Gençlik(im)Den Kalan(lar) Fikret ile Timur[*]

Temel Demirer kullanıcısının resmi
“Sadece paramparça olan bilir, tamamlanmanın özlemini.”[1]

 
Bir süre önce bizi bırakıp giden Timur Selçuk ile ondan önce aramızdan ayrılan Fikret Kızılok, gençlik(im)den kalanlardı.
Şükrü Erbaş’ın, “Bunalıyoruz çocuk bunalıyoruz/ Biçim veremediğimiz şeylerin/ Biçimini alıyoruz,” dizeleriyle betimlediği günlerden geçerken; André Breton’un, “Olmuş olanın hiç önemi yoktur, göz kamaştırıcı olan bekleyiştir,” uyarısını “es” geçmeden; Leonard Cohen’in, “Çatlaklar kutsaldır, çünkü ışığı içeri sızdırır,” betimlemesiyle müsemma gençlik(im)in ışık sızdıran çatlaklarını yitirmenin hüznünü yaşadığımı inkâr edemem…
* * * * *
Birçok soru(n)larına rağmen, önemsenmesi gereken Onlar “Politik (Devrimci) Müzik”[2] kapsamında ve Nueva Cancıón Hareketi alt başlığında irdelenmesi gerekenlerdi.
Malum üzere devrimci mücadele, evrensel teoriler ve hedeflere sahipti, ancak bunun yerelde bir politikaya dönüşmesi, özgünlükler ile harmanlanmasıyla mümkün oldu. İşte bu politik yöntem, bir süre sonra kendine sanatta da yer buldu. Nueva Cancıón hareketi, bu yöntemin müziğe uyarlanmış hâlinden başkası değildi ve yerel ezgilerle evrensel olanın estetik uyumuyla ortaya çıktı.
60’ların Türkiye’sinde de Nueva Cancion’la küçük bir temas, adeta bozkırda kıvılcım etkisi yarattı. Tüm bozkır tutuşmuştu artık ve Nueva Cancion kendine akacak yeni bir yatak daha bulmuştu.
Ruhi Su, Tülay German, Timur Selçuk, Sadık Gürbüz, Selda Bağcan, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram, Fikret Kızılok, Grup Yorum, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Modern Folk Üçlüsü, Ahmet Kaya, Çağdaş Türkü, Grup Kızılırmak ve daha pek çok isim, bu akımın şu veya bu oranda etkiledikleriydi.[3]
Sözünü ettiğim etki, devrimci mücadelenin tırmanmasıyla giderek çeşitlendi; yani emeğin özneleşmesi savaşımıyla toplumsallaştı.
Örneğin işçi sınıfını merkeze almamakla birlikte “progressive/ ilerici rock”ta politik yaklaşımı merkeze alan önemli isimlerden birisi Fikret Kızılok’tu. Eserlerinin 1960’li ve 1970’li yılların koşullarında şekillendiğini belirten Kızılok o yılları dünyayı değiştirme umudunu taşıdıkları, ilerici ve halkçı bir yaklaşımı benimserken;[4] Timur Selçuk’un yükselen toplumsal muhalefet ile birlikte, halktan yana, devrimci bir müzik insanı olarak sahneye çıktığı, orada parıldadığı 70’li yıllar sol muhalefetin yalnız mecazi değil fiziksel anlamda da sahneye çıktığı yıllardı.[5]
* * * * *
Aşık Veysel’in öğrencisi, Anadolu ozanı, rockcusu Fikret Kızılok ile başlarsak…
Hayat(ım)ın bir döneminin müziği olmuştu; gençlik(im)in müzisyeniydi.
Fyodor Dostoyevski okuyan, ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’, ‘Gönül’, ‘Zaman Zaman’, ‘Yeter Ki’, ‘Sevda Çiçeği’, ‘Tek Başına’, ‘Bir Harmanım Bu Akşam’ parçalarıyla belleklere kazınandı.
1969’da ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’; 1970’da ‘Yumma Gözün Kör Gibi’; 1972’de ‘Vurulmuşum’; 1973’de ‘Gün Ola Devran Döne’; 1975’de ‘Haberin Var mı?’; 1983’de ‘Zaman Zaman’; 1988’de ‘Yana Yana’; 1990’da ‘Olmuyo Olmuyo’; 1992’de ‘68’ler’; 1995’de ‘Demirbaş’; 1996’da ‘Vurulduk Ey Halkım’; 1999’da ‘Gün Ola Devran Döne’ düşmedi dillerden…
Fikret Kızılok, O’nu anlayan ve seven için iyileştiriciydi. Şarkıları ve sesi, yaraya sürüldükçe iyileştiren bir merheme benzerdi. Şarkıları, sosyal ve politik duruşunu ortaya koyan yapıtlardı. Özgündü. Naiflik, incelik, bilgi, düşünce, derinlik, sevgi, aşk, dostluk ile bezeliydi.
