Uğrunda Ölüme Gidilen Şey, Kendini Karanlıkta Bir Işık Gibi Hissettirir.

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
17 Haziran 2011 Cuma, niçin yazdım bu tarihi; Tam tamına 34 yıl oldu senin yüzünü görmeyeli ağabeyciğim, Nasıl özledim bir bilsen, “Hani derler ya gözümde tütüyorsun” diye, hep içimde bir özlem duygusuyla, sevgiyle bekler oldum, yarın gelecekmişsin gibi. Tütmek ne kelime, Burnumun direği sızlıyor seni düşündükçe ağabeyciğim. Yüreğim buruklaşıyor, kalbim sıkışıyor, özlemlerim daha çok derinleşiyor, mantığım duruyor, aklımın ne yaptığını tahmin edemiyorum. Bazen düşünüyorum bu sevgi nasıl kardeş sevgisi, bu sevgi kardeş sevgisinden daha yukarıda bir sevgi… Kokun tüm kokuları bastırıyor, Hayallerimde, düşlerimde hep sen varsın, öyle de kalacak…

İçimi huzur kaplıyor seni düşününce, mutlu oluyorum ama Bir yandan da yüreğim sıkışıyor özleminle. 

Geçsin istiyorum zaman, zaman Ama önce hasret giderelim seninle. Konuşup, dertleşelim biraz. Kolay mı? Otuz dört yıl oldu ayrılalı, ya da şöyle diyelim canlı, canlı karşılıklı oturup konuşamadık, dertleşemedik, koklaşamadık, karşılıklı kahve içemedik… 



Öncelikli benden mi bahsetmek istiyorsun? Sorunsuz geçirdim desem inanır mısın? Bilemiyorum. Senden uzak zamanları ufak tefek sıkıntılarım oldu tabi ama halledilemeyecek kadar değillerdi. Bazen emniyet güçleriyle, bazen cumhuriyet savcılarıyla bazen de devletimizin hâkimleriyle karşılıklı görüşmek zorunda kaldık..

Hani hatırlar mısın, senin ailene yani bizlere hastaneden kimlik belgesini yani "hüviyetini getirin" denmesiyle başladı her şey… Babam ve bizler çok anlam verememiştik. Çünkü hastanedeki son saatlerin bizlere "çok güzel gidiyor, artık hastane köşelerinde bu kadar perişan olmayın, durumu çok iyi, artık beklemeyin" demişlerdi doktorlar ve Tıp Fakültesinde okuyup hastanede stajyer yapan öğrenciler.

Bizler de inanmıştık, önce babamı ve ablalarımızı istirahat etsinler, günün yorgunluğunu ve stresini atsınlar diye eve yollamıştık. 

Ayrıca hastane koridorları çok kalabalık olması sebebiyle hastane yönetimi rahatsız oluyorlardı.

Doktorlarla senin rahatsızlığın hakkında son görüşmeleri ben yapmıştım. Acilen istenilen ilaçları eczaneden aldım ve oradaki görevli doktorlara teslim ettim... 

Son durumun iyiye gittiğini orada beklememizin onların ve bizim açımızdan yanlış ve lüzumsuz olduğunu, ihtiyaç duyarlarsa telefonla haber vereceklerini söylediler. Kimler mi? Yaşamını teslim ettiğimiz hastane doktorları, stajyer öğrenciler, hemşireler ve o an oradaki görevli herkes..

Ben de gerçekten çok İnandım ve güvendim. Niçin mi? Şöyle açıklayayım:

Hastaneye gelişinin ertesi günüydü….O gün içerisinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastane yönetimini o kadar çok CHP’nin Milletvekilleri aradılar ki, bir de Ankara'da bu olayı duyan akrabalarımız, yakınlarımız, komşularımız, arkadaşlarımız ve ağabeyimin vurulduğunu duyan tüm Devrimci, Demokrat Sosyalist düşünceye sahip üniversite öğrencileri, liseli öğrenciler, Kamu dairelerinde çalışan tüm solcu memurlar, işçiler, olayı duyan herkes hastaneye akın ettiler.  Çünkü bir de senin yattığın ilk gece saat 01.00 gibi Hastane yönetimi ve ilgili doktoru acilen kan istediler. Kan grubun (A+ pozitif ) bizde acilen İbrahim eniştem, ben ve Selahattin abi kan aramaya çıktık. 

