Kürt Kemal

Gülefer Cambaz Savran kullanıcısının resmi
Kocaman elleri ve kocaman gövdesiyle bir devdi gözümde babam.

Bütün çocukluğum ve gençliğim kavgalarımızla geçmişti. Bitmeyen öfkesi vardı; her şeye bağırır, kırar dökerdi. En çok anlayamadığım da ufacık bir olay karşısında o dev gibi adam bir çocuk gibi ağlardı. Oturup karşılıklı hiç konuşamazdık. Birazdan konuşmalarımız kavgaya döner, ben onun beni anlamadığından dert yanardım, o benim asiliğime kızardı. Yedi kardeştik, yoksul, perişan gençliğini İzmir limanlarında hamallıkla bitirmişti. Okuması ve yazması olmadığı için başka bir şey becerememişti doğrusu bu ya. Ona çok kızıyordum, yedi çocuk neyine gerekti ama neme gerek dürüst adamdı; haramdan korkardı, kimse hakkında ileri geri konuşmaz, bir o kadar da mertti. Doğduğu toprakları anlatırken masal dinler gibi dizinin dibine oturur onu dinlerdim. Anlatırken sesi yumuşar dinginleşirdi, “Bizim küçükken öküzlerimiz vardı. Ben öküz güderdim. Akşam olunca eve döndüğümde anam tandır ekmeği yapar, içine tereyağı sürer, bir bardakta sıcak cay mis gibi ne güzel kokardı. Şimdi yağların tadı bile yok. Dereye balık tutmaya giderdim, Murat çayı buz gibi… Annem yakaladığım balıkları saçta pişirirdi. Nerde şimdi sizin yedikleriniz balık mı?” derdi.
 Ne varsa o topraklarda hepsi çok güzeldi, ne lezzeti ne de kokusunu buralarda bulabilmişti. “Neden geldin o zaman buralara?” dediğimde öfkeli bakışları kanımı dondurmuştu. Bir defasında:
 “Ben çok mu meraklıydım!” dedi bana, “bir küçük toprak parçası, birkaç öküz, bir sürü kardeş ne yapabilirdim?”
 
Ona uzakların yolu görünmüştü, evi terk etmek zorunda kalmış. Daha on sekizine bile girmeden İzmir’e gelmiş, bekâr evlerinde kalıp inşatta çalışarak hayatını kazanmaya çalışmış, askerlikten sonra bir daha da memleketine dönmek nasip olmamıştı.   Burada evlenmek zorunda kalmış, annesini de köyden yanına getirtmişti. İlk yıllar annesi de yaban ele alışmakta zorluk çekmiş ama zaman içinde o da alışmak zorunda kalmış. Bazı geceler annesinin çok ağladığını söylerdi. Çocukların sayısı her geçen gün artınca da yoksullukla baş edemez olmuş, yıllar böylece geçip gitmiş…
 
Geçip gitmişti ama artık durmak istemiyordu buralarda. Çocukları evlendirmiş, emekli de olmuştu. İzmir artık neyine gerekliydi? Tekrar gidip Ağrı Dağının havasını soluyacaktı. Aslında biraz da incinmişti. Artık kahveye de gitmeyecekti kimseye söylemiyordu ama kahvedeki adamların konuşmaları canını sıkıyordu. Bir keresinde alaycı bir şekilde bağırmıştı. Arkasından Konyalı Mehmet:
 “Kürt Kemal” diye bağırmış, “sizinkiler 12 asker şehit etmişler. Lanet olsun onlara, akşam haberlerini izlemedin mi sen?”
Öfkeyle dönmüş babam, canı sıkılmış. “Ne söylüyorsun ulan sen?” deyip adamın boğazına sarılmış.  Kürt, Türk, sizinki, bizimki nasıl sözlerdi bunlar… Kötü şeyler oluyordu ülkede, o bile şu cahil aklıyla biliyordu bunları ama bunun suçlusu o değildi. Hiçbir zaman kendini bu ülkenin bir parçası değilmiş gibi görmedi. “Biz bir bütünüz ben hiç ayırmadım ki!” diyordu. Evet, çalıştığı yerlerde bazı zamanlarda Kürt olduğu için onu yanına almak istemeyen olmuştu ama bu farklı bir şeydi. Ülkeyi bölmek mi bunu aklı almıyordu. Neden böyle bir şey istesindi ki? O çocukken köyün büyüklerinden Çanakkale’ye gidip de gelmeyenlerin hikâyesini çok dinlemişti.  Vatan onun için bir bütündü, gençliğini İzmir’in bütün limanlarında hamallık yaparak geçirmişti. Rahat bir hayat günü de olmamıştı ama yine de ülkesini seviyordu.   Kızlarını istemeye geldiklerinde hiç Kürt, Türk demeden onları evlendirmişti. “Aptallar” diyordu içinden fakat diğer taraftan da kinlenmişti. Yıllardır birlikte yaşadığı mahalle arkadaşları demek bu gözle bakıyorlardı ona.
 
