Üşüyen Ağustos güneşi…
“Hafif acılar konuşabilir; ama derin acılar dilsizdir. ”
Bir insan ne zaman ölür? Şüphesiz, onu hatırlayan son insan öldüğünde! Ve sizi en son hatırlayacak insanın ölmesine daha çok var…
“Hafif acılar konuşabilir; ama derin acılar dilsizdir. ”
Bir insan ne zaman ölür? Şüphesiz, onu hatırlayan son insan öldüğünde! Ve sizi en son hatırlayacak insanın ölmesine daha çok var…
Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.
Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.
Bir gün dernek basıldı. Gözaltına alındı, sorgusundan sonra da tutuklandı. Buca Cezaevi’nde mahpus yattı. Çıktıktan sonra birkaç yoldaşıyla birlikte Meriç’ten Yunanistan’a geçmiş, oradan da Lavrion Kampı’na…
Neuchatel Kantonuna bağlı La Chaux de Fonds'da dağların arasında küçük kasabada kalıyorlardı. Arabayı bir apartmanın önüne park edip, asansörle beşinci kata çıktık. Kapıyı küçük bir kız çocuğu açtı, Tatlı, şirin mi şirin. Bir ceylan yavrusu kadar ürkekçe bakıp kaçmakla kalmak arasında bocaladı.
“Baba kim bu?” diye sordu.
“Unuttun mu kızım Hacı amcan. Hani ben gidip ta Almanyalardan alıp eski evimize getirmiştim ya.” dedi.
“Hatırladım, hatırladım, o amca bu mu?” dedi sevinerek. Ellerini açarak boynuma sarılmak istedi. Ben gözlerimi üzerine dikince:
Dersim’e dair fotoğraflar, resimlerle oldukça duyarlı bir kitap. Yazarın duyarlılığı dizelere yansımış. Dersim’i anlatımdaki karelerden tanır gibi oluyor insan. Yaklaşıyor ona ve dokunuyor... Gitmeli ve görmeli Balaban Deresi’ni ve tüm diğer nehirleri, dağları ve çiçeklerini... Munzur’dan su içmeli, kadim zamanlardan bu yana adanan kurbanlardan tatmalı... Böylesi bir istekle mutlaka sözcüğü kafanızda devinip duruyor. Dersim’in tarihsel çığlığı daha da tanıdık oluyor.