin bir parçası haline getirecek mekanizmaları yaratmakta gecikmeyecektir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliği az değildir. Bunlar içinde en yaygın ve etkin olanları güneş ve rüzgâr enerjisidir. Bunlar dı şında hidroelektrik, jeotermah(sıcak su kay naklarıyla elde edilen), dalga, gelgit, toprak ısı sı, okyanus ısısı enerjileri de coğrafi farklılıkla ra göre yaygın kullanılabilecek enerji kaynakla ndır.

Alternatif enerji kullanımının yaygınlaştırıl ması gerektiğini bugün birçok "çevreci" anlayış da sıkça ifade ediyor. Ama daha önce belirtti ğimiz anlayıştan temeinde bu konuya da sınıf sal özden kopuk, tekrak bir mesele olarak ba­kıyorlar. Enerji kaynaklarinın verimliliğinin art ması, çevreye verdikleri zararın ortadan kaldı rılmaya çalışılması kapitalist sistemin ortadan kaldırılması ile mümkün olacaktır. Doğanın ekosistemine göre ustalikla biçim verilmiş yeni bir enerji kalıbı üretmek güneşin, rüzgârın, su yun, zorunlu olduğunda petrol ve kömür dâhil birçok başka kaynağin kullanılması ile mümkün olacaktır. Bu çeşitlilikk tipkı toprağın ekilmesin de olduğu gtbi enerji kullanimini da zenginleşti recektir. Bu zenginlik ülkelerin kendi kaynakla rına dayanacağı için bir bağımlılık ilişkisi yarat mayacaktır. Bunu ancak doğayı kendisi için sö mürülmesi, talan etmesi gereken bir araç ola rak görmeyen komünistler ve devrimciler ger çekleştirecektir.

Yenilenebilir enerji kaynaklan çevre dostu oldukları için devrimci ve komünistlerin bu enerji türlerinin enerji kaynaklarının kullanı mını ve yaygınlaşmasını savunmaları gerekir. Bu sorun, bugünün sınıf mücadelesinde de önemli yere; sahiptir. Devrim sonrasının değil, bugü nün sorunudur. Bu nedenle yenilenebilir ener ji kaynaklarının kullanımını teknik bir soruna indirgemeden savunmak zorundayız. Bu durum aynı zamanda yarı-sömürgelerin emperyalizme olan bağımlılığının zayıflatılması, ortadan kaldı rılması için de önemli bir adımdır. Dolayısıyla devletleri, bizim somutumuzda TC'yi. nükleer enerjiden ve petrole bağımlılık yaratan politi kalardan vazgeçirecek kültürel hareketler ör gütlemek, günümüz sınıf mücadelesinin önemli bir parçasıdır. 

Türkiye gibi güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının bol olduğu bir coğrafyada yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını esas hale getirebilmek önemlidir. Bunu gerçekleştirmenin önünde teknik olarak çok büyük engeller yok. Bugünkü teknolojik gelişim buna uygun. Bunun önündeki asıl sorun ülke egemen sınıflarının emperyalizm ile girdik leri uşaklık ilişkisidir. Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında tutarlı ve bi limsel olmanın yolu anti-faşist ve anti-emperyalist mücadelede tutarlı olmaktan geçmektedir.
Çünkü emperyalizm, gıda ve su gibi temel ihti yaçlarda olduğu gibi, enerjide de yarı-sömürgeleri kendisine daha fazla bağımlı kılarak sömü rüyü yoğunlaştırmaktadır. Gıda ve sudaki ba ğımlılığa olduğu kadar enerjideki bağımlılığı da tutarlı sınıf bilinciyle karşı durmak; günümüz sı nıf mücadelesinin temel görevleri arasındadır.

Kitleler, diğer mücadele biçimlerinde oldu ğu gibi çevre sorununa ilişkin mücadele biçim lerinde de, sınıf bilincine kavuşturulmalıdır. Çevre sorununun, kapitalizmin Özünden kay naklandığı bilincinin her fırsatta verilmesi bunu sağlayabilecektir.

