Otobüs/ Yavuz Aközel

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Ağustos’un son günleriydi, İzmir ve çevresi gerçekten cehennemi bir sıcaklıkla kavruluyor. Bırakın bu güneşin alnında yürümeyi gölgede dahi otururken su gibi ter akıyor her yanımdan. Bölesine bir öğlen’in azgın sıcağında biz yaşlılar için bırakın yürümeyi sokağa çıkmak bile riziko sayılır. Sağlık durumum çok da ahım-şahım olmamasına karşın evde pinekleyecek cinsten kişiliğim yok. Sokağı, caddeleri, doğayı, insanları, kedileri, köpekleri yani dünyamızdaki bu uğultulu kutsal hengâmeyi dolu dolu yaşamak istiyorum. Bir kadın yürüyor yol boyu bu kahredici öğlen sıcağını umursamadan üç yaşlarında sarı saçlarını özenle tarayıp atkuyruğu yaptığı çocuğunun elinden tutmuş da! Çocuk sevinçli, çocuk ip atlar gibi sekerek hoplayıp-zıplıyor. Kamburu çıkmış, ağarmış saçı-sakalı birbirine karışmış ve güneşin adeta pişirip de yaktığı iskeleti çıkmış adam camekânlı el arabasında boyoz ve simit satmak için bir portakal ağacının gölgesine sığınmış.

Yol boyu arabalar gelip geçiyor, kadınlı-erkekli insanlar bisikletler, motorlar, seyyar satıcılar çocuk arabalı anneler, omuzuna boyacı sandığını asmış boyacılar,  tüm acı ve kederleri - çok az da olsa- sevinçleri yüklenmiş bir dünya gelip geçiyor. Adam kederlerinin sessizliğinde öylece sonsuzluğu gözler gibi, bir ağıtın gizemli vokalini dinler gibi tezgâhının yanı başına oturmuş ve bu resmigeçit yapan dünyaya dalmış, gitmiş.
       Otobüs durağı da öyle cehennemi bir sıcaklıkta kaynar kazan. Güneş tam tepeden vuruyor, gölgelik yok. Paslanmaz çelikten yapılma kanepeler öylesine sıcak ki otobüsü bekleyen yolcular ayakta durmayı tercih ediyorlar. Oturmak için elimle bu kanepeleri kontrol ediyorum, öylesine sıcak ki! Ben de diğerleri gibi otobüs’ü ayakta beklemeyi tercih ediyorum. Yaşlı bir adam bana anlamlı bakıp gülümsüyor,  “ Gerçekten çok sıcak, yakıcı sıcak ” diye adamın gülümsemesine yanıt veriyorum. Urla-İzmir(Fahrettin Altay )arası çalışan 725 no’lu belediye otobüsü neyse ki bu kez gecikme ve rötar yapmadan zamanında geldi. Yolcuların ezici çoğunluğu 65 yaş üstü yaşlılardan oluşuyor. Eskiden yolculuk yapan yaşlılar şimdiki kadar otobüse binip de gezmeye falan gitmeye fazla hevesli değildi, lüks bir şey sayılırdı. Ama şimdi durum değişik, belediye otobüslerinde, metroda yolculuk ücretsiz olunca evden dışarı çıkıp İzmir ve çevresini turlamak biz 65 yaşına ulaşmış emekliler için ‘ lüks’ olmaktan çıktı bir gereklilik oldu. Doğup büyüdüğümüz, yıllarca çalışıp emek verdiğimiz, katkılarda bulunduğumuz bu kenti gerçekten görüp tanımak maalesef bu beleş yasası çıktıktan sonra ancak olanaklı olabildi. Urla’dan Çeşme’ye, Karaburun’a, Aliağa’ya, Menemen’e hiç ücret ödemeden ulaşabiliyorsun. Birbirimizi ite-kaka otobüse binmeye çalışıyoruz. Biraz geç binersek ayakta kalacağız, Bu yolculuk süresince en az bir saat ayakta dikilmek anlamına geliyor! Neyse ki en arka kısımlarda bir yer bulup da oturdum. Otobüs anında tıka-basa doldu. Ayakta duran yolcular en arkaya kadar gelip ulaştı. İçerisi hamamdan da beter yine de oturacak bir yer bulabildiğim için halimden memnunum. Ayakta tam karşımda 20 yaşlarında bir genç duruyor. Eliyle otobüsün direğine tutunmuş yanı başında da 35 yaşlarında bir bayan ile yanında 12 yaşlarında -çocuğu olsa gerek- bir oğlan çocuğu oturuyor. Diğer oturanlar, ayakta duranlar tamamen yaşlı. 20 yaşlarındaki genç zaten esmer, güneşte de iyice yanınca tam bronz olmuş yani.  Boyu 170 civarında, saçlarını alabrosvari kestirmiş, üstünde bacaklarına iyice yapışmış kot pantolonu, Pantolonun arka cebinde de yarısı dışarıda kalmış cep telefonu, ayağında bezden bir sandalet, sırtında yarım kollu mavi bir tişört var. Kaslı ve zayıf, sırım gibi doğrusu yakışıklı da. Doğulu olduğu alnında yazılmış gibi kendini belli ediyor.  Urla merkezden hareket edip de İskeleye doğru yönelince 20 yaşlarındaki bu genç bir-iki kez yere tükürdü, kendi kendine de sinirli sinirli hareketler yapıp öfkeli gözlerle de bizi süzüyor! Yanımda oturan 65 yaşlarındaki beyle göz göze geliyoruz. Emekliymiş. Birçok işte çalışmış en son belediye yol işlerinden emekli olmuş, eline geçen para ayda 1200 lira! Ev henüz alamamış “artık bizden geçti, ev alamayız” diye dert yandı. Diyecek bir şey bulup da söyleyemedim, bir teselliye belki gereksinimi vardı ama o an aklıma hiçbir şey gelmedi, gelemezdi de! Çünkü gözümü gençten ayıramıyorum!  Genç aralıklarla yere tükürmeye ve kendi kendine söylenmeye devam ediyor. Karşı koltukta oturan bayanla göz göze geliyoruz. Çocuk tedirgin, korkulu gözlerle yere tüküren genci dikizliyor.
