Emperyalizmin İnsanın Anlama yetisine ve Duygularına Saldırılarının Reddi

ADNAN DURMAZ kullanıcısının resmi
Kitle için yazdıklarını sanan yazarlarımız en gülünç olanlardır. Kitle ile beraber acı çekmeyen, halkın sevinci ile yüzü gülüp onun isyanı ile şaha kalkmayan, nabzı kitlenin nabzıyla aynı tempoda atmayan adamın kitleye “sen” diye hitapetmesi gülünçten de ileri bir şeydir. Hala köylüyü Amerikalı bir gezgin gibi seyredip onda ya mistik, karanlık bir ruh ve ya ilkel bir hayvan gören büyük romancılarımız var. Halktan bahsediyorum diyen yabancı ve ucuz esprili hikayelerle halkı maskaraya çeviren ünlü yazarlarımız var. Cinsel baskı ve yasaklardan histeriye uğramış yarım eğitimle genç kızlar için yazdığı sulu romanının cildlerine dayanarak kendisine “en çok okunan halk yazarı” sıfatını takan şımarık şarlatanlar var..Sabahattin Ali (Varlık, 65. sayı, Mart 1936)

1-ANLAMAK VE İNANMAK  
Uygarlık anlama ile başlar. İlk insan anlamaya başladığı ilk anda insan oldu.
İnsanın en büyük yeteneği anlamaktır ve zekâ ile ilişkilidir. Anlamak, beraberinde bilmeyi getirdi. Bilmek inanmak için zorunludur. Bilmeden inanmak batıl inançlılık, kör inançlılık oluyor.
İnsan bilmediğine, hakkında yeteri kadar bilgisi olmayan bir şeye ne kadar inanır.
İnsanların ne kadarı, kendi dinlerinin ne dediğini yeterince biliyor.
İman; inanmaktır. İnanan kişiye iman etmiş anlamında mümin deniliyor. Mümin; imanlı yani, inanmış insandır
İnsanların çoğu bilmeden inanıyor.
Bunu şöyle de söylemek mümkün: insanların çoğu az biliyor ve bu az bilgiye göre inanıyor. Az bilgisiyle tam iman sahibi olanların eksik bilgileri kullanılıyor. Birileri onları hurafelere inandırabiliyor

Bir gazete haberi

7 Şubat 2006 Hürriyet

’Allah’ım’ dedi, 2.5 trilyon dolandırdı

Başkent’te inanılmaz bir dolandırıcılık olayı yaşandı. Kendilerini Allah ve peygamber olarak tanıtan 11 kişi sadece bir kişiden yaklaşık 2,5 trilyon lira dolandırdı. Zanlılar gözaltına alındı.
ANKARA Siteler ’de esnaflık yapan Ramazan O., yıllar önce dükkanına dilenci kılığında gelen Bülent Ö.’ye sadaka verdi. Bülent Ö., bir süre sonra tekrar gelerek, kendisinin Hz. İsa olduğunu iddia ettikten sonra vatandaştan para istedi.

Bir kişiden 2.5 trilyon

Şebekenin diğer üyeleri aracılığıyla söz konusu vatandaş hakkında bilgi toplayan Bülent Ö., esnafa evinde ne kadar parası olduğunu, nereye sakladığını ve doğmamış çocuğunun cinsiyetini söyledi. Güven sağlayan Bülent Ö. daha sonra, Hz. İbrahim, Hz. Muhammed ve Veysel Karani olarak tanıttığı Ersel Ö., Necati U., Halil İbrahim Ö. ile müritleri olduğunu söylediği Ali S., Katip T., Murat C., Ercan Y., Can Ö. ve Ersin Ö. ile Ramazan O. ile tanıştırdı. Bülent Ö. son olarak, beraberinde getirdiği Hakan Ö.’nün ise Allah olduğunu söyledi. Dolandırıcılar, 10 yıl içerisinde, Ramazan O. ile Hacı Bayram Camii ve Sincan’da defalarca buluşarak, 'ihtiyacı olan vatandaşlara dağıtılmak üzere' yaklaşık 2.5 trilyon lirasını aldılar.

Allah Mekke’den arıyor

Ayrıca, O.’ya 'daha rahat irtibat sağlayabilmek için' cep telefonları da aldırdılar. Kendisini Allah olarak tanıtan Hakan Ö., aradığı Ramazan O.’nun cep telefonunda Mekke’nin alan kodunu gösterecek teknik bir düzenleme yaptırarak, 'Ey kulum 45 dakika sonra yanındayım' dedi. Daha sonra yine arayan Hakan Ö. bu sefer de 'Sana kimi istiyorsan göndereyim. Söyle hangi peygamberimi istersin? ' diye sordu.

Bunalıma girdi

Girdiği bunalım sonucu 3 kere intihar girişiminde bulunan Ramazan O.’dan yaşadıklarını ailesine ve çevresine de anlatmasını isteyen dolandırıcılar, durumun emniyete bildirilmesi üzerine yakalandılar. Emniyette sorguları tamamlanan 11 kişi, emniyeti suiistimal yoluyla dolandırıcılık suçundan adliyeye sevk edildi.

Bilgisi az olanın, imanı kolayca kullanılabiliyor. Bilmeyenin anlaması zorlaşıyor. Ne kadar az bilinirse o kadar zor anlaşılıyor. Bilmediğimiz şey bizim için karanlıktır. Bilgi aydınlatıyor.
KARANLIK, UYKU İÇİN EN UYGUN ORTAMDIR.

2-ŞARKI SÖZLERİ

BENİ ANLAMADIN

Söz: Soner Arıca Müzik: Soner Arıca Aranjör: Erhan Tekyıldız

Üzerimden yağmur yüklü bulutlar geçti
Gittiğin günü tarihe böyle kaydettim
Gün değil ki, sanki bin yıl, bin asır geçti
Ben aslında bu oyunu baştan kaybettim

Bilmedi kimse içimi yakanı
Beni ben yapan yanımı alıp ta kaçanı
Anlamadın sende beni anlamadın
Hani kabusu olurdun beni ağlatanın

Beni anlamadın ki bir gün anladım sandın
Başka bir yüz, başka ruhla beni aldattın

En özeldin, en güzeldin gel gör ki bitti
Bir başıma savaşmışım ben sonra fark ettim
Güvendiğim inandığım ne var ne yoksa
Aşkı, sevdayı sabrı da sende tükettim

BENİ ANLAMADIN YA

El ayak çekilince
Sohbetler tükenince
Dostlar eve gidince
Bu geceler işkence
Öper iki hece
İsmi dudaklarım
La-Fa-La-Sol
La-Fa-La-Sol
Sokakları kamçılıyor
Rüzgarın sesi
Gözlerim yanıyor
Yağmur öncesi
Her vesile ellerim
Ellerini arıyor
Her yanımı sarıyor
O müthiş acıların
Beni anlamadın ya
Ben ona yanıyorum

Söz-Müzik: Kayahan Açar

ANLAMADIN

Haluk Levent - Anlamadın Lyrics

Savurdun bu gençliği
Aşkın kör bahçesini
Güneşi yağdırdım karbeyaz düşlere
Sen beni anlamadın
Aşılmaz duvarları
Toz ettim yüreğimde
Aşkın kör pençesi saplandı gönlüme
Sen beni anlamadın
Anlamadın anlamadın bir kez olsun
Sen beni anlamadın
Bu kentin akşamları
Son bulur gözlerimde
Kelebekler özgürdür
Hislerime tutsak
Sen beni anlamadın
Aşılmaz duvarları
Toz ettim yüreğimde
Aşkın kör pençesi saplandı gönlüme
Sen beni anlamadın
Anlamadın anlamadın
Sen beni bir kez olsun anlamadın

3-ŞARKI SÖZLERİ

ANLAYAMADIM

Azer Bülbül - Anlayamadım Sözleri Lyrics

Çok düştüm üstüne seni çok sevdim
Ne zaman gel desen koşarak geldim
Çözemedim seni neydi ki derdin
Ne yaptımsa seni anlayamadım

Sen zaman istedin ömrümü verdim
Kimselere bakmadım bir seni sevdim
Ne kadar sordumsa sen söylemedin
Ne yaptımsa seni anlayamadım

Bu aşkın sonu başından belli
Daha fazla artık dayanamadım
Ben yaklaştıkça sen ittin beni
Ne yaptımsa seni anlayamadım

Aklar düştü saçımıza ömrü bitirdik
Dünyaya geleli biz çok şey yitirdik
Aşkta yalan olmaz böyle bilirdik
Ne yaptımsa seni anlayamadım