KAPİTALİZM VE ORMANLAR

Kapitalizmin hışmına uğrayan doğal kaynak lardan biri de ormanlardır. Ormanlar doğal ya şam ve dolayısıyla insan yaşamı için çok önem li işleve sahiptir. Ormanlar dünyada canlıların yaşayabilmesi için ihtiyaç duyduğu oksijenin % 20'sini üretiyorlar. Karbondioksit soğurup fo tosentez yoluyla oksijen üretirler. Bu nedenle ormanlar ayrıca aşın karbondioksit salınımıyfa artan sera etkisinin azaltılmasında da önemli bir konumdadır. Yağan yağmur ve kar ormamn bitki örtüsü tarafından tutulur. Ormanlardaki bitki örtüsü orman zemininin su soğurma ka pasitesini artırır. Bu suyun bir kısmı buharlaşa rak atmosfere döner. Eğer orman zemini yap rak artıkları ile kaplıysa suyu tutar ve yeniden kazanır. Ormanlar ayrıca yağmur çekmek ko nusunda da önemli bir işleve sahiptir. Orman lar toprağı tutma özelliği ile erozyonu engeller ve tarıma elverişli toprakların setler ile yok ol masını engeller.

Ormanların kapitalizm tarafından yok edil mesi doğada yaşayan birçok canlıyı olumsuz et kilemektedir. 18. yy. dan bu yana dünya orman larının % 23'ü kapitalizmin vahşi sömürüsü so nucu yok edildi. Yaşanan erozyon sonucu dün ya yüzeyinde her yıl 6 milyon hektar alan çöl-leşiyor. Brezilya hükümetinin açıklamalarına göre amazon ormanlarının 2002 yılında 23.266 km2, 2003 yılında 23.750 km2'si yok oldu. Top lam büyüklüğü 4.2 milyon km2 olan Amazon ormanlarının şimdiye dek % 2Ö*sî yok oldW
Ormanların yok edilmesinin tek gerekçesi, tüketim mallan üretmek değildir. 21, yy. sonla rında başlayan bio-yakıt teknolojisi, ormanlann dolaylı ve dolaysız olarak yok edilmesine ne den oluyor.

Fosil yakıtların neden olduğu aşırı karbon dioksit salınımını azaltmak gerekçesiyle son yıllarda bio-yakıt üretim? hızlandı. Çevreci ol duğu söylenen bio-yakıta daha yakından bak tığımızda hiç de çevreci olmadığı ortaya çıkı yor. Bio-yakıt üretileni bitkilerin yetiştirilmesi için çok geniş tânm alanlarına ihtiyaç duyulu yor. Mevcut tarım alanlarının bu ihtiyacı kar şılaması mümkün olmadığı için, ormanlar ke silerek yeni tarım alanları açılıyor. Bio-yakıt üretiminde Brezilya ABD'nin hemen ardından 2. sırada yer alıyor ve bioyakıt bitkilerinin eki-lebilmesi için Brezilya'da Amazon ormanları hızla yok ediliyor.

Emperyalistlerin çevre sorununda da esas faturayı yarı-sömürge ülkelere çıkarmaya çalış tıklarını belirtmiştik. Kendisinin doğaya, çevre ye saygılı olduğunu pazarlamaya çalışan AB, 2020 yılına kadar toplam enerji tüketimi içinde yenilenebilir enerji payını % 2ö*ye çıkarmayı hedefliyor. Burada önemli bir nokta bio-yakıt-la ilgili olan düzenlemedir. AB bu % 20*tik he defe ulaşırken taşıtlarda kullanılan yakıtın da % 10'unu bio-yakıttan sağlamayı öngörüyor. Ama asıl sorun da burada başlıyor. Çünkü bütün Avrupa'nın tarıma açılmış arazilerine bio-yakıt elde edecek bitkiler ekilse dahi AB'nin belirle diği % 10'luk hedefe ulaşması mümkün değil. Bu hedefe ulaşmak için yapacakları şey bu ihti yacı karşılamak için Brezilya gibi ülkelerden bio-yakıt atmak. Yani daha çok yağmur ormanı kesilecek, yok olacak. AB kendi tarım arazileri ne gıda ürünleri dikmeye devam edecek. Ken di ülkelerinin doğası daha az zarar görecek ama diğer taraftan yağmur ormanlarını talan edecekler. İşte kapitalizmin ikiyüzlülüğü. Kapi talizmin bu vahşi talanı sonucu dünya karaları nın % 24'ü ekilir-biçilir hale getirildi. Araştırma sonuçları dünyada 8.7 milyon km2 orman ve tarım oranının l/4'ünün son 50 yılda yok edil diğini ortaya koyuyor.