Önce hastanenin kan bankasına müracaat etmiştik. Oradaki yetkililer "bizde yok" dedikten sonra hep beraber Ankara’daki kan bankalarını gezdik, maalesef hiçbir yerde sana lazım olan kanı bulamadık. Sabah saat 05 oldu,  elimiz boş döndük. Aklımıza Selahattin Ağabeyin kayınbabasının çalıştığı Askeri hastane kalmıştı. Sabah mesaiye başlar başlamaz oradaki hastane kan bankasına soruldu, iki şişe kan bulundu….Bunu haber alan öğrenciler ve kamu çalışanları, akrabalar ve yakınlarımız ayrıca bizler de dâhil kan gruplarımızı baktırıp tutanlar kan vermeye başladılar…Onlarcası tanımadığı halde yeter ki kurtulsun diye kan verdiler...Yani o gün için yüzlercesi hastaneye akın ettiler….

Telefon eden ve o gün hastaneye kadar gelen Milletvekilleri vurulan ve yaralı Ali Haydar Türkmen’in mevcut hastaneden alınıp Hacettepe Hastanesine götürmek istediklerini, bulunduğu hastanede doktorlarımızın yeterince ilgilenmediklerini beyan etmişler, ayrıca başka sakıncaları olduğunu ifade etmelerine rağmen, hastane yönetimi karşı tarafa hep cevap olarak; önce yaralı kişinin sağlığını düşünerek bunun tıbben mümkün olmadığını beyan etmişler, sonrada ilgilenmedikleri hususunun yanlış beyan olduğunu söyleyerek onları da ikna etmişlerdi… Ve hastamız hastanede kalmaya devem etti. Ama öncekilerine nazaran biraz daha ilgilendiklerini gördük. 



Arkasından bizlerde hastane yönetiminin ve doktorlarının sözlerine inanarak saat gece 24.00 gibi senin yanından Hastaneden ayrıldık eve gittik. Sabah 05.00 gibi hastaneden evimizi yani mahallemizdeki telefonu olan Ağa ağabeyleri arayarak senin öldüğünü ailesi tarafından da işlemlerin sürdürülmesi için nüfus cüzdanını getirmemizi istemişler. İşte her şey bundan sonra başladı… 



Tabi önce babamız ve aile büyüklerimiz, amcam Yılmaz beraberce hastaneye gidiyorlar…



Evet, senin de bildiğin gibi Anamız Havva 1967 yılında kardeşlerimizin (Selvinaz ve Şekernaz) evde doğumu esnasında doktor ve sağlık personeli yetersizliğinden dolayı kan kaybederek müdahale edilemeyince yolda kaybetmişler. 

O yüzdendir ki anamız yoktu… Bizlerle o güne kadar ablalarımız ilgilenmişlerdi.



Evde konu hakkında uzun süre konuştuk ve tartıştık. O yüzden kısa bir süre önce yatmıştım ki kardeşlerim beni uykudan kaldırarak haber verdiler...  "Ağabeyimin hastanede daha çok ağırlaştığını" söyleyerek kız kardeşlerim uyandırdı beni.

Hemen ablalarım da "bizler de geleceğiz" dediler, Akdere’deki evimizden Tuzluçayır’a yürüyerek gittik, oradan hastaneye gitmek için dolmuşa binecektik. Zaten başka çaremiz de yoktu. o günkü zamanın şartları onu gerektiriyordu.

