Belki Ararsın/öykü/ Mevlüt Âsar

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Ne kadar yorgun görünüyorum! Bu altı morarmış, mavisi donuklaşmış gözler benim mi? Dudaklarım sonbahar yaprakları gibi. Vücudumun o eski diriliği ve canlılığından eser yok. Ah, Yaşlanıyorum. Ve ben hâlâ yapayalnızım. Sığınabileceğim, beni seven, sevgilim diyebileceğim bir erkek yok. Bernhard’dan ayrılalı sahibi ölmüş bir köpek yavrusundan farkım kalmadı.

Oysa ne çok sevmiştim onu. Üniversite de tanışıp birbirimizi sevmiştik. O, okulu bitirip Köln’de iyi bir iş bulunca, öğrenimi bırakıp onun peşine takılarak Berlin’den Köln’e gelmiştim. Onu çılgınca seviyordum, istese onunla dünyanın öbür ucuna giderdim. O zaman başım bulutlardaydı. Sevgiyi, aşkı önemsemeyen, kadın erkek ilişkisini cinselliğe indirgeyen arkadaşları anlamıyor, onları küçümsüyordum. Onlar da beni fazla romantik ve tutucu buluyorlardı. Yoksa onlar mı haklıydı? Çıkmalıyım, birahaneye gecikirsem patron yine rezillenir….
İşte yine akşam oldu, müşteriler yavaş yavaş gelmeye, alıştıkları masalara veya bardaki taburelere yerleşmeye başladılar. İlk müşteriler genellikle yalnız gelen erkekler olur. Günün yorgunluğunu atmak isteyen, iş yeri sahipleri, avukatlar, sigortacılar, bankacılar; yaşlı, orta yaşlı, gözlüklü, gözlüksüz, kravatlı, kravatsız, şişman, zayıf, onlarca adam. Çoğu kendine yabancılaşmış, para canlısı züppe. İçkilerini yavaş yavaş yudumlarlar ya birbirleriyle ya da benimle çene çalarlar. Hoşlanmadığım halde gevezeliklerine katlanırım. Hep işlerinden güçlerinden, kazandıkları paradan veya yaptıkları, yapacakları tatillerden bahsederler. İçkiyi biraz fazla kaçıranlar yılışarak benimle flört etmeye, beni birlikte çıkmaya ikna etmeye çalışırlar…Yine de seviyorum işimi, insanlarla olmak hoşuma gidiyor. Böylece kendimi dinlemekten kurtuluyorum…
Tanıdık iki müşterinin arkasından, uzunca boylu, esmer güzeli gençten bir adam giriyor. Bara doğru gelip “Merhaba,” diyerek yüksek taburelerden birine oturuyor. Bu adamı daha önce gördüğümü sanmıyorum. Arada bir düşen yeni müşteriler ilgimi çeker. Bu yakışıklı adam, Akdeniz ülkelerinden birinden olmalı. Belki Yunan belki İtalyan, Türk de olabilir. Şimdiye değin birahaneye takılan yabancılardan farklı bir havası var. Gülümsüyorum, o da bana gülümseyerek, “Bir konyak lütfen!” diyor, “Duble olsun!” Isınmış kadehteki konyağı önüne bırakıyorum. “Teşekkür ederim, sağlığınıza!” diyerek büyükçe bir yudum alıyor.
Hareketleri, mimikleri canlı, sıcak etkileyici. Sanatçılarda görülen türden meraklı, rahat, öz güvenini yansıtan doğal bir havası var. Almancayı hafif aksanlı ama güzel konuşuyor.
“Güzel geçen bir günü noktalıyorum, siz de benden bir şey içmez miydiniz?”
Kibarlığından hoşlandığımı ele veren bir sesle, “Teşekkür ederim, ben içmeye izinli değilim,” diyorum.
“Galiba buraya ilk kez geliyorsunuz?”
Masum bir gülümsemeyle gözlerime bakarak, “Evet, sizin burada çalıştığınızı bilseydim, başka bir yere gitmez hep buraya gelirdim.”
Gülüyorum, “Neden?”
“Çünkü siz Köln’ün en güzel ve en hoş barmenisiniz!” diye iltifat ediyor.
Ardından, elini uzatarak, “Tanışalım, benim adım Murat, ya sizin ki?”
Uzattığı güçlü ama sevecen eli sıkıyorum, “Rita,” diyorum.
Adımı tekrarlıyor: “Rita… Rita… ne güzel bir isminiz var!”
Sonra cebinden küçük bir defter ve kalem çıkararak bir şeyler yazıyor. Merak edip soruyorum.
“O güzel adınızı akıl defterime yazıyorum.” diye yanıtlıyor.
“Şimdi de telefon numaramı isteyecekseniz, unutun!” diyorum.
Espriye keyifli keyifli gülüyor: “O kadar çabuk karar vermeyin!”
Murat, daha sözünü bitirmeden tanıdık eski bir müşteri araya girip içki istiyor. İçkisini uzatırken elimi tutup “Ne o? hoşlandın galiba o yabancı’dan bizi hiç görmüyorsun!” diyor. Elimi sertçe çekip “Evet, hoşlandım” diyorum, “bu gece onunla çıkacağım!” Bunlar işte böyledir. Kendi karılarının başkalarıyla kırıştırmalarına ses çıkarmazlar, ama ben bir yabancıyla flört edince ulusal namusun bekçisi kesilirler. Beni kızdırmak için, “İstediğinle, istediğin gibi yatabilirsin!” diyor. Bakışlarımdaki küçümseme onu susturmaya yetiyor. Murat olanın bitenin farkında, keyfi kaçmış, gergin. Adama öfkeyle dik dik bakıyor. Ses çıkarsa üstüne yürümeye hazır. Elini tutup “Ciddiye alma, boş ver!” diyorum. Gözlerindeki kıvılcımlar sönüyor, sakinleşiyor. Konyağını yeniliyorum. Kadehini kaldırıp “Dostluğa ve sevgiye” diyor. Gülümsüyor ve kendi kendime, “O dediklerin çoktan antikacıya düştü… Dostluk, sevgi aşk öldü.” diyorum. Yine de içimde bir umut, bir gün yeniden sevmek, sevilmek.
