Son Vaaz Bölüm II

Mehmet Söğüt kullanıcısının resmi
Dingin görünüyorlardı. Yavaş adımlarla evlerine gittiler. Kardeşleri neşeyle onu öpüp ayrıldılar. Kızı Auda kendisine sarıldı. Sarı saçları başak gibi belinden aşağıya saçılmıştı. Mavi gözlerine sevincin gözyaşları hücum etti.

Al yanakları pembeleşti. Fazla dayanamadı bıraktı kendini. ‘’Benim değerli kızım niye ağlıyormuş?’’

‘’Sevinçten ağlıyorum baba. Yaşamın boyunca kimseye zarar vermemişsin. Kimsenin kalbini kırmamışsın. Artık öldüğünde ruhun gidip bir bedene tutsak olmayacak. Ruhun, o ışık deryasında sonsuz sevgiyle birleşecek. O yüce ışığa karışıp sonsuzluğa akacaksın. Bundan daha büyük bir onur olabilir mi?’’

‘’Teşekkür ederim, benim melek kızım. Sen de yüce kalplisin. Hem neden kendimize Kathar diyoruz? Kathar’ın anlamı arınmışlıktır. Boşuna kendimize Arınmışlar demiyoruz. İnancımız böyle, kızım.’’

Yemeklerini yiyip, erkenden uyudular. Anna’ya sıkı sıkı sarıldı. Kocasının kollarında Anna esrikleşmişti. Kendisini bir tüy gibi hafiflemiş hissediyordu. Yüzünde kocaman bir gülücük vardı. İçinde sevginin şelalesi şarıl şarıl akıyordu.

Daha güneş doğmadan uyandı Lautard. Baltasını alıp öküzleri kağnıya koştu. Köpeği Leydi de peşine takıldı. Köyün taş parkeli sokağında geçerken, horozlar ötüyordu. Yol vadiyi ikiye bölmüş ve biçilmiş tarlaların arasında dümdüz uzuyordu. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, vadi sarı rengin istilasına uğramıştı. Kağnıdan gıcırtı sesleri yükseliyordu. Ormanın olduğu tepeye baktı. Ağaçların üzerine sabahın kızıllığı vurmuştu. Güneş doğmak üzereyken ormana ulaştı. Öküzlerin otlanması için yeşillik aradı. Bulduğunda çocuk gibi sevindi. Öküzlerin tıka basa karınlarını doyurmasını istiyordu. Etrafını kolaçan ederek, ormanın içlerine doğru yürüdü. Köpeği yanında ayrılmıyordu. Tüylerini okşadı. Lautard’ın yüzünü bir yel yaladı. Kurumuş ot kokusu ve çam kokusu doluştu burnuna. Kuş cıvıltıları yükseldi.

Nihayet kurumuş dal öbeklerine rastladı. Hemencecik odunları toplamaya başladı. Kurumamış hiçbir ağaca bugüne kadar dokunmamıştı. Dokunmak da istemezdi. Birkaç kuru dal da kesti. Balta sesi tepenin her yanında yankılanıyordu.

Aklı dünkü ayine gitti. Cemaati içerisinde ulaştığı merhalenin önemli olduğunu düşündü. Yüzündeki ışıltı daha da belirginleşti. Çocuk gibi gözlerini kırpıştırdı. Bugüne kadar tek bir insana kötülük etmemişti. Cemaatin karşısında hiç günah işlemedim dese hoş görünmeyecekti. Kafasından bir şeyler de uydurmadı. Çünkü söyledikleri yalan olacaktı. ‘’Mutlaka günah işlemişimdir, ama şimdi aklıma gelmiyor,’’ demişti.

Kağnısını odunlarla tıka basa doldurmuştu. Odun yükünün altında kağnının gıcırtısı daha da artmıştı. Köyün sokağında geçerken, gözleri evlerin ihtişamına takıldı, gülümsedi. Ne büyük bir incelikti… Taşlar ustaca yontulup dikdörtgen haline getirilmişti. İhtiyarlar kapı önlerinde sohbet ediyorlardı. Çocuklar sağa sola koşuşturuyorlardı. Kilisenin çan sesi, serin havada dalga dalga yayıldı. Güneşin ölgün ışıkları onları henüz terk etmemişti.