Tam minibüse binecektik Tuzluçayır’daki Devrimci, Demokrat, Esnaf ve orada yaşayan herkes Ali Haydar Türkmen’in yaşama gözlerini yumduğunun haberini almışlar birbirileriyle yavaşça konuşuyorlardı.. Dolmuşa binmeden konuşmaları duydum…Ali Haydar’ın cenazesi ne zaman kalkacak gibi…İşte o zaman bende beynimden vurulmuşa döndüm. Ama bende ablalarıma hissettirmemeye özen gösteriyordum… Dolmuştan inip hastanenin önüne doğru yürürken, o arada bulunan tanıdık vatandaşlar bizleri görünce haberimizin var olduğunu sanarak “başınız sağ olsun” dedikten sonra hamile olan ablam Adiliye Keskin kendini aniden orada geçen bir arabanın önüne attı. diğer Ablam Selvinaz ise haberi duyar duymaz çılgınlar gibi bağırarak "hayır benim kardeşim Ali Haydar ölemez!" diyerek bağırıyor ve kendini yerlerden yerlere vuruyordu….

Ne yapacağımı şaşırdım, çok çaresiz kaldım… Benim ağlamaya lüksüm yoktu, bağırmaya ya da sizin anlayacağınız acımı yaşamaya lüksüm yoktu… Öyle bir durumdaydım ki, çaresizim ama yine de tek başına her ikisiyle mücadele edemiyordum..



Tabi ki önce aracın tekerleğinin altından Adiliye ablamı zorla ikna ederek, yalvararak çıkartmaya çalıştım. Onu yalan söyleyerek ikna etmeye çalıştım... Etrafımızdaki vatandaşların yardımıyla, zor bela onu kollarından ve belinden tutarak kaldırdım…

Daha bitmedi geldim diğer ablamı (Selvinaz Türkmen’i) ikna etmek için yanlış duyduğunu söyleyerek, ağabeyimle ilgili olmadığını ikna ettim. O an biraz olsun rahatlayarak ikna oldular. Her ikisini de yakınlarımızın yardımıyla hastanenin bahçesinde bir yere oturtarak doktor yardımı almaya çalıştık. Evet dostlarım bunlar işin en basitleri ve hafifleriymiş bizleri ne zorluklar bekliyordu bunu yeterince farkında değildik. Ben onları diğer yakınlarımın yanına bıraktım Babam bakmam gerekiyordu. Ne yapıyor olayı nasıl karşıladı, tepkisi ne oldu. Bunları öğrenmeliydim… Babamı çok merak ediyordum. Aslında ablalarımı yalan duygularla ikna ederken bende farkında olmadan kendimde ikna olmuştum. Acaba bu durun yalan mıydı?. Ağabeyim ölemez öyle birisi asla ölmemeliydi. O hep yaşadığı toplumların önderiydi, okuduğu okulun öğrenciler başkanı, bulunduğu toplumların yol göstericileriydi… arkadaşlarını doğru yönlendiren, koruyan yeni projeler üreten akıllı, zeki hep onlara maddi ve manevi yardımcı oluyordu, toplum önderleri ölmez diye içimde bir inanç da vardı..



Hasta yattığı bölüme yönlenmiştim ki oradan bir köylümüz benim yanlış yöne gittiğimi, doğru yönün hastane girişinden sağa dönen Gasilhaneye doğru gitmemi söyledi. Yani bu şu demekti: Ali Haydar’ı kaybettik anlamı taşıyordu.  Yani o artık hayata gözlerini kapamış, onu normal yattığı servisten almışlar gasilhaneye götürmüşlerdi. Birkaç kişi yanıma yaklaşıyor bana bir şeyler söylüyorlar ama ben kendi kafamdaki doğrulara gitmeye çalışıyordum. O arada birisi sarıldı bana "başın sağ olsun" diyene kadar kendime gelememiştim. Yeniden dirilmişim gibi, beni uyandıran sözcük olmuştu… Kendime birden gelmemi sağladı. Birden Ağabeyimle olan ilişkileri gözden geçirdim. Hayır, bu olayda bir yanlışlık var… Hem yürüyorum, hem de düşünüyorum. Hastanede yatarken daha bir gün önce ben ve ablam Bergüzar yanına girdik…

Doktorları yanına girmemize sağlığı açısından müsaade etmiyorlardı ya da hastayla irtibat kurmamızı istemiyorlardı. Buna orada bulunan yakınlarımızda aman siz üzülmeyesiniz diye bizi hastayla buluşturmuyorlardı… Ama ablam Bergüzar da ben de onu içeride ziyaret etmeye, onunla konuşmaya, durumunu daha yakından görmeye kararlıydık… “Bana doktor önlüğü ablama da hemşire önlüğü giydirdiler, ağabeyimin yattığı servise ve oradan da yoğun bakımdaki odaya soktular. 