ANLAYAMADIM

Özcan Deniz Anlayamadım

Anlayamadım neyi istediğinde saklayıp vermedim
Ben senin için akıl almaz ne duygular besledim
Ne sevmekten ne de verdiğim hiç bir sözden
Ettiğim yeminden vazgeçmedim
Anlatamadım sana kendimi kahreden sevgini
Ben senin için dile düşmüş ne şarkılar söyledim
Aşkımız için yazdığım binbir şiirden
Çizdiğim resimden vazgeçmedim
Ama sen beni bir gece kendime derdime gömdün gidiverdin
Ama boş yere yok yere her şeyi mahvettin neydi sebebin
Sen beni bir gece kendime derdime gömdün gidiverdin
Ama boş yere yok yere her şeyi mahvettin neydi sebebin
Anlatamadım sana kendimi kahreden sevgini
Ben senin için dile düşmüş ne şarkılar söyledim
Aşkımız için yazdığım binbir şiirden
Çizdiğim resimden vazgeçmedim
Ama sen beni bir gece kendime derdime gömdün gidiverdin
Ama boş yere yok yere her şeyi mahvettin neydi sebebin
Sen beni bir gece kendime derdime gömdün gidiverdin
Ama boş yere yok yere her şeyi mahvettin neydi sebebin
Aşkımın son hanesi sana ömrümün son çağrısı
Dön gel gülüm yok çaresi deli kalbimin tek ağrısı

ANLAŞILAMAMAK, YALNIZLIKTIR…
ANLAŞILAMAMAK, PAYLAŞAMAMAKTIR.
ANLAŞILAMAMANIN ÖNÜNDE GEÇİRİMSİZ BİR DUVAR OLARAK, BENCİLLİK DURUYOR.
BENCİLLER YALNIZDIR
HER YALNIZLIK BENCİLLİĞİN RAHMİNDEN DOĞMAZ…
AMA HER BENCİLLİK, KENDİYLE DÖLLENİR, YALNIZLIĞI DOĞURUR.
ANLAŞILAMAMAK, İLETİŞİMSİZLİKTİR…
KAPİTALİST SİSTEMİN EN BÜYÜK SORUNLARINDAN BİRİSİDİR İLETİŞİMSİZLİK..
İLETİŞİMSİZLİK KAPİTALİZMİN İNSANLIĞI GEÇİRİMSİZ KILARAK KENDİ KABUĞU İÇİNE HAPSETMESİDİR..
KAPLUMBAĞALAR DAHA ÖZGÜR.
KABUKLARI KORUNAKLARI VE SIĞINAKLARIDIR.
KAPİTALİZMİN İLETİŞİMSİZLİK KABUĞU KORUNAK DEĞİL,KORUNAKSIZLIKTIR..
BENCİLLER BİRBİRİNİ KORUMAZ

4- HERMENEUTIK

Mitolojik karakterler kimi zaman inanılmaz ölçüde benziyor çevremizdeki insanlara. Hermes, çok renkli bir kişiliktir örneğin. Hem haberci tanrıdır, tanrılarla insanlar arasında iletişim sağlar; aynı zamanda hırsızların da tanrısıdır. İnanılmaz birisidir, Doğduğu günün akşamı kundağını çözüp beşiğinden çıkarak, Mağaranın önündeki kaplumbağayı öldürüp içini boşaltmış, yedi tel takıp bir kithara haline getirmiştir. Sonra da Apollon'un sürüsünden 50 inek çalarak onları bir mağaraya saklamıştır. Çobanların tanrısı Pan’ın gayrimeşru babasıdır ve kendisi aynı zamanda sürülerin tanrısıdır. Odysseus'un, Sadakatiyle ünlü karısı Penelope ile Arkadia dağlarında yasak ilişkileri sonucu Pan doğmuştur. Güzel ve inandırıcı konuşur, aynı zamanda hatiplerin de tanrısıdır. Ağzında balı olan arının kuyruğunda iğnesi vardır sözünü çağrıştırıyor. Güzel konuşmayan bir yalancı, inandırıcı olamaz. Yolları, yolcuları, tüccarları haliyle ticareti de korur. E ticaret insanları sömürmenin en yasal yolu değil mi, bu yasal hırsızları kollamak da hırsızların tanrısına yakışır. Zeus'un insanlara uykuyu da onunla gönderir. Bir sürü görevi olan tam bir üçkâğıtçı, yalancı, hırsız ve serseridir Hermes. Onun habercilik görevi bizi ilgilendiriyor burada. Tabii düşünmeden edemiyor insan, böyle biri ne kadar sağlıklı haber taşır diye.

Antik çağdan bu yana, düşünürlerin “anlamak“ üzerine ortaya koyup savunduklarını içine alan felsefi kavramın adı ise, HERMENEUTIK… Çağımızdaki Hermeneutik felsefenin ünlü temsilcisi Gadamer. Gadamer’e göre:” 'Hermeneutik, hermeneuien sanatı, yani bildirme, haber verme, çeviri yapma, ayıklama ve açımlama sanatıdır. Tanrıların habercisi-mesajcısı-elçisi olan Hermes tanrıların mesajlarını ölümlülere iletir. İslam dinindeki Cebrail meleği çağrıştırıyor gibi görünse de, ilgisi yok. Ne var ki onun bildirdikleri hiç de tanrıların mesajlarının dümdüz bir aktarımı değildir; tanrısal buyrukların birer ayıklamasıdır. Öyle ki Hermes bunları ölümlülerin diline, onların anlayabilecekleri şekilde çevirir. İslamiyet’te Allah da insanlar gibi konuşan bir varlık olmadığına göre, Cebrail vahiyleri ya insan suretine girip, insan dili konuşarak aktarıyor veya kalbine ayan ediyor Hz. Muhammed’in ve diğer peygamberlerin. Hermeneutik etkinliği daima bir başka 'Dünya’ya ait bir anlam bağlamını o an içinde yaşanılan dünyaya aktarma/çevirme etkinliği olmuştur. Bu, 'düşüncenin ifade edilmesi/bildirilmesi' olarak hermeneuia'nın esas anlamı için de geçerlidir. Zaten 'ifade' kavramının kendisi, dışavuruma, açıklama ve çeviriyi içerecek şekilde çok anlamlı bir kavramdır. Aristoteles 'in 'Organon' unun peri hermenias adlı bölümü, ne var ki, hermeneutikle ilgili değildir. Bu bölümde hermeneutik terimi, apofantik yargıların (olumlu ve olumsuz önermeler) mantıksal yapısını ve logos'un doğruluk gözetilmeyen kullanımlarını araştıran bir mantıksal gramer turunu adlandırmak için kullanılır. Platon 'a göre sanat olarak hermeneutik, düşüncelerin ifade edilmesiyle değil, bir kral buyruğunun, bir tanrısal iradenin açımlanmasıyla ilgilenir. Hermeneutik, 'Yasalar' da, tanrıların iradelerini, hem haber hem de kendilerine itaat edilmesi gereken buyruklar olarak bir çift anlam içinde açıklayan sanat olarak anılır. Geç Grekçede hermeneuia, çok açık şekilde, 'bilgece ayıklama' ve hermeneios 'ayıklayan', 'çeviren' olarak geçer. Böylece hermeneuia 'sanat'i, yani hermeneutik, kutsal sefere ait olanın, özellikle kutsal ve otoritatif iradenin, ölümlüye, yani dinleyene uygun şekilde ayıklanması etkinliği olmuştur. Hermeneutiğin bu anlamı günümüzün epistemolojik bilinci içerisinde tabii ki artık yaşamamaktadır. Bugün hermeneutikten soz ettiğimiz her durumda bu terimi Yeniçağın bilim geleneğiyle bağıntılı olarak kullanıyoruz. Gerçekten de hermeneutiğin Yeniçağdaki gelişimi, modern bilim ve modern yöntem kavramının gelişimiyle koşutluk gösterir.(Gadamer1995) ”(Bu bölüm bilgilerinin bir bölümünün alındığı kaynak, Doğu Batı Dergisi- Yeni Düşünce Hareketleri Sayısı- Mayıs/Temmuz 2002-Felsefe Sanat Kültür yayıncılık) (DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR TARİHİNDE HERMENEUTİK GELENEK başlığıyla bir makale internetin çeşitli sitelerinde var)

İletişim antik çağdan bu yana insanlar için önemli olmuş. Antik çağ insanının hayal dünyasının geliştirdiği Hermes tiplemesinin, iletişim tanrısı olması, bir rastlantı olamaz. İletişim kuran unsur, görüldüğü gibi, kendisinden her şey umulabilecek birisi. Hırsız, yalancı, serseri ama aynı zamanda pek çok güç onun elinde. Güçlü ile zayıf arasındaki ilişkiyi sembolize ediyor gibi. Elinde güç bulunduran, hırsızdan yana, tüccardan yana, güçlüden yana. Zaten antik çağda insanlar için yaşamak bir ceza, ilahi adalet yok.