      Şu dizlerinin ağrısı geçer geçmez memleketine gidecekti. Orada dağlarda kendi dilinde bağırarak şarkı söyleyecekti.  Çocukluğunda olduğu gibi çayda balıklar tutacak ve onu saçta pişirtecekti, hem de orda sadece Kemal olacaktı. Kimse ona “Kürt Kemal” demeyecekti.  Söz verdirmişti anneme “Konyalı Mehmet’e inat ölümü bile burada koymayacaksın, doğduğum yere gömeceksin” demişti,
        Gecen kış çok rahatsızlandı babam, evden dışarı çıkmadı.  Kırılan kalbi de ağrıyordu artık. Sol yanında sızısı vardı. Doktorlar “İyileşmez” dediler.  Bir daha kahveye de gitmedi. Bazen komşuları onu ziyarete gelirdi ama genelde uyuyor numarası yapardı. Gerçekten çok incinmişti ve hiç biriyle konuşmak istemiyordu artık. Bir Mayıs sabahı çığlıklarla uyandık.  Babam salonun ortasında kıpırdamadan yatıyordu. Annem kendin dilinde ağıtlar yakıyordu; “ Oy merik merik…”diye.  Evin içine komşular doluştular biraz sonra. Annemin ağıtlarına anlam veremiyorlardı. Birileri gelip yüzünü örttü çarşafla babamın.  Babam yoktu artık ölmüştü.
           Sözünü yerine getiremedik, istediği yere götürüp onu gömemedik.    Hiç bilmediğimiz memleketlerdi oralar bizim için ve oralara ait değildik.  Elbette buralara da ait olamadık ne yaparsak yapalım Kürt Kemalin çocukları olarak kaldık.
Şimdi babam Hacılarkırı Mezarlığında yatıyor.  Onu mezarlığın yüksek bir yerine gömdük. Belki doğduğu yerlere götüremedik ama o şimdi yattığı yerden İzmir’e tepeden bakıyor.

Bizi bağışla baba, sözünü yerine getiremedik...

Kategori: 

Yorumlar

Yusuf Değirmenci kullanıcısının resmi

Bir farkındalığın bilince çıkması, edebi bir dönüşümün de sebebi olabiliyor. Yurtsuzluğun, öteki olmanın ağıdı, insanın kendi köklerini bilince çıkarmasıyla başlar. Bu öykü bir toplumsal acının açığa çıkmasıdır. Bireysel acılarımız, bireysel çığlıklarımız aynı zamanda toplumsal duyarlılık olarak ortaya çıkmış bu öyküde. Güzel olan tepkilerin altında yatan özlemdir. Bir özlem geç kalınmışlığın acısıyla sonuçlanıyor. İnsan lânetlemiş bir coğrafyanın ve toplumun ferdiyse hep ötekidir. Ne yazık ki

Sevdayı kirpik uçlarında saklayanlara...

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...