İnsan, Kültür, Felsefe, Siyaset ve Aleviler -3-

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Felsefenin Yaşamsal Değeri:

       
 
Felsefeyi doğru, tam anlayıp kavramamış veya felsefeden uzak kişi, toplumlar, fireni boşalıp savrulan arabaya benzer. Dinci ve kapitalistlerin türlü hilelerle insanları arkalarından sürükleyip kullanmaları, felsefesiz eğitimin bir sonucudur. Felsefe; insanın sorgulama yeteneğini geliştiren en büyük yaşam kaynağıdır.

 
Felsefe: Evren, dünya, canlı cansız varlıkların nasıl oluştuğunu, birbiriyle bağını ve etkileşimini inceleyen bilimlerin anasıdır. Felsefenin bu kısa tanımından sonra, esas insanlığın yaşamına ya da kültürel değerlere ne zaman dokunmaya başladığını, tarihsel süreçleri inceleyerek daha net anlayabiliriz.
 
Düşünme yeteneği gelişmemiş insanın ilk proto tipi Homolar, bilinçdışı imge şeklinde hayal ettikleri soyut somut bazı varlıkları taklit ederek, içgüdüsel edinim kazanmaya çalıştılar. Daha sonra bunları çeşitli çizgisel resimlerle simgeleştirip, bir adım ileriye taşımışlardır. İmgesel ve simgesel bilinç dışılık milyonlarca yıl kabaca devam ederken yazının icadı, köleci yaşam sorgulanıp hayatın gerçekliğine uygun, kültürel değerler ancak ortay konabildi.
 
İnsanın düşünmesine giden ilk patika yol Paleolitik, Mezolitik ve Neolitik komünal deneyimlerin, beyinin duygu (Amigdala) merkezindeki hücreleri yavaş yavaş harekete geçirmesi, birinci temel etkendir. İkinci etkense, Sümer Uygarlığı’nın efendi, köle yaşamını insanlığa layık görüp, tanrısal kutsallıkla her sapkınlığı yüceltmesidir. Tanrının bunu kullarına reva görmeyeceğini düşünen insanlar hem tanrısallığı hem de yaşamın, ne olması gerektiğini sorgulamalarıyla felsefi düşünmenin yolunu açmayı başardılar.
 
Uygarlık tarihiyle felsefenin temel taşları atılmış olsa da yazının henüz yeni icat edilmiş olması, okuma yazmadan elitlerin yararlanması, felsefi düşünen insanların çoğalmasını sınırlıyordu. Eğitim ve yazının ne olduğunu dahi bilmeyen bu topluluklar içerisinde, felsefe gibi bilimsel konuya kafa yoran insanlar, komünal kültür, doğacı inançlar ve ikili tanrısal (Dualist) felsefeye sahip topluluklardı. Buna örnek olarak Totem, Animist, Şamanizm, Konfüçyüslük, Şintoizm, Taoculuk, Brahman, Budacılık, İndra Mitra (Güneş Tanrı) Zervanizm, Zerdüştlük, Mazdak, Mani ve Kızılbaş Alevilik vb.
 
M.Ö.4500’lerden itibaren dünya toplumları üzerinde hakimiyetini yükselten kral tanrılar, yardımcıları tanrıçaları da artık tamamen devre dışı bırakıp köleleştiriyordu. Bununla da yetinmeyip tebalarını, zayıf topluluklara saldırtarak mal varlıklarına el koyarken kadın, erkek, çocuklar köle olarak pazarlanıyordu. Köleciliği doğal, meşru bir iş konumuna getiren bu zihniyet, günümüzün modern kapitalist ve dinci burjuvazinin esas babalarıdır. Kral tanrıların kutsal düşünceye dayanan bu insanlık dışı politikaları, her tarafta insanlığı bitirme noktasına getirmişti.
 
