Parasız Eğitim Sistemine Gözaltı

İsmail Cömertoğlu kullanıcısının resmi
1994’te İskenderun EĞİTİMSEN Şube Başkanı’ydım. Liseli öğrenciler “parasız eğitim” için basın açıklaması yapmak için İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün önünde toplanmışlardı. Caddenin karşı tarafında EĞİTİMSEN Şube Başkanı olarak ben, İHD Şube Başkanı Sadullah Çağlar, iki avukat arkadaş ve birkaç terörle mücadele polisi birlikte sohbet ediyorduk.

Öğrenciler basın açıklaması yapmaya başladı. Etrafta onlarca polis müdahale etmeden izliyordu. Yanımdakilere “Bak ne güzel, öğrenciler açıklama yapıyor, polisler müdahale etmeden izliyor ve hiçbir taşkınlık olmuyor. Her zaman böyle olsa eylem yapanlar olay çıkarmazlar.” Dedim.
 Basın açıklamasından sonra öğrenciler topladıkları imzaları İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne vermek için merdivene yöneldikleri sırada birden polisler saldırıya geçti. Önüne geleni coplamaya başladı. Aşırı güç kullanarak, çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden herkesi copluyor, yerlerde sürüklüyorlardı. Tanımadığım biri kamera ile kayıt yapıyordu. Kadınları yerde sürükleyen polisleri göstererek:
“Bunları da çekin, lütfen!” dedim.
Savaş meydanına dönen alan polislerin aşırı güç kullanması sonucu kısa sürede boşaldı.
O dönem, ben öğleden sonra derse giriyordum. Görev saatim yaklaşmıştı, mecburen okula gittim. Ders bitiminde ise her zamanki gibi sendikaya gittim. Orada bulunan 5 arkadaşımla sohbet etmeye başladık. Enflasyon, pahalılık, parasız, çağdaş, laik ve demokratik eğitim üzerine fikir jimnastiği yapıyorduk. Saat 7 gibiydi kapı çalındı ve daha biz kapıyı açmadan,  içeriye beş altı polis paldır küldür daldı. Hemen şubede bulunan “parasız, çağdaş, demokratik eğitimle” ilgili pankartlara göz attılar. Yanımıza gelerek: “Hanginiz İsmail Cömertoğlu?” diye sordu bir polis. Kendimi tanıttım. Öğrencilerin bu pankartları kullandıklarını iddia etti. O pankartların sendikaya ait olduğunu, hiçbir yerde kullanılmadığını, hatta üzerinde bir parmak toz olduğunu belirttim.  Polisler parmaklarıyla incelediler ve sonunda ikna oldular. Gerçekten pankartlar aşırı derecede tozlanmışlardı. Buna rağmen polislerden biri:
 “Bizimle emniyete geleceksin.” dedi bana.
Beni alıp emniyete götürdüler. Emniyette rutin işlemlerin ardından bir hücreye attılar. O sıralar sivil toplum kurumlarının “İnsan Hakları Haftası”yla ilgili çalışmaları vardı. STK’larda benim kayda değer bir ağırlığım vardı. Kısmen bir baskı ve sindirme hareketi bekliyorduk zaten. Öğrencilerin bu eylemi de üzerine tuz biber ekmişti. EĞİTİMSEN Başkanı olarak benim öğrencileri azmettirdiğimi düşünüyorlardı. Tabii ki ben parasız eğitime karşı olmadığımı; bu anlamda birçok yazılı ve sözlü demecim olduğunu, bir eylem yapmak istersem sendika üyeleriyle birlikte daha kapsamlı bir eylem düzenleyeceğimi belirterek öğrenci eylemiyle bir ilgim olmadığını belirttim.
İlk defa hücreye atılıyordum. Bir metre genişliğinde betondan bir bank vardı. Aralık ayının dondurucu soğukluğu bu bankın üzerine kadar işlemişti. Üstelik ne battaniye ne yiyecek ne de içecek bir şey verdiler. Isınmak için ellerimi ovuştururken, yan hücreden sanki İHD Başkanı Sadullah Bey’in sesini duyar gibi oldum. Emin olmak için:
 “Sadullah Abi sen de mi buradasın?” diye seslendim.
“Evet, evet ben ve öğrenci Eylem Güden’le buradayız.” diye yanıt verdi.
Birden çoğaldım. Moralim yerine gelir gibi oldu. “Sadullah Abi bir türkü söyle ya da bir şiir oku.” diye seslendim bu kez.
Sadullah Abi “Gündoğdu Marşı”nı söylemeye başladı. Ben de katıldım ona. Marş bitince bu kez Sadullah Abi “İsmail, şimdi şiir okuma sırası sende.” deyince, başladım Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Söyle Sevda İçinde Türkümüzü’ şiirini okumaya.
“Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olamaz
Yaşamak bu kadar güzelken
İnsanlar dallarla bulutlarla bir
Aynı mavilikten geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken.”
Art arda başka şiirler de okudum. Böylece hücrenin buz gibi havasını fazla hissetmeden zor da olsa sabahı eyledik.
Sabah olunca üçümüzü doktor muayenesine götürdüler. Polisler, doktorun yanında hazır bulundukları için, doktor bizi doğru dürüst muayene etmeden sağlam raporu düzenledi. Zaten üçümüze de fiziki işkence yapılmamıştı. Doktor muayenesinden sonra fişlenmek üzere bizi sicil bürosuna götürdüler. Orada fotoğraflarımız çekildi, parmak izlerimiz alındı. Orada görevli bir polis:
 “Öğretmen olmuşsun, devletten maaş alıyorsun, halin vaktin yerinde, otur oturduğun yerde, sana ne parasız eğitimden!” dedi söylenerek. Bana fırsat doğmuştu.
 “Parasız eğitim herkesin hakkıdır. Bu haktan herkes eşit derecede yararlanmalıdır. Eğitim paralı olursa sizin çocuklarınız bile okuyamazlar. Aslında ben sizin çocuklarınızın haklarını da koruyorum.” dedim ona. Sustu.
Birkaç polis, bizi oradan alıp emniyete götürdü, tekrar hücreye koydular. Normalinde bizi savcılığa götürmeleri gerekiyordu, ama öyle olmadı. Nasıl olsa doktordan sağlam raporu almışlardı. Korkuları kalmamıştı, rahatlıkla işkence yapabilirlerdi. Beni sorguya aldılar.
“Kirli savaş nedir? Kim kiminle savaşıyor? Terör örgütüyle barış mı olur? Parasız eğitim nedir? Niye öğrencileri eylem yapmaya azmettirdin?” –Bu kavramları birçok kere demeçlerimde kullanmıştım.- Benim kendimi ifade etmeme fırsat vermeden sövüp vurmaya başladılar. Yüzüm gözüm kan içinde kalmış, morarmıştı. İşkence izleri bariz olduğu için bizleri akşam sekize kadar beklettikten sonra savcılığa çıkardılar. Karanlık olmasına, aralık ayının ayazına rağmen yüzlerce öğretmen arkadaş ve demokrat insanlar orada bizi bekliyorlardı. Ben, bizi götüren polislere:
 “Bakın,” dedim. “Ben eylem yapacak olsam bu insanlarla yaparım.”
 “Haklısın…” dediler.
Savcılıkta, her türlü savaşa ve herkes için parasız, eşit, çağdaş, laik, demokratik eğitimi savunduğumu; bu konuda birçok yazılı ve sözlü basın açıklaması yaptığımı, ama öğrenci eylemiyle hiçbir ilgim olmadığını söyledim ve serbest bırakıldım. Ne yazık ki görev başında olmama rağmen bir hafta boyunca İskenderun TV kanalında kaymakamlık tarafından ‘Terörist Öğretmen’ diye yayın yapılarak hedef gösterildim. Beni en çok üzen de bu durum karşısında etkili bir tepki göstermemem ve etkili tepki göstermeyen o zamanın STK'ları oldu.
İsmail Cömertoğlu 2020 Tapkıran Köyü

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

11/04/2024 - 21:48
10/20/2024 - 22:24
09/11/2024 - 23:09
08/11/2024 - 20:19
08/09/2024 - 14:03

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...