Düşler şarkısını söylerdi. İlginç bir ses tonu vardı, insanda garip bir his bırakırdı.
Sesiyle uzak diyarlara götüren; duyguyu iliklerimize kadar işletebilendi; Leonard Cohen’i dinlerken hissedilenleri çağrıştırandı.
* * * * *
Hakkında Murat Beşer’in, “Savunduğu değerlere saygısı sınırsızdı. (…) Şöhret ve şöhret budalalığı konusunda söyledikleri, hiçbir müzisyenin bırakın elde ettiklerinden vazgeçmeyi, itiraf bile edemediği türden bir cesaret sembolüydü,”[6] notunu düştüğünü Onun için Burhan Şeşen de şunları aktarıyordu:
“Çok farklı biriydi. Muhalifti… Sivri dilliydi… Geçimsizdi… Dediğim dedikti… Ama şahane biriydi. Entelektüeldi. Gurme ve aşçıydı. Denizciydi. Çevreciydi… Kitap kurduydu…
Acımasız bir eleştirmendi… Siyasi alanda olduğu kadar meslektaşlarını da acımasızca eleştirirdi...
İflah olmaz bir solcuydu…
Aklımda bitmek bilmez kahkahaları, yaptığı çiğ balıklar, rakı sofraları, salatalar, botanik bahçesini andıran evi, son zamanlarda merak saldığı kontrbas, deniz sevdası, kültür ve sanat düşkünlüğü, kadınlarla ilgili konuşmalar, aşka dair alaycı tutumu, oğluna olan sevgisi ama Türkiye’de aydın olmanın sonucu hep bir kırgınlık ve de mutsuzluk…”[7]
* * * * *
Tam ismi Münir Fikret Kızılok’tu. 1946’da İstanbul’da doğdu.
“Mekteb-i Sultanili” yani Galatasaray Liseli’ydi.
Çok iyi akerdeon ve gitar çalardı. Müziğe teşvik edenler liseden ağabeyleri Barış Manço ve Timur Selçuk’tu. 18’indeyken sahneye çıkıyordu gitarıyla. Çok iyi saz çaldığını da ekleyelim.
Sonra Diş Hekimliği Fakültesi yılları. Ancak müzik onun için yaşam kaynağıydı. İlk solo plağını doldurduğunda keyfine diyecek yoktu.
Anadolu Folk’a merakını bilen can dostlarından “Son Mohikan” lakaplı gazeteci Arda Uskan bir gün ona Sivas’a Aşık Veysel’e gitmeyi önerdi. Ondan sonrası malum…
Aşık Veysel ile tanışır. O dönemde kendisiyle yapılmış bir söyleşide şunları söyler: “Seyahati çok sevdiğim için Anadolu’nun gezmediğim yeri kalmamıştı. İşte bu seyahatlerin birinde yolum Veysel’in köyüne düştü. Veysel’i dinledim, sazını dinledim. Ve aşık oldum. İstanbul’a dönünce onun hakkında ne buldumsa okudum, dinledim. Bir iki ay sonra artık içim dışım Veysel olmuştu. Onun hissettiklerini içimde hissediyordum. Artık duramıyor, dayanamıyor, Veysel’den söylemek ve sesimi herkese dinletmek istiyordum.”
Bu düşünceyle gitarını eline alan Kızılok stüdyoya girer ve Aşık Veysel’in “uzun ince bir yoldayım” türküsünü yeni bir düzenlemeyle kayda alır. Bunu bir 45’lik olarak yayınlar. İkinci solo 45’liğidir bu; Fikret Kızılok’un hayatında da önemli bir dönüm noktası...
Plak kapağındaki yazıda Kızılok şöyle tanımlanır: “Darmadağınık saçları, elinde gitarı, düşlerinde şipşirin köy çocukları ile, ince uzun yolların, uçsuz bucaksız ovaların, bembeyaz dağ bulutlarının çocuğudur Fikret Kızılok... Pakistan’dan Paris’e kadar, dünyanın dört bucağını, yüreğinde delice esen dağ rüzgârları ile birlikte gezmiş, bütün bu ülkelerin halk şarkılarını incelemiştir. Yıllar boyu.”[8]
Sonrasında ‘Yumma Gözün Kör Gibi! Yağmur Olsam’, Kızılok’un asıl çıkışını yaptığı plak olur. Her iki beste de Onundur.
Son 45’ligi ise Mart 1976’da yayınlanır. Mahzuni Şerif’ten ‘Biz Yanarız’ ve vazgeçemediği Aşık Veysel’den ‘Sen Bir Ceylan Olsan’ adlı türküleri yorumlar bu plağında. Ancak eleştirilir. “Fikret Kızılok’un kendini yenileyeceği günleri bekliyoruz” gibi ifadeler kullanılır...
