KEŞKE BİR BİSİKLETİM OLSA

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Göçmenlerin, sokaklara ayrılmış, birbirinin aynısı, kerpiçli, kiremitli evleri, Kötüköy'ün karman çorman, kâgir evlerinden daha ilginç geldi bize.

 

Bir esintiye hasret, çökek, sıcaktı Kötüköy. Her evin bir bahçesi, her bahçenin böğürtlen ve iğdelerle kaplı bir çiti vardı. Çitlerin önü, bir sıra kavak, bir sıra nar ağacı... Bembeyaz, upuzun kavaklar. Kazara bir yel esse, tepeleri hışırdar, nazlı nazlı salınırlardı.

Eski tren hattını aşıp, caminin önünden Hüsnü Ağa'nın Dükkânına indik. Avluya bitişik, sokağa bakan, kerpiç bir dükkân… İçeriye, Türk usulü kırıtan, etli, butlu aktrisler, sazlardan gayretle ördek taşıyan köpekler, çalımla top sürüyen sporcularla yılkı yılkı at resimleri asılmıştı. Hülya Koçyiğit pilot, Türkan Şoray köylü, Cüneyt Arkın yeniçeri kılığına sokulmuştu. Çiklet, balon, şeker, bisküvi, sucuk dolu raflar ve oyuncaklar... Yerdeyse helva, zeytin, yağ dolu tenekelerle sıra sıra torbalar...

Recep Ağa,

-Ne istiyon bah? dedi küçümseyici bir tavırla.

Kızardı, yutkundu, 

-Bir tütün, çeyrek ekmek, 25 kuruşluk da helva, dedi Şükrü.

Tütünü uzatan Recep Ağa tezgâhın altından, damarlı, simsiyah eliyle kocaman bir ekmek çıkardı. Ekmeğe dokunan Şükrü, ''Abo sertmiş!'' diye bir çığlık attı. Bıçağının kör yanıyla Şükrü'nün eline vuran Recep Ağa, gözlerini büyüte büyüte homurdandı:  ''Çek elini! Ekmek beğenmiyor. U bah, seferberliği, kıtlığı güreydin, ayağını yirdin ayağını!''

Zehir zemberek bir suratla teraziyi denkleştirip, ''Ver bahm!'' dedi. Helvayı ekmeğe çekerken de gözü bana ilişti.

-A ba sen ne istiyon? 

-Cık edip, dışarı attım kendimi. 

Pantolonuna tütünü güçlükle yerleştiren Şükrü, ekmeğe ilk hamlesini yaparken söylendi. 

-Anasını, avradını …, taş gibi ekmeği, nasıl da yutturdu bana.

Ağız şapırtıları arasında sormadan da edemedi.

-Sen niye almadın?

-Fırından...

-Şeytandan mı?

-Hee.

Yutkundu, konuşmaktan vazgeçti. Camiyle kesilen sokak, dalgalı, kumlu bir alana çıktı. Alanın ortası, kızılı solmuş, eski bir tulumba… Dokundum, kaz gibi tısladı. Ağzını tulumbaya dayayan Şükrü, ekşi bir suratla ''Kan gibi içilmez'' bu dedi. Sap yüklü bir araba, kuyruğunu pervane gibi kullanan, ağır, hantal iki öküzün arkası sıra uzaklaşıp, gitti. O yükü, o arabayı çeken benmişim gibi üzüldüm. Kesilen sokak, yüz metre aradan sonra tekrar başladı. Orada önü haymalı bir kahvehane gözüktü. İki köyün insanıyla dolup taşan kahveyi, aslen Adıyamanlı, Mulla adında biri işletirdi. Hayvan alıp satan bu adama, çevrede Danacı Mullo denirdi. Mullo, soylu atlar gibi dizlerini kıra kıra masalara yanaşır, kendini tanıtır, bir türlü ezberleyemediği meşrubatları saymaktan vazgeçip, sorardı: ''Yanı kı ben kahveci Mulla Sevim, yanı kı sen, kırmızı içer, kara içer, sarı içer, bayaz içer?'' O saydıkça insanlar gülmekten kırılır, anlamamış gibi yapıp bir daha saydırırlardı. Sonra Dımo lakaplı madrabazın biri, ''Yanı kı kurban, sen kim, kahvecilik kim, var gıt eski zanaatını icra et'' derdi. İşi pişkinliğe vurur, duymamış gibi yapardı Mullo. Fakat aynı Dımo, ineğini satmaya çalışan Mullo'ya, ''Yanı kı bu inek beş para etmaz'' deyince iş değişir. Dımo, arkasından Mullo'nun beş oğluyla kendini eve zor atar. Mullo, macir olmanın ezikliği içinde, ''Yanı kı beş oğlum var, bırısı da fadai olsun, her gun, her gun bunla mı uğraşacam?'' diyerek önüne gelene dert yanardı.

   Kahvenin önü bir çocuk cennetinden farksızdı. Dönme dolabından, bisikletinden, seyyar satıcısından geçilmezdi. Şimdiyse Göçmen Salih var gücüyle bağırıyordu. ''Beş gidiş geliş yirmi beş, iki gidiş geliş on kuruşaaa!'' Şükrü, derin derin soludu. ''Yalan felekte bir 25'liğim olacaktı ki!'' Çıkardım, bir yirmi beşlik verdim kendisine. Güçlükle çıkardığı tütünü bana uzatan Şükrü, utana sıkıla Göçmen'e yanaştı. Adam niyetini okur gibi sordu.

-A bah, heç binmişliğin var mı? 

-Cık!

-Üleyse hep karşına bak, camiye var gel!

-Tamam.

Sağ, sol öğrendi Şükrü. O sürdü, ben koştum. Düştü, dirseğinin kanına aldırmadan tekrar bindi. Kaç sefer yaptığımızı unuttuk. Bir keçiyi boynuzundan yakalar gibi bisiklete yapışan Salih, ''Bitti bah!'' dedi. Şükrüy'e tütünü uzatıp, ''Ben de bineceğim'' dedim. Gürp etti yüreğim. ''Ya süremez, rezil olursam!'' Cıgarasını tüküren Göçmen, ''Haydi bahm'' dedi. Pedala asılıp, dosdoğru sürdüm. ''Evet evet oluyor işte. Hem Şükrü'den daha hızlı'' Göz açıp kapayıncaya kadar bitti zaman. Önümde durdu, ''Bitti bah!'' dedi Göçmen.

Buruk, kırık, bakışıp kaldık Şükrü'yle. Kazıklanmış gibi kötü hissettik kendimizi.

    ''Keşke bir oda dolusu yirmi beş kuruşluğum olsa!''

İnanılmaz bir şey, biz üç tekerleklisini süremezken, Kötüköylüler, iki tekerin üstünde uçuyor, süzülüyor, düşmüyorlardı.

     ''Ne biri, ne ikisi, bunların hepsi şeytan!''

Bir an, onların bisikletleriyle eşeklerimizi karşılaştırdım. ''Hangisi iyi? Eşek tabi. Yok canım, bisiklet gibisi var mı? İnsan, kanatlarını kullanan bir kartal gibi hissediyor kendini. Keşke bir bisikletim olsa!''

.........................

 

Ali Rıza Aksın

 

Kırmızı Fare adlı romandan

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...