Odunları kağnıdan indirdikten sonra kesmeye başladılar. Kızı ve karısı da kendisine yardım ediyorlardı. Karanlık çökmek üzereyken, odunların hepsi kesilmişti. Yemeğini yedikten sonra hemencecik uyudu. Her yanında terler fışkırıyordu adeta. Yatakta sağa sola kıvrandı. Rüya görüyordu. Çığlıklarla uyandı.

Çılgınlar gibi dışarıya fırladı. Çığlıklarından köyün yarısı uyanmıştı. O hızla köyün kilisesine gitmiş ve mihrabın haçını kırmıştı. İsa’nın resmini parçalarken, gözleri yuvalarında fırlayacakmış gibi oluyordu. Bas bas bağırıp, artık kiliseye vergi vermemeleri gerektiğine dair vaaz veriyordu. Karısı koluna yapıştı, hızla uzaklaştı Anna’dan.  Kızı ağlıyordu. Utanmıştı babasından.

Pirene dağlarından aşağıya bir yel esiyordu.  Rüzgâr vurdukça mintanı yaprak gibi sallanıyor ve zangır zangır titriyordu Lautard. Ter içinde kalmıştı. Yüzü korkudan morarmıştı. ‘’Bizi öldürecekler,’’ diye bağırdı gür sesiyle. Köylüler şaşkın gözlerle onu izledi. Kime ne zararları vardı ki! İnsan yaşamı onlarda kutsaldı. Arınmış diyorlardı kendilerine. Kötülük tanrısının emellerini yerle yeksan etmek, onların tek hedefi değil miydi? O zaman korkulacak bir şey de yoktu. Katoliklerle iç içe yaşıyor ve kimse kimsenin inancına karışmıyordu. Aklını yitirmiş olmalıydı bu Lautard.

Gizli Arınmışlar daha rahattılar. Nasıl olsa onların Kathar olduğunu kimse bilmiyordu. Evlerde gizlice toplanıp dualarını ediyorlardı, hepsi o kadar.  Kathar inancı gittikçe yayılmıştı. ‘’Papa’nın rahatsız olabileceğini bilmek gerekiyor,’’ diyordu bazıları. Başkaları da, ‘’Kötü bir şey yaymadık. Aydınlığı öğütledik. Ellerine ışığın meşalelerini tutuşturduk…’’  tartışmalar bu minval üzeri devam ederken, Lautard vaazına kaldığı yerden devam etti:

‘’Rüyamda kırmızı, beyaz, siyah, mor, yeşil ve boğum boğum olmuş bir arı sürüsü gördüm. Bir haç kaidesinin içinden çıkıp, öbek öbek saldırıyorlardı. Binlercesi bir arada hareket ediyordu. Önlerine çıkan otu böceği saniyesinde yok ediyorlardı. O dehşet vınlamaları yeri göğü tutmuştu. Asıl hedefleri bendim ama. Öylesine pike yapıyorlardı ki, kendimi koruyamıyordum. Tepeye doğru bir ok gibi fırlamak istedim, bırakmadılar. Hemen yetişmişlerdi. Önümde dağ gibi duruyorlardı. Üzerimdeki tüm elbiseleri paramparça ederlerken, hayalarımı iki elimle kapatmaya çalıştım.  Kocaman kocaman arılar ellerime saldırdılar. Ellerimi çarçabuk hayalarımdan çekmek zorunda kaldım. Arıların sokması dayanılmaz acılarla kıvrattı beni. İdrar yoluyla bedenimin her bir yanını sarmışlardı. İçimdeki arı uğultusu dayanılacak gibi değildi. Etimde, kemiklerimde, damarlarımda, kafamın içinde, gözlerimde geziyorlardı. Çığlıklarla uyandım. İnanın bana.’’ Leon’u işaret ederek, ‘’Ded, hiç bari sen inan bana. Bu zavallı insanları korumak için bir tedbir geliştirin. Hazırlıklı olun. Pirene dağlarına çekilin. İnanmıyorsunuz değil mi?’’

Herkes evlerine dağıldı. Eve gittiğinde hemen mutfağa yöneldi. Yanına bir yiyecek çıkını alarak evden ayrıldı. Karısı ve kızı dehşet içinde kalmışlardı.