Fikret Kızılok, müziğe başladığı ve sürdürdüğü ilk yıllarını şöyle aktarır; “1960-70’li yıllar bizler için, dünyayı değiştirebiliriz, umutlarıyla geçen gençlik yıllarıydı. Kendimizi ifade etmemizin de dışa vurumu, şarkılarımız, türkülerimiz, öykülerimizdi. İlericiydik, haklıydık, aceleciydik...”
Ardından yaşamının son yıllarını Bodrum’da “Eylül” isimli teknesinde geçirdi.
Bir kalp ameliyatı geçirecekti... Operasyon öncesi yatağında; “Kalbim, neden olmazlarda/ Neden hep çıkmaz sokaklarda/ Kalbim.. Kalbim.. Kalbim../ Dayanmak artık kolay değil/ Bırakacak gibisin yarı yolda kalbim/ Sevdin olmadı/ Bir dünya istedin kardeşçe, olamadı/ Dayanmak artık kolay değil/ Bırakacak gibisin yarı yolda kalbim…” dizelerini yazdı.
Sonra da kalbine yenik düştü!
* * * * *
Birçoğu gibi Avrupa’dan-Amerika’dan güncel müziğin sözlerini değiştirip Türkiye’ye sunmamış; özünü, Anadolu’yu araştırmıştı ve Anadolu popun öncülerindendi.
Gürültüsüz, akustik ve kaliteli müziğin ustası; hiç yormaz, sesiyle okşardı adeta.
Dedik ya Anadolu pop çizgisinde eser veren bir sanatçıydı. Bağlamayı kullanarak, batı alt yapısını oturtarak hem Anadolu hem de batı ritimli popu gerçekleştiren birisiydi.[9]
Bu yanıyla “Müzikal açıdan bakarsanız, kendi akorlarımı yaptım; kendi sınırlarımı bulmaya çalıştım hep. Fakat hep kötü stüdyolarda iş yaptım. Ufak, home studio dediğimiz yerlerde bunu yapabildim. Çünkü hiç bir zaman para kazanamadım müzikten. Bana kimse stüdyo imkânlarını vermedi. Sistem buna müsait değildi Türkiye’de. Taviz vermek istemedim. Halkıma uyutacak şeyleri layık görmedim. Daha devrimci demeyim de daha ilerici bir tavır koydum kendi kendime. Bilmiyorum kendimi erdemli hissediyorum. Böyle bir tavırla gidiyorum,” diyen Fikret Kızılok önemliydi, temiz Türkçesiyle, değişik bir soundla söylüyordu söyleyeceğini, şiir söylüyordu aslında.[10]
Ölümünden ardından çıkan ‘Dünden Bugüne’ albümündeki yazıda şunlar da kayıtlıydı:
“Şarkılarımı kendim yazdım; düşündüm, besteledim, çaldım ve söyledim. Bu bütünlüğe inandım. 13 altın plağım oldu. Zaman zaman, yana yana, not defterim, yadigar gibi uzuncalar ve de kaset-disklerim. ‘Meşhur’luğun bir hastalık olduğunu bilerek ortalıkta fazla görünmedim, sadece işimi yaptım, şarkılarımı söyledim. Aşk mektuplarımı başkasına yazdırmadım. Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir bütün olduğudur. Güzelliklerin kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır. Bir ‘akl-ı evvel’in yaratıp her şeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşmam. Eni boyu, yukarı aşağıya bütün kavramlarıma paradoksal bir ikilik koyarak ‘sonsuza doğru’ buluşmak üzere diyalektiğe ve ölüme inanmışım. Kendimi ince ince doğrayan ve uykumdan sıçrayıp uyandıran bir hayatım oldu. Hep onu bekledim. Gelse de onu bekledim. O kadın değildi, o para değildi, o olumsuzluk değildi. ‘o’nu ben de merak ettim, onun için yaşadım, ona koştum ve onu buldum. Ne mi o? Yaşadıkça bulunan o’na tanjant hayatım şarkılarım...”
Bir şey daha, “Eğer eserlerim çok satmaya başlarsa bir yerlerde hata yapmışım demektir,” vurgusuyla “şöhret” meselesinde şunları da demişti:
“Ben niye meşhur olduğumu bilmeden meşhur oldum, çocuktum o zaman.. Ondan sonra mekanizmanın nasıl çalıştığını 13. plağım ‘Yumma Gözün Kör Gibi’yle gördüm ve derhâl kendimi yok ettim.. Meşhur olmanın benim için bir şey ifade etmediğini anladım.. Ondan sonra kendi yaşamımı şarkı yapmaya başladım ve daha mutlu oldum.. Dünya halklarının yüzde 80 i bilinçsiz, sadece üretim için yaşıyor, Amerika’da dahil.. Gerçek entelektüel yüzde 5’i bile bulmaz.. Demek ki cahil olan yüzde 80le ilişki kurup meşhur oluyorsun.. Böyle meşhur olmak aslında utanılacak bir şey, ben utanırım.. Değerli olmak önemli.. Müziğim, sesim, şarkılarım tanınsın, ama ben tanınmayayım. Meşhur olmak bir hastalıktır.. Bir insan ne kadar değersizse, meşhurluk ipine o kadar çok sarılır, bunun için her şeyi yapar..”