GÜÇLÜ ZAYIFI ANLAMAYA ÇALIŞMIYOR.
ZAYIF GÜÇLÜYÜ ANLAMAK ZORUNDA.
YASALAR SENİN ANLAMAYACAĞIN BİR DİLDE DE OLSA, SEN ANLAMAK ZORUNDASIN.ANLAMAZSAN,SUÇ OLDUĞUNU BİLMEDEN YAPTIĞIN EYLEMİN KARŞILIĞI CEZA OLACAKTIR.
GÜÇLÜ ZAYIFI ANLAMAK ZORUNDA DEĞİL.

Amerikan Başkanı nereye giderse gitsin doğal olarak herkes dilini biliyormuşçasına kendi diliyle konuşur. Bizim Padişahlar da öyleydi uzun zaman. Fransa Kralı Alman İmparatoru Şarlken´e esir düşünce, annesi Osmanlı imparatoru Kanuni’den yardım ister. Kanuni, Alman İmparatoruna bir mektup yazdırır:

' Biz ki, diyar-i Trablusgarbin, diyar-i Libya’nın, diyar-i Mısırın, diyar-i Rum’un, diyar-i... vesaire’nin fatihi, Sultan Süleyman Han´ız. Sen ki, Almanya Eyaletinin Kral´ı Şarlken’sin. Sana deriz ki, tez Fransız Kral’ı kulumuzu serbest bırakasın '. Kanuni Sultan Süleyman’ın Almanya İmparatoruna olan hitabı böylesine aşağılayıcıdır. Yazdırdığı o nameyi Alman Kralına göndermek için ise bir Çavuşu görevlendirir. Fransız Kralı hemen serbest bırakılır.

Güçlünün zayıfı anlamak gibi bir derdi yok.

SEVMEK ANLAMAKTIR
ANLAMAK SEVMEK DEĞİLDİR.
HER ANLADIĞIMIZI SEVEMEYİZ.
ANCAK ANLAMADAN SEVGİ OLMAZ

İnsanın insanı anlaması anlamaması kavramını da içeren bilimin adı ise İletişimdir. İletişim kendi başına bir bilim midir, yoksa neredeyse tüm sosyal bilimlerin kendi alanlarında tanımladığı bir öğreti mi? Burada bunu tartışmayacağız. İletişim kavramının değişik alanlarda yüzlerce tanımı yapılmıştır. Burada bize yetecek kadar bilgi ise, internetten rastlantı alabildiğimiz şu bilgidir:” İletişim, Latince ’de bölüşmek anlamına gelen (communis) kelimesinden çıkarılmış bir terimdir. Bu kaynaktan bakıldığında iletişim; bilgi, fikir, davranış gibi kapsamın bireyler veya gruplar arasında bölüşülmesini sağlamak için yapılan çabalar olarak tanımlanır. Bu terimi haberleşme olarak almak anlamını daraltır. Çünkü bireyler ve gruplar arasındaki her türlü ilişki iletişimdir.”(bu alıntının tümünü, yazının sonunda ek olarak veriyorum)

Emperyalizmin tekelci aşamasında, kültür emperyalizminin yerli uşakları, halkların anlama gücünün gelişmesini değil, körelmesini ister. İnsan beynini şoka uğratırlar. Anlamak ve bilmek haksızlıkların kanlı iktidarlarına son verecektir çünkü. Bu anlamda da başta eğitim sistemi anlamayı değil, anlamamayı geliştirir. Anlamamak ruhumuza öylesine yer etmiştir ki, anlamaktansa ezberlemeyi yeğ tutarız. Okullarda bilgi çöplüğüne dönüşen çocuk beyinleri, anlamaktan çok, ezbere yöneltilmektedir. Geri bırakılmış ülkelerdeki adaletsizlik, insanların bir kısmını beş bin yıl önceki yaşam biçiminden daha kötü koşullara mahkûm etmiştir. Bu gün dünyada kabile yaşamı olan yerler de var, aynı yerde çağın nimetlerinden son derece yararlananlar da. Başına bela olan, onları karanlıkta bırakan iktidarları geri bırakılmışlık payı yüksek olan kalabalıklar seçmeye devam ediyor; anlama yetileri kör edilmiş kalabalıklar.
ZİRVESİ YÜKSEK OLAN DAĞIN UÇURUMU O DENLİ DERİNDİR.
Anlayışı köreltilmiş toplumlarda, egemen olanlar, toplumun kendine özgü n e k a d a r değeri varsa, tümünü, insanları uyutmak için kullanır. Dini kullanır, milliyeti kullanır, mezhebi kullanır, tarikatı kullanır, vatan sevgisini kullanır; kullanarak toplumu karanlıkta bırakır.
KARANLIK, UYKU İÇİN EN UYGUN ORTAMDIR.
Vahşi kapitalizm sömürü saltanatını sürdürebilmek için, şeytanı ortadan kaldırdı, meleği de. Artık melek de kendisidir, şeytan da. Artık tam bir Hermestir. O kadar öyle ki, ülkede yaşayan her düzeyde insanı kendi sorunlarına hapsedebiliyor. Aynı gelir grubundaki ve statüdeki insanlar benzer hayallerle yaşayıp avunuyor. Bozulma her düzeye göre ayarlanmış durumda. Bozulma ve kandırılma işlemi her zaman en geniş kesimden başlanılarak yapılıyor. İnsanları kandırmak için yatırımlar yapılıyor. İnsan yaşamını kurtarmak için yatırım yapmayanlar, propaganda araçlarına, yazılan kitaplara ve insan ruhunu bozucu, özünden saptırıcı tüm araç ve kaynaklara para pul esirgemiyorlar.
ANLAMAK AYDINLANMAKTIR
ANLAMAMAK KARANLIK
DOĞRU BAKAMAZ ANLAYIŞI YAMULTULAN İNSAN
ANLAYIŞ YAMULMASI, YANLIŞA KÖTÜ KÖRÜNE İNANMAYI, GİDEREK YANLIŞA TAPINMAYI BERABERİNDE GETİRİYOR.
GENEL OLARAK ANLAYIŞ EĞRİLİĞİNE MARUZ KALAN İNSANIN ARTIK HER ŞEYE BAKIŞINDA BU EĞRİLİK YER ALIYOR.
Geçip gidene dair ne düşünüyorsa, gelmekte olana dair ne düşünüyorsa, bir yanı eğri oluyor fikirlerinin. Kanlı kapitalizm bir avuç insanın elinde, milyonlarca insana yaşadığı tüm acıların sıkıntıların “kendilerinin suçu” olduğunu dayatıyor.
Antik çağ mitolojisinde tanrılar yukarıda oturuyor, insanlar aşağıda… İnsanlar doğuştan suçlu… Bu dünyada çektikleri her acı, cezalandırılmalarıydı onların. Bu gün yukarda olanlarla aşağıda olanlar arasındaki ilişki aynı düzeydedir.
Anlama yeteneği dumura uğramış kitleler için, aşk, dostluk, sadakat sağlıklı değildir.
Başına gelen her belayı, hastane kapısında içeri alınmadan ölmeyi, yoksulluğu, haksızlığı; ülkede her yıl binlerce insanın ölmesini, altyapısız gettolarda sel sularının gecekonduları sürüklemesini, kötü kaderin bir parçası sayar.
Dededen toruna, her günü aynı yaşanan, hatta zaman içinde her günü daha büyük zorluklarla geçen sayısız ömrün orta yerinde, ömürden eksilterek giden her gün, kazanılmış zaman gibidir. Zaman bir an önce geçsin istenir. Sıkıntı ve azaptır yaşam. Gelecek gün ise gidenden farklı olmayacağı önceden bilinen bir yeni sıkıntı ve ıstırap tüneli.
Gideni ve gelmekte olanı, kendine göre yorumlar ve kabullenir.

“Annelerin ninnilerinden
Spikerin okuduğu habere kadar,
Yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
Anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
Anlamak gideni ve gelmekte olanı.”  diyor NAZIM

Anlamak için her noktada yalanı açığa çıkartmak, çözmek gerekiyor. Bir defa çözdün mü, dikiş söküğü gibi gerisi geliyor. Bir defa çözdün mü, insanoğluna yaşamı haram kılan berbat düzeni, artık bütün yalnızların içinde yalnız olmayan tek insan sen oluyorsun. Bütün kalabalıkların en yalnızı sen. Artık değişiyor gözlerin
sevgin başkalaşıyor, aşkın, dostluğun; değişiyorsun. Sürüden ayrılıyorsun; kurtlar yolunda hazır ve nazır bekliyor. Peşin peşin suçlusun. İnsan olmanın faturası ağırdır. Tanrıların öyküsü, mitolojide, kurallardan sapan, sürüden kopan insanı lanetliyordu tanrılar ve öç alıyorlardı ondan.

”Anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
Anlamak gideni ve gelmekte olanı.”