İşte seninle en son orada canlı konuşmuştuk elimi sıkmıştın. Ablama "Benim durumumdan babamın haberi var mı?" diye sormuştun. Bana da "Benim burada yattığımı babama söylemeyin o üzülmesin" demiştin. "Bana kırmızı et getirin yiyeyim ki çabuk iyileşirim” diyerek bizleri farklı yönlendirmiştin. Ayrıca ablamdan su istemiş, “İçim yanıyor abla bir yudum su verir misin” demiştin.” 



“Doktorlar ve sağlık personeli içeri girmeden önce hem ablamı hem de beni uyarmışlardı. O zaman şöyle bir açıklama yapmışlardı: "Hastamızın İç kanaması devam ediyor." Kurşun arka sağ kalçadan girmiş ön sol kasıktan çıkmış. Kurşun içerideki bütün iç organlarını yakmış ön tarafta kanaman devam ediyor, dikiş atılmadı, bu sebepten dolayı sana su verirsek kanamanı hızlandıracak ve ölümüne sebep olurmuş, sana daha çok zarar verir dediler biz de sana su veremedik ağabeyciğim... Yine de ablam görevli sağlık personeline sorarak sadece bardaktaki suyu elleriyle dudaklarına sürdü biraz rahatlayasın diye… Sanırım hatırlıyorsundur. İşte zaman öyle bazen su gibi akıyor bazense hiç mi hiç geçmiyordu.”



Sonra beni hastanenin önünde bekleyen yakınlarımızın yönlendirdiği gasilhanenin bulunduğu yöne doğru gittim.  Önü çok kalabalıktı. Ankara'da olayı duyan hastaneye gelmiş. Tabi öncelikle akrabalarımız, yakınlarımız, köylülerimiz, komşularımız  ve hepimizim arkadaşları.

Ayrıca çok tanımadığım genç insan toplulukları vardı. Sanırım olayı duyan liseli ve üniversiteli öğrenciler ve kurumlarda çalışan demokrat vatandaşlarımız hepsi oradaydılar... Ben bir taraftan babamı arıyorum, soruyorum en sonunda babamın Cumhuriyet Savcılığına cenazeyi kaldırmak için izin almaya gittiğini söylediler. Yani bulamadım.. Bizlerde yakınlarımızla beraber gasilhanenin önünde bekliyoruz. Çok kalabalık oldu. Bizler üzüntülüyüz. Çaresiz bekliyoruz. Babam ve amcam Cumhuriyet Savcılığından İzin alsınlar gelsinler de cenazemizi bize yakışır bir şekilde mezarlığa götürüp defnetmek istiyoruz. Bizler böyle düşünürken.

Bir anda içi toplum polisleri dolu dört beş otobüs geldi. İnsanların arasına girerek "dağılın, dağılın!" diyerek insanları önce coplarıyla dağıtmak istediler.  Ama kimse dağılmadı, tekrarladılar yine kimse fazla yerlerinden kıpırdamadı. Daha sonra polislerden dört beş tanesi havaya ateş açarak insanları korkutarak dağılmalarını sağlamak istediler. Havaya ateş açılmasıyla birlikte orada bulunun yaşlılarımız korkarak gasilhanen kapısının önünden dağıldılar, kapının önü açtılar, onların istediği gibi ve boşalttılar.  Sadece ablam Bergüzar ve ben kapının önünde kalabildik.