* * * * *
2001’de Hürriyet’ten Yener Süsoy’a verdiği röportajda “Ben Marksist’in daha ötesinde bir komünistim,” diyerek tanımlamıştı kendisini…[11]
Ancak “Fikret Kızılok ulusalcıydı. Kemalist çizgideydi.”[12]
Yapmış olduğu şey ne olursa olsun, zaman içinde ne kadar değişiklik göstermiş olursa olsun önemliydi. Çünkü Bülent Ortaçgil’in “Bizden daha militan bir tavrı vardı” sözleriyle tanımladığı sanatçıydı.
“Düşler vardır satılmaz, derinde anlatılmaz,” derdi ve “Geçmiş bir maske değildir çıkarıp atamazsın,” diye eklemişti bir söyleşisinde Fikret Kızılok…
* * * * *
Ve Timur Selçuk…
“İnsanı en son sesi terkeder,” demişti Timur Selçuk…
“Ölmüştür,” diyemiyorum Ona dair; sevmiyorum bu yüklemi…
“Aramızdan ayrıldı,” diyelim. Bundan böyle bizimle nefes alıp vermeyecek, ama eserlerini söyleyip, dinleyeceğiz hep birlikte; bu yaşamak değil ise nedir ki?
Evet bir devir kapanıyor. 68’in son şarkıcılarındandı…
70’lerde ve 80’lerde işçi hareketinin çok sevdiği ve saydığı bir isimdi.
O, gençliğimi(zi)n bir bir yok olan güzelliklerindendi.
Timur Selçuk, ilk gençliğimden başlayarak her dönemimin farklı seslerinden biri olmuştu. Üniversitenin ilk yıllarında öğrenci evimde, sokaktan gelen loş ışığın eşliğinde ve başkaldırı günlerinde…
Döneminde bir mihenk taşıydı; işçi sınıfının sesiydi; emeğin, emekçinin güçlü haykırışıydı.
Coğrafyamızın her döneminde güncelliğini, gerçekliğini vurgulayan ezgileri, marşları yaşam(ımız)ı derinden etkiledi.
Tekrarlıyorum: Gençliği(mizi)n sesiydi, bugün yarın ve daima kulaklarımızdaydı; niceleriyle.
Yapıtlarıyla dinleyenlerin nefesini keserdi; rengarenk bir coşku ve tutkuydu. ODTÜ Konser(ler)i unutul(a)mazdı…
Ardında sözü edilecek bir şeyler bırakarak gidenlerdendi.
Son dönemlerinde “Yollarımız burada ayrılıyor,” nidalarıyla solculuğu yerini dindarlığa bırakmıştı.
Timur Selçuk, “Bütün ahlâklı insanlar kardeştirler, üreten, paylaşan, zulme sessiz kalmayan, zalime boyun eğmeyen. Benim ‘Kâbem’ ahlâklı insandır.”
“Omurgalı bir sanatçıydı; her devrin adamı değildir,” dendi Ona dair; şöyle düzeltelim: Devirlerden, dönemlerden çokça etkilendi.
Ve ne yazıktır ki “İki Mustafa”yla noktalandı sonu.
* * * * *
Sanat müziği bestecisi Münir Nurettin Selçuk ve tiyatro sanatçısı Şehime Erton’un oğluydu. 2 Temmuz 1946’da İstanbul’da doğdu. 5 yaşında piyano çalmaya başladı, 7 yaşında ilk konserini verdi.
Galatasaray Lisesi’sinden mezun oldu; daha sonra da Paris’teki École Normale de Musique de Paris’te bestecilik ve orkestra yönetimi bölümüne devam etti.
1969’da geçirdiği ağır operasyonun ardından Türkiye’ye döndü.
1975’te Türkiye’ye döndü. ‘Ayrılanlar İçin’, ‘Sen Neredesin’, ‘Beyaz Güvercin’ ya da ‘İspanyol Meyhanesi’ gibi parçaları bu döneminin şarkıları. ‘1 Mayıs Marşı’nı besteledi. Herkesin yabancı parçalara Türkçe söz yazdığı ve aranjmanlara yöneldiği dönemde Orhan Veli, Attilâ İlhan ve Nâzım Hikmet’in şiirlerinden bestelediği şarkıları seslendirdi. 1976’da İstanbul Oda Orkestrası’nı ve kendi öğrencilerini yetiştirdiği Çağdaş Müzik Merkezi’ni kurdu.