Dünyada yok edilen ormanlara paralel Tür kiye'de de ormanların yok edilmesi tüm hızıyla devam ediyor. Resmi rakamlara göre Türki ye'de 21.188 milyon hektar orman arazisi var. Türkiye'de ormanlar daha çok tarım ve yerle şim alanı açmak için talan ediliyor. Birçok yer de ormanlar yok edilerek imara açılıyor. İstan bul'da Sultanbeyli, Çavuşbaşı ve Gebze: Antal­ya'nın Kepez, Bursa'nın sanayi sitesi buna ör nektir. Şimdi bu eski talanları meşrulaştırmak ve talanların önünü açmak için AKP hükümeti 2B adı altında orman talanına yeni bir halka da ha ekliyor. Bu talandan 20-25 milyar dolar ge lir beklediğini açıklayan Orman Bakanı Osman Pepe bir kez daha kendileri için tek önemli ola nın para olduğunu ortaya koymuş oldu.

Her orman yangınından sonra yanan bölge nin hemen ağaçlandırılacağını açıklayan yetkili lerin açıklamasının mürekkebi kurumadan ya nan bölgelerden yeni yeni oteller, yerleşim alanları yükselmeye' başlar. Bu durum artık ka nıksanır bir hal almıştır. Turizm gelirlerini ar tırmak için yani bu sektöre yatırım yapan kom-pradonlann kârlarını artırmak için her türlü kolaylık sağlanıyor. Golf alanları açmak için bin lerce ağaç kesiliyor. Yine en son TBMM'de onaylanan "Turizm Teşvik Kanunu" ile yeni bir orman talanının önü açıldı. Sadece Antalya'da bu kanun ile I milyon ağacın kesilmesinin önü açıldı. Orman talanını yasalaştıran bir girişim toplam orman alanlarının binde 5'ini turizme açıyor. Belirlenen bu binde 5'lik oranın göster melik olduğunu, talanın boyutunun pratikte çok daha fazla olacağını herkes çok iyi bitiyor.

Kanuna göre ağaç keserek yatırım yapanlar, başka alanlara kestiği ağaç sayısının 3 katını dik mek zorunda. Bu durum ne kadar çok paran varsa o kadar çok ağaç kesme hakkıni egemen lere vermektedir. Ayrıca başka yere ağaç dik me zorunluluğunun gerçekleşemeyeceğini tah min etmek çok da zor olmasa gerek. Göster melik olarak birkaç ağaç dikilecek arkası gel meyecektir. Ayrıca ormanlar sadece ağaçlar dan oluşmuyor. Ormanlarda yaşayan hayvanlar da yok olacak.

Bunun yanında çokça çevre ve orman aşığı olduklarını iddia eden egemenler, sorun ikti darlarını korumak, sömürülerini devam ettir mek olunca her türlü zor yöntemini devreye sokmaktan çekinmiyorlar. Silahlı mücadeleyi her türlü baskı ve katlama rağmen bastırama yan TC devleti, yıllardir gerillanın barındığı, saklandığı T. Kürdisora'ndaki ormanlari yakı yor, yok ediyor. Böylece bir kez daha gerçek niteliklerini, iktidarlarını korumak, için insanla rı ve doğayı katletmekten vazgeçmeyeceklerini ortaya koymuş oluyorlar.
KAPİTALİZM VE MADENLER

