Değer yargısı ve aşk

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Şimdilerde televizyon dizilerinde, baldızına aşık olan enişteler veya eniştesine aşık olan kızlar konu ediliyor. Bu da midemi bulandırıyor. Bizim geleneklerimizde var mı böyle insanlık dışı ilişkiler? Bizler için enişte, abiden farksız ve de baldızlar küçük kız kardeşten farksız değil midir? Bu türden hikâyeler ailelerde kopukluklara ve güvensizliğe neden olmuyor mu? Böyle bir diziyi izleyen aileler ablasının evine kızlarını gönderebilirler mi? Her ne kadar istisnalar yaşansa da böyle dizilerin servis edilmesi etik bir durum mu?

Yaşanan istisnaların tekrarlanmaması için, buna karşı çıkmak gerekmez mi? İnsani duygular nasıl da değişiyor. Bunlara karşı gelmem eski kafalılıksa bunu seve seve kabul ediyorum. Yıllar önce şimdilerin çocuk saydığı, 15-16 yaşlarımda, yaşlı bir insanın eniştesiyle evlenmek zorunda kalmasını ve yaşadığı acıları büyük bir ilgiyle dinlemiştim. O hikâyede çok etkilenmiştim. En ince ayrıntısı dahi hâlâ aklımda…

Yıl 1915. Akdeniz bölgesinin güneyinde, yani K. Maraş'a ait ovalarda, birbirine yakın küçük küçük köyler. O köylerin birinde Fatma ve Ayşe adında iki kız kardeşler yaşamaktaydı. Ayşe henüz 14, Fatma ise 17 yaşında. İkisi de birbirinden güzel. Fatma, orta boylu, beyaz tenli, simsiyah saçları, kara kaşlı, kara gözlü dünyalar güzeli. Ayşe ise mavi gözlü, sarışın, uzun boylu. O da bakmaya kıyılamaz bir güzel. Ayşe ve Fatma'nın arasında her ne kadar üç yaş fark olsa da ikiz kardeşler gibiler. Ne yaparlarsa birlikte yaparlar, çok iyi anlaşırlardı. Ev işleri, bahçe işleri hep birlikte yapılırdı. Bir de 13 yaşında oğlan kardeşleri Ali vardı. O ise onların nazlısı. Onu yere göğe sığdıramazlardı. Ona yemekler hazırlamak giyindirip kuşandırmak en büyük zevkleriydi. Annelerinden çok kendileri Ali'yle ilgileniyorlardı. Köylerinde gezerken, mutlaka aralarına Ali'yi de alırlardı. Onun elinden tutar her yere onunla gidip gelirlerdi. Ailelerine adeta tapan iki kız kardeş anne ve babalarının bir dediklerini iki etmezlerdi. O yıllarda insan ilişkileri çok daha sıkı. Her ne kadar ulaşım zor olsa da, düğün ve cenaze gibi durumlarda köylüler birbirlerini yalnız bırakmazlardı. Köylerinde düğün olur. Ayşe ve Fatma düğüne hazırlanırlar. Önce Ali'yi giydirirler. Şöyle bir boyuna bakar: “Ooo çok yakışıklı oldu benim kardeşim” der Ayşe, Ali'nin yanağına bir öpücük kondurur. Ali artık büyümeye başlamıştır. "Ben düğüne yalnız gideceğim" der. Fatma, Ayşe'ye göz kırpar: "Tabi neden olmasın, sen büyüdün artık. Bizim elimizde tutup gidecek halin yok. Hadi bakalım sen git, biz de birazdan geliriz" der ve omuzuna şöyle bir vurur. Kardeşlerini gönderdikten sonra, kendileri hazırlıklara devam ederler. Sandıktan çıkardıkları bindallıları giyerler. Ayşe'nin bindallısı mavi, Fatma'nın ise Kırmızıdır. Elbiselerinin renklerine göre başlarına ipek eşarpları geçirir, alınlarına beşibiryerdeleri takarlar. Saçlarında birer tutam zülüf çıkarırlar. Anneleri, Hatice Hatun ve Babaları İsmail Efendi ise kızlarını hayranlıkla izlerler. Anne ve babalarının yanaklarına birer öpücük kondurup düğün yerine doğru yola koyulurlar. Düğün bir hayli kalabalıktır. Bir kenarda durup halay çekenleri izlerler. Az sonra düğün sahiplerinden bir genç kız gelir yanlarına, ellerinden tutup halaya katar. Bir coşkuyla oynamaya başlarlar. Fatma güzel halay çekerdi. Halaya götüren kız, Fatma'yı halayın başına kor. Fatma, Ayşe'yi bırakır mı hiç! Hemen onun elinden tutarak halayın başına geçer. Etrafta gençler pür dikkat kızları keserler. Ama bizim kızların