1979’da DİSK Korosu Timur Selçuk yönetiminde kurulmuştu. 80 darbesinin ardından koro yasaklanmıştı.
Ankara Sanat Tiyatrosu’nda 10 yıl çalıştı. ‘804 İşçi’, ‘Ferhat ile Şirin’, ‘Şeyh Bedrettin Destanı’, ‘Tak-Tik’, ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana’, ‘Rumuz Goncagül’ ve ‘Galilei-Galileo’ adlı oyunlarının müziklerini de yaptı. ‘Sarıpınar 1914’, ‘Üç İstanbul’, ‘Cahide’, ‘Hakkâri’de Bir Mevsim’ gibi filmlere de fon müziği besteledi. 1998’de Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. 100’den fazla esere imza attı.
* * * * *
Çok iyi bir besteciydi; enstrümanlara hâkim, orkestra şefliği yapan, partisyon yazan, hayatını müziğe adanmış bir insandı ve “Müzik çok sesli olmalı” derdi.
Teatral yorumu, muzip melodileri ile; ‘Halet Rezakının Şarkısı’, ‘Eski Sinemalar’ı, ‘Beyaz Güvercin’i, ‘Hürriyete Doğru’su, ‘Sen Nerdesin’i, ‘Böyle Bir Sevmek”i, ‘Ekonomi Tıkırında’sı, ‘İspanyol Meyhanesi’, ‘Ayrılanlar İçin’i, ‘Bugün Yarın Daima’sı, ‘Karantinalı Despina’sı, ‘Pireli Şarkı’sıyla hep farklı şeyler yapmıştı.
Batı metrik müziği ve musiki adabını nefis birleştirmişti.
Özellikle 1970’li yılların politik atmosferinden ve toplumsal mücadelelerinden etkilenerek yüzünü işçi sınıfına dönen aydınların önemli bir örneğini temsil ediyordu.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 1960’li yılların sonları ve 1970’li yıllar gençliğin radikalleşmesi ve kitlesel sınıf mücadelesinin yükselişi ile damgalanmıştı…
Timur Selçuk’un beste ve şarkıları büyük ölçüde işçi sınıfına sesleniyor ve onu sınıf mücadelesine çağırıyordu. Piyanosuyla işçi sınıfının kültürel düzeyini yükseltme kaygısı taşıyordu.
Pop müzik tarzında yaptığı birçok albümün yanında Selçuk, çok sayıda film ve tiyatro müziğinin bestesini yaptı. Bestelerini Timur Selçuk’un yaptığı, Bilgesu Erenus’un Nereye Payidar (1975-76) adlı oyunu, bir fabrikadaki işçilerin mücadelesini ele alıyordu. Nereye Payidar, o zamandan beri Türkiye’de en popüler işçi mücadelesi parçalarından biri olurken, oyunun bir diğer parçası olan Direniş Türküsü, greve giden işçileri selamlıyordu.
İşçi sınıfı mücadelelerinin yükselişte olduğu 1970’li yıllar, Selçuk’un en üretken olduğu dönemdi. Attila İlhan, Enver Gökçe ve Nâzım Hikmet gibi solcu şairlerin şiirlerini besteledi; işçi sınıfı için marşlar seslendirdi. Bu dönemde, Türkiye’de işçi sınıfının en kitlesel eylemleri gerçekleşiyordu.
İşçi sınıfının mücadelelerinin radikalleştiği ve kitleselleştiği 1977 yılında, bu durum Timur Selçuk’un çalışmalarına doğrudan yansımıştı. Yayınlanan albümünde Nâzım Hikmet’in ‘Hürriyet Marşı’, ‘Türkiye İşçi Sınıfına Selam’ ve ‘Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü’ gibi şiirlerini bestelemiş ve okumuştu. Aynı albümde yer alan ‘16 Haziran Türküsü’, 15-16 Haziran 1970’deki büyük işçi direnişini ele alıyordu…
Timur Selçuk’un birçok çağdaşı sanatçı da toplumsal mücadelelerden etkilenmiş; ancak ağırlıklı olarak geleneksel ve folklorik müziğe doğru yönelmişlerdi. Bununla birlikte, Selçuk, eserlerinde özellikle çağdaş Batı müziğini ve piyanoyu kullanarak dinleyicilerinin kültürünü zenginleştirmeye ve yükseltmeye çalışıyordu…
Selçuk 1998 yılında Devlet Sanatçısı unvanını aldı ve bu tarihten sonra verdiği konserlerde ağırlıklı olarak kendi pop şarkılarını ve babası Münir Nurettin Selçuk’un eserlerini seslendirdi.
