KUTU

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Son toplantımızı, Cemallerin sokağında, fabrika işçisi bir kızın iki odalı evinde yaptık. Takım tastamamdı.

Ben yatak odasına açılan kapının eşiğine, Yeşil karşıma, kap kacak rafının önüne oturmuştu. Geçmiş gündür, ne konuştuk, ne tartıştık unuttum gitti. O gün en aktifimiz, Ufo’nun kız kardeşiydi. Çayları bile o dağıttı. Beyaz’la göz göze geldikse de çabuk kaçırdı bakışlarını. Geriye dönüp baktığımda, Ferhat’ın sivilceli, solgun yüzünü, Ufo’nun bezgin, sinsi duruşunu, Hasan’ın dergi borçlarını yumuşak yumuşak tahsil edişini, Hüseyin Eldaş’ın bön bön bakışını, Sadık Usta’nın savaş kurultaylarıyla toplantıları karıştıran o heyecanlı, çocuk hâlini, Cüce Abdurrahman’ın cüssesini aşan naif kızgınlığını, Yeşil’in yılgın, yılışık gülüşünü, Mustafa Yönden’in, ciddiyetimizle bağdaşmayan gevezeliğini, Koku Kardeşlerin, canlarını vermeye hazır o samimi duruşlarını şimdiki gibi anımsıyorum.

      Çingeneler, Zazalar, arabacılar, bakkallar, işçiler, işsizler, öğrenciler ve tamirciler sevdiler bizi. Otoritesi sarsılanlarla dışarıdan gelmiş, ne idüğü bellisizlerse hep kuşkuyla baktılar bize. Mesela bunlardan bıyığı ağzına dökülen, kadife ceketli biri vardı ki, gıcık kapardık ondan. ”Bu züppe var ya bu züppe, kesin polis!” derdik. O da tuhaflığımızı anlamış olmalı ki, yaşına bakmadan ”Abi” derdi bize. Mahallenin statükocularından abim, Hıdır, Antika ve muhtara karşı düşmanca duygular besler, onlar gebermeden devrimin olacağına asla inanmazdık. Başka da “Ali kıran baş kesen ” pozlarında saygısızlık ettiklerimiz de olmadı değil. İngoz’ların düğününde halaydakileri marşlarımızla bıktırdığımızda ilk patlayan mahallenin sivrilerinden Torun oldu.

-Yeter be, ne dönderip duruyorsunuz bizi?

Ferhat anında müdahale etti.

-Sana ne lan, sen misin mahallenin akıllısı?

Adam hır çıkarmaktan vazgeçip kafa sallamakla yetindi. Bohçacı Cuma’yı Samandağı Yürüyüşü’ne katkı sunmadığı için çocuklara taşlattık.

Peşimde ‘Veli, Veli!” diye bağıran çocukları, keyifle izlediğim gibi azarladığım da olurdu. ”Kurtuldum” dediğim bir anda, ara sokaklardan tekrar çıkarlardı.

”Veeeli Veeeli!

Dayı Hasan, ellerini üşür gibi birbirine sürter, ayakuçlarına baka baka gülerdi.

”Vay moruk, gençleri bitirdin, sıra çocuklarda mı?”

Sokağın sonuna kadar çocukları kovalayan Bakkal Ali, Gürün şivesiyle gözdağı verir gelirdi. Onun, boyun damarlarını şişire şişire bağırması, ellilik yaşına, kel başına aldırmadan yerlerden taş arıyor olması, gulu gulu öten bir hindiyi anımsatırdı bana.

  Sabahın köründe penceremiz tıkladı. Açtım ki, Hıdır. Buz gibi bir suratla ”Gel bahm” dedi.

-Ne var?

Elimden tuttu, Dikeç’in suruna kadar götürdü beni.

-Tü tü… Oku bahm!

-Neyi?

Heceledi,

-Kâh- rol- sun …, dedi arkasını getirmedi.

Baktım, briketlerde ”Kahrolsun Kel Hıdır” yazılı.

-Söyle, niye yazdın, hı niye?

-Ben yazmadım ki.

-Kim yazdı?

-Yemin ederim ki bilmiyorum!

Hıdır inanmış olmalı ki üstelemeden gitti.

“Neymiş, niye çağırmış seni?”

Açıklama yapmadan, dışarı götürdüm Hasan’ı.

“Provokasyon, düpedüz provokasyon, aklı başında insanlarız, böyle şeyler yapmayız, demedin mi? Cık cık…”

Kim yazdı acaba? Minnacık örgütümüzü harekete geçirip, kendimize göre bir soruşturma yürüttük. Sonuç, kuzenim İsmet’in elebaşılığını yaptığı bir grup çocuk… İsmet, bulduğu dinamitle oynarken, elini kaybetmiş, asi bir çocuktu. Fark etmesek de zorluklarımızı gören, yüreği bizden yana, küçük bir ordu yetişiyordu. Liderleri de İsmet’ti.