Bu sırada, Bernard beni bırakıp gideli peşimi bırakmayan Florian kapıdan giriyor. Keyfim kaçıyor. Köln’de yayınlanan bir bulvar gazetesinde muhabir olarak çalışıyor. Ona ta baştan kanım ısınmadı. İlk andaki kıvılcım benim için çok önemli. İşte o kıvılcım çakmadı. Sırıtarak gelip Murat’ın yanındaki boş tabureye oturuyor. Her zamanki yılışıklığıyla “Bira ve bir duble Korn…“ diyor. Yüz vermeden istediklerini doldurup bir şey demeden önüne sürüyor ve tekrar Murat’a dönüyorum. O, cebinden çıkardığı küçük deftere yine yazıyor.
“Şimdi ne yazıyorsun?” diye soruyorum. Kopya çekerken yakalanmış bir öğrenci rolünde: “Hiç,” diyor, “şu anda aklıma gelen birkaç dizeyi not ettim.”
“Ne dizesi? Yoksa sen şiir mi yazıyorsun, şair misin?”
“Eh, öyle de denebilir. Şairlik, biz Akdenizlilerin kanında var. Her beş İtalyan’dan, her dört Yunan’dan ve tabii ki her üç Türk’ten biri şairdir.”
Hüzünle gülümseyerek, “Naziler, yalnız Yahudileri değil bizim romantik ve şair yanımızı da yok ettiler. Şiire inanan pek kalmadı. Biliyor musun ben de severim şiiri. Heine’yi, Rilke’yi, Celan’ı başucumdan eksik etmem. Ama bana şimdiye kadar kimse şiir yazmadı.” diyorum. Sevinçle, sevecen sevecen bakıyor yüzüme bir süre. Sonra şiir okurcasına: “Sen şiiri yazılacak kadar albenili ve güzelsin… Hayır sen henüz yazılmamış bir şiirsin!” diyor. Gülüyorum:
“Şairler hep böyle coşkulu ve çapkın mı olur?”
“Karşılarına ilham perisi çıkınca…” diyor.
Birlikte gülüyoruz.
Bizim kaynaştığımızı gören Florian, bira bardağını banka vurarak, “Bir bira daha!” diyor. “Daha kibar olabilirsin!” diyorum. Bana yanıt vermeden Murat’a dönüyor. “Demek sen şairsin ha! İnanmam, bedevilerin dilinde şiir yazacak kadar sözcük olamaz!” diyerek, kahkahayı basıyor. Bira bardağını önüne koyarken, “Kapa çeneni. Gülünç duruma düşüyorsun!” diyorum. Hırsla birayı yarısına kadar içiyor, dudağının üstüne yapışan köpüğü elinin tersiyle siliyor. “Bırak biraz neşeleneyim, şair bir deve çobanıyla ilk kez karşılaşıyorum,” diyerek çirkin çirkin gülüyor.
Murat elindeki bardağı kıracak gibi sıkıyor, her an patlamaya hazır. Yatıştırmak için “Aldırma,” diyorum, “asıl derdi benimle.” Florian çenesini tutamıyor: “Geldiğin çölde develerin seni bekliyor…” Bu söz bardağı taşıran son damla oluyor. Murat yerinden fırlayıp Florian’ın yakasından tutarak dışarıya sürüklüyor. “Yapmayın!” diyerek peşlerinden koşuyorum. Murat’ın öfkesini teninde hisseden Florian korkudan titriyor. Yalvaran bir tonda “Tamam, özür dilerim. Bırak beni!” diyor. Murat’ın gözlerindeki öfke ateşi yavaşça sönüyor. Belki de Florian’ı saldırganlaştıran şeyin aşk olduğunu düşünüyor. Karşılıksız aşkın insana nereler yaptırabileceğini, nereye sürükleyeceğini biliyor. Parmakları gevşiyor ve adamın yakasını bırakıyor. Florian yenik, başı önde süklüm püklüm uzaklaşıyor.
Ne olduğunu merak ederek dışarıya çıkan birkaç müşteri tekrar içeri giriyor. Dışarıda ikimiz kalıyoruz. Elini tutup onu kendime çekiyorum. Zeytin karası gözlerini arıyorum, gözlerimiz buluşuyor. Murat’ın bakışlarındaki şimşekler yerini Akdeniz güneşine bırakmış. Gözlerinin aynasında, aradığım o sıcak ve güvenli limanı görüyorum. Kanım kaynıyor, yanağından belli belirsiz öpüyorum. Beklemediği için utanıyor. Patron kapıda sabırsız, içeri girmemi bekliyor. Murat’ın bir daha buraya gelmeyeceğini seziyorum. Alelacele telefon numaramı yazıp eline sıkıştırıyorum. Yüreğimin sesini ve yalnızlığımı ele veren bir sesle: “Belki ararsın…” diyorum.
https://mevlutasar.com/
@mevlutasarMevlüt , “Aynadaki Kelebek”, Neziher Yayınları, Ekim 2014

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...