Kapitalist ideolojinin egemenliğini meşru ve sürekli kılmak için toplumların mevcut olan anlayışlarını değiştirerek kendi anlayışını empoze etmesi olmazsa olmaz, yaşamsal bir öneme sahiptir onun için. Toplumlarda var olan her tür anlayış, işgale uğrar ve değişim geçirir. Farkında olmadan arkadaşlık, dostluk, adalet, hak, özgürlük, insan olmak, mutluluk, vatan sevgisi, aile kavramları değişir. Daha önceden var olan güzellik iyilik anlayışları yok olur. İdeoloji, kendi tanımını koyar. Ortaya çıkan yeni anlayış başını kapatıp bacağına dar kot giyen kadınları veya barlarda kendini kaybetmiş eski solcuyu da üretiyor. Zaten her insanda var olan değerler ve farklı anlayışlar, doğal etkiler karşısında farklı değişikliklere uğrayan taşlara kayalara benziyor. Aydın granit katılığında doğruyu aydınlatmaya, devam ediyor. Aydının bu aydınlatma ve kurulmuş tezgâha çomak sokma eylemi, tarihsel bir eylem olarak, egemen ideolojilerin işine gelmiyor. Karşı çıkanları yok etmek için hapishaneler. Hücreler, işkence evleri yapıyor. Cellatlar ve katiller üretiyor, muhalifleri katlettiriyor.

Anlayış farkları anlamayı güçleştiriyor.
Kapitalist sistem anlayış farklarını körüklüyor. Beceremediği noktada, tanımları farklı sözcüklerle yaparak, anlayış farkları var gibi gösteriyor.

İNSAN ANLADIĞINI SEVİYOR
ANLAMADIĞINI SAYIYOR
ANLAMI ÜZERİNDE DÜŞÜNMENİN KİLİTLENDİĞİ ŞEY PUTTUR
PUTA TAPILIR

Put tabudur
Tabu anlaşılamaz, açıklanamaz
Putçu anlayışlar, dogmalara sığınır
Dogmalar, kendilerinin varlık sorunsalları hakkında düşünmeyi yasaklamıştır
Tabu anlaşılır olsa, tabu olmaz
İşte bu nedenle, yıkılmak kaçınılmaz olarak yazgısıdır putun, put olmayan, canlıdır ve yaşamaya devam eder.

Anlaşılmazlık yoluyla put üretiyorlar.
ANLAŞILMAZ SANAT EDEBİYAT DİL KULLANANLAR PUTLAŞIYOR
İNSANLIK KAÇ BİN VEYA KAÇ YÜZBİN YIL PUTA TAPTI
PUTLARDAN KORKTU VE ONLARI YÜCELTTİ
İNSAN YAKIN DURANI SEVİYOR
UZAK DURANI SAYIYOR
İLKEL İNSANIN MİTLERİ VAR
ÇAĞDAŞ DENİLEN İNSAN İÇİN MİT SÖZCÜKLERLE YARATILAN HER ŞEYDİR,AMA SADECE SÖZCÜKLERLE YARATILAN DEĞERLER..İLKEL TOPLUM MİTİNİN YARATTIĞI HAYYULAYI BU GÜN EGEMEN İDEOLOJİLER YARATIYOR. (CEMİL MERİÇ, UMRANDAN UYGARLIĞA bu konuda ayrıntılı bilgi verir)

DUYGULARI YAMULMUŞ KALABALIKLARIN,DUYGULARA DAİR KURDUĞU HER TÜR İLİŞKİ DUMURA UĞRUYOR.İLETİŞİM KAZASI,YANILMA YENİLGİ DERKEN GEÇMİŞİ HAYAL KIRIKLIKLARIYLA DOLU İNSANLAR TOPLULUĞU,KİŞİSEL MUTSUZLUKLAR İÇİNDE ÇIRPINMAKTAN BAŞKALARINI GÖREMEZ OLUYOR.
BAŞKALARINI YARASINA İLAÇ OLARAK GÖRÜYOR.
YALNIZLIĞINI DAĞITACAK BİRİ OLARAK GÖRÜYOR.
CİNSEL DUYGULARININ TATMİN ARACI OLARAK GÖRÜYOR.
GEÇMİŞİNİ UNUTTURACAK BİRİ OLARAK GÖRÜYOR.
SUÇLULUK DUYGULARINI SİLECEK KADAR MASUM BİRİ OLARAK GÖRÜYOR.

(ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

Yalnız Bir Opera / Murathan Mungan)

KÜLTÜR DÜZEYİNİN BÜYÜKLÜĞÜNE BAKIP, KÜLTÜRLENECEĞİ BİRİ OLARAK GÖRÜYOR.
LÜKS İÇİNDE BİR HAYAT YAŞATACAK BİRİ OLARAK GÖRÜYOR.
KARŞISINDAKİNİ ANLAMASI GEREKMİYOR.
KARŞISINDAKİNİN ONU ANLAMASI GEREKİYOR.

AKŞAMA KADAR AĞRI ÇEKEN, CANI YANAN KENDİNDEN NASIL ÇIKIP DA DIŞARIYA BAKSIN
BU NE KADAR ZOR
SONUÇTA HERKES BİRBİRİNE; ARKADAŞ ARKADAŞA,SEVGİLİ SEVGİLİYE,ÇOCUK AİLEYE,ÖĞRENCİ ÖĞRETMENE AYNI ŞEYİ SÖYLÜYOR
BENİ ANLAMIYORSUN!
BENİ KİMSE ANLAMIYOR!

KENDİSİ BAŞKALARINI ANLAMAYA ÇALIŞIYOR MU? ANLAMAYA ÇALIŞMAK GELİŞMEK OLUYOR,KENDİNDEN DIŞARIYA ÇIKMAK BAŞKALARINA GİTMEK OLUYOR..SEVGİ İÇİN EN GEREKLİ ŞEY…

İLETİŞİM KAVRAMI AYNI ZAMANDA KENDİ KENDİMİZLE KURDUĞUMUZ BAĞLARI DA KAPSAR. GÜN BOYU SÜREN İÇ KONUŞMALAR, HESAPLAR, KİTAPLAR, YARGILAMALAR, HATTA KENDİMİZE GÜLMEK İLETİŞİM OLGUSU DÂHİLİNDEKİ HALLERİMİZDİR. BU ANLAMDA DA KİŞİNİN KENDİNİ ANLAMASI, AÇIKLAMASI, ÇÖZÜMLEMESİ, HATTA NE İSTEDİĞİNİ BİLMESİ İÇİN DE SAĞLIKLI BİR BİLİNÇ GEREKİYOR. MUTSUZLUK, KENDİMİZE YETMEDİĞİMİZ, KENDİMİZE HESAP VEREMEDİĞİMİZ, KENDİMİZİ SUÇLADIĞIMIZ YERDİR… BUNALTIR.

BAZAN KENDİMİZİ ANLAMIYORUZ
KENDİMİZLE VE BAŞKALARIYLA BAĞLARIN KOPTUĞU NOKTA KORKU NOKTASIDIR.
KORKULARLA YÖNETİYORLAR BİZİ.
ENGİZİSYONLAR DA KORKU İÇİN KURULDU.
İNSAN OLARAK, O KADAR ÇOK KORKULARIMIZ VAR Kİ. ÖLÜM KORKUSU, HASTALIK KORKUSU, İŞSİZLİK KORKUSU, TERKEDİLMEK KORKUSU. KORKU EN HASSAS YERİMİZ. İSTEDİKLERİ AN BİZİ KORKU BOMBARDIMANINA TUTABİLİYORLAR. KUŞ GRİBİ GELİYOR! ÇARESİ YOK! İKİ GÜNDE MİLYONLARCA İNSAN KORKUSUYLA CEBELLETİRİLİYOR. İKİ GÜNDE PANİK PATLIYOR. PANİK DÜŞÜNMEMEKTİR. İNSAN DÜŞÜNÜR.

5-İNSANDAN İNSANA TOPLUMDAN TOPLUMA DEĞİŞEN KAVRAMLAR

“İyi ve kötü kavramları ulustan ulusa dönemden ve döneme o kadar çok değişiyor ki, genellikle birbiriyle tümden çelişir duruma geliyor Engels. Anti dühring s.113
diyor Engels. Yalnızca iyi kötü kavramları değil pek çok kavram kişilere, zamana ve toplumlara göre değişen renklerdedir. Ancak bu değerler her noktada, binlerce yıllık bir tarihsel birikimin sonucunda, o anki içerik ve biçimini almıştır. Her toplum ve bireyin aşkı, evliliği, ahlakı, kültürü, binlerce yıllık insanlık deneyimi içinde ve dünya ile bağlantılı olarak gelişmiş ve şimdiki halini almıştır. Kültürler ve onlara bağlı olarak biçimlenen anlayışlar geçmiş zamanlardan bu yana evrimler ve devrimler yaşamışlardır. İnsanlığın kültür mirasının insani ve doğal gelişimi her dönemde egemen ideolojiler tarafından bozulmaya çalışılmıştır. Başlangıçtan bu yana süren kavgalarla doğru değerler, yani insandan yana olan değerler Prometheus’un ateşi gibi bu zamana taşınmıştır.

