Dilleri Yitirmemek İçin…[*]

Sibel Özbudun kullanıcısının resmi
“Nana Nena, gurişi nek’na ren,” der bir Laz Atasözü: “Ana dil, yüreğin kapısıdır.”

Oysa yüreklerimizin kapıları bir bir kapanıyor ne yazık ki… Kadın cinayetleri ya da işçi cinayetleri gibi istatistiklere geçmiyor, ya da pek sayanı da yok galiba, ama iki haftada bir yeryüzünden bir dil yok olup gidiyor. “Dil katliamı” (abartılı mı geldi? Dilin aslî unsurlarından birini, hatta temelini oluşturduğu kültürlerin yok olmasına/yok edilmesine biz “ethnocide” diyoruz: kültürün katli…) yeryüzünde Kristof Kolomb’dan beri sürüyor. Bilinen dünya dillerinin yarısına yakını bu süre içinde yitip gitti. Kalan 6700 kadar dilin yarısının ise bir-iki kuşak içinde kaybolacağı tahmin ediliyor.

Coğrafyamızın dillerinden Ubıhça, örneğin. 1992’den bu yana, son konuşmacısı Tevfik Esenç’le birlikte, Manyas’ın Hacıosman köyü mezarlığına gömülü… Yalnız Ubıhça mı? Güney Kaliforniya’da 1987’ye dek konuşulan Uto-Aztek dil ailesinden Cupeño dili, bu tarihte son konuşmacısı Roscinda Nolasquez ile birlikte yaşamını yitirdi. Pomo sepet örücüsü Laura Somersal 1990’da öldüğünde, San Francisco yerlilerinden Wappoların dili de son konuşmacısını yitirerek sönümlenmiş oldu. Wappo yörenin tükenen tek dili değil; Kuzey Kaliforniya’nın yerli halklarından Pomoların konuştuğu Pomo dil grubuna dâhil yedi dilden dördü artık yok; ikisinin ise konuşmacı sayısı onun altında. Pomo dillerinden bir tek Kashaya 78 nüfuslu bir köyde, yaşlılardan dil öğrenmek için çırpınan gençlerin uğraşlarında hayatta kalmaya çabalıyor.

Yalnız ABD’de değil; Avustralya’nın Queensland’ında Mbambram dili, annesinden sonra bu dili yalnız başına taşıyan Arthur Bennet ile birlikte 1972’de göçtü gitti. Man adalı balıkçı Edward (Ned) Maddrel de ölürken yanında Manx dilini götürmüştü (1974)…

Dedim ya, bugün dünyada 6.700 kadar dil konuşulmakta. Ancak konuşmacılar bu diller arasında eşit bir dağılım göstermiyor: Dünya nüfusunun yüzde 96’sı bu dillerin ancak yüzde dördünü konuşurken, geri kalan kalanları, yani 6.400’ün üzerindeki dili, dünya nüfusunun yalnızca yüzde dördü konuşmakta… Bunlar da genellikle yeryüzünün saçaklarında yaşayan halklar: Tropikal ormanların derinliklerinde, dağların yükseltilerinde, kuş uçmaz kervan geçmez Pasifik adalarında, çöl içlerinde, kutup bölgelerinde… Gençlerin ekmek peşinde büyük kentlere göç ettiği ve anılarını belleklerinden sildiği zorlu coğrafyalardan ayrılmamakta direnen yaşlılar çoğu…

Bugün “uygarlık dili” olarak bilinen yaygın diller (Fransızca, İngilizce, İspanyolca…) yüzlerce yerel dilin kalıntıları üzerinden yükselmektedirler: yalnızca fethedip sömürgeleştirdikleri uzak diyarlarda değil, kendi anayurtlarında da. Bourguignon-Morvandiau, Lorrain, Picard, Poitevin, Saintongeais, Angevin, Mayennais gibi Oïl dilleri, Vivaroalpenc, Auvegnat, Landese, Limousin gibi Occitan dilleri, Forèzien, Bressan, Dauphinois, Savoyard, örneğin… Tropikal ya da kutup dilleri değil, Ortaçağ sonlarına dek Fransa’da konuşulan yerel diller. Manx ve Cornish Britanya’nın “yitik dilleri”. Welsh, Brythonic, İrlanda ve İskoç Gaelic’leri ise, yine Britanya adalarında, can çekişiyor… Leon, Aragon dilleri İspanya’nın tehlike altındaki dilleri arasında sayılırken, Navaro-Aragonca, Galiçya-Portekizce, Judeo-Katalanca… çoktan yitip gitti.