Kapitalistlerin doğayı tahrip ettiği diğer bir faaliyet de maden arama ve çıkarma faaliyeti dir. Maden çıkarma ve işleme doğayı tahrip et mede önemli bir unsurdur. Kapitalistler ma denlere en kolay ve ucuz yoldan ulaşmak iste dikleri için madenlerin- bulunduğu bölgelerdeki doğal yaşamı da yok ederler. Dünyadaki ma den cevherlerinin yaklaşık % 7Û'i çevreye en fazla zararı veren Açık Döküm Madenciliği yöntemi ile çıkarılmaktadır. Bu uygulama ile ka pitalistler maliyetlerini düşürürken diğer yan dan büyük çukurlar açılmasına, dağ zirvelerinin ortadan kaldırılmasına, toprağın verimli üst ta­bakasının yok olmasına ve büyük miktarda atı ğın ortaya çıkıp çevrenin kirletilmesine yol açarlar.

Hidrolojik döngü suyun ekosistem tarafın dan yağmur ya da kar şeklinde edindiği ekolo jik süreçtir. Çökelen nem dereleri, akifeleri* ve yeraltı sulannı besler. Belirli bir ekosistemin su varlığı bölgenin iklim, fizyografi, bitki örtüsü ve jeolojik özelliklerine bağlıdır. Bu seviyelerin her birinde kapitalizm doğayı sömürün Doğa nın suyu alma, soğurma ve depolama kapasite sini ortadan kaldırır. Madencilik ormanları yok ettiğinden ve yeratanın jeolojik yapısına zarar verdiğinden havzaların su tutma özelliğini yok etmektedir. Madenlerin açığa çıkardığı zehirli atıklar, ayrıca, suyu kullanamaz hale getirmek tedir. 

Ülkemizde özellikle siyanürlü altın arama ve çıkarma faal iyeden ile gündeme gelen ma denlerin doğayı yok etmesine tüm tepkilere rağmen devletçe her türlü destek veriliyor. Bergama Ovacık'la birlikte'gündeme gelen altın madenleri ülkenin her tarafına yayılmış durum da. Kaz Dağı'ndan Efemçukuru'na, Uşak Kışla-dağı'ndan Munzurlara kadar geniş bir alanda al­tın arama çalışmaları sürüyor. Siyanürün doğa ve insan sağlığı için nasıl bir tehlike oluşturduğu bilinmesine rağmen emperyalistlerin çıkarları için daha fazla kâr elde etmeleri için her türlü yalanı söyleyerek efendilerine hizmet etmekte kusur etmiyorlar.

Gerekli önlemlerin alınması uygun yöntem lerin kullanılması ile maden çıkarma faaliyetle rinin doğaya vereceği zararın en alt seviyeye indirilmesi mümkün. Mevcut bilgi, birikim ve teknoloji ile bu yapılabilir. Ama bunlar kapita listlerin maliyetlerini artırdığı için göz ardı edil mekte doğa ve maden yaşamı tehlikeye atıl maktadır.

KAPİTALİZM VE SU

Kapitalizm doğada her şeyi metalaştırır. Su da bu durumdan en fazla etkilenen kaynakların başında gelmektedir. Kapitalistler "su hayattır" sloganı ile suyumuzu yani hayatımızı gasp edi yorlar. Su dünyadaki tüm canlıların yaşamında olmazsa olmaz bir kaynaktır. Bu nedenle insan lık tarihi boyunca, tüm medeniyetler yerleşim alanlarını (köylerini, kasabalarını, şehirlerini) hep su kaynaklarının yakınlarına kurmuşlardır.
Susuz bir yaşamın mümkün olmaması onun öneminin anlaşılması için yeterlidir.
Dünyamıza şöyle bir baktığımızda sularla çevrili karaları görürüz. "Dünyamızın % 67'si-nin sulardan oluşuyor olması bizleri yanıltma mak. Çünkü bu büyük su kütlesinin % 97'sini denizler, okyanuslar ve yeraltındaki toplu sular oluşturuyor. Geriye kalan % 3 oranındaki tatlı su kaynaklarının % 77'si kutuplardaki buzullar da, yüksek dağ zirvelerindeki kalıcı nitelikteki buz kitleleridir. Kalan % 23'lük bölümün çok büyük bir oranı ise ulaşılması ve elde edilmesi son derece zor ve ekonomik maliyeti aşırı de recede yüksek olan derin yer altı sulandır. So nuçta yaşamın sürdürülebilirliği açısından kulla­nabildiğimiz göl-bataklıklar toplam tadı su mik tarının binde 35'ini, akarsular ise sadece binde l'ini oluşturmaktadır."(13)