Bizlere de "gelip zorluk çıkartmayın, hep birlikte cenazeyi alacağız, polis otobüslerine binip mezarlığa aynı otobüste gideceğiz" dediler. Bizlerde "aile büyüklerimiz savcılığa cenazeyi kaldırmak için izin almaya gittiler, onlar gelmeden cenazemizi size teslim etmeyi hiç düşünmüyoruz, biz ailemiz ve yakınlarımızla kendimiz defnetmeyi düşünüyoruz, siz nereden çıktınız?" dedik. "Sizler çekilin buradan gidin" dedik. "Emir aldıklarını onların istediklerini yapmamızı" istediler. Ancak ne onların çekilmeye niyetleri vardı ne de bizim çekilmeye niyetimiz vardı. Polisler anlaşılan amirlerinden emir almışlar, Bizlerde hem babamı bekliyoruz hem de üniversiteli öğrenciler "sizler gasilhanenin ön tarafında biraz direnin, biz bu arada arka kısımdan Ali Haydar’ın cenazesini kaçıracağız" dediler.

Karşılıklı direnmeler başladı, bizler kapının ön tarafında duruyor, polislerin içeri girmesine engel oluyoruz. Polisler ise ikinci defa havaya ateş açtıklarında ve silahların dipçikleriyle vuruyor "açılın yoksa hepinizi döveriz, tutuklarız ayrıca mezarlığa da almayız" deyip insanları copluyorlardı. 

Eee vatandaşlar da belli bir süre sonunda artık dayanamayıp kenara çekildiler, ortada sadece ablam Bergüzar ve ben kalakalmıştık. Bizlere de coplarla ve yumruklarla vuruyorlar, kucaklarına alıp savuruyorlar ama bizlerin canı yandığından dolayı hiçbir şey olmamış gibi , bende onlara hem hakaret ediyorum, hem de gücüm yettiğini yumrukluyorum ve itekliyorum... Derken birkaç polis bir araya gelerek beni kucaklarına alarak bir başka yere savurdular, ablamı da ikna ederek sakinleştirici ilaç vererek hareketsiz kalmasını sağlamışlar. Birkaç yakınımız almış onu kenara çıkartmışlar.  Bizlerin gücü yetmedi onlar galip geldiler, içeri girerek ağabeyimin yani senin cenazeni alıp polis aracına koydular. Sonra da orada şöyle bir açıklama yapma ihtiyacı duydular; "Bu cenaze törenine katılmak isteyen bizim araçlarımıza binerlerse, bizimle gelirlerse cenaze törenine katılabilecek, yoksa mezarlıkta kapıları kapatacağız, bizimle gelmemişse cenaze törenine katılamayacak. Karar sizin başka kimseyi koymayacağız bu böyle biline!" dediler.



Tabi ablamın sakinleşmesiyle yanındakiler polis araçlarına bindirmişler.  Babamlar Cumhuriyet Savcılığında izin almakla meşgul olaylardan habersizler, ben polislere karşı tepkim olduğundan onların gösterdiği araca binmedim kızdım, tepki gösterdim. Gasilhane önündeki halk mecburen polis otobüslerine binip gittiler.



Bende başka araçla ve yanımda bulunan yakınlarımla mezarlığa gittik.  Polisler gerçekten de söyledikleri gibi beni mezarlığın içine sokmadılar. Gider gitmez mezarlığın tüm kapılarını kapatıp, bir kısım arkadaşlarını da kapılara nöbet tutarak gelenleri almamasını emretmiş. Tabi "ben defnedilecek kişinin kardeşiyim" hatırlatmamıza karşın yine de beni de almadılar.



Bizde olayı yatıştırmak adına o zamanki Mezarlıklar Müdürü Sn. Ali Şan Canpolat’a durumu izah etmek için gittik. Durumu tüm açıklığıyla anlattık…"Eğer polislerin bu alandan çıkmamaları halinde gençlerle polisler arasında bir çatışma yaşanacağını bu duruma hemen müdahale etmezseniz bunun da sorumlusu siz olacaksınız" dedik. "Açıkçası benden ne bekliyorsunuz?" dedi.  Biz de: "Ne yapıp ne yapmayarak bu polisleri bu alandan çıkartmanızı, eğer güvenlik için bir şeyler gerekiyorsa onların yerlerine güvenliği sağlamak adına asker istemesini rica ettik. Kısacası Polislerle Askerlerin yar değiştirmelerini istedik." Sağ olsun o da hemen durumdan vazife çıkararak bir yerlere telefon ettikten sonra, olabilecek çatışmayı önlemiş oldu. Mezarlığın içindeki bütün Polisler ayrıldı, yerlerine askerler gelip nöbet tuttular.  Askerler güvenliği sağlayarak bizlerde huzur ve güven içerisinde cenazemizi defnettik. Olaya müdahale olmayınca hiçbir çatışma ve kavga çıkmadı.