İnsanlık dışı bu anlayışa birilerinin artık dur demesi gerekiyordu. M.Ö.2000 ya da 1500 yıllarından itibaren Hz. İbrahim gibi adı duyulmayan birçok insan, kral tanrıcılığın bitmesi gerektiğini haykıranlardır. İnsanın tanrı olamayacağını duyan köle topluluklar, güneş yeniden doğuyor duygusuyla, adeta Hz. İbrahim gibilerin arkasından sular gibi aktılar. Hz. İbrahim; tanrının göklerde olduğu ve kolayca her insana görünmeyeceği, kendisini tanrının yerdeki temsilcisi ilan ederek, peygamberlik devrini başlatmış oldu. Gök Tanrı ve peygamberlik döneminin ilk yıllarında, belki insanlık kısa süreli kısmi bir rahatlama yaşadığı düşünülebilir. Ancak bu uzun sürmedi. Çünkü Peygamberlik kisvesiyle yetki, makam, güç sahibi olanlar, kral tanrıları aratmayacak uygulamaları yeniden devreye soktular.
 
Yaklaşık M.Ö.1000 veya 500 yıllarından itibaren, Hz. İbrahim’in soyundan gelen Hz. Musa, gök tanrıcılığa dini ilave ederek tanrı, peygamber ve din üçlemesiyle, yoksul halkları yeniden arkasından sürüklemeyi başardı. Bilindiği gibi diğer iki semavi dinde aynı mantıkla hareket edip, kral tanrıların insanlık dışı uygulamalarını daha iğrenç şekilde sürdürdüler.  Zira insanlığı kurtarmak için gelmişlerdi hepsi. Zaten üç semavi dinin hem birbiri içerisinden çıkması hem de aynı üçlemeyi kutsamaları, temel mantalitelerinde hiçbir şeyin farklı olmadığını göstermeye yetiyor. Mevcut düzenin değişmesini düşünen materyalist felsefeciler, bu dönemlerde daha donanımlı bir noktaya gelmiş bulunduklarından, artık her şeyi halkla birlikte sorguluyorlardı. Böylece tanrı, kutsallık nedir? Neyin kültür değeri taşıyıp taşımadığını, bilimsel sistematik düzenle aşmaya çalıştılar. Felsefi bu sorgulamada, tanrının varlığı ve yokluğu, sosyal, siyasal, dinsel, psikolojik, maddi, manevi olgular üzerinde gece gündüz çalışıp, tüm kültürel yapıları iki temel felsefi kurala ayırarak, daha anlaşılır kılmış oldular.
 
M.Ö.700 ile 500’lerde Orta Doğu, Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa’da, (Yunanistan) pozitif bilimlerin anası olan materyalist felsefeyi, filozoflar en yüksek noktaya getirmişlerdi. Helenistik Çağ’dan itibaren artık felsefenin iki temel yapısı olduğu, insanlığın kültür olarak gördüğü değerlerin materyalist ve metafizik felsefeyle belirlenmesi gerektiğini, tüm dünya insanlığına kabul ettirmiş oldular. Felsefenin iki temel düşünce sistematiğine ayrılmasındaki diğer gerçeklerse şöyledir.
 
Felsefenin İki Temel Yapıya Ayrılması; insanın korku ve umut psikolojisiyle daha mantıklı, somut, pozitif değerler üreterek yaşaması. Diğer taraftan aynı insan çözemediği, anlamadığı veya çıkarına öyle geldiği için, her şeyi tarif edemediği soyut tanrısal güce bağlayıp, doğru düzgün sorgulama ihtiyacı duymadan yaşamasıdır. Günümüzde hâlâ çoğu şey sorgulanmadan gerçekleştiğine göre, yaşamsal kültürel karmaşayı birbirinden ayıran temel bilimsel yöntem, materyalist ve metafizik felsefelerdir.
 
