Pir Sultan Abdal Şii miydi, Kızılbaş mı?

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Sünni ve Şii İslamcıların hepsi, Kızılbaşlığı lekelemek amacıyla onlar mecusi, ateşe tapan zındıklar, kadın erkek ayrımı bilmezler, birlikte çalışıp birlikte tüketen haremlik selamlığı dışlayan imansızdırlar ifadeleri, aslında Kızılbaşlığın net bir tarifidir.

 
Kızılbaşlıkta tanrı yerine insanı yüceltme, ana, güneş, ateş, su ve toprağı temel almak, Poloteist doğacı dinsel inançlardan gelen bir kültürdür. Doğacı inançlar tek tanrıcı dini inançlar gibi radikal, yobaz, gerici ve bağnaz değildir, olamazlar da. Pir Sultan Abdal’ın Kızılbaşlığı ve Şiiliği bu temel gerçeklere göre değerlendirilmelidir.
 
Pir Sultan Abdal’ın doğum, yaşam ve idamıyla ilgili Alevilerin elinde sağlam geniş kaynağın olmaması, Aleviler için büyük bir utançtır. Kim oldukları bilinmeyen kişilerin kafadan salladığı ve net olmayan yazılanlara göre, Pir Sultan Abdal tahminen 1540’lı yıllarda doğup, 1570’lerde idam edildiği belirtilir. Pir Sultan Abdal’ın doğumu öncesi ve sonrasında, Anadolu’da yaşanan dönemi ele aldığımızda, Aleviler Cem ve Semah ibadetleriyle hep Şiiliğe çalışmışlardır. Bu yüzden de Aleviliğin tarihini samimi, bilimsel şekilde masaya yatırmaktan kaçıyorlar. Sürekli bilimden, haktan yana olduklarını ifade eden Aleviler, “Ya Hızır, Ya Ali, Ya 12 İmamlar, Ya Muhammed, Ya Erenler” siz dardakilere yardım eyleyin gibi, uçuk ütopyalar bilimsellik midir? Bütün bunların nedeni Babailerin; Selçuklu ve Osmanlı’ya yenildikten sonra, dönemin gerçeklerine uygun siyaseti bilen öncülerin çıkmamasıdır. Her Pirim, Dedeyim diyen siyaseti bilip anlamadan, toplumu yönetmeye çalıştığı için Aleviler her zaman kaybettiler. 15 milyonluk bir topluluk, kendi siyasi liderini çıkaramayıp, sürekli birilerinin arkasından gitmeyi siyaset yaptıklarını sanıyor.
.
Yenilgi ve yalnızlığın vermiş olduğu psikolojiyle, kendilerine en yakın inançsal, siyasi düşünce olarak Şii İslam’ı görmeleri, yenilgiden beter karmaşaya saplanıp kalmışlardır. 1500’lerden bugüne 522 yıl geçmesine rağmen, idam edildiği kesin olan Pir Sultan Abdal gibi Pirlerin yaşamı, dünya görüşüyle ilgili  kaynaklar tutmayan, saklamayan Aleviler, bunun hesabını vermeliler. Aleviliğe temel siyasi felsefen bakmayı bilmeyen Aleviler, siyaseten sınıfta kaldıklarını kabul etmeli. Aynı şekilde kitaplı dinler gibi ütopik ritüellerle, idealizme hizmeti sorgulamaları gerekmez mi? Bu anlayışın özeti, “Her din ve inancın mutlaka bir siyaseti vardır, ancak her siyasetin bir dini olması şart değildir.” Aleviler Aleviliğin, Metafizik idealizm mi, yoksa Materyalist mi olduğunu beş yüz yıldır çözemediler. Her ikisi arasında bocalayarak efelik söylemlerde ısrar etmeleri, en çok kendilerini geride bırakmıştır. Gerçek kültürel temellerini araştırıp, bunun bir doğacı dini inanç ya da pozitif düşüne olup olmadığını, dünyanın gözüne sokmak yerine, bir taraftan her şeymiş gibi görünürken, diğer taraftan hiçbir şey şeklinde hareket etmeyi marifet sanıyorlar.
 