Doğa içinde su döngüsünün olmaması halinde çok kısa sürede tükenmesi olası bu kaynaklar sürekli olarak yenilenip tazelendikle ri için azalmaya dayalı etkilerini kısa sürede göstermezler. Ama kapitalizm hem mevcut su havzalarını kirlettiği hem de ormanları yok ederek, küresel İsınmaya yol açarak suyun do ğa içindeki doğal döngüsünü uzun zamandır tahrip ettiği için sağlıklı temiz sulara ulaşabil mek artık çok zorlaşmıştır. Kullanılabilir su kaynaklarının azalması bu kaynaklara sahip ola bilme mücadelesini de şiddetlendirmiştir. I995*te Dünya Bankası Başkan Yardımcısı olan İsmail Serageldin "Eğer bu yüzyılın savaşları petrol için veriliyorsa, gelecek yüzyılın savaşla rı su için verilecektir" açıklaması ile suyun öne mini ve çatışmaların geleceği boyutu ortaya koymuş oluyordu.

Doğayı ve insanı sömürmek, egemenliği al tına almak isteyen kapitalizm için suyun deneti mi, önemlidir; vazgeçilmezdir. ABD'nin ve di ğer emperyalistlerin, doğaya yaklaşımını, ABD'li su bilimci John VVRfcsose'den dinleyelim; "İnsa nın kaderi tüm dünyaya hükmetmektir ve dün yanın kaderi insana tabi olmaktır. Eğer dünya nın büyük kısımları insanın yüce kontrolü dışın da kalırsa, dünyanın tümüyle fethi ve insanlığın gerçek anlamda tatmini mümkün değildir. An cak dünyanın tüm kurumları mevcut en iyi bil giye göre geliştirildiği ve insan kontrolüne alın- 

dığı takdirde doğaya hükmettiği söylenebi lir. "(,4). ABD Başkanı Thedore Röosvelt'in su programlan hakkındaki baş danışmam W. J. McGee suyun kontrolünün "insanlığın doğanın efendisi olma yolunda atılması gereken son attan"*'5) olduğunu belirterek john VVidtso-se'nin belirttiği dünyaya hükmetmenin yolunun, su kaynaktanmn ele geçirilmesinden geçtiğini belirtmiştir. Birçok kez belirttiğimiz gibi kapita lizm doğa üzerindeki sömürüsünü gizlemek için yaptığı tüm talan ve yağmayı insanlık için yaptı ğı demagojisi ile gizlemeye çalışmaktadır.

