Canım Babam/ Öznur Eren Kanarya

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
“Gün gelir de beni unutursun demiştin…” “Unutmadım, unutamam…”

Sonbaharda, gidişinden bu yana yirmi koca yıl geçmiş olacak. Zaman zaman soruyorum kendime; yaşasaydın yaşananlar için ne düşünür ne derdin? Yirmi yılda ne çok aşındı her şey. Kavramların içi boşaldı. Yerlerini alanlarsa hem değerce hem de anlamca nasıl da sığ, bir bilsen. Güzel insanların pek çoğu o güzel atlara binip terk ettiler dünyayı. Ve iyi, üretken, çalışkan insanlar çoğalmıyor artık. Ne yazık ki eksiliyor güzel insanlar ve onlarla birlikte güzel duygular. İyi insan olma halinde değiliz artık. Vicdan, insaf, cana saygı, kendini başkalarının yerine koyma, yargılamadan anlamaya ve anlaşmaya çalışmak, eski ve yıpratılmış duygular… Önce insan olmak, çoğunluğun önceliği değil. O yüzdendir yitirilen güzelliklerin ardından, göğsümüzün ortasına çöken ve bir türlü dağılmak bilmeyen o ağırlık…

Gündelik yaşam sıradanlaştıkça, hatta yavanlaştıkça, eski günlerin anısına sığınıyorum sıklıkla. 70’li yılların sonlarına doğru, seninle birlikte izlediğimiz “Yarımca Kiraz Şenliği”ni düşünüyorum, “Akrep gibisin kardeşim” diyor Genco Erkal… Ruhi Su, “Çanakkale içinde aynalı çarşı” diye türküsünü söylüyor, yeni yetme ben, hayranlıkla izliyorum hepsini. Eve dönüş yolunda, elini tutarak teşekkür ediyorum. Eski gazetelerin başlıklarına bakıyorum ara sıra, o dönemleri bir kez daha hatırlamak için. Eski şarkıları dinliyorum, dura dinlene. Yıllardır farkına varamadığım şarkı sözlerini, müzikleri yeniden keşfediyorum. Bazılarının müziği sözlerinin önüne geçmiş ya da tam tersi, anlamamışım bunca yıldır, ne tuhaf…

Türkülerin vardı senin, ben küçükken sıkça söylediğin: “Pencere açıldı Bilal oğlan, piştov patladı”, “Söğüdün yaprağı dal arasında”, “Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun?”, Sonraları, ben kendi türkülerimi ekledim dağarcığıma: “Şu uzun gecenin gecesi olsam”, “Dün gece yâr hanesinde, yastığım bir taş idi…”

Evimizde radyo hep açık olurdu. Yurttan sesler, beraber ve solo şarkılar, çocuk saati, arkası yarın, radyo tiyatrosu, konulu reklam programları... Akşamüstleri, senin dönüşünü beklerken dinlediğim meydan fasılları… O zamanlar bütün dinlediklerimin, bugünümün değerlerini oluşturmada ne kadar etkili olduğunu bilmiyordum. Şimdi anlıyorum ki dinlemek; hayal etmek, anlam yaratmak, bir tür resim çizmek, o resmi fotoğrafa dönüştürmekmiş. Dijital belleklere inat, benim belleğim, canlı fotoğraflarla yüklü.

Türkçeyi düzgün kullanmamı isterdin. Senin uyarınla sözlük kullanırdım sıklıkla. O zamanlar anlayamadığım isteklerindendi bu. Ama zamanla ne çok sözcüğüm olduğunu da çok sonraları anladım. Sözünü tutuyorum, dilim döndüğünce, dikkatle kullanmaya çalışıyorum sözcükleri. Ama, “yazanlar”, hitabetle bağlantısı olanlar, o kadar özensizler ki bu konuda. Kendilerini ifade etmekten âciz bir sürü kişi, birilerine bir şeyleri anlatmaya çalışıyor. Çoğu, “öncelikle kendisine alışık değil…”