Helenistik Çağ’da bilim ve kültürlerin anası materyalist felsefe geliştirilmesine rağmen, çoğu toplulukların her şeyi tanrısal soyut yarı kültürel yapıya bağlamaları, daha fazla menfaat sağlamak amaçlıdır.  Devlet vb. güçlerin aynı mantığı kullanmaları, felsefe denilen gerçekliğin bir anlamı yokmuş veya olsa da olur olmasa da algısı, neredeyse ilke şekline dönüştürülmüştür. Felsefeyi sürekli itibarsızlaştıran bu mantık ve de ilgisizlik, çoğu sol, demokrat kesimlerde de yüksek sayıyı oluşturuyor. Halbuki modern ya da ilkel tüm yaşamsal kültürlerin reel yaşamda anlamsallık taşıyıp taşımadığını, materyalist pozitif felsefeyi bilince çıkarmadan anlamak, hiçbir şekilde mümkün değildir. Kısaca her iki felsefenin temel ilkelerini hatırlayarak sonucu bağlamaya çalışalım.
 
Materyalist Felsefe: Maddesel gerçeklikten yola çıkıp evren, dünya, canlı ve cansız varlıkların “Sürekli Değişimi, Birbiriyle Bağlılıklarını, Zıtların Mücadelesi ve Zıtların Birliği” ilkeler sistematiğine dayanır. Pozitif bu bilimsel felsefe madde, hücre ve atom altı kuantsal parçacıkların her şeyin başlangıcı olduğunu kanıtlamıştır. Aynı şekilde insanın psikolojik korku ve umut duygusundan ortaya çıkan tanrısal soyutluğu da inceleyip, insandaki realite olduğuna dikkat çeker. Böylece somut soyut kültürlerden hangilerinin reel yaşamda mantıklı ve mantıksız olduğunu, bunların birbirinden ayrılması gerektiğini belirtir.
 
Metafizik Felsefe: Evren ve dünyadaki canlı cansız varlıkların, fizik ötesi üstün güç olarak tarif edilemeyen tanrı sayesinde gerçekleştiğini iddia eder. Bu düşünce biçimi, insanın sorgulama ve düşünsel yeteneğini hiçe sayıp, basit şeylerin dışında derin sorgulamayı tanrıya şirk koşmak görür. Tanrı; insanlar için en iyisini düşünüp yapandır diyerek, adeta insanı hayvan derecesine sokmuştur. Ve kültürel değerlerde hiçbir nitelik aramaz. Doğa, canlı cansız varlıkların birbirleriyle, nasıl ne derecede bağı olduğunu düşünmeyi boş bir uğraşı sayar. En büyük kültürel değer tanrı, din, para ve güce tapınmaktır. Şayet materyalist felsefe düşünce sistematiğini geliştirmeseydi, kültür niteliğinin bilincine varılmadan içgüdüsel karmaşalarla yaşanacaktı. Gel ki günümüzün modern kapitalist ve dinci burjuvazisi, bunların arkasından gidenler, hâlâ içgüdüsel sınırsız varlık sahibi olmanın dışında, başka bir şey düşünememektedirler.
 
Her şeyi herkese tanrı verir iddialarına rağmen, maddiyat ve güç kültürüne tapınan dinci ve merkantalist metafizikçiler, materyalist felsefi kültür karşısında yenik düşmemek için, 1500’lerden itibaren şu kurnazlığı icat ettiler. Liberalizm adıyla reform, rönesans, demokrasi, laiklik, sekülerizmi kullanırken tanrı, din, ırkçılık ve maddi sınırsızlık yine en büyük ilkeleridir. Özetlemeye çalışılan gerçekliklerden anlaşılacağı gibi her insanın, net bir felsefi kural ve kültür sistematiğiyle günlük yaşamına yön vermesi gerekir. Temel felsefeye dayanamadan yaşamak, her şeyi birbirine karıştırıp doğruları yok etmek olduğu bilinmelidir. Alevilerle ilgili noktaya gelirsek.
 