Kapitalizm bu amacına ulaşmak için nehir ler üzerine dev barajlar kurmuş, sulama kanal ları inşa etmiştir. Böylece nehirler üzerindeki hâkimiyetini ve sömürüsünü artırmıştır. Suyun denetiminin kapitalizm tarafından ele geçiril mesi aynı zamanda insanlığı denetim atana alın masını da kolaylaştırmıştır. Yasamak için suya ihtiyaç duyan herkes kapitalizmin denetimine girmiş oluyordu. Bu amaçla dünyada 1970-1975 yıllan arasında yaklaşık 5000 büyük baraj yapılmıştır. Yine dünya çapında 45.000 büyük baraj için 2 trilyon dolar yatırım yapılmıştır. Ba rajların yapımı bu bölgelerde yaşayan yüzbin-lerce insanı toprağından koparmıştır. Orman lar, ekilebilir verimli tarım alanları sular altında kalmıştır. Yani barajlar yapıldıkları bölge lerin doğal dengelerini olumsuz yönde etkilemiştir. Barajların* kuruldukları bölgeler de iklim değişikliklerine yol açtıktan daha ılı man bir iklim oluşturdukları da bilinmektedir. Barajların ömürlerinin çok kısa olduğu, 50 yıl dan biraz fazla faaliyette kalabildikleri de diğer bir gerçektir. Tüm bu olumsuz etkilerine rağ men ihtiyaçtan çok daha fazla ve kapasitede ba rajların yapılmasındaki amaç kapitalizmin doğa ve insanı daha fazla denetim akına almak iste mesidir. ' 

Bu tür barajların yapımının diğer bir önem li nedeni de şudur. Birçok nehir ve akarsu bir çok ülkenin topraklarından geçerek denizlere, okyanuslara dökülmektedir. Nehirlerin kayna ğına sahip olan ülkeler diğer ülkeler üzerinde bazı çıkarları noktasında baskı oluşturmak için büyük barajlar inşa ediyorlar. Böylece'diğer ül kelere verilecek su miktarını belirlemede ba rajları bir vana gibi kullanıyorlar. ÜlkemizdeDicle ve Fırat nehirleri bu konumdadır.
TC devleti bu nehirler üzerine kurduğu baraj larla Suriye'ye, Irak'a verilecek suyu denetimi altında tutmaktadır. GAP, bölgede yaşayan Kürt ulusunu su yoluyla denetim altında tutma hedefi yanında böyle bir önemli amaçla hayata geçirilmektedir. Yine İsrail'in işgal ettiği Batı Şeria ve Golan Tepeleri'nden çekilmemesinin önemli bir nedeni de bu bölgelerin sahip oldu ğu zengin su yataktandır.

Dünyadaki kullanılabilir su kaynaklari fabri kalar ve evsel atıklarla hızla kirletiliyor. Küre sel iklim değişikliği nedeniyle yaşanan kuraklık larla mevcut su kaynakları her geçen gün azalı yor. Bu duruma paralel emperyalistlerin su kaynaklarını ele geçirme mücadelesi de kızışı yor. Emperyalizmin dünyadaki çıkarlarını koru mak ve güçlendirmek için kurulan emperyalist kurumların başında gelen Dünya Bankası su kıtlığı ve sularin kirlenmesinde büyük bir rol oynamakla kalmamakta, şimdi de su kıtlığını emperyalist su şirketleri için büyük bir pazar haline getirmektedir. Dünya Bankası su pazarı nın büyüklüğünü I trilyon dolar olarak tahmin etmektedir. Fortune dergisi de, su işini yatı rımcılar için en kârlı endüstri alanı olarak belir leyerek kapitalistleri bu pastadan en büyük payi almaları için hızlı davranmaya teşvik et­mektedir.

Dünya Bankası suyun özelleştirilmesini ya pısal uyum programları ile desteklerken, Dün ya Ticaret Örgütü su özelleştirmesini GATS (Ticaret ve Gümrükler Üzerine Genel Anlaş masının içerdiği serbest ticaret kurallarıyla ku­rumsallaştırmaktadır.

Artan su kıtlığı emperyalistler için suyu bü yük bir sektör haline getirmiştir. ABD su temi ni ve arıtma pazarında 90 milyar dolar ile dün ya birincisidir. 1970'lerde 1.2 milyon metre küp olan plastik şişelerde satılan su miktarı I998'de 23 milyon metreküpü aşmıştır. 2003 yılında şişe suyu, meşrubat endüstrisinin % 14'ünü oluşturuyordu. Ülkemizde de 15-20 yıl öncesine kadar büyiikşehirter dahil musluklar dan akan sular içilebiliyorken 1990'ların başın dan itibaren önce büyükşehirlerde sonra daha da yaygmhşarak suların kirlenmesinden dolayı musluklardan akan sular insan sağlığını tehdit ettiği için iplemiyor. Birçok ilde insanlar içme suyu ihtiyaç» para vererek: satın aldığı dama cana suhnyb karşılamak zorunda bırakıldı. Ve bu sayede su şirketleri milyonlarca dolar kâr elde etti/ediyor.