Birçok kez tasavvufa yöneldiği haberleriyle gündeme gelen Selçuk, 1999 yılındaki bir röportajında namaz kılmak ve Kur’an okumaktan huzur aldığını söylemekle birlikte “Aynı demokratik sosyalist düşüncedeyim” diyordu. 2017’de verdiği bir röportajda ise şunları belirtmişti: “Benim bütün müziklerimde bir devrimci yan vardır. Bir başkaldırıdır o. Benim hüznüm de mizahım da devrimcidir.”[13]
Kanımızca ilk dönem şarkıları mükemmel olan ve dinledikçe dinleme isteği uyandıran bir müzik insanıyken; “Ben yalnızca Allah’a secde ederim,”[14] vurgulu kesitle olgunlaştıkça söz konusu özelliklerini kaybetmişti.[15]
* * * * *
Burada durup, bir parantez açmak gerekiyor…
“Müziklerim bir başkaldırıdır,” diyen Timur Selçuk solda olduğu vurgusuyla 70’lerdeki müzik yaşamını sosyalistçe sürdürdü. Yıllar sonra da, “Hem sol dünya görüşüne sahip hem inançlı biriyim,” dedi.
Bizim inancıyla bir sorunumuz yok. Ancak, ‘Sabah’a röportajda bir eşik atlayıp, Türkiye’de solun başarılı olmadığını belirttikten sonra; “Çünkü bunu yönetenler insani açıdan değil de, politik açıdan bakıyorlar. Solun politikacıları, insani değerleri daha çok ön plana çıkarsalar belki daha çok kişinin gönlüne girebilirler. İnsanları oy olarak görüp yaklaştıkları için de başarılı olamıyorlar,” demişti!
Sıkıntı buradaydı. Ona göre ki sağ insana oy olarak bakmıyor, insanı değerleri ön plana çıkarıyordu!
Oysa ‘Dönek Türküsü’ bestesini yapıp söylediği güzel bir şarkıydı.
Bilgesu Erenus’un ‘Nereye Payidar’ oyunu için bestelediği şarkısı sınıf mücadelesinden sapanlara serzenişti; sonra o da ‘Payidar’ (mı?) oldu! Ölüme yaklaşınca böyle mi oluyor!?
Eskinin solcusu yeni muhafazakâr Timur Selçuk’un devrimciliği, kolalı manşetli beyaz gömleğine ve ihtişamlı piyanosuna yenik düşmüştü galiba…[16]
“Ben yine sosyalistim. Siyasi bakışım değişmedi. 1980 öncesindeki şartlar benim anti-faşist cephede yer almamı gerektiriyordu. Beline silah takan bir militan olmayı reddettiğim için şarkılarımla cephede yer aldım. Şimdi üstü örtülü bir faşizm uygulanıyor Türkiye’de. Ve ben yine namazını kılan, Kur’an’ını okuyan, sol görüşlü bir kişi olarak mücadelemi veriyorum. Gerekirse piyanomu sırtlar yine sokağa inerim,”[17] dese de hiç bir “izahat”, “Gençlere tavsiyem Kur’an-ı Kerim’i ve Mustafa Kemal’i iyi anlayın,”[18] vurgulu “son dönem”indeki başkalaşımı açıklayamaz!
Ya da bu hâli açıklasa açıklasa, -hiç başkaldırmamış olsa da!- “Elveda Başkaldırı” diyen Ertuğrul Özkök’ün şu satırları dillendirir:
“Son yıllarda adını çok az duyduğumuz Timur Selçuk nasıl oldu da, şu bölünmüş ülkede sağdan sola hepimize hayır duası okuttu?
İşçilerle 1 Mayıs şarkısını, ODTÜ öğrencileri ile Deniz Gezmiş’e ithaf edilen şarkıları söyleyen bir sanatçı, nasıl olur da Emine Erdoğan’ın gençliğinin de şarkıcısı olabilir?
Olabiliyormuş demek ki...
Bu ülkede pek çok insanın kafasında bir Timur Selçuk şarkısı vardır.
Kendisi pek ortada olmasa bile, en az bir-iki şarkısı mutlaka kafamızdadır. Hem de bizim ona verdiğimiz isimlerle kayıtlıdır bu ortak hafızada... (…)
Kendisi hayatı boyunca en muhalif köşede oturup, hem de sessizce değil, konuşarak, düşüncesini en açık ifadeyle söyleyip bir şeyi başarmıştır.