Cenazemizi defnedip evimize geri döndüğümüzde katılımcıların bir ucu Tuzluçayır'da diğer ucu General Zeki Doğan Mahallesindeki evimizin önündeymiş. Sonunda babamda evin önünde cenazeye katılanlara bir teşekkür konuşması yaptı. 

“Benim bir ALİ HAYDARIM gitti ama şimdi binlercesi Ali Haydar burada karşımda duruyor. Sizler de benim için birer ALİ Haydar’sınız." dedi. Bu söz çok beğenilmişti ki uzun süre alkışlandı. Zaman, zaman hatta yıllar sonra bile bu konular konuşulunca hep bu laf ön plana çıkıyordu.



Bunlarla da bitmedi ağabeyciğim. Uzun bir müddet sonra bizim evi sadece çok yakınlarımız haricinde kimseler ziyaret edemez oldular. Hatta bazı konuşmalarda Ali Haydar “İt yoluna gitti” diye arkamızdan konuşanlar da oldu. Ama senin yaptıklarınla gurur duyduklarını söyleyenler de oldu. Buna benzer tepkiler, laflar çok duyduk.

Yine bir gün tarih 1978 yılları olacak, Ankara Kadınlar Derneği yöneticileri TR' de yakın süre içerisinde yakınlarını kaybeden ailelerle ilgili bir program yaptıklarını, acılarını paylaşmak adına aile büyükleriyle program yapıyorlarmış. Bizden de senin ölümünle ilgili çekim yaparak babamın konuşmasını istediler ama babam o kadar acılıydı ki konuşamadı yerine ablam Selvinaz sorulara cevap verdi. Aradan uzun bir yıl geçmiş olsa da olay çok acıydı ve hâlen babamın yüreği çok yanıktı. Ama çevrede bu ve benzeri olay olduğu zaman hemen babamı oraya götürüyorlardı. Ölen ailelerin büyüklerini sakinleştirmek adına...

Acaba gerçekten karşı taraftaki insanları sakinleştiren babamız “Niyazi” kendi içinde neler geçiyordu, fırtınalar durulmuş muydu?  Babam bir konuşmasında "olayı yargıya havale ettiğini, Devlete sonsuz güven duyduğunu, sorunların çözüleceğini, yargının bağımsızlığına güvendiğini" hemen her konuşmasında beyan ediyordu. Bunu da bütün topluluklarda yurttaşlarla paylaşıyordu.



Bu vakaya hemen CHP yöneticileri sahip çıktılar. Bu davanın onların da davası olduğunu, bu tür davaların ve ailelerin sahipsiz olmadıklarını, konu ile ilgili hukuk sürecinin ailemizin müsaadesi olursa partinin avukatı olan Mehmet Emin Değer tarafından savunulması gerektiğini beyan ettiler.  Aile büyüklerimiz konuyu enine boyuna evirip çevirdiler, tartıştılar sonunda Av. Mehmet Emin Değer’in savunmasına yarar gördüklerini olaylara onların da yardımı dokunması açısından sürekli müdahil olması gerektiği kanaati çıktı. Böylece resmen olay hakkında dava açıldı.



Zaman, zaman sana gelip anlatırdım ya, mezarının başında işte onlar. Yaşam hükmünü sürdü ve yaşanması gerekenlerle yaşandı günler. 



Sonra neler yaşanmadı ki tabi bu siyasi dava böyle bitmeyecekti. Bizlerde bu kadar canımız yanmışken boş durmayacaktık. Tabi ki yasal haklarımızı yani hukuk içerisinde yasal haklarımızı kullanacaktık. Bu da bizim en doğal hakkımızdı.

