Mülteci Düşler (Sarı Terlik)

Savaş Yadırgı kullanıcısının resmi
Mülteci düşleri öyküsünden bir tutam soluk:

Abbas’ı yol çatısındaki komşu mezra köyün yakınına bıraktılar. Teşekkür edip yoluna yollandı. Kendi köyü bir yarım saat uzaklıktaydı. Hızlı yürüse on beş, bilemedin yirmi dakikada evde olurdu.
Zamanında, şöyle cumhuriyet öncesine kadar Ermenilere ev sahipliği yapmış bu komşu mezra, şimdi Kızılbaşların yaşam alanı olmuştu. Bir yüz sene sonrasının buraların yeni sahiplerini kim bilir ki kim olurdu? Bu topraklarda bu zamana kadar yaşamış ve şu an yaşıyor olan insanların dinleri dilleri farklı olsa da; aynı kaderi paylaşıyorlardı, yoksulluk !.. 
Bir ölü ışık, ardından sesler duydu Abbas. Ürktü, çalılığın ardına attı kendini.
Gecenin köründe biri küçük, biri büyük iki karartı, iki canlı yürüyordu, düşe, kalka. 
Seslerden anlaşıldığına göre bu mezrada oturan Irazca yanındaki kızı değil miydi? O olmalıydı. Arkada kalan durup durup ayaklarına bakan, küçüğe “Çiğdem” diye sesini duyunca anladı Topal Ali’nin karısı olduğunu. Acep, gece gece nereye giderlerdi? “Takılsam mı bunların ardına?” Dese de vazgeçti. Bu kadar macera yeterdi. Yoluna yürüdü.
Yedi yahut sekiz yaşında, mavi boncuk takılı sarı saçına, zayıfça, köz köz öksürüyor, hasta takılmış anasının peşine. Giderler bilmez nereye? Ama giderler anası nerde o da orda… 
Teyzesi Alamanya’dan getirdiği sarı ciyak lastik terliği çok sevmişti. Ne güzeldi terliği, terliği ne güzeldi sarı sarı… Yürürken şıpıdık şıpıdık diye ses çıkartıyordu. Annesinin sesiyle irkildi:
“Ses çıkartma diyom saa soyka!..”
Başını korka korka “tamam” diye salladı Çiğdem . Biraz yavaştan aldı sarı şıpıdık terliğini. Ayak parmaklarıyla terliğin önüne sıkıştırdı arkadan topuğuna yapıştırdı ki şıpıdık sesi gelmesin. Yedi yaşındaydı ama biliyordu bunu, daha neler biliyordu neler. Yoksa anasının kara zumzuğunu (Yumruğunu) iyi biliyordu.
 
