Mart’ın 10 Kızıl Karanfili (ve anımsattıkları)[*]
geleceği inkâr etmektir.”[1]
geleceği inkâr etmektir.”[1]
Güneş, hava, su ve toprağın sunduğu yaşamsal güzellikler başta olmak üzere, bazı insanların gösterdikleri insan üstü davranışlar, tanrıya atfedilen özelliklerle aynı değeri taşır Alevilikte.
Her insanda doğuştan mevcut olan üst kişilik karakteri, ilerleyen yaşlarda maddi varlıklar ve içgüdüsel egoist duygulara yenik düşmesi neticesinde, tanrı insan karakterine sahip kişiliği bulmak genelde imkansızlaşmaktadır.
Savaş eski bir suçtur.
Sözün kendisini tükettiği yerde vahşetin yol yöntemlerini giyinerek konuşmanın kana bulayan cinayet işleyen cinnet geçirerek dünyayı, insanları tanınmaz hale getiren boyutudur.
Farklılıklar, ideolojik zıtlaşmalar çıkar ve işgal amaçlarının aç gözlülüğün, hükmetme baskı altına alarak değiştirip ilkel yada modern köleleştirmenin dışında hiç bir şeye hizmet etmeyen, demokrasi, özgürlük, insanca yaşamanın önündeki bütün engellerin ana mayası ve sebebidir savaşlar.
Suçtur savaş...
Suçludur Savaşın Rüzgarına Kapılanlar
Telefonum çaldı. Rıza abi arıyordu. “Bir şebeke buldum. Benim oğlanı adrese teslim ettiler. Anlayacağın çok sağlamlar. Kontörüm bitmek üzere, Pasaport Vapur İskelesi’nin oradayım, gel.”
O heyecanla otobüse bindim. Konak’ta indim. Oradan da Pasaport Vapur İskelesi’ne kadar yürüdüm. Rıza abi bir tabureye oturmuş, keyifle çayını yudumluyordu. Beni görünce, garsona el etti. Bir çay işareti yaptı. Boş bir tabureyi ayağıyla altıma itti. Oturdum. Çaydan sonra, bir iş hanının üçüncü katına asansörle çıktık. Bölmelere ayrılmış bir büroya girdik. Selamlaştık.
1980 cuntasından sonra Türkiye Cumhuriyeti olanca gücüyle Almanya’ya yoğunlaşmıştı. Hele hele Türkiye Cumhuriyeti, Bonn kentinde uzun yıllar (10 yıl) büyükelçilik yaptıktan sonra cuntanın Dışişleri Bakanı olan Halefoğlu döneminde – Bonn’daki her kurumun içini dışını bilen o şahıs döneminde – her tanıdığım kurumda Vahit Halefoğlu’nun arkasında bıraktığı izler vardı.
Birçok siyasi ve diplomatik nedenlerden ötürü Mizgîn’in yayıncısının sadece Kürt Enstitüsü olmasını istememiştim ve farklı bir ortak yayıncı arayışına girmiştim.
Biz hep öyle olduk, bizden öyle olmamız istendi. Acıların bir kene gibi varlığına gömülmesine müsaade edenler olduk. O kenenin varlığımızı an be an yemesinin, tüketmesinin acısını yaşayarak geçirdik bir hayatı.
Eybe (ayıptır), şerme (utanılacak bir durum), ev naye nıvisandın (bu yazılmaz) dı temel kodex (ahlaki kurallar), bu kodexin bedeli olarak varlığımızı bir yaşam boyu dayanılmaz acılara mahkum ederek…..
düşlerini dinle.”[2]
Bazı insanlar vardır, su gibidirler. Duru, sade, iddiasız…
Tumturaklı değildirler. Patırtıcı, hiç…
İkide bir ne kadar kahraman, ne kadar vaz geçilmez olduklarını anlatmazlar size. Hatta hiç anlatmazlar.
İçeride yattıklarının, gördükleri işkencenin hesap pusulasını olur olmaz koymazlar önünüze.
“Ben bu kadar çektim, şeflik bana düşer” cümlesini bir kez olsun telaffuz etmemişler, akıllarından dahi geçirmemişlerdir hayatları boyunca…
1915’den itibaren, kolektif katliamlardan ve kitlesel sürgünlerden oluşan planlı ve sistemli bir politika Türkiye Ermenilerinin yok olmasıyla sonuçlandı.
Sayın Başkan,
Saygıdeğer mahkemenizin Ermeni Soykırımı üzerine bir oturum düzenleyeceğini ilgiyle öğrendim.
Adalete aşık insanlar, hele ki benim gibi Türkiye kökenliyseler, bu sorun karşısında kayıtsız kalamazlar. Bu nedenledir ki izninizle birkaç düşünceyi dikkatinize sunmak istiyorum:
ONUN ÖNEMİ
YAŞAMI
PARİS SÜRGÜN(LÜĞ)Ü
ÖZELLİĞİ
SİNEMACILIĞI
YAZARLIĞI
AŞK(LAR)I
DEVRİMCİ KOMÜNİST
DEDİKLERİNDEN
HAKKINDA DENİLENLER
UZAKTAKİ “YAKIN(LAR)I”
‘SÜRÜ’YÜ SARSTI, ‘DUVAR’I AŞTI, İNSAN(LIK)A ‘UMUT’ AŞILADI!
İnsanlıktan, tanrıya bağlılık ve kutsal dinlere inançtan bahseden toplulukların büyük bir çoğunluğu, kendi icadı olan terör gibi bir beladan kurtulmayı beceremiyorsa, o toplum ve devletlerin insanlıkla alakası kalmamış demektir.