Alevilerin okumuşundan okumamışına hemen hemen hepsi, Alevilik nedir? Diye sorulduğunda, yaşam felsefesidir ya da yaşam biçimidir deyip işin içinden çıkarlar. İyi de bu yaşam felsefesi veya yaşam biçimi, temel felsefeden hangisine dayanarak bir kültür türetmiştir? Materyalist mi, metafizik mi ya da her ikisinin bir sentezi mi? Veya tamamen kendi başına farklı bir temel felsefi kültür müdür? Bu önemli sorulara net cevap verilemiyor. Doğa, insan, hümanizm genellemesiyle, insan ve kültürün ince psikolojik noktalarına girilmeden kabaca ifade etmek, her şeyi birbiriyle karıştırıp belirsizleştirmektir. Alevilerdeki bu belirsizliğin temelinde şu gerçeklik mevcuttur. Aleviler, Aleviliği materyalist felsefeden türediğini kabul etseler, inançları gereği Semah, Cem vb. ritüellerden çoğunun bir anlamı kalmayacak. Metafizik görseler, tanrı ve dini inançlar içine gireceğini bildiklerinden, metafiziği de girmek istememeleri, derin bir karmaşaya sürüklemektedir kendilerini.
 
Alevilerin ikilemli, karmaşık düşünmeleri, diğer birey ve toplumların sürekli kendilerini eleştirmelerinin yolunu açarken kurumsallaşmalarını da engellemektedir. Bundan iki hafta önce Almanya’nın Reinland Pflaz Eyaleti, Alevileri dini inanç kurumu olarak tanıyıp tüzel kişilik kazandırmasına, Alevilerin bir kısmı sevinirken, bir kesimi sıcak bakmamakta. Alevilerdeki bu belirsizlik, Alevilerin 1500 yıldır yaşamlarına hep olumsuz şekilde yansımıştır. Onun için materyalist felsefe, her türlü karmaşa ve anlamsızlıkları gideren, doğru kültürlerin nasıl türetileceğini, hangi ilkelerle yaşanacağını ifade eden en büyük kaynaktır.
 
Kaynaklar:
Donna Rosenberg- Dünya Mitolojisi. İmge Yay.
Charles Keşt Maisels- Uygarlığın Doğuşu. İmge Yay.
William H. Mc. Naill- Dünya Tarihi. İmge Yay.
Alaaddin Şenel- İlkel Toplumdan Uygar Topluma. Birey Yay.
Georgis Politzer- Felsefenin Temel İkleeri. Sosyal Yay.
Misea Eliade- Şamanizm. İmge Yay.
M. İlin- E. Segal- İnsan Nasıl İnsan Oldu. Sosyal Yay.
Willem Reich- Kişilik Çözümlemesi. Payel Yay.
Erick From- İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri. Payel Yay.
Musa şanak- mezopotamya’da Dinlerin Doğuşu. Aram Yay.
Doğan Avcoğlu- İnsanın Davranışı. Remzi Kitapevi.
Abdullah Öcalan-Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine. Mem Yay.
Sigmund Freud- Günlük Yaşamın Psikolojisi. Payel Yay.
E. Reed- Kadının Evrimi 2 Cilt. Payel Yay.
Samuel Noah Kramer- Tarih Sümerde Başlar.Kabalcı yay.
Michel Faucoalt- Cinselliğin Tarihi. Ayrıntı Yay.
B. Malinowski- Vahşilerin Cinsel Yaşamı. Kabalcı Yay.
Ulriech VBrökling- Disiplin. Ayrıntı Yay.
Alaaddin Şenel- Siyasal Düşünceler Tarihi. Bilim ve Sanat Yay.
Micea Eliade- Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 3 Cilt. Kabalcı Yay.
Robert B. Cialdini- İnsanın psikolojisi. Medya Cat.
Yuval Noah Harirti- Hayvanlardan Tanrılara Sapiens. Kolektif Yay.
David Eagleman- Beyin. Domingo Yay.
Dr. Loumann Brezandini- Erkek Beyni. Say Yay.
Dr. Loumann Brezendini- Kadın Beyni. Say Yay.
Alfred Adler- İnsanın Doğası. Payel Yay.
J.M. Roberts- Avrupa Tarihi. İnkilap Yay.
Alaaddin Şenel- İnsanlık Tarihi.
Evrim Ağacı- İnternet Sayfası

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...