Çizgili Gömlek

Ali Vafi kullanıcısının resmi
İçeri girip selam verdim. Beni görünce: “Ali Ağbi yine çizgili gömlek giymişsin.” dedi Ahmet.

“Benim gömleğim seni neden ilgilendiriyor?”
“Sürekli üzerinde bu gömleği görmekten bıktım. Daha modern ve yeni bir gömlek giymeni istiyorum. Her gün aynı gömleği giyiyorsun, her yere aynı gömlekle gidiyorsun. Biraz değişiklik yap. Başka gömlek giy.”
“Benim başka başka gömlekler alacak param yok. Ben bu gömleğimle idare ediyorum.”
O ara Ahmet beni diğer arkadaşlarıyla tanıştırmak istedi.
“Bu arkadaşın adı Ertuğrul. Bu arkadaş da Fikret.”
Türklerde âdet gereği başlarımızı tokuşturarak selamlaştık. Bu arada Ahmet birkaç cümle Türkçe konuştu.
“Sen Türkçe biliyorsun. Rehbere ihtiyacın yok. Beni neden çağırdın? Ben parayla ilgili konuşmaları çözemiyorum. Bu konuda bana da bir rehber lazım zaten.” dedim biraz da sitem ederek.
“Beni onlara iyi anlat. Övgü dolu sözler söyle,” dedi Farsça.
“Ne diye Farsça söylüyorsun? Niye fısıltıyla konuşuyorsun?
“Dilimi anlamasalar bile hissedebilirler. O yüzden yavaş konuştum.”
O an Ahmet'in zekâsına hayranlık duydum.
Sonra onlar patronla yapacakları iş üzerine fiyat konuşmaya başladılar. Günde kaç lira vereceksin gibilerinden... Sonra patron:
“Cami nerededir?  Ben bir namaz kılayım.” diye sordu. Ahmet yine Farsça:
“Ben nereden bileyim caminin yerini? dedi ama sonra, “cami çok uzak buraya. Burada kılın namazınızı.” Dedi.
Onlar abdest almaya gittiler.
Ahmet tekrar bana,” Bunlar iyi ki benden “Mühür” istemediler.” dedi.
-Mühür, İran'da namaz kılan kişiler başlarını secdeye koyarken, secdenin olduğu yere, bir tahta, bir tülbent, bir yaprak parçası, bir peçete... türü bir şeyler koyarlarmış. Bizim Türklerde böyle bir adet yok.  Doğrudan seccadeye başlarını koyarlar.-
“Zaten isteselerdi de ben bulamazdım şu an onlara mührü” dedi ve devam etti. “Ben camileri bilmem ama buradan bizim eve kadar olan meyhanelerin hepsini bilirim” diyerek güldü. “Patronlar duymasınlar. Onlar çok dindardırlar. İçki içenleri sevmezler.” dedi fısıltı halinde.
Sonra misafirler Ahmet'e kıbleyi sordular. Ahmet onlara kıbleyi gösterdi. Onlar namaz kılarken Ahmet'le sohbet etmeye devam ettim.
“Birleşmiş Milletlerden, Helsinki'den gelenler, araştırıyorlarmış. Ankara'daki mülteciler kötü işler yapıyorlarmış. Bu yüzden Ankara mültecilere kapalıymış...” dedi Ahmet.
“Bu sözlerin bize faydası yok. Elimizden bir şey gelmez. Kapat bu konuyu.” dedim.
Namaz kılanlar bir türlü gelmediler. Geç kaldılar. Biz İranlılar günde 17 rekât namaz kılarız. Oysa Türkler günde 40 rekât namaz kılarlar. Öyle bile olsa, yine de çok geç kaldılar. Gidip diğer odada namaz kılanlara baktım. Hâlâ kılıyorlardı. Ama baktım dolaba doğru namaz kılıyorlardı. Gidip Ahmet'e:
“Bunlar yanlış durmuşlar. Kıble bu taraf olmalıydı,” dedim.
“Boş ver, ben öyle söyledim.”
“Sen geçen sefer cam tarafını göstermiştin. Sonra başka bir gün de ‘duvar tarafı demiştin’ sanırım. Öyle anımsadım. Şimdi de dolap tarafını göstermişsin.”
Ahmet güldü.
“Bırak aldırma, onlar kılsınlar namazını”
“Günahı senin boynuna Allah'a ne cevap vereceksin?