kimselere baktığı yok. Halay devam ederken, davulcular makam değiştirir ve misafir karşılama havası ile kır bir atın üstünde oturan delikanlıyı karşılarlar. Önünden diz çöker ve büyük bahşişi kaparlar. Kızlar kendi aralarında fısıldaşmaya başlarlar, Fatma düğün sahibi olan kıza eğilerek: "Kim bu?" diye sorar. O da: "Karşı köyün zenginlerinden Kılıçların Ali" der. Ali atından iner. Davulculara bahşişini verir. Bir kalabalıkla, halay çeken kızların önünden geçer. Delikanlı öyle yakışıklı ki, kızların hepsi pür dikkat hayranlıkla ona bakarlar. Uzun boylu, buğday denli, yay gibi kaşları var, kirpikleri kaşlarını dövüyor sanki. Sırtında kırmızı sırmalı ceketi ve başında kırmızı bir fes. Bir ara Fatma'yla göz göze gelir, Fatma'nın yüreği yerinden çıkacakmış gibi olur. Belli belirsiz gülümser birbirlerine. O birkaç saniyelik bakış her ikisinde de büyük fırtınalar koparır. Kılıçların Ali geçer bir köşede diğer delikanlılarla oturur. Ama gözünü bir türlü Fatma'dan alamaz. Sık sık bakışırlar. Eve dönerken, Fatma Ayşe'ye anlatır hislerini. "O neydi öyle, kalbim yerinden çıkacaktı. Herhalde ben aşık oldum Ayşe" der. Ayşe ise buna sevinir ve ablasının yanağına bir öpücük kondurur. "Birbirinize çok yakışırsınız" der ve ablasına destek verir. Düğün biter, aradan birkaç gün geçmiştir. Fatma ve Ayşe bahçelerinde sebze toplamak için yola koyulurlar. Bahçeye geldiklerinde, ağaçların arkasındaki sarmaşıklar arasında bir hışırtı sesi gelir. Korkuyla o yöne doğru bakarlar. Hiçbir şey göremezler. Yerden taş alıp o yana doğru fırlatırlar. Bu arada Kılıçların Ali, kafasını tutarak çıkar sarmaşıkların arasında. Onu gören kızlar donup kalırlar. Birbirlerine bakıp gülümserler. Ali, el işaretiyle Fatma'yı yanına çağırır. Fatma biraz düşündükten sonra, Ayşe'ye bakar. Ayşe gülümseyerek başıyla, 'hadi git' dercesine işaret eder. Fatma, biraz utangaç, biraz mahcup şekilde o yana doğru gider. Ayşe ise korku içinde etrafı kollar. Ohh gelen giden yoktur. Bir süre sonra Ali yoluna gider Fatma da Alinin ona getirdiği bir kase bademli şeker ile Ayşe’nin yanına gelir. Ayşe merak içindedir. "Ne oldu?" diye sorar ablasına. Ablası heyecandan yanakları al al olmuş, gözlerinde tik oluşmuş ve hâlâ da devam etmektedir. Titreyen elini kalbinin üstüne koyar, sakinleştirmek istercesine. Bir taşın üstüne otururlar. Fatma o birkaç dakikayı anlatmakla bitiremez Ayşe'ye. Ali: “Ailenden isteteceğim seni” demiş giderken. Anasını babasını gönderecekmiş. Aralarında kısa sürede büyük bir aşk doğmuştu. Geceleri Fatma Ali’ye olan aşkını, duygularını anlatmayla bitiremiyordu, Ayşe’ye heyecanla. Nihayet nişanlandılar. Hazırlıklar yapıldı, muhteşem bir düğünle evlendiler. Ayşe bazen kardeşi Ali’yle ablasına ziyarete giderdi. O kadar mutlulardı ki, onların adına çok seviniyordu Ayşe. Fatma mutluluğunu gizlemiyor: “Ayşe ben cennetime kavuştum, inşallah sen de benim kadar mutlu olacak birini bulursun” diyordu. Aradan birkaç yıl geçti. Fatma bilinmez bir hastalığa yakalandı. Doktor doktor geziyorlardı ama bir çare bulunamadı. Her gün sararıp soluyor, kar gibi eriyordu. Ayşe ve annesi Hatice Hatun Fatma'nın başında bir an olsun ayrılmıyor, gizli gizli gözyaşı döküyorlardı, ama ellerinde de bir şey gelmiyordu. Bir sabah uyandıklarında Fatma'nın cansız bedeniyle karşılaştılar. Dünya başlarına yıkıldı birden. Kocası Ali kıyameti kopardı. Canından çok sevdiği kadın yoktu artık. Yaşamak istemiyordu. Belinden kamasını çekti, neredeyse canına kıyacaktı, etraftakiler zor zapt etti onu. Çaresiz de olsa bir süre sonra herkes kendi hayatına geri dönmek zorunda kaldı.