«Tam gelişimini faşizmde bulan emperyalist felsefe, merkezi kategorisi olarak, paradoksal bir şekilde 'yaşam' denilen ama yaşama karşı olan her türlü ilkenin bir bileşimi olan bir anlayışı kabul eder. Bu yaşam anlayışı, insan yaşamına, insan ruhuna, binlerce yıllık insani evriminin doğurduğu değerlere karşı bir savaş ilânıdır».
G. Lukacs, Avrupa Gerçekçiliği, İstanbul, 1977

İşte bu çetin savaşta, yok edilmesi gereken en önemli unsur; idrak, yani anlama yetisidir. Anlama yetisi yok olunca, insanlar önce birbirini anlayamaz. Birbirini anlamayan kitleler, gruplar, aileler, dinler, milliyetler, ezilenler babil kulesi efsanesindeki kalabalıktan daha beter bir hal alır. Duyarlılığı körelmeyen insanın dilini kessen birbirini yine anlayacaktır. Duyarlılığı köreltilen insan birbirini yer. Birbirini yerken, mutsuz, yalnız ve çaresizdir; kendini de yer. Çünkü aşkı aşk değildir, sevgisi yalan ve riyadır, dostları aldatıcı ve haindir, karısı kocası bencil ve duyarsızdır. Hep birilerinin kendisini, anlamasını, sevmesini isteyen bir güruhtur. Artık istediğin gibi otlatabilirsin. Ona istediği biçimi verirler. Bir bakarsın binlerce insan çeneden sakal bırakmış. Bir bakarsın binlerce kadın aynı tipe benziyor. Artık “evet” demez konuşurken,”yes” der; vedalaşırken “bay bay” der artık. Ona istediğin kişiyi sevdirirsin. İstediğin yazarı okutur, şarkıyı dinletirsin.

Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesini yazdığı zaman, sistemli olarak insanın idrakini kaldırmayı bilmiyordu istibdat. Abdülhamit, nam-ı diğer Kızıl Sultan, kendi kategorisi içerisinde oldukça kültürlü bir hükümdardı, Boş zamanlarında marangozluk yapardı. Dişini kendisi çekecek denli huyluydu. ”Yıldız”, ”burun” gibi sözcükleri yazılı basında yasaklayacak denli alıngandı.33 yılda 11 idam olayı, çok öldürmediğini gösteriyor. Ancak nem kapması, huylanması, geçmişinden ve sülalesinde yaşanmış onca azl ve kardeş katli sonucunda ruhuna ekilmiş olmalıydı. Öldürmüyordu ama her köşeye diktiği hafiyeleriyle, insanları paranoyak bir hale sokmuştu. Öldürmüyordu ama öd patlatıyordu. Namık, Hürriyet kasidesinde şöyle seslenir:

Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten

Zulm ile işkence ile hürriyeti ortadan kaldırmak mümkün değil
eğer kendi gücün yetiyorsa, çalış, insan oğlunun anlama yetisini, idrakini ortadan kaldır.

Tekelci kapitalizm ve zamanımızda globalist işgal, idraka saldırmaktadır.

SÜRÜ KORKTUĞUNA SAYGI DUYAR
ANLAMADIĞINA TAPAR

6-NARSİST TÜKETİM TAPINAKLARI

Mitolojide Narsizm:
Mitolojiye göre, dünya üzerinde birçok tanrı bulunmaktaydı. Bunlar çeşitli doğa olaylarından ya da canlı-cansız varlıkların kontrolünden, davranışlarından sorumluydular. İnanışa göre bu tanrılar insan şeklindeydi ve insanlarla ilişki içine de girerlerdi.
Size narsisizm sözcüğünün köken aldığı narkissos’un mitolojik öyküsünü aktaracağız. Kendine aşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür.
Olimpos dağında oturan tanrılar bu duruma çok kızarlar ve Narkissosu cezalandırmaya karar verirler. Gene günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, ayni Ekho gibi Narkissos ta günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.
İşte narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile hak etmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarını anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarının zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hâkim olamaz, saldırganlaşır, çöker hatta ağır psikotik tablolara girerler.
http://www.yunanmitolojisi.net/mitolojide-narsizm

Çoğumuzun üç aşağı beş yukarı bildiği Narsizm sözcüğünün kökenini ve anlamını bir kez daha gördük. Emperyalizm, mitolojiden kopya çekiyor olmalı. Mitolojideki marjinal tiğlerden oluşan kitleler yaratmak için her yolu deniyor. ”başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişiler” başkalarına hiç acımadan, yalnızca kendisine çizilen hayale ulaşmaya çalışan birer canavardır.. “Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler.” ulaşmak içinse programlanmış robotlar gibi her yolu denerler. Hastane kuyruğuna girmeden, tanıdık personel aracılığıyla en öne geçtiğini gururlanarak, övünerek,”torpilimiz vardı” diye anlatan kaç insan gördünüz? “Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile hak etmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler.” Hayatın her alanında bir yarış haline gelmiş kitleler bu toplumun her kesiminde var. Sorun tam da burada başlıyor, empati dedikleri, her şeye kendi merkezinden bakmak, bir hastalık gibi yayılırken, ortada ne dostluk kalıyor ne aşk ne evlilik.” Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarını anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir.” “Gideni ve gelmekte olanı”
Emperyalizmin körelttiği duyargalarıyla gören böcekleştirilmiş kitleler üzerlerindeki kayayı bilmeden, o kayanın altını dünya sanan beyinleriyle, bencilliğin, uyuşmazlığın ve narsizmin bataklığında yüzüyor. Daha önce de belirtildiği gibi, narsist robotlar kalabalığını yaratmanın yolu, öncelikle adına eğitim denilen tezgâhlardan geçmektir. Farkında olmadan, aynı tezgâhtan geçerek, yetiştirilmiş uzmanlar veya öğreticiler, çocukların kafasına, şovenliği, sekülerizmi, birilerinin bir gün kullanabileceği ne varsa onu sıkarlar. Çoklu zekâ kuramlarını, miadı dolmuş, kalite yönetimi, kalite çemberi gibi, şeyleri sıkarlar. Onların sıktığı yetmez, TV kanalları, gazeteler, bireyleri egemen ideolojinin istediği türden bomba sağanaklarına tutar.

Bir gazete haberi

Amerikalı üniversite öğrencileri narsist
ABD'de yapılan bir çalışma, üniversite öğrencilerinin kendilerinden önceki kuşaklara oranla çok daha narsist ve benmerkezci olduğunu ortaya koydu.

San Diego Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jean Twenge başkanlığındaki 4 psikolog tarafından 1982-2006 yılları arasında ülke genelindeki 16 bin üniversite öğrencisi üzerinde yapılan çalışma, öğrencilerin 24 yıl içinde yaşadıkları değişimi gözler önüne serdi. Araştırmacılar, narsizmin kişilerarası ilişkiler ve ABD toplumu için zararlı olabileceği kaygısını dile getiriyor.
Araştırma kapsamında öğrencilerin, ''Eğer dünyayı ben yönetseydim dünya daha iyi bir yer olurdu'', ''Özel bir insan olduğumu düşünüyorum'', ''Yaşamımı istediğim biçimde geçirebilirim'' gibi ifadelere verdikleri yanıtlar değerlendiriliyor.
Bu alanda bugüne dek yapılmış en kapsamlı araştırma olan çalışmada, öğrencilerin bu sorulara ''evet'' olarak verdikleri yanıtların, 1982 yılındaki yanıtlara göre dikkat çekecek biçimde yükseldiği belirtiliyor.
2006 yılında öğrencilerin 3'te 2'si ortalamanın üzerinde ''narsist'' çıkarken, bu oranın 1982 yılının sonuçlarından yüzde 30 daha fazla olduğunun altı çiziliyor.
Çalışmada, narsist gençlerin kısa süreli, bağlılığın önemli olmadığı ve duygusallıktan uzak romantik ilişkiler yaşadıkları ve aşırı kontrolcü, sahte ya da şiddete dayalı davranışlar sergiledikleri kaydediliyor.
Ayrıca, narsistlerin empati kurmakta zorlandıkları, eleştiri kabul edemedikleri ve başkalarına yardım etmektense kendilerini ön plana çıkarmayı tercih etme eğiliminde oldukları belirtiliyor.

