
Artık kâbusunu bile seviyordu gecenin, günün aydınlığına ve arkadaş seslerinin sokaklardaki kalabalığına yeğliyordu.
Bir de, her sabah yastığındaki ıslaklığı annesinden saklamayı, diğer yastıkların ıslaklığını görünce terk etmişti.
Köylülere dışkı yedirildiği, satırlarla gün ortasında insanların doğrandığı zamanlarda, babasını da almışlardı beyaz renkli "Reno"ya bir akşamüstü. Azad henüz yoktu.
Haftalarca haber alınmamıştı babadan, neden sonra görkemini yitirmiş içi boş bir kesekâğıdı gibi fırlatmış atmışlardı evlerinin sokağına, aynı arabadan.
Bir gazetede kendisiyle birlikte içeri alınanların fotoğrafı çıkmıştı, ölüm kadar anlamsız bakan gözleriydi en çok dikkati çeken.
Uzunca süre ekmekten ve sudan kesildi, içine kapandı baba.
Yıllarca kimseyle konuşmadı bu yarı-feodal coğrafyada, zira her gözünün içine bakıldığında "erkek"liğine halel gelmiş olmasının "günahına" çarpıyordu.
Çok sonralarda yani hesap sormanın ve yaşanmış acıların muhataplarına yüründüğü zamanlarda kendine geldi ağır, ağır.
Konuştukça, tartıştıkça dirildi. Gördüğü işkencelerden dolayı kendini suçlamayı bıraktı. Ve Azad bu süreçten sonra doğdu.
Küçücük dünyasına bu kederleri armağan edenlere diş biledi uzunca süre.
Sonra kaçtığı sokaklara, poşusuyla döndü.
Artık her panzerde, her haki kıyafette babasının o ölgün gözlerinin sorumlusunu buluyordu.
Artık parke taşlarını kırmanın ustası oluyordu.
Artık devletin katında bir terörist sayılıyordu.
Ve bir Newroz günü, O'nu bir sokak kenarında poşusu yana devrilmiş yatarken buldular arkadaşları.
Artık ne zeytin karası, ne de o karayı barındıran deniz görünüyordu kandan.
Acilen hastaneye kaldırıldı Azad, uzun süre yoğun bakımda kaldı.
Ne acı ki kurtarılamadı ve kâbuslarını bile sevdiği bir gecede, çocukluğuna ve parke taşlarına elveda etti.
Doktor, gelen Yakınlarına: “Azad buraya geldiğinde avucu sıkılıydı, açtığımızda bununla karşılaştık" diyerek, yakınlarına bir "kâğıt parçası" uzattı.
O "gazete parçası" özenle düzeltildiğinde, Azad'ın kederini ve isyanını besleyen miladın vesikası çıktı.
O gazete parçasında, ölüm kadar anlamsız bakan babanın yıllar önce çekilmiş fotoğrafı vardı.
Ve artık Azad, babasının ölüm kadar anlamsız baktığı fotoğraftan azat edilmişti.
Kış kadar soğuk bir duyguyla: “Biz teröristlere ağlamayız", "bu sözler ayrılığı körükler", biz onlara ağlamıyoruz, şimdi adam değil miyiz?" sözlerinin muhatabı Azad'dı ya da Azad'ın kaderini paylaşanlardı.
Bu öykü haşin ve sert gelebilir bazılarımıza, ama o acılı coğrafyada binlerce Azad'ın dünyasında böyle çokça öyküler var, biz duymak istemesek bile.