Sözde dünyaya bilimsel bakıp varoluşçuluk şaha çıkarılırken, diğer taraftan Alevilik bir inançtır deyip “CEM ve SEMAHTA” Hızır orucu, ziyaret yerlerinin kutsanması, lokma dağıtmak, gülbang okumak, aşure vb. metafiziksel dini ibadet ve temenniler, dincilik değilse, bilimsellik hiç değil. Aleviler sıraladıklarımızın hiçbirisini sorgulamıyor, çünkü kendilerini din ve inançlar üstü gören narsizme saplanmışlar. İstisna bireylerin dışında Aleviler ne doğru bir inanca ne de doğru bir pozitif siyasete sahipler. Türk İslam Sentezcilerde olduğu gibi, dış görünüşle modern, çağdaş, evrensel olunduğuna inanmaları enteresandır. “Bu yapıyla Alevilerin dışı altın kaplama, içleri bakır ve ham demirden ibaret.” İdealizm, pozitivizim ve popülizm arasında gidip gelmek, değil toplumu ikna etmek kendileri de ikna olmamışlardır. Hızlı solcusundan radikal Alevicisine kadar milyonluk bir toplum, öncü veya pir olarak sahiplendikleri şahısların, gerçek inanç, düşüncelerini öğrenmeden bağlılık göstermeleri, çağ öncesi ütopyacılktan da beter. Şiilik ve İran tarihini okursak, Kızılbaşların siyaseten ne kadar geride kaldıklarını rahatlıkla anlıyoruz.
 
M.S.661 yılında Hz. Ali’nin öldürülmesiyle, Ali taraftarı olan (Şii) Araplar Arabistan topraklarını terk edip, Mezopotamya’nın merkezi Bağdat ve İran çevresine yerleşirler. Emevi İslam emperyalizminden en çok rahatsız olanların başında İranlılar gelir. İranlılar Zerdüşt olduklarından, İslam ile her konuda zıt dünya görüşüne sahip bir toplumdu. Güçlenmiş Emevi İslam emperyalizmini yok etmek için Persler, Zerdüştlükten gelen Mani ve Babilik inanç kültürleriyle, Şii Araplara destek verip İslam’dan kurtulmayı düşünürlerken, kendileri Şii İslam olup çıktılar. Bunun altında çok farklı sebepler var, burada irdelemek konuyu uzatacağından değinmeden geçiyorum. İlk Abbasi Şii İslam Devleti 750 yılında, Persler sayesinde kurulmuştur. Hatta İran’da kurulan Büyük Selçuklu Devleti de Şiileşmişti. Mezopotamya’da tutunamayacağını anlayan Selçuklular, Anadolu’ya göç ederken, bu defa Sünni İslam’ı benimseyip hükümran olmaya çalışırlar.  Sünni Selçuklulara karşı, Babai Kızılbaşlardan Baba İshak, Hünkâr Bektaşı Veli 1235-1240 yıllarında savaşıp yenik düşerler. Aynı yolu sürdüren Musa Çelebi, Şeyh Bedrettin, Celaliler, Kalender Çelebi 1411-1527 yıllarında Osmanlı’ya karşı savaşıp yine yenik düşmüşlerdir.
 
1500’lerden itibaren İran Hanedanlığını kuran Şah İsmail, Şii İslam’ı resmi imparatorluk dini olarak ilan ederken, Babai Kızılbaşlardan önemli derecede askeri destek alır. Şah İsmail’in Türk, Kürt, Fars mı olduğu net bilinmese de Fars dili ve Şii İslam, en yüce düşüncesi olmuştur. Şah İsmail ve oğlu Tahmasap sırf Osmanlı’yı yenmek için, Kızılbaşları destekler görünüp daha sonra yarı yolda bırakmıştır. Bunun da birden çok nedenleri var. Dikkat edilirse 1498 yılında Osmanlı Padişahı II. Beyazıt’ın, Hacıbektaş’ta Bektaşi Devşirme Şii İslam Tarikatı’nı kurması tesadüf değildir. İranlılarla hareket eden Kızılbaşları yok etmek için Osmanlı, silahla yapamadığını Devşirme Şii Bektaşilikle başarmıştır. Bektaşiliğin başına Balkan Devşirmesi Balım Sultan’ın, Pir (Dede) olarak oturtulmasıyla, Aleviler o günden bu zamana kadar, Şii öncülerin hepsini kendi pirleri görmüşlerdir.
 