Yakın geçmişte biri, “Siz fazla edebi cümle kuruyorsunuz ya, bazıları sizi yapmacık buluyor olabilir” dedi bana. Kalakaldım oracıkta. “Ben beş yaşımdan beri bu şekilde konuşurum.” diyebildim sadece. Ne deseydim? “Edebi değil, cümlelerim, keşke öyle olabilseydi, edebiyat, yaşamdan beslenir çünkü.” desem, anlaşılır olacak mıydım? Gençlerden biri, Aslında fazla sahicisiniz, alışık olmadıkları için gerçek olmadığınızı sanıyorlar… diye yorum yaptı. Artık beni nasıl algıladıklarıyla da ilgilenmiyorum. Çevresine, kendisinin dışındaki yaşamlara kapalı yapılardan, onların yerine onları anlamaya çalışmaktan çok sıkıldım.

Yazmak, yaşamak ve yaşatmak bugünlerde benim için… Yazarken insan varlığımı da anmış oluyorum. İnsanların yaşamımda kalması için, çaba göstermeyi bırakalı çok uzun zaman oldu. Kendimi bir daha ve yeni baştan anlatmak istemiyorum. Yaşamımda var olmak isteyenlerin bir yolunu bulup kaldığını, gidenleri de sorgusuz koşulsuz uğurlamak gerektiğini biliyorum. Ara sıra yeni insanlar da katılıyor yaşamıma, hatta kendilerine yer açanlar oluyor ki, böylesi daha da güzel…
Genel yaşam, hoyratlıktan, kabalıktan, zorbalıktan, birilerinin birilerine üstünlük kurma isteklerinden besleniyor. Dolayısıyla, umutsuzluk ve kaygı filizleniyor. Biz böyle duygulara alışkın değiliz kuşak olarak. Bilirdik ki, her karanlığın sonunda “bir pencere vardır, aydınlık bir pencere” vardır ve “bölüşülmeye hazır bir yaşam” Başkalarına da öğretebilsek, değişir mi bir şeyler?

Ben tarihi seninle öğrendim. Ezber bozan tarih anlayışını severdim. Seni başka tarih öğretmenlerinden ayıran, özel kılan yanlarından biriydi bu. O zamanlar da sezinler ve üzülürdüm, bir gün senden daha fazla bilgi almam gerektiği halde zamanında bunu yapmadığıma pişman olacağımı… Tembellik, aymazlık… 1969 Eylül’ündeki, birlikte İstanbul’un meydanlarını ve müzelerini dolaştığımız o günü hiç unutmadım. Tek bir günü tekrar yaşayabilirsin, seç bakalım” deseler, hiç düşünmeden o güne dönmek isterim: Sultanahmet Meydanı, yem attığımız kuşlar, Topkapı Sarayı, Genç Osman’ın öyküsü ve kanlı kaftanı, kaşıkçı elması, Yerebatan Sarayı, Arkeoloji Müzesi, antik Yunan ve Roma çağı heykellerinin öyküleri, İskender’in lahdi…
 
Her gittiğimiz kentin tarihini dinlerdim senden ya da ansiklopedilerden okurdum. Merak, insanı geliştiren, yaş ilerledikçe de canlı tutan bir duygu.

“Gün gelir, beni unutursunuz.” demiştin, gidişinden bir gün önce. Şiddetle reddetmiştim seni. Ben haklı çıktım. Önceleri, “Neredesin babam?” dediğimde, “Buradayım babam.” diyen sesini unutmaktan korktum. Ama unutmadım, sesini de seni de. Unutmamak zorundayım, saklanması, sürdürülmesi ve gelecekte umudu yeşertmesi için bana gereken ne kadar güzel birikimim varsa, hepsini senin anına yükledim çünkü.

“İşte bu yüzden, sırf bu yüzden.” unutmadım, unutamam…
                                                                                                                İstanbul, 13.04.2014
Büyük kızın.
                                     

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...