Ölü Ömer

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Baltayı, ortalayarak vurmuş, karpuz gibi ikiye yarmıştı kelleyi. İçeri girdiğimde, istavrit ayıydı. Oturmuş, ağlıyordu cesedin başucunda. Farklı bir ağlayıştı, zamana bağlı değildi, içli ve güzeldi. Baltası kucağındaydı. El ve ayak parmaklarının çatlaklarına kadar sızmıştı kan. Çevresinde, cecim üzerinde, civcivler dolaşıyordu.

Böyle bir çılgınlık yapacağı içime doğduğu için, zavallı babam acı çekmesin diye baltayı on gün öncesinden bilemiştim. Kafam, borç, diyet, kefaret, kıskançlık, haset, korku, kuşku ve balta darbeleri gibi fuzuli belaların istilasına uğramıştı. Tüm bu bela kalabalığını aralayıp, kendime yol açmaya çalışırken, kedi miyavladı, dilim açıldı:

“Ne yaptın ana, katil mi oldun?” diye ağladım. “İki Ömer’i, babamı ve beni, aynı anda mı öldürdün? Kalk git, ellerini yıka, fistanını değiştir, jandarmaya haber et. Ömer, Ömer’i öldürdü de. Ondan sonra da ne karakolda ne savcılıkta ne de mahkemede hiçbir şey söyleme.”

Kabul etmedi. “Babanı ben öldürdüm,” dedi. Ayakları kana batan civcivlere bakıyordu. Tavuk korkmuş, önce ruhundan, sonra da civcivlerinden koparak gitmiş, karyolanın altındaki folluğuna girmişti. İkna edemeyince, “dediğimi yapmazsan, ben de iki gün içinde, kendimi öldürürüm,” dedim. Korktu, kabul etti. Haber vermek için gittiğinde, ellerimi babamın kanına batırıp, elbiselerime sürdüm. Baltanın sapını birkaç yerden tuttum ve cesedin başucunda oturup, jandarmanın gelişini bekledim. Kafamın yarıldığını hissediyordum. Babamla yer değiştirmiş gibiydim. Kedi, suç ortamından sıvışıp dışarı çıkmak istiyor, köpek ise anamın giderken açık bıraktığı kapı aralığından durumu dikizliyor, babamla beni ayırt etmeye çalışıyordu.

 

Bir manga jandarma geldi. Başçavuş, “ben biliyordum bu köyde bir bokluk olacağını,” dedi. Bir bok bildiği yoktu. Bir babama, bir de bana baktı. “Sen bu cesedin oğlu musun, babası mısın?” diye sordu. “Bilmiyorum,” dedim. Kelepçeletip karakola götürdü beni. Kıytırık bir ifadeden sonra ilçe yoluna düştük. Geceyi, sidiğin ve ihmalin teslim aldığı bir nezarette geçirdim. Ertesi gün, keşif meşif derken savcılığa çıkarıldım. “Baban ne yaptı ki öldürdün, nasıl bir adamdı, babanla başla, babanı anlat önce,” dedi savcı. Sakız çiğneyen, kunduz suratlı, dıbız bir adamdı. Fiiliyata geçmese bile herkesin yaşamında en az bir kez cinayet işlediğine inanıyordu.

 “Babam, künyesiz, yetim biriydi, savcı bey,” diye başladım. “Açlık ve perişanlık çuluna benziyordu. Bir ara derviş olmayı, yamalanmış, kara bir libas içinde, yalınayak gidip, yoksulluğun ve zilletin hükümran olduğu bir bölgede, bir mağaraya sığınmayı düşünmüştü. Güvercinciliği ile sakalının görkemi de ona biraz bunu telkin ediyordu. Ermişler bölgesinden geldiği için, ermişliğini ilan etme hayali zaten babamda öteden beri vardı. ‘İnançlarını iyi kavrayıp, iyi kullandığın müddetçe,  geçimini sağlayabilecek insanları her çağda kolayca bulabilirsin oğlum,’ derdi bana. Maddi dünyada ezilen, onu fethedip yücelemeyen, aksine, onun tarafından fethedilip düşürülen cüce bir insanı düşünün, savcı bey. Böyle bir insanın uhrevi güçlere, derin bir vecd ve teslimiyetle, boyun eğerek, manevi dünyada yücelmeyi her zaman arzuladığını, bir kurtarıcıya ihtiyaç duyduğunu düşünün. Bu can alıcı gerçeği biliyordu babam.”

Hayret etti. Düşündü. “Bilgili miydi?” dedi.