1530’lardan itibaren lidersiz kalan Babai Kızılbaşların bir kısmı içlerine kapanır. Diğer çoğunluksa korku ve çaresizlik yüzünden, Devşirme Şii Bektaşiliği benimsemeye devam etmişlerdir. Anadolu’da Aleviler üzerinde bu olaylar yaşanırken, tahmini 1540 yıllarında dünyaya gelmiş olan Pir Sultan Abdal, Alevilerin içerisinde bulundukları belirsizlikten etkilenmemesi mümkün değildi. Çoğunluk Kızılbaş Aleviler, Şii Şah İsmail ve oğlu Tahmasap’ın liderleri olduğuna inandıklarından, Pir Sultan Abdal’ı da bunu kabul etmiştir.
 
Ve Pir Sultan Abdal’ın adının geçtiği yüzlerce şiirde Şah ve 12 İmamları anması, Pir Sultan’ın kendisi ve yedi farklı Pir Sultan’ın hepsi, Şiiliğin hizmetkarlarıdır. Bunu Kızılbaşlık olarak görmek kültürden bir şey anlamamaktır. Olanları siyasi taktik düşünsek bile, Şiileşerek uçuruma gidilmiştir. 1550 yılından itibaren Alevilerin tamamı Şii Şah İsmail ve Devşirme Şii Bektaşiliği sahiplenip, Seyit soyunu sürekli yüceltmeleri, Pir Sultan’da dahil hiçbirisinin saf Kızılbaş olmadıklarını ifade eder. Pir Sultan Abdal için en son söylenecek söz, Hallacı Mansur gibi inandığı düşüncesine kendisini feda edecek kadar cesur ve samimi bir kişiliktir.  Bu demek Kızılbaşlığın lideri ve Piri oldukları anlamına asla gelmez. Alevilikteki Şii İslam, Kızılbaşlık ve dinsel inanç karışıklığını ayıklayacak tek çözüm, akademik eğitim almış samimi Alevi Aydınlarıdır. Bu yapılmadığı sürece Kızılbaşlık, Şiilik ve karmaşası hiçbir zaman bitmeyecek.
 
Sünni ve Şii İslamcıların hepsi, Kızılbaşlığı lekelemek amacıyla onlar mecusi, ateşe tapan zındıklar, kadın erkek ayrımı bilmezler, birlikte çalışıp birlikte tüketen haremlik selamlığı dışlayan imansızdırlar ifadeleri, aslında Kızılbaşlığın net bir tarifidir. Kızılbaşlıkta tanrı yerine insanı yüceltme, ana, güneş, ateş, su ve toprağı temel almak, Poloteist doğacı dinsel inançlardan gelen bir kültürdür. Doğacı inançlar tek tanrıcı dini inançlar gibi radikal, yobaz, gerici ve bağnaz değildir, olamazlar da. Pir Sultan Abdal’ın Kızılbaşlığı ve Şiiliği bu temel gerçeklere göre değerlendirilmelidir.
Cemal Zöngür
 