         İskeleyi geçip Kalabak istikametine yöneliyoruz, otobüsün kliması çalışıyormuş onun için pencereler sıkı sıkıya kapalı ama klimanın fazla bir yararı olmuyor gibi geldi bana, adeta boğuluyoruz. Eski Ada Hastanesine (diğer adı Kemik Hastanesi)ayrılan yolun biraz ilerisi halk plajı; İzmir’den, ordan-burdan gelen emekçiler, fakir ve orta tabaka insanları çoluk-çocuklarıyla plajı iyice doldurmuş. Kimi kendi usulünce iğreti çadır kurmuş,  kimileri yatak çarşafından korunak yapmış. Deniz dolu, yüzüyorlar. İmrenerek plajı gözlüyorum, otobüs giderek plajdan uzaklaşıyor ve biraz sonra gözden yitiyor,  Özene bezene yapılmış yazlık dublekslerin yanından geçip İzmir-Urla anayoluna çıkıyoruz. Genç yere tükürüyor. Diğer koltukta oturan yaşlılarla da göz göze geliyoruz. Ortaya konuşuyorum ‘ hava çok sıcak ‘diye.  Göz göze geldiğim diğer yaşlılar, yanımda oturan emekli ve 35 yaşlarındaki kadın yere tüküren gençten gözlerini ayırmayarak ‘ çok sıcak’ diye beni onaylıyorlar. Kalabak’ı geçip Zeytinalanı’na doğru ilerliyor otobüs yolun alt tarafı uçsuz bucaksız masmavi deniz, ta karşıda denizin bittiği yerde sırayla Karşıyaka, Çiğli, Aliağa, Menemen, Foça çevresi bir buhurdanlı gizemde hayal-meyal görüleşiyor. Yere tüküren genç’e kafayı takmamak için yanımdaki belediye emeklisi ile ordan-burdan, güncel olaylardan, partilerden falan konuşuyoruz. “ Yaşam biz emekliler için giderek daha da ağırlaşıyor “ diyor. “Sadece emekliler için değil tüm emekçiler için tüm Türkiye halkları için yaşam şartları giderek ağırlaşıyor! “ diye yanıt veriyorum. Otobüs Zeytinalanı’nı geçip Güzelbahçe’ye doğru dura-kalka devam ediyor,  inenler binenler oluyor,  bizim arka sıralarda değişen pozisyon yok, hepimiz yerlerimizdeyiz. Genç de aynı pozisyonda bir eliyle otobüs‘ün direğine tutunmuş diğer elini de ön cebine sokmuş ara-sıra tükürmeye ve anlayamadığım bir şeyler mırıldanmaya devam ediyor. (Kürtçe mırıldanıyor gibi geldi bana)  Denize girmeye elverişli yerlerde küme küme insanlar denize girip serinliyorlar. Hep aynı manzara: Çarşaflarla gölgelik yapılmış, kimileri güneş şemsiyesi getirip yere çakmış. Deniz çok temiz olmamasına karşın umarsızca günün tadını çıkarıyorlar.
“Cizre’de olaylar var, sıkıyönetim ilan edilmiş, çok ölen varmış. Barış bozuldu, savaş başladı, bunun sonu iyi görünmüyor ” diye içlendi yanımda oturan belediye emeklisi.  “Ordaki savaşın maliyeti de tabii ki bize bindirilecek !”
