Kardeşleri yoktu ama yeğenlerinin ona verdiği harçlıklarla geçimini sağlıyordu. Herkes “Bibi” diye çağırırdı. Sık sık dayımın yanına, sabahın köründe gelirdi harçlık istemeye. Her defasında da utanır sıkılırdı. Çünkü harçlık isteyeceği kişi dayımdı ve dayım o saatlerde evde olurdu. “Sabunum bitti, kibritim bitti, yağım bitti… “ derdi. Bir sabah yine geldi. Bu defa hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Uykumu ağlama sesi böldü. Gözlerimi açtım, şaşkınlıkla etrafıma bakıyordum. “Hayrola bibi, neden ağlıyorsun?” diye sordu dayım. Ama o cevap verecek halde değildi. Hala hıçkırmaya devam ediyordu. Dayım ellerini tuttu, şefkatle gözlerinin içine baktı:
“Haydi, söyle bibi neyin var, neden ağlıyorsun?” diye ısrar etti.
“Birazcık param vardı, onu da düşürmüşüm. Evde yiyecek bir şeyim de kalmadı, ben şimdi aç susuz ne yapacağım?” Bir yandan ağlıyor bir yanda da parasını nasıl kaybettiğini anlatıyordu. Dayım:
“Tamam, bibi tamam, ağlama sen…” deyip cebinden çıkardığı kâğıt parayı bibime uzattı. Paraya uzanırken, gözlerinde yaşlar süzülüyor, dudaklarında ise sevincini gizleyemeyen, belli belirsiz bir gülümseme oluşuyordu. Utana sıkıla parayı aldı ve koynuna soktu. Ardından: “Tuttuğun altın olsun, Allah ne muradın varsa versin oğlum” diye dua etti. Tam kalkıp gidecekken, dayım: “Dur gitme bibi, birlikte kahvaltı yapalım öyle gidersin” deyip onu sofraya oturttu. Kahvaltısını bitirip mahcup bir şekilde boynunu bükerek yavaş adımlarla evine doğru yola koyuldu.
Sıra geldi benim itirafıma: Henüz 7-8 yaşlarındaydım. O gün öyle çok etkilenmiş, öyle çok üzülmüştüm ki. Hatta o giderken arkasında gözlerim dolmuştu. Onun o gözyaşlarıyla para istemesine gönlüm razı gelmiyordu. Onun için bir şeyler yapmalıydım. Yaptım da. O tarihlerde kendi ihtiyaçlarımızı görmek için bakkala parayla gitmemiz gerekmiyordu. Eve ne gerekiyorsa bakkala gider alışverişimizi yapardık. Bakkal da aldıklarımızı veresiye defterine yazardı. Bibimin arkasından kahvaltımı alelacele yaptım. Aklımdan geçenleri derhal gerçekleştirmeliydim. Hemen ayakkabılarımı giyip bakkala doğru koşmaya başladım.
“Memmet Emmi, bir kilo yağ, bir deste kibrit, iki kalıp sabun, bir kilo şeker…” ver dedim.
Memmet Emmi alışık tabi bizim bu şekilde alışverişlerimize. Sorgusuz sualsiz istediklerimi bir torbaya koyup elime tutuşturuverdi. Bende hırsızlık yapmış gibi köşe bucak saklanarak, aldıklarımı bibime götürdüm. Bibim çok sevindi. Gözlerinin içi gülüyordu. Elimdekileri nereden aldığımı dahi sormadı bana. Bunu birkaç kez de tekrarladım. Hatta daha sonra evde de, ona lazım olan bazı şeyleri gizlice götürdüm. O zamanki aklımla yalnız, yaşlı ve yoksul bir akrabama iyilik yaptığımı düşünüyor, bibimi başkalarına muhtaç etmiyordum ya, bu bana yetiyor ve mutlu ediyordu beni. Şimdi düşünüyorum da, yaptığım doğru muydu acaba? Ona götürdüğüm şeyleri çalmış mı oluyordum. Yoksa Robin Hood gibi zenginden alıp yoksula mı dağıtıyordum? Kızma ama dayıcım ben o zaman küçücük bir serçeydim daha. Dayıcım hakkını helal eder mi acaba?