Ayşe, yaslara bürünmüş, karalar giymeye başlamıştı. Gözyaşları bir türlü kurumuyordu. Can yoldaşı, sırdaşı, arkadaşı, canı olan ablasını kaybetmişti. Anne ve babası ayrı perişandı. Kardeşleri Ali ne zaman yanlarına gelse o üzülmesin diye gözyaşlarını saklıyorlardı. Uzun bir süre elleri hiçbir işi yapmaya varmadı. Damdaki koyunların bakımını dahi komşular yapıyordu. Komşuların getirdikleri yemekleri yine onların ısrarlarıyla yiyebiliyorlardı. Zaman zaman enişteleri de onlara gelip gidiyordu. İsmail Efendi damadını teselli etmeye çalışıyor, dostça ellerini omzuna koyup, "hepimizin acısı aynı, metin olmalısın evladım" diye telkin ediyordu onu. Aradan bir yıl geçti. Ali'ye etrafından baskı yapanlar çoğalmıştı. “Ölenle ölünmüyor, yeniden evlenmelisin!” diyorlardı. Bir kadın: 'Kendine eş alacaksan Ayşe'yi al. Hem ondan daha iyisini mi bulacaksın” diyordu. Ali yine kayınpederinin evine gelip gitmeye devam ediyordu. Ayşe aklına takılmıştı. Çevrede öylesine güzel, öylesine becerikli ve zeki bir kız daha yoktu. Şöyle bir Ayşe'ye bakıp, 'Neden olmasın?' dedi kendi kendine. Kafasına koyduğunu yapan bir insandı. Bir şeyi yapacağım dediyse ne yapar eder, yapardı. Yine de cesaret edemedi kendi fikrini Ayşe'ye açıklamaya. Annesini babasını gönderdi, durumu anlatmak için. Ayşe sinir krizleri geçirdi duyunca. Şiddetle karşı çıktı. “Nasıl olur, o çok sevdiğim ablamın eşiyle, enişteyle mümkün değil, olmaz bu!” diye feryat etti. Anne ve babası da kızlarına destek oldular. “Olmaz böyle şey!” diye Ali’den gelen bu teklifi reddettiler. Ama Ali pes etmiyordu. Hemen hemen her gün atına atladığı gibi doğruca Ayşe’nin köyüne geliyordu. Birkaç kez Ayşe'nin yolunu kesti hatta. "Ne yapıp edip alacağım seni" diyordu. Ayşe ise: "Dünyada olmaz. Sen benim ablamın sevdiğisin, ben sana karı olamam" diyordu. “Eğer teklifimi kabul etmezsen evini basar seni zorla kaçırırım, kardeşine, annene ve babana kıyarım" diye tehditler yağdırıyordu. Son cümleleri Ayşe'nin bütün direncini kırmıştı. Annesi, babası ve kardeşi Ali onun için her şeyden daha değerliydi. Onların hayatını riske atamazdı. Çünkü Kılıçların Ali'yi biraz tanıyordu. Çok güçlü çevresi vardı. Dediğim dedik bir insandı. Çaresiz kabul etti onunla evlenmeyi. Ve evlendiler, Ayşe hep Ali’den uzak durdu. Ona asla bir eş gibi davranmadı. Bir defa olsun gidip yanına oturmadı. Zaman zaman acırdı haline. Çünkü o da "Beni ellere imrendiriyorsun. Bir defa gelip yanıma otursan ne var sanki" diyordu. Gidip oturmak istediğinde ablası geliyordu gözlerinin önüne hep. “Sen benim kocamın yanına nasıl oturursun, onu nasıl sevdiğimi bilmez misin?” diyordu. Zamanla Ali alkole sarıldı. Ayşe'yi de çok sevmişti ama karşılığını alamamıştı. Güç kullanmaya başlamıştı. Ayşe yediği dayaklara rağmen, çektiği işkencelere rağmen Ali'ye yâr olmamıştı, ama sekiz tane çocukları olmuştu.

Ali kendini alkole verdi ve alkol onu bitirmişti. Fazla yaşamadı. Genç yaşta beyin kanaması sonucu hayata veda etti. Ayşe de ruhen yaşlanmıştı. Öleceğini önceden biliyor gibiydi. Bir gün gelini: "Kayınbabamla kavuşmanıza az kaldı ana" dedi. Gelininin yüzüne acıyla baktı: "Onun orada karısı var. Onlar çoktan kavuştular, ben ise bu dünyada olduğu gibi o dünyada da yalnızım." dedi gözlerinden bir damla yaş süzülerek yanaklarına düştü.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...