Linguistler dilleri kullanıcı sayısı, resmi kullanım, eğitim, medya ve yazı dili olma, kuşaklararası iletişimde kullanılma gibi kriterler çerçevesinde, “güvenli”den “tükenmiş”e bir ölçek üzerine yerleştirirler. Bu ölçekte uluslararası alanda, geniş bir işlevler eriminde kullanılan ve resmi işlemler, eğitim, medyada kullanılan ulusal ölçekli diller en “güvenlikte” diller addedilirken, bir etnik kimlikle bağlantısı zaafa uğramış ya da yitip gitmiş, simgesel değerini yitirmiş, konuşmacıları yalnızca yaşlı kuşaktan olan diller, “yitik”lerden sayılıyor.[1]

Dillerin yitip gitmesini başlıca iki nedene bağlayabiliriz: Ulus-devletler, sınırları içindeki farklı ve çoğul etnik entitelerden “kaderde, kıvançta, tasada ortak” uluslar imal ederken başat grubun dilini standart ulusal dil olarak kurgularlar. Ve bunu genellikle sınırları dâhilinde konuşulan yerel dilleri baskılayarak gerçekleştirirler… Mustafa Kemal, 1930’da Adana’da yaptığı bir konuşmada ulus-devletlerin bu “kurucu” mantığını çok net bir biçimde örneklemektedir:

“Milliyetin çok açık vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insan her şeyden önce ve behemehâl Türkçe konuşmalıdır. Hâlbuki Adana’da Türkçe konuşmayan 20 binden fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse, gençler ve siyasi, içtimai bütün Türk kuruluşları bu durum karşısında duygusuz kalırlarsa, en aşağı yüzyıldan beri devam edegelen bu durum daha yüzlerce yıl devam edebilir. Bunun neticesi ne olur? Herhangi bir felaket günümüzde bu insanlar, başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimizde hareket edebilirler.”[2]

Dillerin kullanımı yasaklanır, çocuklar ailelerinden uzakta, yatılı okullara gönderilir, anadilinin öğrenimi ve basılı kullanımına yasaklar getirilir, yöre adları değiştirilir, dil grupları zorunlu göçlere tabi tutulur, birbirleriyle karıştırılır. Sonunda yılan, ya da resmi dil dışında kendine bir yaşam alanı bulamayan dil taşıyıcıları, çocuklarına anadillerinden seslenmeyi durdurur.

Günümüzdeki dil yitimini daha iyi açıklayan ikinci neden ise, bir bakıma sömürgeciliğin mirasıdır. Sömürgeci güçler, fethettikleri her köşe-bucakta kendi dillerini “resmi dil” ilan etmişlerdi. Sömürgelerin bağımsızlığına kavuşmasından sonra da durum fazla değişmedi. Eğer küresel ticarette, diplomaside, siyasette, sporda, kültürde, bilimde… velhasıl varoluşun tüm alanlarında “başarı”nın koşullarından biri bir lingua franca’yı, yani büyük bir emperyal gücün dilini konuşabilmekten geçiyorsa, yerel diller, konuşmacıları açısından cazibelerini yitireceklerdir. Diliniz, o sahip olmak için yanıp tutuştuğunuz cep telefonu ya da otomobilin terminolojisini kapsamıyorsa, dilinizi önce melezleştirir, sonra yavaş yavaş unutuşa terk edersiniz. Tıpkı diğer gelenekleriniz, adetleriniz, giysileriniz, türküleriniz, yemekleriniz gibi… Böylelikle örneğin İngilizce ABD ve İngiltere’nin dışında Belize, Kanada, Nijerya, Falkland adaları, Malta, Yeni Zelanda, İrlanda, Güney Afrika, Filipinler, Jamaika, Dominik, Guyana, Trinidad ve Tobago, Amerikan Samoa’sı, Palau, Santa Lucia, Grenada, Barbados, St. Vincent ve Grenadinler, Porto Riko, Guam, Hong Kong, Singapur, Pakistan, Hindistan, Papua Yeni Gine, Vanuatu, Solomon Adaları ve Asya, Afrika ve Okyanusya’daki eski Britanya sömürgelerinin resmi dilidir. Bu topraklarda yaşamış binlerce dili unutturmak pahasına…

