Kırmızı fare Üzerine "Ver elini Berit"
Evinde kaldığı, sert, mutsuz bir üvey abisi vardır; tafralarından az nasiplenmez. Birinin kepini diğerinin başına koyup eğlenmek istese de dede çocuğu olması alıkoyuyor onu.
Evinde kaldığı, sert, mutsuz bir üvey abisi vardır; tafralarından az nasiplenmez. Birinin kepini diğerinin başına koyup eğlenmek istese de dede çocuğu olması alıkoyuyor onu.
Kendimi bir anlatsam, hayatım romandır'' der çıkarız işin içinden. Aslında her hayat, bir romana, bir hikayeye konu olacak kadar zengin ve ilginçtir. Değil mi ki hayat, iyilik kötülük, varlık yokluk arasında tükenir gider; başka bir deyişle her şey insana dairdir. O halde her hayat bir romandır; yeter ki yazmasını bilelim...
Ali Rıza Aksın'ın "Kırmızı Fare" adlı anı romanını okuduğumda tam da bu duyguya kapıldım: "Neden yaşadıklarımızı yazmayız? En basit, en sırada hayat bile içinde esaslı bir roman taşır."
Ailemin de onayını alınca başladım işe. Yazmaya yazdım ya, ilk baştaki yazılarım genel olduğu için problem çıkmadı. Kendimi anlatmaya başlayınca “Şimdi ne gereği var bunların" demeye başladılar. Üzüldüm, moralim bozuldu. “Peki, dedim “sileyim öyleyse…“ Aslında dilim öyle dese de elim silmeye varmıyordu. Yüzümde okunuyordu mutsuzluğum. Anlatmaya çalıştım, “Bakın bunu yapmak istiyorum, hem kendimi buna alıştırmışken nasıl vazgeçerim“ dedimse de memnuniyetsiz yüzleri ikna edemedim.
Mektubu okur okumaz değiştim. ''Eyvah!'' dedim ''bir şey oldu anneme''
-Neymiş?
-Bilmiyorum, gelmemi istiyor.
Kiraz gözleri dolu dolu ekledi.
-Kesin bir şey oldu anneme.
Kiraz'ı katıra bindirip çıktık. Vadiyi geçip dağı çaprazdan tırmanmaya başladık. Katırın sahibi bir çocuk. Yollar dönemeçli. Düşer gibi oluyor, tekrar doğruluyordu Kiraz. Cello aşağıda, uçurumun dibinde avlanıyordu.
-Hocaaaav, hocavvv, nereye?
-Memlekete, memlekete!
-Geri gel ha, gel!
-Geleceğim geleceğim!
Bir esintiye hasret, çökek, sıcaktı Kötüköy. Her evin bir bahçesi, her bahçenin böğürtlen ve iğdelerle kaplı bir çiti vardı. Çitlerin önü, bir sıra kavak, bir sıra nar ağacı... Bembeyaz, upuzun kavaklar. Kazara bir yel esse, tepeleri hışırdar, nazlı nazlı salınırlardı.
Ben yatak odasına açılan kapının eşiğine, Yeşil karşıma, kap kacak rafının önüne oturmuştu. Geçmiş gündür, ne konuştuk, ne tartıştık unuttum gitti. O gün en aktifimiz, Ufo’nun kız kardeşiydi. Çayları bile o dağıttı. Beyaz’la göz göze geldikse de çabuk kaçırdı bakışlarını.