 Kaynak Notlar:
https://tr.wikipedia.org/wiki/I._%C4%B0smail
https://tr.wikipedia.org/wiki/II._%C4%B0smail
Şah İsmail, 17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil şehrinde Türk, Kürt veya Arap kökenli olduğu iddia edilen Safevî Tarikatı'na mensup bir şeyh ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi.[14] İsmail'in babası Şeyh Haydar, dedesi ise Şeyh Cüneyd'dir. İsmail'in annesi Alemşah Halime Begüm Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'nın kızıdır. Şeyh Haydar, Kafkasya’ya düzenlediği seferinde öldürülmüş babası Şeyh Cüneyd'in öcünü almak için 1488'de Şirvanşahlar Devleti'e saldırır. Şirvan hükümdarı Ferruh Yasar yenilgiye uğrayarak Gülistan kalesine çekilir. Yedi ay muhasarada kaldıktan sonra Şirvan hükümdarı damadı olan Akkoyunlu sultanı Yakub Bey’den yardım istedi. Şeyh Haydar da, Alemşah Halime Begüm ile evlendiğinden, Yakup’un kardeşinin kocası idi, fakat Haydar’ın daha da güçlenmesini istemeyen Akkoyunlu hükümdarı Ferruh Yasar'a bir kuvvet gönderdi. Akkoyunlu ve Şirvanşah ordularıyla Taberistan yakınlarında yapılan savaşta Şeyh Haydar öldürüldü.
1500 yazında Erzincan'da Ustaclu, Şamlu, Rumlu, Tekelü, Zülkadir, Avşar, Kaçar ve Varsak Türkmen aşiretleri'nden oluşan 7.000 Kızılbaş, İsmail'in davetine icabet etmiştir.[23][24] Kızılbaş ordusu, Kasım 1500'de Kura Nehri'ni geçerek Şirvanşahlar Devleti üzerine yürümüştür. Gülistan Kalesi yakınında gerçekleşen Çabani Meydan Muharebesi'nde Şirvanşah Ferruh Yesar'ın ordusunu yenmiş ve Bakü'yü ele geçirmiştir.[25] İsmail, Şerur Savaşı'nda Akkoyunlu Elvend Mirza'nin ordusunu yendi. Elvend, Erzincan’a doğru kaçtı. Sonralar yeni ordu toplamaya çalışan Elvend, 1504'te hastalandı ve ardından Diyarbakır’da öldü.[26] 1501 yılının yazında Tebriz'e girerek taç giyip resmen kendini “Şah” ilan etmiş,[27] Safevi Devleti'ni kurmuştur.[28] Şah olduğunda ilk yaptığı iş, Şii mezhebini resmi mezhep ilan etmesi oldu
II. İsmail (Farsça: شاه اسماعیل دوم; d. 28 Mayıs 1537 - ö. 24 Kasım 1577). 1576-1577 döneminde Safeviler'in üçüncü Şahı olarak hüküm sürmüştür.
Hayatı
II. İsmail'in babası Şah I. Tahmasb ve annesi Türkmen Sultanum Begüm'dür.[1]
1547 yılında, Osmanlılar'a karşı pek çok başarı kazandığı için Şirvan'a vali olarak atandı. 1556 yılında Horasan valisi oldu. Ancak babasının komutanlarından Masum Bey, Safevi Şahı I. Tahmasb'ı oğlu İsmail'in kendisini devirmek istediğine ikna etti. İsmail yirmi yılını hapiste geçirdi.[2]
Babası Tahmasb 1576 yılında öldüğünde, güçlü Kızılbaşlar yerine kimin geçeceğiyle ilgili olarak İsmail ve kendisinden küçük kardeşi Gürcü bir anneden doğan Haydar Mirza arasında ayrıldılar. Haydar Mirza taraftarlarının onu tahta geçirmesine rağmen, Haydar taraftarları ve rakipleri arasında geçen bir çarpışmada öldürüldü.
Diğer bir grup Tahmasb'ın Çerkes bir kadından olan diğer oğlunu Şah yapmaya çalışsa da II. İsmail onları mağlup ederek 22 Ağustos 1576 yılında devletin başına geçti.[2] Tahta çıktıktan sonra kardeşleri İmamkulu, Ali, Süleyman, Mahmud ve Ahmed'i öldürtmüştür.[3]
Tahta geçince Şiilik'ten vazgeçerek Sünniliği benimsediği söylenen Şah II. İsmail 24 Kasım 1577 tarihinde Kızılbaşlar tarafından; kız kardeşi Perihan Hanım'ın yardımıyla zehirlenerek öldürülmüştür

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...