Boş durmamıştı Lautard. Önüne gelene, ‘’Bizi öldürecekler. Evet, bu ilk vaazdır. Son vaaza daha çok var. O vaazı da ben vermeyeceğim. Çünkü o zamana kadar beni öldürecekler. Evet, bunu biliyorum,’’ demişti.

Châlons Piskopos’una Laurtard’ı yaptıkları ayrıntılarıyla ulaşmıştı. Vaazın üzerinden iki saat geçmişti ki, Lautard ortadan kaybolmuştu. Peşine Şövalyeler ve askerler takılmıştı. Her tarafı didik didik ediyorlardı. Kaçıyordu. Gizli Arınmışlar olup bitenleri boş gözlerle izliyorlardı. Açıkça inançlarını ifade edenler ise gidip köyün dışında saklamışlardı. Lautard olup bitenleri uzaktan izliyordu.  Köyün etrafı askerle sarılmıştı. Bir bölük askerde dağ taş onu arıyorlardı. Bir çığlık koptu. Kızıyla karısını askerlerin arasında gördü. İkisini de itip kalkıyorlardı. Ağaç dallarının arasında saklanmıştı. Gidip teslim olsa paramparça ederlerdi. Hem gidip uyaracağı köyler vardı. Birçok köye gitmiş ve onları tedbirli olmaya çağırmıştı. Gülüp geçmişlerdi. Sonun da ailesini özleyip tekrardan dönmüştü. Uzaktan da olsa onları görmek, ona eşsiz bir mutluluk veriyordu. Eşiyle kızının yanına gitme isteğini zorla bastırıyordu. Onlara inen her darbeyle çılgına döndü. Dudaklarını dişlerinin arasına almış kemiriyordu. Kızı doğduğunda tarladaydı. Tarlada döndüğünde kadınlar, nur topu gibi olan kızını kendisine göstermiştiler. İnanmamıştı gözlerine. Kızının büyümesini dikkatle izlemişti; İlk emeklemesini, ağaya kalkışını, yürümesini… Göz açıp kapayana kadar biricik Audası kocaman bir kız olmuştu. Melekler gibiydi. Sarı saçlarının bir teline dünyaları değiştirmezdi. Mavi gözleri uçsuz bucaksız bir denizdi. Kızından sonra çocuklarının olmayışı onu dertlendirmemişti. Varsın bir kızı olsundu. Hem evini tek başına şenlendiriyordu. Karısı da mutluydu. Yaratandan daha ne isteyebilirlerdi ki. İşte gözlerinin önünde onu dövüyorlardı. Sonra da karısıyla kızını alıp köye götürmüşlerdi. Göremiyordu artık. Köye gitse yakalanırdı. Çaresizdi.

Günler hızla ilerliyordu. Açlıktan midesi kazınıyordu. Kışa girmişlerdi artık. Özellikle geceleri donacak gibi oluyordu. Çukurlara girerek rüzgârdan kendisini koruyabiliyordu. Dişleri yine takırdamaktaydı. Geceydi. Soğukluk bir metre yerin dibinde de olsa gelip yakasına yapışıyordu. Çukurdan dışarıya burnunu bile uzatamıyordu. Soğuktu. Sabaha az kalmıştı. Güneşin doğuşuyla belki ısınırdı.