Zaman gazeresi 28 Şubat 2007, Çarşamba

“Makineler yaşamı kolaylaştırmada insanın uzantısı, eli ayağı olurken, giderek “bilgisayarın hard diski beynin uzantısı,” oluyor… Asıl amaç, kaçınılmaz olarak insanı makinelerin uzantısı, aklı bilgisayar hard diskinin uzantısı yapmak oluyor. Narsizm ve benzeri sakatlıklarsa bu dönüşümü sağlayacak olan bulaşıcı hastalıklardır
'NARSİSİZM KÜLTÜRÜ'

Narsisizm, tüketim toplumu ve bireyleşme sürecindeki tıkanma
Kapitalizm tüketimi körükleyip, arzuları yönlendirirken teknolojiden yararlanıyor. Ama bu yine de makine kırıcı olmamızı, teknolojiyi bütünüyle reddetmemizi gerektirmiyor; çünkü makinelerden, teknik nesnelerden bireyleşme sürecinde de yararlanıyoruz

HALİL TURHANLI (
Christopher Lasch geç 20'nci yüzyılın tüketim toplumunun hayli karamsar bir bakışla Freudcu bir analizini ve eleştirisini yaptığı ünlü kitabı Narsisizm Kültürü'nde, narsisizmi terapi çağının yaygın ve şifasız hastalığı olarak tanımlamıştı.
Eleştirileri esas olarak 1970'lerin Amerika’sına yönelmişti, ama bu eleştiriler pek çok bakımdan bütün Batı toplumları açısından geçerli sayılabilecek savlar içeriyordu. Gerçekten, 70'lerin sonlarında başkaldırının yerini tüketim arzusu, kariyer hırsı almıştı ve Lasch tam da bunu eleştiriyordu. (C. Lasch, Narsisizm Kültürü, çev. S. Öztürk Ü. H. Yolsal, Bilim ve Sanat, 2006)
Herkes herkesle savaşta!
Ona göre tüketim toplumunu karakterize eden 'narsisizm kültürü'ydü. Narsisizm kültüründe insanlar olabildiğince bencilmiş, içlerine kapanmış, kamusal hayat yok olmuştu. İnsanlar kapandıkları evlerinden, özel alanlarından sadece birbirleriyle yarışmak, rekabet etmek için çıkıyorlardı. Aralarındaki başlıca ilişki biçimi buydu. Herkes herkese karşı kıyasıya savaşıyor, herkes sadece kendini mutlu kılmaya çalışıyordu. Ama hiç kimse soru sormuyordu, eleştiri ortadan kalkmıştı. Siyasetten uzaklaşan, kamusal alandan geri çekilen insanlar bir gösterinin edilgen izleyicileri haline gelmişlerdi. Kendilerini doğrudan ilgilendiren pek çok konuda söz almaktan kaçınıyor, umutsuzluğa ve kayıtsızlığa gömülüyorlardı. Muhalefet etmenin, muhalif olmanın boşunalığı düşüncesi giderek yaygınlaşıyordu.
Narsisizm kültürünün belirleyici özelliklerinden biri de herkesin zararsız meşguliyetler bulması, toplumsal olaylardan uzak tutacak hobiler edinmesi, sağlığın ve kişisel gelişimin kolektif bir saplantı haline gelmiş olmasıydı. Sabahları hiç ihmal edilmeyen o hafif koşular... İnsanlar sanki yakın geçmişten olabildiğince uzaklaşmak için koşuyorlardı. Sağlıklı, huzurlu, güvenlikli bir hayat için öncelikle çalkantılı, kaotik 60'larla aralarına mesafe koymak istiyorlardı. Lasch'in işaret ettiği gibi o yılların ayırt edici özelliklerinden biri 'tarihsel zaman duygusunun tükenmesi'dir. (Lasch, s. 24)
Lasch, I979 yılında yayımlanan ve bestseller olan kitabında medyanın, reklamların retoriğinin narsisistik fantezileri kışkırttığını, bu tür fanteziler sayesinde ortalama insanların kendilerini popüler kültür yıldızlarıyla, şöhretlerle özdeşleştirdiklerini de belirtiyordu.
Dahası, reklamlar tüketimi kışkırtmakla kalmıyor, tüketimi başkaldırının alternatifi olarak gösteriyorlardı.
Bunalım ve umutsuzluk
Lasch, gerçekte modern Batı toplumlarının yaşamakta oldukları siyasi bunalımın, bu bunalımın yol açtığı umutsuzluğun altını çiziyordu. Bir zamanlar karanlığı aşan, pek çok soruya cevap verebilen liberalizmin bu yeni bunalıma çözüm bulamadığını belirtiyordu. Liberalizm bu kez acze düşmüştü.
Tüketim toplumunun eleştirisinde narsisizm kavramına başvuran bir diğer düşünür Bernard Stiegler ise bu kavrama hayli farklı bir anlam yüklüyor. O insanda başlangıçtan beri temel (primordial) bir narsisizmin bulunduğu, fakat tüketim toplumunun bu temel narsisizmi yıktığı kanısında. (*)
Stiegler'e göre narsisizm, başkalarını sevebilmenin, dolayısıyla da toplumsal dayanışmanın önkoşulu. 'Biz' diyebilmek için öncelikle 'ben' demek gerekiyor. Narsisizm 'biz'i mümkün kılıyor, tikellerden oluşan çoğulluğu kuruyor.
Bu anlamda narsisizm insanın kendini olduğu kadar başkalarını da sevme kapasitesini, ben'den başlayan ve başkalarına uzanan sevgiyi ifade ediyor.
Görüldüğü üzere, Stiegler narsisizme olumlu bir anlam ve içerik yüklüyor. Tüketim toplumundaki bencilliğin, içe kapanmanın kamusal hayattan çekilmenin nedenini narsisizmin yayılmasında değil; tam aksine, yok olmasında görüyor. Modern dünyadaki şiddeti, iletişimsizliği, sevgisizliği, insanlar arasındaki karşılıklı güvensizliği narsisizmin yok olmasına bağlıyor. Onun açısından narsisizm sadece bireysel değil, aynı zamanda kolektif tarihsel bir yara.
'Ruhun politikası'
'Ruhun endüstriyel politikasını yürüten Ars Industrialis adlı bir hareketin de öncülerinden olan Stiegler'e göre 'hiper endüstriyel kapitalizm ‘de pazarlama teknikleriyle gerçekte hiç ihtiyaç duymadığımız bazı metalar bizlere sanki onlar olmaksızın yaşayamazmışız, onlar olmazsa hayat da olmazmış gibi sunuluyor. Yapay ihtiyaçlar yaratılıyor, yapay alışkanlıklar oluşturuluyor. Sistematik sömürü için bu bağımlılığın oluşturulması, arzunun nesnelere doğru yönlendirilmesi son derece önemli.
Stiegler, tüketim toplumunda arzunun tam anlamıyla ele geçirildiği, libidonal enerjinin bütünüyle metalara yönlendirildiği görüşünde. İnsanlar tüketim yaptıkça insani özelliklerini yitirerek tükeniyorlar.
Stiegler'in düşüncesinde narsisizm, bireyleşme (individuation) ile birlikte ele alındığında anlaşılabilecek bir kavram. Bireyleşme kavramına Erik Erikson'dan Jung'a, başka düşünürlerde de rastlıyoruz; ancak Stiegler'de bu kavram da farklı bir anlam kazanıyor ve ondaki bu farklı bireyleşme kavramının gelişmesinde, Gestalt psikolojisini, enformasyon teorisini, topoloji modellerini sentezleyen ve bireyleşmeyi toplumsal, biyolojik, psikolojik sistemler içinde ele alan Gilbert Simondon'un düşüncelerinin büyük etkisi var.
Gilbert Simondon bireyleşmeyi hiç bitmeyen ontolojik bir süreç olarak kabul ediyor; ayrıca, bireyleşmeye hem tekil birey düzeyinde, hem de kolektif düzeyde yaklaşıyordu. Dahası, 1950'lerin sonlarında bireyleşmenin salt insanların biyolojik evrimiyle değil, makinelerin ve diğer teknik nesnelerin biyolojik evrimiyle de bağlantılı olduğunu öne sürmüş ve sibernetikten etkilenerek, biyolojik evrime çok benzeyen bir değişim geçiren yeni teknik objelerin ortaya çıktığını savunmuştu.
Tıkanan bireyleşme
Stiegler de bireyleşmeyi sürekli işleyen bir süreç, tamamlanmayan bir oluş olarak ele alıyor. Ona göre insanın bir tözü, hatta sabit bir kimliği yok. Bireyleşmeyi hiç bitmeyen bir süreç, bireyi ise bir varlık değil, bir oluş olarak tanımlamak insanın yeni başlangıçlar yapma kapasitesine sahip olduğunu kabul etmek anlamına geliyor. Ancak modern kapitalist toplumda bireyleşme süreci tıkanmış bulunmakta, işlememektedir. Narsisizmin yok olması da bu sürecin tıkanmasıyla bağlantılıdır.
Stiegler yine Simondon'u izleyerek bazı teknik objelerin de bir tür biyolojik evrim geçirdiklerini, kendilerini değişen koşullara uyarlayabildiklerini belirtiyor ve 'makinelerin dramatik hayatı'ndan söz ediyor.
Kapitalizm tüketimi körükler, arzuları yönlendirirken teknolojiden yararlanıyor. Ama bu yine de makine kırıcı olmamızı, teknolojiyi bütünüyle reddetmemizi gerektirmiyor; çünkü makinelerden, teknik nesnelerden bireyleşme sürecinde de yararlanıyoruz. Örneğin eskiden kalem, dün daktilo, bugün bilgisayar elimizin bir uzantısı işlevini gördüler, görüyorlar. Kendimizi ifade etmede, deneyimlerimizi kaydetmede yararlanıyoruz onlardan. Dahası, bilgisayarın hard diski beynin uzantısı olarak da işlev görüyor. Aletler bedenin uzantıları, birer protez gibiler. İnsan bedeninin eksikliklerini tamamlıyorlar.