Gece karanlık, gece zifiri. Dağın başı kimsecikler yok bir tek kurtların uluması birde fır fır esen yel. Annesinin elinde, pazardan alınmış el feneri, arkasından da sarı şıbıdık naylon terlikleriyle Çiğdem. Ayın bulutların ardından çıkıp ayağına her vurduğunda ışıyan terlediklerine yeniden bakıyor. Durup durup, baktıkça bakası, sevdikçe sevesi geliyordu, Ne güzeldiler, o süslü Pakizelerinkinden bile güzeldiler. Ohh nasılda çatlamışlardı canına değsindi. Bir kere istemişti de giyim diye vermemişti, iyi olmuştu. Geçen bileziğini kendisi de vermemişti, ohh çatlasın da patlasındı.
” Kız Çidem nörüyon orda? Yörüü, yörüü uyuuuz! Bu gız beni delletcek. Şinciye kadar adam gelmiştir!..”
Dağlardan yankılanıp gelen bir araba sesi duydu. Kulak kabarttı Irazca, evet yaklaşan bir arabaydı. Yüreği felt felt etmeye başladı, demeden bir çift ışık patladı tepelerden. Panikledi, koştu itti Çiğdem’in omzundan yolun dışına, ardından kendisini attı. Kız yuvarlanıp suya bulandı, taşın ardına çekti yanına “ses etme” dedi. Söndürdü fenerini.
Ne olurdu ne olmazdı? Hele şu köyün kara ağızları yok mu? Hele kötü karıları!.. Aboovv ağızlarına dillerine düşmeyesin, düşme düşme, düşersen tek ayakta seni fallik (yollu) ederler…
Şu gece gece, kızını aldığına öyle sevinmişti ki. 
Zaten aklına gelen başına gelirdi. Araba, tepelerden bata çıka geçip gitmişti yanı başlarından. Kalktılar, düştüler tekrar yola. 
Islanmıştı Çiğdem, ama olsundu görünmemişlerdi ya, o kadarı da olsundu.
” Bah hele şu işe, iş midir bu gece gece? Adam adam olsa bu işler kadın başına, bana mı kalırdı? Sen git iki hefte uğrama eve, bir güncük kal gene kaç hee!..Her şeyi başıma bırak!.. Ahh, boyun posun devrilesi Topal Ali, o çobana gittiğin dağlarda kızıl kurda kuşa yem olasın!.. Kayalardan düşe, motorların altında kala da rıvi vicikin ağzından çıka Topal Ali… Bacağına sıçtımın Topalı!..
Adam adam değil, sogan cücüğü. Herkes bu zamana deyin odununu tuttu. Bu vakte kadar odun mu kalır? Anca bizim gibi kel avanaklar kalır. De yörüü, beri kalma lastikleri ciğerlerine batasıca!..” 
Hızarcı İdris, yaptığı işe göre en az yetmiş beş gayme alırdı. Ama insaflı, gözü tok adamdı. Çerkez’di hızarcı, o saçları boşuna ağartmamıştı çok şey görmüştü. Giden sene, Topal Ali kendi köylerine çoban durmuştu. Tanırdı Topal Ali’yi, ‘saf garibim, fukara adamdan para mara almam?’ demişti. 
O zamanlar insanlık vardı, şimdikilerin ki gibi dini imanı para değildi. Bir lokmayı on boğaza paylaştırırlardı.
Tepeyi aşınca Irazca, İdris’i gördü. Hızarcı İdris söğüdün dibine çökmüş, bilmem kaçıncı cigarasını tellendiriyordu. Çektikçe cıgarası kırmızı kırmızı, ateş böcekleri gibi, yanıp yanıp sönüyordu. Yaklaştı.
“Eyy, Irazca hatun nerde kaldınız bre?..
Irazca mahçup, karanlıkta daha da mahçup;
“Kusura kalma İdris abey, küçük eyledi bizi.”
“Zararı yok, zararı yok. De haydi,düşek yola.”
Alla etmesin; ormancı yahut jandarma yakalarsa foyaları ortada, direk mapus. Onun için gizli gizli, korka korka vardılar ormana. Başladılar işe. Zıkkım hızarın sesi de dünyayı alıyordu bu nasıl bir ses? Kulakları sağır edecek gibi. Sanki kıyamet. Beş on ardıç devirdiler. Kesip parçaladılar Çiğdem bile yardım etti. Yolun kenarına taşıyıp üstünü yapraklarıyla kapatıp çıktılar yola. 
Yol ağzına gelince Irazca, binbir minnet duyarak; ” İdris abey elin kolun dert görmesin, sen olmasan kış ortasında çoluk-çocuk çırçıplağ kalacağdık. Hızır aleyselam yoldaşın olsun. Çok sağolasın”
“Bir şey değil, Irazca hatun bir gün bir kömbe yaparsın borcun kalmaz”
” Başımla beraber o da bi şey mi? Yeter ki sen dile!..”
Ayrıldılar, herkes kendi yoluna davrandı. 
Irazca mutlu, sanki onca işi yapmamış, yorulmamış, on dört yaşındaymış gibi sevinçten ayakları yere değmiyordu. Yüzü gözü her yanı sevinç içindeydi. Kocasına bile, hatta onun beceriksizliğine bile kızmıyordu. Gelse de müjdeyi verseydi. Irazca önde, arkasından şıpıdik sarı terlikleriyle Çiğdem hayallere dala çıka köye yürüyorlardı. Artık annesi kızmıyordu ona. Sadece karanlık .
Bir ara kurt uluması duydu Çiğdemcik, bir korku boğdu minicik yüreğini. Hemen çapukladı, anasının eteğine yapıştı. Tutunca da eteğini, kuş gibi ferahladı yüreği. Ne olursa olsundu, anası yanındaydı ya, ona bir şeyler olmazdı artık.
Girdiler köye. Direk Motorcu Cevo’nun evine. Bereket versin ki daha uyumamıştılar. Kapısına yaklaşınca, itleri hırladı. Hoştladı, öteledi beriye. Çaldı kapıyı. 
Karısı Civelek Hatça açtı kapıyı;
” Hayırdır Irazca kadın?”
“Hayırdır hayırdır, erin nerde Hatça?”
“Erim mi ?” Şaşırdı bu “Biz de yatacağdık ”
Kızdı Irazca:
 ” Gene yatın anam, hele bir çağır, işimiz acala olmazsa gelmeyik bu saatta.”
“Tamam öylese” deyip girdi içeri. “Valla deli bu kadın, ne olacak Civelek ” dedi güldü Irazca .
Cevo çıkıp geldi:
“Hayrola Irazca kadın?”
“He gurban hayırdır. Urmandan biraz odun ettiydik, diyom sana zahmet olmazsa babana gurban hayrına, şu kara taşın ordan senin motorunlan yüklesek!..” 
“Tamam Irazca kaygılanma, gün ağarmadan giderik.”
“Alla senden razı olsun Cevo gurban. Haydi rahatsızlık verdik iyi akşamlar o zaman.”
” iyi akşamlar Irazca ”
Aldı kızını doğru evine. Islak elbiselerini değiştirip koydu yatağa. El kadar çoçuğu ne de çok yormuştu dağ taş… Çiğdemcik başını koymadan uyuyup gitmişti bile. İçi sızladı, gözü buğulandı. Baktı ki yorganın ucunda kızının kucağında sarı terlikler, öyle uyumuş. Ellemedi, “varsın uyusun” dedi gözleri güldü ıslak ıslak. 
Elleri kucağına bağlayıp, kızının yatağının yanında oturdu. Aydan kopup gelen ışık, evinin dibindeki dut ağacından pencereye pare pare dökülüyordu. Yapraklardan misafir gibi süzülen ışık, muradına ermiş, mutlu sakin, Irazca’nın gözündeki ışıkla bir olmuş, ufka, sabırla günün doğmasına bakıyorlardı…
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...