Önce CHP’nin yetkilileri "bu dava bizim de davamız" dediler, "sizi sahipsiz bırakmayacağız" deyip "Avukat Mehmet Emin Değer bu davayı açacak ve Ali Haydar Türkmen’i ve düşüncelerini savunacak" dediler. 

Doğrunu söylemek gerekirse bu durum babamın da aile büyüklerinin de çok hoşuna gitti.  Benim ise şu kısmı hoşuma gitmişti. Savunma Sadece Ali Haydar Türkmen’in vurulması ile ilgili değildir, Ali Haydar Türkmen ve Arkadaşlarının, Dün Denizler, Mahirler, Kaypakkayalar, ve binlerce devrimcilerin savunduğu düşüncede resmi makamlara karşı hukuk savaşı verilecekti. Yani Devrimcilik, Demokrasi, Sosyalizm, İnsan Hakları, İşçilerimizin ve Çalışanlarımızın hakları konuşulacak ve savunulacaktı. Gençlerin mücadeleleri gün yüzüne çıkacaktı, belki bunlardan ders alanlar olacaktır.

Sizlerin de iyi bildiğiniz gibi Ali Haydar Türkmen 15–16 Haziran işçi direnişlerinin gününün yaklaşması nedeniyle savunduğu Kurtuluş fraksiyonun bu konu ile ilgili Ankara Akdere semtinin Hamiş Bakkal mevkiinde afişlemesi yapılırken bir polis şefi tarafından "teslim ol" demeden gece arkasından ateş edilerek vurulmuştu.  Ali Haydar bu haliyle eski komşularımıza gidip durumu izah etmiş ve acilen en yakın hastaneye götürülmesini istemişti. Onlar da çok kan kaybı yaşaması sebebiyle en yakın hastane olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebecideki Hastaneye kaldırmışlar. Ağabeyim ikaz etmesine rağmen en yakın hastane burası diye götürmüş.



Ayrıca hastaneye yatma işlemi sırasında yatış kartını kendisinin doldurmasına rağmen yani şuuru yerinde olması anlamına gelircesine haklılığı savunulacaktı. Ancak hastane polisi tarafında olayla ilgili şifahi bilgi vermesine rağmen kayıtlara şuuru yerinde olmadığından dolayı ifadesine başvurulmamıştır kayıtları düştü.



Hastanedeki polis Cemil……… tarafından hastanede karşılaştığımızda bana özellikle Ali Haydar hastaneye gelince ben konuştum olayları anlattı yazılı olmasa da sözlü ifadesini aldım. Polis Cemil “Okuduğumuz okul Abidin Paşa Lisesinde sürekli nöbet tutması sebebiyle hem ağabeyimi hem de beni iyi tanıyordu.”

Bana durum şöyle dedi: “Ben Ali Haydar’la konuştum bana sözlü ifadesini verdi. Hastaneye geldiğinde hasta yatış kayıtlarını kendi eliyle doldurdu ve şuuru yerindeydi.” Demesine rağmen bunlar daha sonra mahkeme kayıtlarına farklı geçti…



Senin, içinde yaşamları barındırdığın gibi, Ben de, sensiz, diğer sevdiklerimle (çok kısa süre babamla ) daha sonra ablalarım, kardeşlerimle ve şimdi de eşim ve sana yakışır yeğenlerinle yaşıyorum günlerimi. 



Öyle bir an var ki, bir can duygunun simgesi olur. Bütünleşir o duyguyla. Anlamı derinleşir… Ölümle ikiye bölünmek istenen bir şeydir bu. Kimisi yaşatmanın saflarında kenetlenir, senin gibi kimisi de öldürmek için pusuya yatar.; en karanlık yollarını arar can olmanın. Senin canını aldıkları gibi ağabeyciğim.