Aynı zamanda Kur’an okuyan, inançlı bir insan olarak da...”[19]
* * * * *
Oysa… Bu hâl-i pür melalden çok önceleri, “İşçilerle işçilerle işçilerle elele” nidasıyla müsemma mitinglerin devrimci müzisyeniydi O…
Egemen medyanın dalga geçercesine, “Timur Selçuk, 12 Eylül öncesi, politik taslamaları ve sosyalist söylemiyle miting alanlarını coşturuyordu. Şimdi, İmanlı bir sosyalist olarak hem sağı hem solu provoke ediyor,”[20] diye betimlediği O şunları da demişti:
“ODTÜ’de ‘76-77-78’de üç konserimiz oldu, ancak o meşhur ODTÜ Konseri bandı, sanıyorum, ‘78’deydi. ‘80 öncesi Türkiye’deki durum çok farklı olduğu için, göğüs göğüse yaşanan bir kavga olduğu için, solun bastırılması, hatta tamamen ortadan kaldırılması söz konusu olduğu için, MHP ve yan örgütlerinin, Ülkü Ocakları’nın örgütlü örgütsüz demeden, devletin kimi kanallarının da yardımıyla, solla savaşı olduğu için, ben de tercih hakkımı kullandım. Grev yerlerinde, direniş yerlerinde, demokratik gecelerde, hiçbir örgütün, derneğin üyesi olmadan, şarkılarımla elimden geleni yaptım.”[21]
Unutulmasın bir zamanlar 1 Mayıs Marşı’nı piyanoda çalan Timur Selçuk demek, 1 Mayıs demekti...
70’lerde “Ey devrimci savaş vakti yaklaştı,” diyen birisiydi…
Evet, evet işçi sınıfının sesi, notaları, tuşları olmuştu bir zamanlar…
Gençliğinde, yetmişli yıllarda babasını, babasının şarkılarını reddeden bir sosyalistti. Sonralarda babasının adını ağzından düşürmeyen, namazında niyazında bir insan oldu…
Bir belgeselde hayat görüşünü, “Ruhi ağabeyin görüşleri doğrultusunda bir ahlâklı sosyalizm” diye özetleyen “Timur’u devrimin sesi hâline getiren, işçi sınıfının ve halkın devrimci yükselişi idi.”[22]
Bunları göz ardı etmeden; “Biz Timur Selçuk’u nasıl iyi bir Müslüman olunabileceğini gösterdiği için de çok sevdik. Dinin bir gösteriş aracı, güç ya da fırsat kapma yolu olmadığını ortaya koyduğu için... Başucu kitaplarının Nutuk ve Kur’an olduğunu açıkladığında da sevdik onu. ‘Benim için din ahlâklı olmaktır,’ dediği için de...”[23]
Veya “Emekten yana tavrı hiç değişmedi; Atatürk sevgisi hiç değişmedi;[24] haksızlığa, zulme, zalime karşı çıkışı hiç değişmedi; namuslu, dürüst, ahlâklı, dimdik duruşu hiç değişmedi,”[25] türünden abartılara sarılmadan olduğu ve olabildiği kadarıyla…
Ve itiraf etmeliyiz ki, Timur’u yaratan da, yok eden de bizdik sınıf mücadelesiyle…
O hâlde şimdi Bizim Gençlik(imiz)in Fikret’i ve Timur’u bir kez daha hakkıyla anabilmek için Eduardo Galeano’nun, “Eğer dünya üzerinde ‘iyi’ yoksa onu icat etmek gerekir,” uyarısı yaşama geçirilmelidir; gençliğimizdeki aşk ve tutkuyla…
 
2 Kasım 2020 11:17:26, İstanbul.
 
N O T L A R
[*] Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, No: 95, Ocak-Şubat-Mart 2021…
[1] Stefan Zweig, Şeytanla Savaş, çev: Zehra Kurttekin, Can Yay., 2017.
[2] Temel Demirer, “Politik (Devrimci) Müzik”, 13 Eylül 2019… https://temeldemirer.wordpress.com/2019/09/13/politik-devrimci-muzik/
[3] Serhat Halis, “Latin Amerika’dan Anadolu’ya Bir Serüven: Nueva Cancion”, 6 Ekim 2019… https://www.birgün.net/haber/latin-Amerika-dan-Anadolu-ya-bir-serüven-nueva-cancion-271487
[4] Cumhur Canbazoğlu, Kentin Türküsü: Anadolu Pop-Rock, Pan Yay., 2009, s.121 ve 124
[5] Özgür Derya, “Timur Selçuk: Bizdendi, Bizimdi…”, 8 Kasım 2020… https://ilerihaber.org/yazar/timur-selçuk-bizdendi-bizimdi-119198.html
[6] Murat Beşer, “Soldan Doğdu, Soldan Uyandı, Hep Solcu Kaldı”, Cumhuriyet Pazar, 27 Eylül 2020, s.7.
[7] Burhan Şeşen, “Bu Kalp Seni Unutur mu?”, Birgün, 25 Eylül 2020, s.15.
[8] Express, No: 47; 17 Aralık 1994.