Endüstriye! tarım da gıda üretiminde toprağin su tutma kapasitesini azaltan ve su talebi ni artiran bir özelliğe sahiptir. Küresel ısınmaya çözüm olarak sunulan bio-yakit üretimi or manlara zarar verdiği kadar su kaynaklarının aşın kullanımına da yol açıyor. Bir litre bio-yakıt üretimi için 9 bin litre su kullanılmaktadır. Bu gerçeklikten anlaşılacağı üzere bio-yakıt üretimi doğaya saygılı ve zararsız değildir.

Kapitalizmin doğayı ve insanı hızla yok eden sömürüsü nedeniyle dünyada her gün 24 bin kişi ölüyor. Afrika kıtasında her 5 çocuktan ' biri 5 yaşına gelmeden ölüyor. Ağustos ayında Stockholm'de yapılan Dünya Su Haftası et kinliklerinde susuzluktan ölen insanların sayısı nın savaşlarda ölenlerden çok olduğu açıklan dı. BM verilerine göre, içme, temizlik, yemek pişirmek ve sağlığını korumak için bir kişinin günlük su ihtiyacının 50 litre civarında olduğu belirtiliyor. Kapitalist ülkelerde kişi başına su satış fiyatı bunun iki katını aşarken, Doğu Av rasya, Hindistan, Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerde ise bu rakam 10 litrenin altına düşü yor. Dünyada 800 milyon çocuk yeterli besle nemiyor. 40 milyon çocuk temiz su içemiyor. Tüm bu yaşananlar kapitalizmin doğaya ve in sana nasıl yaklaştığını açıkça ortaya koyuyor.

Emperyalistler, 1990'laria beraber emek çilere karşı giriştikleri kapsamlı saldırı sonucu yan-sömürge ülkeleri yiyecek ve gıda alanında da büyük oranda kendilerine bağımlı kıldılar. Aynı şeyi su için yapmaya çalışan emperyalist ler bu konuda epey yol almış durumdalar. Böylece yan-sömürge ülkelerin emperyalizme olan bağımlılığı en üst boyuta çıkarılmış ola­caktır.

PARTIZAN 68.SAYI sayfa 86-103
Kaynaklar
1) Teori ve Politika, Say» 31, "Politik Ekoloji ve Marksizm'in Geleceği" Alain Lipiets, Sayfa 135
2) A. Lipiets, Age, Sayfa 139
3) Marks'tan Aktaran, Teori ve Politika, Sayı 131, Sayfa 142
4) Sayfa 161
5) Sayfa 161
6) Teori ye Politika, A. Lipiets, Sayı 31, Sayfa 138
7) Marks'tan Aktaran, Teori ve Politika, Sayı 31, Sayfa 160
 Mark, Kapital Cilt I, Sayfa 525
9| Malthus'tan Aktaran J. B. Foster, Marks'm Ekolojisi, Sayfa 139
10) Sayfa 219
11) Engels, OutlinesOf A Critque Of Po--litic Economy'den Aktaran, J. B, Foster, Age, Sayfa 159
12) TMMOB Makine Mühendisleri Oda Raporu, "Yenilenebilir Enerji Kaynaklan", Ya yın No: MMO/2208-475
- 13) S. Ozbudun-C. San-t. Demirer, Kıya-mate Çeyrek Kala "Ekoloji Yazıları", Sayfa 29-30, Ütopya Yayınları
14) Vandana Shiva, Su Savaşları, Sayfa 71, Aram Yayınları
15) Age, Sayfa 71
Akifeler. Suyun çok uzak mesafelere gitmesini sağlayan, yer oto sularını pınarlara ve kuyulara ileten gözenekli toprak

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...