Tarih böyle oluşa gelmiştir. Bir bakıma yaşama arzusuyla ölümüm çarpıştığı yerdir dünya. Toplum yasalarının anlamı da bunun için düğümlüdür. Kimisi o düğüm çözülmesin ister seni vuranlar, diğer öldürmek isteyen zihniyetler gibi; kimisi çözülsün düğüm, toplum ferahlasın diye can vermeyi göze alır sen ve senin gibi düşünenler…



Şefkate, merhamete, doymaya muhtaç; dürüst bir titreyiş taşıyan çocuklar. Ve onların büyük kesimini açlık beklemekte; kalleşlikler, acılar, sömürü….Ve içlerinden bazıları düşünmeye başlar, Düşünür ve düşündükçe yiğitlenir, korkusuzlaşır, bilinçlenir… Eğilir yurttaşlarının acılarına… Umut verir sizin gibi…



Nice isimsiz yiğitler düşmüştür bu dövüşte. Ne var ki, çoğalan acının da bir taşıma anı vardır. Canlanır. Kimisi onların soluğu kesilsin ister, kimisi daha gür yaşasın diye canını canına, sesini sesine katar. O an, umutların hesap anıdır.



Bir yanda halkımız vardır; bir yanda da halkın cevherine kök salmış asalaklar. Bir yanda halkımızla var olan duygular, bir yandan da halkımızın duygularına kurulan pusu sevgili ağabeyciğim sana kurulan pusular gibi…



İnançları ve Düşünceleri uğruna ölümlerin eşiğinde bükülmeden duranları, yaşam devam ettiğinden beri tanır dünyamız ve halkımız.

Hemen her ülkede yaşandı bu, bugün hala birçok ülkede yaşanıyor ve daha kim bilir ne kadar yaşanacak…



Ya sen? Sen neler yaptın bizler yokken. Hayallerini süsleyen Denizlerle, Mahirlerle, Yusuflarla, Hüseyinlerle; İbrahimlerle mi ve diğer önderlerimizle mi yarınlarını paylaştın o koskoca 34 yılı… 1977 Haziran ayı gelmiş 15-16 Haziran Türkiye İşçi Sınıfının Direnişinin yıl dönümü yaklaşmıştı. Duvarlara 15-16 Haziran ile ilgili yazlar yazılacak, afişler hazırlanacak, bildiriler dağıtılacaktı. Yoksa sana mücadele ruhu veren 15-16 Haziran, Türkiye İşçi Sınıfının sendikalaşma hakkını korumak için çıktığınız bu yolda, Türkiye işçi sınıfının sömürüye karşı verdiği mücadelede, 15-16 Haziran sınıf mücadelesinde hayatını kaybetmen (canını vermen) Seni sen yapandır. Özgürlüksün, huzursun, yaşamsın, düşünsel idolümsün benim için. 



“Ne geçmiş tükendi ne de Yarınlar” 

Bana ölmeden önce söylediğin şu cümleyi hiç unutmuyorum:

“Biz devrimciler şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için mücadele ettik, yaşadığım sürece devam edecektir… Ancak bu mücadele de ölmek varsa ona da hazırız.” Demiştin…



17 Haziran 1977 gecesi saat 03.00 de mavi gözleri ve gülen yüzü ile hayata gözlerini yumdu Ali Haydar Türkmen. Tuzluçayır büyük bir kalabalıkla uğurladı.

Evet

Öldüğümde Şafak Vakti Yarın

Ağlamayın Başımda Mezarımın,

Olmayacağım Toprağın Altında Ben,

Özgürlük Rüzgârıyım,

Eseceğim Üstünde Ülkemin, der gibiydi.



Rengin, renklerin, Kokun, kokuların en güzeli. Maviye âşık oldum senin gözlerinin yüzünden. 

Unutuyorum her şeyi mezarının başına gelirken. 



Bazen Günler geçmez oluyor özleminle. Çok özledim seni Mavi Gözlü Sevdam… Ağabeyciğim, Mücadele ruhum, Güzel gözlüm, İdol’üm ve herşeyimsin.



Uğrunda Ölüme Gidilen Şey, Kendini Karanlıkta Bir Işık Gibi Hissettirir.



Ali Cemal Türkmen

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...