[9] Özkan Yıkıcı, “Ruhi Su’dan Fikret Kızılok Anısına”, 22 Eylül 2019… https://www.ykp.org.cy/ruhi-sudan-fikret-Kızılok-anısına-özkan-yıkıcı/+&cd=28&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
[10] “Bu Dönemin Şarkısını Bulmak Zor”, 19 Temmuz 2009… https://www.evrensel.net/haber/202200/bu-dönemin-şarkısını-bulmak-zor
[11] 27 Haziran 1973, İstanbul 3 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde devam eden “Kültür Sarayı’nı yakmak, Marmara yolcu gemisi ve Eminönü arabalı vapurunu batırmak” iddiası ile açılan sabotaj davasında yargılanan 33 kişiden biri Fikret Kızılok’tu.
[12] Sedat Kaya, “Ahmet Kaya ile Fikret Kızılok Taşlaması”, 9 Aralık 2018… http://www.gündemçeşme.com/yazar/AHMET-KAYA-İLE-FİKRET-KIZILOK-TASLAMASI/5816/
[13] Nazım Özgün, “Timur Selçuk’un Ardından”, 25 Kasım 2020… https://www.wsws.org/tr/artıcles/2020/11/25/arts-n25.html
[14] https://www.süperhaber.tv/sosyalist-müzisyen-timur-selçukdan-sola-eleştiri-haber-174317
[15] Gezi/ Haziran Direnişi üzerine ‘Her Yer Taksim Her Yer Direniş’ adında bir eser yaptı. (Timur Selçuk-Hazal Selçuk/ Her Yer Taksim Her Yer Direniş: https://www.youtube.com/watch?v=_0YA1_M2dT4
[16] 1980 darbesinin artçı etkisine maruz kalarak “sakıncalı sanatçı” ilan edilmiş ve yurtdışına çıkışı yasaklanmış, seyahat özgürlüğünü geri alabilmek için Türkiye’nin Eurovision şarkı yarışmasında yarışabilmesi için TRT yetkililerine kendi bestelediği iki şarkıyı sunup, seçilen ‘Bana bana’ ile Eurovision 1989’a kızı Hazal Selçuk’un da dahil olduğu Grup Pan ile katılmış ve sonucunda seyahat özgürlüğünü geri kazanmış bestecidir.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra pasaport verilmeyen Timur Selçuk’a, darbenin lideri Kenan Evren’in nasıl pasaport verdiğini müzik menajeri Mustafa Oğuz anlatıyor:
“Çankaya vakfı için her sene balo ve konserler düzenlenirdi. Genellikle Kenan Paşa da katılırdı. Çankaya vakfı İstanbul Oda Orkestrası’yla bir konser organize etti. Kenan Evren de katılmıştı. Konserin sonunda Timur Selçuk’u tebrik etmek için kulise geçiyor evren. O arada damadı Maksut Göksu ya da Ertan Cireli, Timur’un pasaport alamadığını söylüyor. Kenan Evren, ‘Böyle değerli bir sanatçının nasıl pasaportu olmaz,’ diyerek çok sinirleniyor. Ertesi gün Timur’un pasaportu çıkmıştı. Timur pasaportu çıktı diye sevindi ama bir taraftan da çok rahatsız oldu. ‘Bu nasıl bir adalet, bu nasıl bir ülke, bu nasıl ilişkiler’ diye diye söylendi.” (Selin Ongun, Yorma Birader: Mustafa Oğuz Anlatıyor Türkiye’nin Neşeli Günleri (Nehir Söyleşi), Doğan Kitap, 2019.)
[17] https://www.dünyabülteni.net/arşiv/türk-solu-dindarları-dışladı-h4558.html
[18] https://www.referansmedya.com/namaz-kılan-kuran-okuyan-sosyalist-müzisyen-timur-selçuk-oldu-5727h.htm
[19] Ertuğrul Özkök, “Emine Hanım’dan Sezen’e, Ajda’dan Tarkan’a En Sevdiğimiz Timur Şarkıları”, Hürriyet, 8 Kasım 2020, s.15.
[20] https://www.milliyet.com.tr/cadde/toplumu-tatlı-tatlı-sarsacak-961755
[21] Roll, No:7, Mayıs 1997… https://birartıbır.org/a-dan-x-e/921-şarkılarımla-elimden-geleni-yaptım
[22] Sungur Savran, “Timur Selçuk: Devrimin Melodisinden Evren’in Şazendesine”, Gerçek Gazetesi, 8 Kasım 2020… https://gerçekgazetesi.net/kültür-sanat/timur-selçuk-devrimin-melodisinden-evrenin-şazendesine
[23] Zeynep Oral, “Biz Timur Selçuk’u Çok Sevdik”, Cumhuriyet, 8 Kasım 2020, s.11.
[24] “Timur Selçuk’un odasında hep Atatürk resmi vardı… Kemal’in milliyetçisiydi.” (Aytunç Erkin, “Timur Selçuk Kimlerle Helalleşmedi”, Sözcü, 10 Kasım 2020, s.16.)
[25] Ayşe Emel Mesci, “Omzuma Bir Beyaz Güvercin Kondu”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2020, s.14.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/22/2024 - 21:29
01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...