(*) - B. Stiegler,'in 'Spirit, Capitalism and Superego' (Ruh, Kapitalizm ve Süperego) ve 'The Disaffected Individual' (Sevgisi Azalmış Birey) başlıklı yazıları için bkz. www.arsindustrialis.org.

Halil Turhanlı: Açık Radyo programcısı, yazar
http://www.radikal.com.tr/arama.php? ara=1&y=1&edi=HALİL%20TURHANLI

Kahvelerde oyun oynayan ve giderek bunun bağımlısı olan insanlar için, oyun bir sığınma alanıdır. Oyun oynarken yaşamındaki tüm mutsuzluk nedenlerini, borcunu derdini unutur. Metropol insanının içine kapatıldığı yalnızlığının dışına bakabileceği, her şeyi unutabileceği pencere ise TV penceresidir. Bu aynı zamanda onun zamanından bir tür kazanımdır. Çıkıp bir yere gitmesi gerekmez. MAÇLARI bir ayin izler gibi izleyen insanlar giderek tipik ritüek davranışları göstermeye başlar. DİKKATİNİ DAĞITAN HER ŞEYİ KIRIP FÖKMEYE BAŞLARKEN, Aslında kendi takımıyla bütünleşmiş, pek çok insandan biridir. O TV kumandasıyla hareket ederken TV karşısında kendisi, kumandalı bir alet gibidir.
TÜKETİM ÇAĞINDA, bireyin tipik davranışı hızla tüketmek vb. tükettiği şey daha tükenmeden başka bir mala yönelmesidir. Tüketim yapmak mutluluktur onun için. Zamanımızın en büyük putu paradır ve milyonlarca insan akşama kadar ona tapınır. Tüketici için ise, tüketim merkezleri tapınaktan başka bir şey değildir. bu tapınma işlemi ise, mabetlerde yapılan tüm tapınma işlemleri gibi, topluluklar halinde yapılır.
bu nedenle tüketim tapınakları insanların orada kalmalarına, zamanı unutmalarına uygun olarak inşa ve dizayn edilmiş durumdadır.
Almanya Berlin kentindeki sony center örneği, semavi dinlerin mabetlerindeki gibi kubbe tavanlı devasa alış veriş merkezlerinde, tüketici müminleri (!) dışarıya göndermemek için, sinemadan havuz kıyısı zevkine kadar her şey vardır.
Emperyalizm insanlığın binlerce yıl önceden hafızasına işlenmiş simgeleri bile kendi amaçları için kullanır.
7-TELEVİZYON İMPARATORLUĞU

Emperyalizm kendi iletişimini yok ettiği, dilini ve anlama kapasitesini değiştirdiği kitlelere kendi ürettiği dili öğretip, o dille kendi istediği iletişimi kuruyor

Uluslararası Emperyalizm, küresel imparatorluğunu kurabilmek için yarı sömürge ve sömürge haline getirdiği ülkelerde, yerli yandaşlarıyla birlikte, düşünmeyen, sorgulamayan, hazır tüketen ve zevkleri ve değerleri ortak, robotlaşmış yığınlar oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu yığının bireyleri öncelikle duyarsızlaştırılmalıdır ve bir robot mekanikliği içinde kendinden istenildiği gibi davranmalıdır yaşamı, dünyayı asla sorgulamamalı, kendi dışındakilerin sorunlarına, dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmalıdır. Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile, yüzeysel bakmalıdır. Neyi tüketmesi isteniyorsa, çılgınca onu tüketmelidir emperyalizmin bu küresel hedefinde, bu insan sürülerini yetiştirmek için araçları televizyon ve diğer medya Oganlarıdır. Düğmesine basınca, evde, iş yerinde, kahvede etkisini hemen gösteren eğlenceli büyü onun içinde, her an hazırdır.
Beyinsizleştirmek için tüketen, tüketirken beyinsizleştiren bir araçtır televizyon. Ve onları yönetenlerse emperyalizmin yerli uşaklarıdır.

İnsanları kendi istemleri dışında, fark ettirmeden değiştirip yönlendiriyorlar. Analizi yapılmış toplumda seçiyor, alıyor, yerine başka bir değeri koyuyorlar. Bu eylemin adı: manipülasyon. Bir eğlence aracı olarak görülen televizyon, öncelikle bireyleri kendisine tiryaki yapıyor. Daha sonra da beyin yıkıyor.
Birbirinin evine misafirliğe giden insanlar bile, artık kendi aralarında, gayet insani sohbetlerini bile yapamıyor. Artık yalnızca birlikte televizyon izleniliyor. Misafirlik, kavramı artık misafirlik niteliğini kaybetmiştir. İletişim birbiriyle değil televizyonla kuruluyor.

Okuma belirli bir emeğe çabaya ve isteğe bağlı olarak yapılan kişiyi geliştirici bir davranıştır. Okuyan insan, insanın yaptığı her eylemde olduğu tarzda, belirli bir yoğunlaşma ile sözcükleri, birbirine anlamlarıyla bağlayarak cümlelerin anlamına nüfuz eder. TV ise sayfalarca anlatılan bir olayı, çok daha kısa bir sürede, görüntülerle anlatır. Anlamak için kendimizi bu görüntülere bırakmamız yeterlidir. Çoğu zaman sözcükler yoktur zaten. Bir kitapta olduğu kadar, derinlemesine düşünce ve olaylara dalmamıza gerek ve olanak yoktur. Bir yandan izlerken, bir yandan da hızla geçen görüntüler düşünmemize olanak tanımaz.  En azından bu olanağı vermez. Sadece bize sunulan şeyi tüketiriz.
Her türden program belirli ve olabildiğince geniş bir kitleyi hedeflediği için, aynı anda profesörün de okul yüzü görmemişin de izlemesi, ama bizim gibi cehalet boyutu yüksek ülkelerde, daha çok cahil kesimlerin izlemesi dikkate alınarak hazırlandığından fazlaca derinlik taşımaz. Televizyon tarafından kaydedilen bir gelişmeyle gelişmiş bir toplum hali hazırda var olmamıştır. İmajlar, dikkat çeken görüntüler, konunun özünden çok daha önemlidir…