“Sen bunları düşünme Allah her tarafta var. Hangi tarafa dururlarsa dursunlar. Allah kabul eder.”
Ahmet'e ne cevap vereceğimi bilemedim. Bu olay bana yaşadığım bir olayı anımsattı. Ben İran'da cezaevindeyken gözleri bağlı dört kişi getirmişlerdi. "Bunlar komünisttir. Kimse bunlarla konuşmasın" demişlerdi. Sonra onlara da zorla namaz kıldırmışlardı. Korkudan namaz kılıyorlardı. Her biri başka tarafa namaza durmuştu. Birinin başı, birinin kıçına doğru geliyordu. Çok komik görünüyorlardı. Oysa Türk kardeşlerimiz doğru namaz kılmalıydılar. Ama yine de bir şey demedim. Sonra misafirlerin namazı bitti. Yanımıza geldiler. Ahmet karo, seramik ustasıydı. Onlar işlerini yapacak bir usta arıyorlardı. Tekrar iş konuşmaya başladılar. Sonra yapacakları işin ücretini konuşup gittiler.
Ahmet onunla konuşurken yardımcı olduğum için bana teşekkür etti.
“Sana bir şey ısmarlayayım. -Şarap-viski- bira-rakı- Ne içersin?
“Ben Şairler Derneğine gideceğim şimdi. Onların hepsi çok dindardırlar. Benim içki içtiğimi bilseler beni oraya almazlar. Ahmet mutfağa gitti. Bir tepsi üzerinde bardak, şarap, cips türü bir şeyler getirdi.
“Bak bu şarap tam beş yıllıktır. Kan yapar.”
“Sen haram işlerde âlim olmuşsun ama kıbleyi bilmiyorsun.”
“Şarap haram değildir. Kuran'ın neresinde yazıyormuş ki, şarap haram diye? Sen bana bu konuyla ilgili bir ayet söyle hadi. Ben şarap içmeyeyim.”
Kendi kendime 'Ahmet Üniversite okumuş bilgili adamdır.’ dedim. Bazı İranlılar hiç okumadıkları halde, buraya gelip, kendilerini okumuş gibi gösterirler. Oysa Ahmet onlar gibi değildir. Ahmet yalan söylemez. O her zaman doğru konuşur. Ahmet siyaseti de, dini konuları da iyi bilir. Hatta ara sıra televizyona çıkıp röportajlar yapardı. Benim bu konuda Ahmet'le tartışacak yeterli bilgim de yoktu.
“İran'a gidince mollalara sorar o zaman sana cevap veririm,” diye geçiştirdim onu.
“Mollalar Kuran’ı kendi kafalarına göre yorumluyorlar. Ben onlara inanmam.” Böyle söyleyip üzerine bir bardak şarap içti.
Ahmet'ten ayrılırken kapıda komşumu gördüm. Ona:
 "Kıble ne taraftadır?" diye sordum. Komşum da, başka bir yön gösterdi. “Gidip Ahmet'e bak kıble bu tarafmış” diyecektim. Sona vazgeçtim. Çünkü biliyordum. Ahmet yine bir şey söyler beni sustururdu.
Eve gidip, odama çekildim. Kapım hızlıca vuruldu. Önce pencereden baktım. -Ben pencereden bakmadan kapımı kimseye asla açmam-  Ahmet'i gördüm. Kapıyı açtım. Ahmet yukarıya çıktı. Selamlaştık.
“Hayrola?”
“Patronla tartıştık.”
“Neden tartıştınız?”
“Para için tartıştık. Benim paramı vermiyorlar.”
“O insanlar her gün 40 rekât namaz kılıyorlar ama yine de senin paranı vermiyorlar öyle mi? Kaç para alacağın var?”
“2000 lira alacağım var.”
“Türkiye'de patronlar çalışanlara, özellikle mültecilere 500 liradan fazla ödeme yapmıyorlar. Sen unut o parayı. Vazgeç o paradan.”
“Patronun ortağıyla konuşmak istiyorum.”
“Gel bir çay içelim.”
 Ketılı doğalgaza taktım. “ Ketıl elektrikli değil doğalgazlı- Ocağı yaktım.
“Paramı vermedikleri için bugün çok üzgünüm ama bir konuda da rahatım.”
“Hangi konuda rahatsın?”