“Bilgiliydi, bilgisini de gebe bırakan bir insandı,” dedim. “Fakat son on yılda çok değişti. Alt üst oluşlar, parçalanmalar, savrulmalar gelip babamı buldu. Haliyle o da çatladı, çalkalandı, savruldu. Savrulunca da bilgileri, hallaç osuruğu gibi araya gitti. Anamla evlendiği ilk yıllarda normalmiş, odun kırıcıymış. Elinde balta, köy köy gezermiş. Anamın baskısıyla bırakmış o mesleği. Çünkü anam, ağaçlar canlıdır, şecerelidir, derdi. Sonra tabutçu olmuş. Benim zamanımda, güvercin besleme ve satma işiyle uğraşıyordu. Sonra onu da bıraktı. Divaneleşti. Mezarlıklarda yatmaya, Hamza Bali gibi köpeklerin artıklarını yemeye başladı. Hatta işi çok ileri götürdü, yeni ölmüş, güzel kadınlara tecavüz etmeye başladı. “Yapma baba, elin kefenli namusunu mezarından çıkarıp tokmaklama,” dedim, dinlemedi. Ölülerin, kefenlerini yırtıp, geceleyin birbirlerine gittiklerini, mezarlarda seviştiklerini, söyledi. Hakikat mıydı, bilmiyorum. Ama hakikat gibi uyur gezer, sisli bir hali vardı. Babamın yeni ölmüş genç kadın mezarlarına dadanmasıyla birlikte köyümüzde dedikodu ve ölüm korkusu da yükseldi. Bu korku, genç kızlarda daha belirgindi. Çeneler hareketlenmişti. Sır tutmaz, şalvar ağızlı bir Hürü kadın vardı. Ebe olmadığı halde, her kadının doğumuna gider, doğum anında, kadının can yarığını yakından tetkik eder, geçmişte kimlerle ilişki kurduğunu çıkarmaya çalışırdı. İşi gücü buydu. Hem kendisi hem de ağzından çıkan kelamları kamburdu ama hakikat aşığıydı. Babam söz konusu olduğunda, Hürü kadın, ‘susun,’ derdi, ‘o adam yaşamıyor, aramızda gezen bir ölüdür. Ölünün işi işvesi de diriyle değil, ölüyledir. Adamın nefsine hürmet edin. Hangi ölüyle hangi gece halvete girmişse girmiş, size ne,’ derdi.

Savcı, çok hikâye dinlediği ve zamanı baş aşağı çevirip kıçından tetkik ettiği için anlattıklarıma anlam biçiyor, merak kuyusunu habire derinleştiriyor, geçmişe dönüyor, isabetli sorular soruyordu. Söz kıvrıldı dolaştı, anama ilişkin sorulara geldi. Korktum. “Anam, iyi kadındır, savcı Bey,” dedim. “İçini yol eylemiş biridir. Sırlarına sarılır, sık sık ağlar. Boş olan, boşlukta kanayan her şeye ağlar. Beklentisi olmayan, kimsesiz düşüncelerin kadınıdır. Konuşmaz. Bilemezsin ne düşündüğünü. Dedesini, tehcir günlerinde, Karadeniz mıntıkasında biri baltayla öldürmüş. Babasını bir imam evlatlık almış, kendi evladı gibi bakmış. Büyüyünce, Hemşinli bir kızla evlendirmiş. Anam o evlilikten olmuş.”

 

Savcı bir ara, sıkıntıdan olsa gerek, sakızını şişirip patlattı, anamın babamı sevip sevmediğini sordu. Korktum. Anamın babamdan nefret ettiğini bildiğim halde, “Anam, babama aşıktı savcı bey, “ dedim. “Babam ise, anam için, ‘Bu kadın benim noksanımdır,’ derdi. Ama anam aşıktı. Karanlık ve kimsesizdi aşkı. Gerçek bir aşktı. Almıyordu. Veriyordu hep.”

 

Savcı, biraz düşündü. Ben de düşündüm. Ağzımdan çıkan her kelimenin, anlattığım yaşama karşı bir duruş içinde olduğunu fark edince, kendi öz cevherimi savcıya sezinletmiş olabileceğimden korktum.

Niçin ve nasıl öldürdüğüme geçti sonra. Anlattım. Anlattıklarımı olduğu gibi yazdırdı yanındaki daktilocu kadına. Kadın, anama benziyordu. Tırnakları kıpkırmızıydı. Babamı öldürmüş, baltayı bana vermiş, sonra da oturup, ifademi almaya başlamış gibi bir hali vardı. Derken, anamı içeri aldı, savcı.  Oturttu, bir yığın soru sordu, hiçbir şey söylemedi anam. Ağladı.

Birkaç ay sonra mahkemem başladı. Tanıklar geldi. Anam da geldi. Hakimler ve savcı yerlerini aldı. Mahkeme başkanı, tip olarak babamın tıpkısıydı. Densiz, denyo bir havası vardı. Sözcükleri bunalıma sokuyor, birbirleriyle sorunlu hale getirip, bana bir soru olarak dayatıyordu. Kendi babamı değil de sanki onun babasını öldürmüşüm gibi hasmane bir hava yaratıyor, sorularını peş peşe soruyordu. Sesi, kilise çanı gibiydi, aynı tonla aynı çınıltıyı vaaz edip duruyordu. Herif, anamdan bir şey alamadı tabi. Mahkemenin bir yıl sürmesine ve benim de müebbet hapse mahkûm edilmeme sebep oldu. Sevindim. Anamın bana yaptığı en büyük iyilikti bu. Hayatın hay huyundan uzak bir yerde, günde üç öğün hazır yemek yiyecek, istediğim zaman yatıp, istediğim zaman kalkabilecektim, bir ömür. Üzülünce değil, sevinince ağladığım için, kelepçe vurulup cezaevine götürüldüğümde ağladım. Beni cipe bindirirken, arkadaşının dübürüne parmak atan jandarma, “Baba katili olmak zor, Allah yardımcın olsun,” diye mırıldandı. Teşekkür ettim.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...