   Abimin dükkânı iflas etti. Zeytin, ekmek ve sana yağı almak için bir sokak ötedeki Gürünlü’ye gitmek zorunda kaldık. Çok, ama çok üzüldük. Sıkıştığımızda ”Önemli değil, sonra ödersiniz” diyen Yeşil’in koruyucu kanatlarını yitirmiştik. Abim ağzına geleni söyledi.

”Eşoleşekler, biri kızlara, biri devrimcilere yedirdi…

Aha bu kancıklarsa, taştan yumuşak ne buldularsa

karınca gibi yukarı taşıdılar. İt osurdu, şeytan

duasına çıktı. El, bir dükkânla ev bark geçindiriyor,

bizse oluk gibi akıtıyoruz, gene de yetiştiremiyoruz.

Müstahak, haydi bakalım ne bok yiyeceksiniz şimdi?

   Sabahın körü, bir kere daha uyandırıldım. Pencereme vurulmasından nefret ediyorum artık. Öfkeyle çıktım. Yine Hıdır. ”Gel bahm!” Aldı götürdü beni. Bastıkça gofret gibi kırılıyordu kar. Kardan olmalı, her taraf aydınlıktı. Sanayinin ışıkları hâlâ yanıyordu. Otoyoldan geçen araçlar, mahalleye doğru etkisi azalan bir gürültü yayıyor, Hıdır’ın eviyle Antika’nın( Yusuf Şeker’in) evi arasındaki elektrik direğinin önünde bir hareketlilik göze çarpıyordu. Torlak, Muhtar, Gâvur Haci ve Antika’nın siluetlerinin gerisinde eğreti bir duruşla abim gözüküyordu.

”Allah Allah, ne yaptım acaba?”

Muhtar, o bilindik, cırtlak sesiyle ilk çıkışı yaptı.

-Söyle, ne var bu kutuda?

Direkte, içinde ne olduğunu bilemediğim bir karton sallanıyordu. Ayakkabı kutusu gibi bir şey…

-Bilmiyorum!

-Biliyorsun!

Paltolu, atkılı, yarım bir gülüşle kendi ekseninde dolanıp duruyordu abim. Abimden cesaret alan Hıdır,

-Kim astı, hııh, kim astı? diyerek, kestirmeden sonuca varmak istiyordu.

Generallere mahsus o soğuk duruşuyla içime korku salan Torlak’a karşın,

-Çekinme yeğenim, sen yapmadıysan, emiceler, şu yaptı de gerisine karışma, diyerek, yüreğime su serpiyordu Antika.

-Bilmiyorum yav, bilmiyorum!

Geride, olup biteni uyuz bir tilki gibi izleyen Gâvur Haci, ”Ulan, korkacak ne var ki” deyip, bir tekme attı kutuya. Kopan kutu Muhtar’ın ayaklarının dibine düştü. Korktu, bir metre geriye sıçradı muhtar. Gâvur, tepeledi, macuna çevirdi kutuyu.

”Altı üstü olmayan, siktiri boktan şeyler için çocuğu

üzmenin ne manası var!”

Torlak, ciddiyetini bozdu, koca göbeğini hoplata hoplata güldü. ”Aferin Gâvur, en yiğidimiz senmişsin”

Abim, bakışları yerde, sol güğümünü şişire şişire pazara yöneldi. Muhtar, Antika ve Hıdır, söz birliği etmişçesine dağıldılar. Torlak, Gâvur’un koluna girip, evlerinden yana çekti.

-Allah’ını seversen gel!

-Ne yapak?

-Kahvaltıdan sonra bir duble atak…

  Ferhat, ters oturduğu sandalyede, çenesi ileride, kulakları tetikte, anasınınkine benzeyen gözlerle haftalık merakını gidermeye çalışıyordu. Sandalyelerini alıp Ejderle Doğan da geldiler. Soba, kolay tutuşur odunlarla gümbür gümbür yanıyor, bense oturmuş, o sabah yaşadıklarımı anlatıyorum. Kahkahanın bini bir para.

Ejder: ”Aslında tiyatrocu olmalıymışsın”

Doğan: ”Allah’ıma numunelik bunlar”

Hasan: ”Vay şerefsiz vay, demek o yüzden götürdü seni.

Ferhat: ”Âlemsiniz” deyip güldü.

Ali Rıza Aksın

Kırmızı Fare adlı romandan

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...