“Senin o çizgili gömleğin dışarıda asılı gelirken gördüm. Bugün o gömleği giyemeyeceksin, o yüzden çok rahat ve huzurluyum Ali Ağbi” dedi gülerek.
Hiçbir şey demedim. Gidip içeriden başka bir gömlek giyip geldim. Bu sefer üzerimde başka bir çizgili gömlek vardı. Ahmet üzerimdeki çizgili gömleğe baktı. Kalkıp pencereden dışarıda asılı olan gömleğe de baktı.
“Gömleklerinin ikisi de aynı.” dedi şaşkınlıkla.
“Ben çocukluğumdan beri çizgili gömlekleri severim. 1391 Hicri takvime göre, doğum günüme yakın bir tarihte, bir mağazaya gittim. Orada iyi bir çizgili gömlek gördüm. Onu beğenip aldım. Onu fabrikada unutmuşum. Eve gelince eşime dedim: "Ben bir çizgili gömlek gördüm"
Eşim sözümü kesti.
"Ben çizgili bir gömlek gördüm beğendim" dedim.
Eşim sözümü bitirmeden atıldı:
-Ben sana doğum gününde o gömleği alacağım.” dedi.
Onun sözü üzerine oğlum atıldı:
"Hayır anne, sen babama çorap al, o çizgili gömleği babama ben alacağım." dedi.
Ana oğul, ben alacağım, sen alacaksın diye bir süre didiştiler. Araya girip, 'Ben o gömleği aldım' diyemedim. İşte bu gömlek o ikinci gömlektir.
O ara ketılın kaynama sesi duyuldu.
“Çay mı içersin, yoksa kuşburnu mu?”
“Kuşburnu nedir?”
“Vişne suyuna benzer.”
“Madem rengi şaraba benzer, o zaman kuşburnu getir.”
Bardaklara kuşburnu paketlerini koydum. Üzerine kaynar suyu döküp getirdim. Kuşburnu çayımızı içerken bir büyük sinek geldi, başımın üzerinden geçti. Ben onu kovarken çayım gömleğime döküldü. Üzerim kirlendi. Ahmet bunu görünce çok sevindi. Güldü.
“Oh çizgili gömleğin kirlendi. Artık onu giyemeyeceksin!”
Ben çizgili gömleğimi çıkarıp, banyodaki plastik leğene attım. Çamaşır makinesi alacak para ne gezer bende. Çamaşırlarımı elimde, plastik leğende kendim yıkıyorum. O ara Ahmet'in telefonu çaldı. Arayan patronunun ortağıydı, hemen anladım. Konuşması bitince:
“Hadi bizi bekliyorlar, hemen çıkmalıyız, acele etmeliyiz,” dedi telaşla.
Ahmet önden hızlıca evden çıktı. Ben de aceleyle sırtıma başka bir gömlek geçirdim. Kapıya geldim. Ahmet üstümdeki gömleğimi görünce, ayakkabılarıyla içeri girip, banyodaki plastik leğenin içindeki gömleğe baktı, ardından pencereye doğru gidip dışarıda asılı olan çizgili gömleğe baktı. Sonra yanıma gelip,
“Bu gömlek de çizgili. Bunu nereden buldun?” dedi.
“Anlatmama izin vermedin. O gün eşimle oğlum konuşurken, ikisi de bana o çizgili gömleği almaya karar verdiler.”
“Sen de hepsini Türkiye'ye mi getirdin?”
“Ben hepsini getirmemiştim. İkisini getirmiştim Diğerini eşim getirdi.”
“Neden getirdi ki, başka gömlek neden getirmedi?”
“Eşim illaki  ‘Benim aldığım bu gömleği giy’ dedi. Ben de biricik sevgili eşimi kırmamak için onun getirdiği gömleği giyiyorum.”
“Üçü de aynı gömlek!”
“Eşim benim canımdır! Olsun, giyerim.”
“Hadi geç kalmayalım, senin patronun ortağını görmeye gidelim.”
“Ben bu namaz kılan, dindar kardeşlerimden paramı alabilirsem eğer, bir çizgili gömlek de sana ben alacağım.”
“Lazım değil. Ben de üç tane var. Yetiyor.”
“Demek ki, bir kişi çocukken çizgili gömlek seviyorsa, hayatı boyunca çizgili gömlek giyiyor. Bunu öğrendim bu şekilde.”
“Felsefe okuma bana, hadi gidelim!”

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...