“ Şu otobüse bak hepimizi koyun sürüsü gibi üst üste bindirmişler, kan ter içinde kalmışız. Ahlayan, oflayan, arada da bir çocuk ağlaması! Bir de şu tüküren genç! ” diye ortaya konuştum. Genç kanlanmış iri gözleriyle parçalarcasına bana baktı ve üst üste iki kez yere tükürdü. Şimdi duydum sesini biraz daha yükselttiği için. O Kürtçe mırıldanıyordu. Artık ana-avrat dümdüz mü gidiyordu? Bize mi sövüyordu?  Yoksa başka birisiyle kavga etmiş de onu mu ta Urla’dan beri kalaylıyordu? Neyse burayı es geçelim! Benden cesaretlenen yanımdaki emekli, genç’e “ niye tükürüyorsun? Burası otobüs ve içerisi insan dolu. Bir daha tükürme” diye diklendi. Diğer yaşlılar, bayan ve çocuk hemen merakla genç’e gözlerini diktiler. Ben de doğrusu gözlerimi merakla genç’e dikip nasıl bir tepki vereceğini izlemeye başladım. Genç hiç istifini bozmadan iki kez daha yere tükürdükten sonra “ ben tükürürüm” dedi.
       Otobüs Güzelbahçe’ye giriş yaptı. Solda balıkhane var. Hemen yanında da Ümit Restorant, balık ağırlıklı. Tam da Balıkçı barınağının olduğu yerde. Şimdiden akşam hazırlıkları yapılıyor, üç-beş kişi de oturmuş bu sıcakta demleniyor. Pahalı bir yer ve emekçilerin, böyle 1200-1500 lira emekli maaşı ile geçinen emeklilerin yaşamları boyu gidemeyecekleri yerlerden biri. Az ilerde barakamsı bir yerde 6 liraya balık-ekmek satılıyor. Bu sıcakta ağzına kadar dolu, doğrusu oturacak yer yok! Karnımın acıktığını duyumsuyorum.
“Tükürülecek yerler vardır, ama bu emekçilerin, emeklilerin, gariban halkın tıka basa doluştuğu otobüse tükürmek? ”  Genç’in gözlerine baktım, onları benden kaçırdı. Yanımdaki emekli Narlıdere’de Atatürk Mahallesi’nde oturuyormuş.” Ablukadayız” dedi. ”Özel harekâtçılar, sivil polisler cirit atıyor. HDP’nin kalesi sayılır bizim oralar, sürekli kimlik kontrolü yapıyorlar, insanları taciz edip gözdağı vermeye çalışıyorlar.” Atatürk Mahallesi Narlıdere’nin üst kısmındaki tepelerde, denize kuşbakışı bakan ve benim için Narlıdere’nin en güzel bölgesi ama oralar gecekondu olduğu için kentsel dönüşüme alınmış, ilerde yıkılacak ve?
 “Benden kimliğimi sordu, sen kimsin ki benden kimlik soruyorsun? Diye diklendim! Sivil polis olduğunu söyledi! Sivil polis isen kimliğini çıkar da göster! diye yeniden diklendim. Sözün kısası biraz itişip kalkıştık, sözde beni götürecekmiş falan, araya başkaları girdi de adam çekip gitti. ”
Otobüs sırayla Pina, Kule, Uludağ, Şirincan, Floryalı, La Folie, Meba Restoranlarının önünden geçiyor. Akşam olduğunda buralar lüks arabalarla dolup taşar ve bu pahalı yerlerde durumu tıkırında olanlar yaşamın tadını çıkarırlar.
      İçimden benim de tükürmek geliyor. Otobüse bu gariban halka değil elbette ki. Akşam olduğunda buraları tıka-basa dolduran ve en pahalı şeyleri ha bre tıkınan ayrıcalıklı insanlara, böyle bir düzene, böyle bir adalete böyle bir... Yanımdaki emekliye dönüp Pina ve Uludağ’ı gösterip “Ben de tükürmek istiyorum” diyorum, gülüşüyoruz. Narlıdere’ye giriyor otobüs. Genç, eski belediyenin oradaki durakta inerken “Halka tükürme” diye laf atıyorum. Bana bakıp gülümsüyor ve “Ben tükürürüm” deyip iki elini cebine sokarak yukarıya, Atatürk Mahalle’sine doğru hızlı adımlarla uzaklaşıyor. Arkasından bakakalıyorum.  Nazımın bir şiiri aklıma geliyor, usulca mırıldanıyorum:
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi
Serçe gibisin kardeşim
serçenin telaşı içindesin,
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat,
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarsın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katıltıverirsin hemen
ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin
-demeğe de dilim varmıyor ama-
Kabahatin çoğu senin canım kardeşim.
 
Otobüs Fahrettin Altay’a diğer adıyla Üçkuyular’a ulaşıyor! Son durak! Otobüsten inip büfeden iki şişe soğuk su alıyorum birini kafaya dikip kana kana içiyorum, diğer şişeyi de başımdan aşağıya bocalıyorum, ferahlıyorum.
İlerde tavuk döner satan bir büfe var, 3 lira verip bol soğanlı, domatesli, marullu bir dürüm yaptırıp hemen oracıkta yiyorum. Bir su, bir su daha…
Sonra tutup defalarca tükürüyorum, tükürüyorum, tükürüyorum…
Elbette ki hepsi ayrı ayrı yerlerine ulaşıyor.
16.10.2015,Urla

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...