Televizyon kanallarının da kapitalist sistemde birer şirket olduğunu ve yaptığı her şeyi kar amacıyla yaptığını peşinen kabul edersek, öncelikle var olan kalabalıkları kendilerine bağlamak, bağımlı kılmak hedefleridir. Bu nedenle, kafa yorucu, düşünmeye zırlayıcı hiçbir şey yayınlamazlar. Çoğu zaman reklam bombardımanlarının gürültüsü eşliğinde gelen diziler, izleyici toplayamadıkları için, yarıda bırakılır. Sunucularına, yapımcılarına olağanüstü sıfatlar vererek imajlarını sürekli yüksek tutmaya çalışırlar. İki paralık bir insana HENGİRMEN, milyonların sevgilisi vb. adlar takarak lanse etmeye çalışırlar sürekli. Birkaç saniyede bir geçen görüntü bombardımanında insanlar sersem edilir. Ama asla kişisel gelişimde işe yarayan bilgi bulamazsınız. HATTA ÇOĞU YERDE CİDDİ HABERLERİN AYRINTISINA GİRİLMEZKEN, BİRBİRİNİ ALDATAN ARTİST SEVGİLİLER, YAKALANMA ANI, türünden toplum ahlakını olumsuz yönde etkileyecek haberler, ciddi habermiş gibi lanse edilir. Televizyonun hipnotize ettiği kalabalıklar ise, kendi sorunlarını unutup, kocası tarafından boynuzlanan kalburüstü kadına üzülmeye başlarlar. Dinsel, ulusal konuşlardaki haberlerse, abartılarak, kitleler tahrik edilerek, özel efektlerle verilir.
Belirli bir konuda insanların dikkati bir süre tutulup, ansızın başka bir konuya ya da görüntüye atlanılır. Sürekli tutmak için her tür numara yapılır izleyiciyi TV karşısında…
Reklamlar en rahatsızlık veren programlardır. Asıl işi, bir şeyleri tüketmek ve tükettirmek olan TV LER ikide bir reklamlara girerek an hiç aklınızda olmayan deterjan markasını an hiç düşünmek istemediğimiz falanca bankayı zorla gündemimize sokarlar; hem de filmin en heyecanlı yerinde, tam da bu kadar merak etmişken kahramanın ne yapacağını, kız için bu kadar üzülmüşken tam da. O noktada üzülme, merak ve heyecan duygularımızın orta yerine diş macunu veya araba lastiği görüntüleri zorla sokulur. Bu durumdan nefret etmemiz bile, ilgimizin çekilmesini engelleyemez, hatta sağlar.
İnsanlar gerçek yaşamda var olan eğlencelerden soğutulur. Düğünler artık eğlence misyonunu kırsal kesimde de tümüyle kaybetmiştir nerdeyse. Sohbetler ortadan kaldırılmıştır. İnsanlar birbirine misafirliğe gidince bile, karşılıklı çaylarını yudumlarken, birbirine dair, bir sohbete bırakmazlar kendilerini. Size “nasılsın” derken veya “iyilik işte iş güç uğraşıyoruz” derken bile gözlerinin TV de olduğunu kaç defa görmüş ve içerlemişsinizdir.
Bağımlı TV izleyicisinin artık gerçek yaşamdan çok sanal bir yaşamı oluşmuştur bile ayrımına varmadan. Aynı evde baba, ana, çocuklar arasında, kanal kavgaları oldukça yaygındır. Ekonomisi birazcık düzgün olanlar, ayrı ayrı TV’ler alarak, ayrı ayrı odalara kapanmışlar ve birbirinden izole olmuşlardır. Sürekli çoğalan milyonlarca boşanma olayının, aileden kopuk büyüyen ve bunun sorunlarını hayat boyu yaşayacak olan çocukların bu durumuna nedenler çoktur ama bu nedenlerden çok önemli birisi de işte bu iletişim kopukluğunda TV’nin etkisidir.
Sanal yaşam bağımlıları, günlük yaşamlarının diğer kısmındaki sohbetlerinde bile TV dizilerini konuşur hale gelmiştir artık
O kadar öyle ki, onların sevdikleri şarkılar ve şarkıcılar, ”işte 1 numara “ diye sunulur onlara; onlar seçmez. Güzel kadın, yakışıklı erkek nasıl bir şeydir? Bu sorunun cevabı kişilerin kendileri tarafından değil TV tarafından verilir.
Öylesine ki, emperyalizm, geri kalmış ülkelere sürekli kendi kültürünü yayan filmler satar. ABD kanlı diktatörlüğünün askerlerini sürekli olarak kahraman olarak tanıtır dünya halklarına. Öyle ki, günlük yaşamında hiç silah görmeyen çocuklar ve büyükler, her gece evlerinde TV’lerini açıp mutlaka silahları görürler. Bu durumda bunları anlatmayan gazeteler, bunlara araç olanlar ve sesi soluğu kesilmiş emir kulu yetkililerin durumu, tek sözle, rezalettir.
Toplumsal olayları anlatan haber
lerde, olaya karışanların neden karıştığı söylenmez. Adını bilmediğimiz gruplar vardır, bunlar neyi savunuyor. Hizbullah neyi savunuyor, FALANCA ÜLKEDEKİ GERİLLALAR NE ADINA SAVAŞIYOR, bunu söyleseler bile iki kelimeyi geçmez. ama silahlar bombalar kan dehşet görüntüleri, sadist bir iştahla gösterilir. TV iç savaşların hazırlayıcısı gibi çalışıyor. TV cinselliği de sonuna kadar kullanır. Devlet işlerinden çok artistlerin bacakları ön plana geçer çoğu zaman. Ülkenin geleceğine dair haberlerin sayısı daha azaltılır. Ve kitle sadece hipnotize olmanın aymazlığı içinde, gelen tehlikeyi değil, sahadaki golü tartışır.
Haberlerin önem sırasını birileri belirler. Ülke ile ilgili önemli bir haber
i hem kısa hem geri sıralara koyarken, bir artistin kocasını nasıl aldattığının görüntülerini daha uzun ve ön planda verebilir. Bunun örnekleri çoktur. Katilleri ve soyguncuları masum, masumları ise suçlu gibi gösterebilirler. Sonuçta zaten haberlerin hızlı akışı sırasında önemliler önemsizleştirilebilir, önemsizlerse önem kazanabilir. Haber niteliği taşımayan ve kimseyi ilgilendirmeyen basit ve kişisel olaylar, insanların gündemini gaspedebilir. Akşam yemeklerinde, moralimiz kaç kez tecavüze uğramıştır haber adı altında.

Emperyalizme güdümlü çalışan onca kanal sonuç olarak aklı uyuşmuş, beyni ve algıları dumura uğramış kalabalıklar yaratır. İletişimi birbirinden kopuk, başkaları kavramını tanımayan, anlama yeteneği güdükleşmiş kalabalıklar

. Tuhaf bir karışım taşır dizi filmler. O ülkede, o izleyicinin oturmak bir yana hayalini bile görmediği evler, arabalar, güzel kadınlar, yakışıklı erkekler vardır. Müthiş akıcı aşklar yaşanır, olmadık sürprizler gerçekleşir. Çağdaş uygar kültürlü insanlardır ama silahları vardır. Çağdaş uygardırlar ama modaya uygun olarak aşiret mensubudurlar. Kültürlü okumuşturlar ama kan davaları vardır. Bu tür dizilerde tarihsel olaylar sonuna kadar kullanılır. Menderesin idam edilişi veya Atatürk’ün bir aşkı da yakınlarından geçer olayların. Başka bir gezegende gibidir her şey, ne işsizlik vardır ne açlık. Giderek yaşı kırkı geçmiş esnaf da sakalını dizideki adam gibi kestirip keçisakalı yapar veya evdeki kadın saçını o tarzda boyatır.
Olağanüstü kahramanlar ve onların olağan dışı başarılarının gösterildiği çizgi filmler…
Kahramanların tüm kötüleri öldürdüğü, çizgi filmler…
Aslında herkesin ÖLDÜRMECE oynadığı, herkesin birbirini acımasızca öldürdüğü çizgi filmler. Bu filmlerde sürekli öldürenler öncelikle sevimli oluyor. Katillerin kahraman olduğu öldürmenin gerekli ve normal olduğu çizgi filmler çocukları TV’ye tutsak etmekle kalmayıp, onların körpe dimağlarına şiddetin tohumlarını ekmektedir. Geleceğin katillerine, silahı ve öldürmeyi makul bir oyuncak gibi sunan bu filmler sömürge yönetimleri tarafından en küçük bir eleştiriye bile uğramaz.
Çocuklar emperyalist kültür odakları için, çok önemlidir. Geleceğin büyüklerini, tam istedikleri ölçütlerde, ailelerin, eğitimcilerin, devlet yetkililerinin gözü önünde istediği gibi yetiştirirler. Yalnızca TV değil, bilgisayar oyunları da birer öldürme oyunundan başka bir şey değildir. Potansiyel katil psikolojisini, eğlence adı altında beyinlere şırınga eder emperyalist kültür. Burada oluşturulan atmosfer, sağlıklı anlama, kavrama yani düşünme olgularını ortadan kaldırmaktadır. Burada öldürme oyunu eğlencedir, oyundur. Giderek çocuklar sokakta oyun oynamayı bırakır. Artık arkadaşlık kavramı da buna göre patolojik bir biçim almak zorundadır.
Bu kadarla kalınmaz. Sömürgeleşmiş ama sömürgeleştiğinin farkında olmayan ülke insanları, çocuklarını gönderdikleri okullarda kendi dillerinden kat kat fazla bir ders saati İngilizce okutulmasını bir gereklilik ve hatta zorunluluk sayarken, kendi dillerini bilmeyen öğrenciler yetiştirilmektedir. Bu süreç içinde, bütün okullarda bilgisayar laboratuvarlarında ise, dersi boş olan öğrenciler, basit bir yazı proğramını bilmezken, ya oyun oynarlar ya da chat yaparlar. Beyinsizleştirme operasyonuna uygun bir yapılanmadır bu.
Yarışma programlarından reklamlara kadar TV artık insan beyninin yamulması için yapılmış bir araçtır.
Asıl amaç tüketime yöneliktir. Hazır eğlencedir TV ancak, insanların özdeşleşeceği tiplere reklam yaptırtılır. Dizi filmlerdeki ünlü kahramanı makarna satarken görebiliriz. Ya da saygısızca filmin en güzel yerinde sanal reklam uygulaması adı altında bize deterjan tanıtımı yapılır.TV de esas yapılmaya çalışılan öncelikle herkesin kendisiyle özdeşleşebileceği karakterler üretmek ve tüketmektir.

ASIL AŞAĞILIK OLAN AKŞAM HABERLERİNDE ŞEHİT CENAZELERİ GÖSTERİLİP HEMEN ARKASINDAN KOCASINI KARISINI ALDATAN SÖZÜMONA ARTİSTLERİN FUHUŞ GÖRÜNTÜLERİNİ İNSANLARA İZLETTİRMEKTİR.
ASIL SAYGISIZLIK
ASIL İHANET BUDUR

http://www.tilahan.net/seyirdefteri/default.asp?action=readTopic&catId=1...

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...