Oysa diller bağırlarında bütün bir dünyayı gizler. Konuşmacılarının duygulanım ve deneyim dünyasını. Bir halkın dünyayı nasıl gördüğünü, şeyleri nasıl tahayyül ettiğini, neyi önemseyip neye önem vermediğini anlatırlar. Örneğin “özel mülkiyet”, ”tapu”, “hisse senedi”, “yatırım” anlamına gelecek sözcüklere sahip olmasalar da, Kuzey Kutup bölgesinde yaşayan Samiler (Laponlar) 0-6 aylık, 6 ay-1 yaş, 1-1.5 yaş, 1.5-2 yaş vb. erkek ve dişi ren geyikleri için ayrı ayrı isimlere sahiptir. Deniz halkı olan Tahitililer, yüzlerce balık türünü bir solukta sayıp, insanları balık davranışına göre sınıflandırırlar. Türki dillerde atın 44 “don”unu (renk) ayırt edebilirsiniz. Sahra-altı Kalahari !Kung-San’ları ya da Xhosa’lar dil şaklamamalarından oluşan bir dille saatlerce bir söyleşiyi sürdürebilirler.

Bu nedenledir ki bir dilin ölümü, bir weltenschaaung’un, bir dünya kavrayışının ölümüdür. Yiten her dille birlikte insanlık biraz daha yoksullaşır. İmgeleminden, bilgi haznesinden, bilgeliğinden yitirir.

Bugün dünyada 200 kadar devlet var. Bazılarının konuşmacı sayısı iki elin parmaklarını geçmese de yeryüzünde konuşulan dil sayısı yedi binin biraz altında. Bu, ne denli “tekçi” iddialar güderlerse gütsünler, bütün devletlerin fiilen “çok-dilli” oldukları anlamına geliyor. Örneğin 48 devlet ve 38 “resmî dil”li Avrupa kıtasında fiilen konuşulan dil sayısı 240![3]

Biyolojik çeşitlilik kadar, kültürel çeşitliliğin de olabildiğince yaşatılması, sürdürülmesi için uğraş gerek. Çok-dilliliğin resmen kabulü ve bunu destekleyen politikaların devletlerce benimsenmesi için çabalamak, bunun bir yanı. Bir başka yanı ise, kaybolmaya yüz tutmuş dilleri kayda geçirmek, öğrenim programlarına almak, sözcük dağarcıklarını çıkarmak.

Güngör Şenkal’ın ‘Doğu Karadeniz Dilleri Karşılaştırmalı Sözlüğü’ başlıklı yapıtı böyle bir çabanın ürünü. Anadolu’nun “risk altındaki diller”inden beşini, 40 bin konuşmacılı Gürcüce, birkaç bin konuşmacısı olan Hemşince, 30 bin konuşmacılı Lazca, 25 bin kişinin konuştuğu Romani ve 200-300 bin kişinin anadili Romeika’nın sözcük dağarcıklarını, hem birbirleri hem de Almanca, Ermenice, İngilizce, Yunanca ve Türkçe ile karşılaştırmalı olarak sunuyor okura. Böylece bir yandan farklı dünyaları önümüzde açarken, bir yandan da kültürleri birbirine yaklaştıran derin yapılar üzerinde düşünme olanağı veriyor bize.

Ve kesinlikle, insanlığın kültürel zenginliklerini koruma işlevini görüyor.

Ğormotik na-mekçu nananena üoçik var gogandinapas!” dermiş Lazlar: “Allah’ın sana verdiği anadili insan kaybettirmesin.”

Güngör Şenkal, insanın insana anadilini kaybettirmemesi yolunda, insanca bir çaba… Eline, yüreğine, aklına sağlık…

 

23 Haziran 2020 09:02:11, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] Güngör Şenkal, Doğu Karadeniz Dilleri Karşılaştırmalı Sözlüğü, Klaros Yay., 2021.

 



[1] Bu ölçekler için bkz. M. Paul Lewis ve Gary F. Simons, “Assesing Endangerment: Expanding Fishman’s GIDS”, RRL, LV, 2, ss. 103-120, Bükreş, 2010.

[2] Çağla Kubilay, “Türkiye’de Anadillere Yönelik Düzenlemeler ve Kamusal Alan: Anadil ve Resmi Dil Eşitlemesinin Kırılması”, İletişim Araştırmaları, 2004, No:2, s.55-86.

[3] Durk Gorter vd., “Benefits of linguistic diversity and multilingualism”, Sustainable Development in a Diverse World, Position Paper of Research Task 1.2., s.8.

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...