Güneşin doğmasıyla çukurdan dışarı çıktı. Bulunduğu yerde ağaçlar yoktu ve bir yamaçtaydı. Hayatının yanlışını yaptığını nereden bilecekti. Askerlerin kendisine yaklaştıklarını fark etmemişti. Asker ve şövalyeleri gördüğünde yanlamasına koşmaya başladı. Kendisini ihbar edenin köyden birisiydi mutlaka, anlamıştı. Buraları iyi bilen birisi... Dün tek gördüğü Leo’du. Hayır, o yapamazdı. Çünkü o da bir Arınmıştı. Neden aynı inanca sahip birisini ihbar etsindi ki. Bunları hızla düşünürken, bir taraftan da şövalyelerden kaçmaya çalışıyordu. Peşindekiler at sırtındaydı. Tepeden tırnağa silahlıydılar. Birkaç ok attılar peşi sıra, zikzaklar çizerek koştuğu için hiçbir ok isabet etmedi. Bir mızrak fırlattılar. Mızrak bir taşın yüzeyinde şakladı. Yakalamaları ya da öldürmeleri an meselesiydi. Onların eliyle öldürülmeyi ya da sağ yakalanmayı istemiyordu. Derin bir kuyu vardı yamaçta. Var gücüyle oraya ulaşmaya çalışıyordu. Aralarındaki mesafe oldukça kısalmıştı.  Atların soluğunu ensesinde duyuyordu. Ne olursa olsun, onların eline geçmemeliydi. Bu düşünceler arasında, daha hızlı koşabilmek için kendisini zorluyordu. Peşindekiler, ‘’Dur! Artık kurtuluşun yok,’’ diye bağırıyorlardı. Bir ok kulağının dibinde vınladı. Aldırmadı. Nal sesleri daha da yükseldi. Hızını daha da arttırdı. Nefes nefese kalmıştı. Kırk yaşındaydı. O yaştaki bir insanın uzun süre koşması zordu. Bir an önce kuyuya ulaşsa iyi olacaktı. Aksi takdirde sağ yakalanacak ya da öldürülecekti. Hayır, onlara o sevinci yaşattırmayacaktı.

 Bir taraftan da karısıyla kızını düşünüyordu. Kızının çocukluğuna gitti. Durmadan soru soruşunu hatırladı. ‘’Baba niye yıldızlar havada asılı? Niye ışık saçıyorlar? Çiçekler nasıl açılıyor? Yağmur niye tane tane düşüyor ve niye yağıyor? Nasıl dünyaya geldim? Leylekler mi? Ih…’’ Bıkmadan usanmadan sorar ve o da sabırla cevaplardı. Zekâsına hayran kalırdı. Saman sarısı saçları göründü gözlerine. Deniz mavisi gözlerine hüzün yerleşmişti. Kızıyla hep özel bir ilişkisi olmuştu. Tanımayanlar uzaktan izlese, onları dövüşüyor sanabilirdi. Şimdiden sonra tek başına ne yapacaktı? Ya karısı onsuz yaşayabilir miydi? Kardeşleri hem kızına, hem de eşine nasıl olsa bakarlardı. Hem eşinin babası da vardı. Eşinin annesi daha, eşini doğururken ölmüştü. Babası bir daha evlenmemişti. Hiç olmazsa oraya giderlerdi. Kuyuyla arasındaki mesafe daraldığını görünce kendisine geldi. Bir ok kolunu sıyırarak geçti. Acısını hissetmedi bile. Nal sesleri ve şövalyelerin bağırtıları kulaklarında yankılandı. Az kalmıştı. Onlar kendisini öldüremeyecekti. Her hâlükârda kuyuya ulaşabilirdi. Kolundaki yaranın acısını birden hissetti. Bunu düşünmenin zamanı değildi. Sadece hızla koşması gerekiyordu.

Kuyunun başına geldiğinde, hiç tereddüt etmeden kendini aşağı attı.  Su çok derin değildi. Kafası kayaya çarpmıştı. Yaralı bir kuş gibi çırpındı. Başını suyun içinde çıkarmaya çalıştı. Becermedi. Vücudu beyninin komutlarını dinlemiyordu artık. Su ve çamur ağzına ve burnuna doluşmaya başladı. Sonunda başı suyun içinde çıktı. Bel üstü döndü. Acıdan bağırmadı. Ölümcül yarayı aldığını biliyordu. Rahattı onun için. Suyun içinde başını çıkarmaya çalışması temiz havayı ciğerlerine çekmek içindi. Dişlerini kenetleyip ölümü bekledi. Ölümden korkmuyordu. Yaşadığı her şey hızla gözlerinin önünde geçti. Kızının endamını, sarı saçlarını, yanaklarındaki gamzelerini ve mavi gözlerini gördü tekrardan, gülümsedi. Yüzündeki kocaman gülücük tüm bedenine yayıldı. Gözlerinin önünde akıp geçen görüntüler bulanıklaştı. Birkaç dakika sonra da can verdi. Kısa bir zamanda suyun rengi kızıla boyandı. Askerler ve şövalyeler, Lautard’ın cansız yattığını gördüklerinde çekip gittiler. Lautard’ın ölürken gülümsemesi onları şaşırtmıştı. Anna’ya ve Auda’ya ölüm haberini vermek için iki atlı tırısa geçti.

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...