İrem

Nurcan Balıbey kullanıcısının resmi
Yaz güneşin kavurucu sıcağıyla, adeta yaktığı avluda toplanmış ağlaşan, taziyeler sunan, taziyeleri kabul eden birtakım insanların hareketleriyle dolup taşarken, ağlayanların terleri alınlarından, burunlarından süzülerek gözyaşlarına karışıyordu.

İrem, bir kenara çökmüş siyah giysileri içinde, başındaki örtünün ucuyla ağzını kapamış etrafına bakınırken bu insanları tanımadığını düşündü. Kalktı, toprak evin sıvaları dökülmüş arka duvarının gölgesinde kendine bir yer aradı. Güneşin rengini soldurup kavurduğu bir gazete parçasını aldı üzerindeki tozu silkeledi ve yere serip üzerine oturdu. Dirseklerini dizlerine dayadı, ileri geri sallanmaya başladı.
Bedeni tarifsiz bir duyguyla dolup taşarken, kafasındaki sorular içten içe giderek çoğalıyordu. Ağlayabilse ah! Bir ağlayabilse, kendini daha iyi hissedecekti. Bunu biliyordu ama onu tutan bir şey vardı. Orada ta içinin derinliklerinde, yüreğinin en kabarık bölgesinde köpük, köpük öfke; terk edilmişlik duygusu, aldatılmışlık gibi daha birçok duygu ağlamasını körükleyeceği yerde, onu tutuyordu.
Avlunun ortasında duran, etrafı yaslı insanlarla çevrili bu tabutun içinde yatan cansız beden 30 yıldır neredeydi? Yaşıyor muydu? Bundan haberi bile yoktu genç kadının. Peki! Bu kimin suçuydu? Bütün bunları düşünürken oturduğu yerde sallandı sallandı ve nihayet ağlamaya başladı; oysa gözyaşları hiç de rahatlatıcı olmadı. Ama o içinde biriken şey her neyse yavaş, yavaş dışarı çıkana kadar durmayan amansız bir öksürük kriziyle iki büklüm etti. Normale döndüğünde ileri geri sallanmaya devam etti. Sonra cebinden mendilini çıkarıp gözlerini sildi. Avluya dönmeli miydi? Orada bulunan insanların arasında onu tanıyan kaç kişi vardı? Yokluğunu bile fark etmemiş onu aramamışlardı. Olsun!.. Yine de avluya dönüp merhumu son yolculuğuna uğurlamalıydı.
Bugün burada olmasının nedenini kabul etmesi; zihninin gerisinde topladığı düşüncelerinden sıyrılabilse belki, daha kolay olacaktı. Ama o, ellerinin arasına aldığı kafasının içinden geçenleri artık durduramıyordu, merhumu tanıdığı zamanın anıları sahipsiz kelimeler eşliğinde yola koyulmuşlardı.
Kapalı gözlerinde canlanan karede: Annesinin şehirdeki dubleks evinin alt katında bulunan tesadüfen açtığı telefonun paralel hattında anne ve anneannesinin yaptığı görüşmeyi dinlerken şaşkınlığı ve o muammalı konuşma sırasında kalp atışıyla, yüzüne çöken kireç rengiyle, telefonu dinlediği salonun duvarda asılı duran aynaya yansıyan kendi yüzüydü.
Anneannesi bir sokak ötede oturuyordu. İrem öğretmen olduğu için yaz tatillerini annesinin yanında geçiriyordu. Eşini üç yıl önce kaybeden annesi, gençken Almanya´da yaşamış yurda döndükten sonra evlenmişti. Eşinin vefatından sonra, yazları hariç yalnız yaşıyordu.
Telefonda anneannesi şöyle diyordu:
“Kızı aramaktan vazgeçmemiş, bulmasına ramak kaldı…
Dün Almanya´da komşun olan Adem´e ulaşmış, nerden bulduysa, telefonda konuşmuşlar. Seni sormuş, ‘yıllardır arıyorum, en son senin onu gördüğün bilgisine ulaştım. Ne olur!.. Bana onların nerede olduğunu söyle,’ diye yalvarmış. Sizi bulacak!.. Yeter artık bu yalana beni daha fazla ortak etme!..” diyor yalvarıyordu.
Annesi:
“Sana kaç defa söyledim, bu konuları telefonda konuşmayalım. Ben sana geldiğimde konuşuruz kapat şimdi İrem aşağıda. Şüphelenmesini istemiyorum!” dedikten sora telefonu kapadı. O an İrem, kafasından geçen onlarca soruya mantıklı tek bir cevap bulamadı. Annesine sorsa gerçeği öğrenemeyeceğini düşündü. Hiçbir şey olmamış gibi, annesinin aşağıya inmesini bekledi. Birlikte kahvaltılarını ettiler.
 Annesine:
“Ben bugün anneannemle vakit geçirmek istiyorum. Az sonra hazırlanıp çıkacağım gecikirsem merak etme,” dedi.
Hazırlanıp anneannesine gitti. Kapıda onu şefkatle karşılayan, çocukluğundan öğrencilik yıllarına kadar ona bakıp büyüten anneannesi:
“Hayırdır yavrucuğum! Sen böyle sessiz, beti benzi solmuş bir halde. Ne oldu? “ dedi ve geri adım atıp İrem´in içeri geçmesi için yol verdi.
İrem:
“Anneanne senden bir açıklama bekliyorum. Sabah telefonda anneme sözünü ettiğin adam kim? Aradığı kız ben miyim? Bana hemen şimdi burada gerçeği söylemelisin… Annem neden bu kadar gizem dolu ve korku içinde? Anlat bana lütfen anlat!..” diye yalvardı. Yaşlı kadın ne diyeceğini bilemedi, eli ayağı titremeye başladı.
“Bunu sana söylersem benden ve annenden nefret edeceksin biliyorum!.. Ama otuz yıldır bu yalanla yaşamana razı olduğum için ben de kendimden nefret ediyorum…” dedi ve ağlamaya başladı. Hıçkırıkları arasında kurduğu cümleler yarımda olsa ne dediği anlaşılıyordu. Gerçeği söylememek için ne kadar direndiyse de boşunaydı. İrem kararlıydı gerçeği öğrenmeden anneannesini rahat bırakmayacaktı. Yaşlı kadın, daha fazla dayanamadı.
“ O, senin baban,” diyebildi.
“Nasıl yani? Şaka mı bu? Benim babam öldü, bunadın mı anneanne? Onun, son nefesinde yanında olan bendim.”
“ Hayır o, senin baban değildi!.. Annen, onunla evlendiğinde sen üç yaşındaydın, seni öz evladı gibi sevdi. Annen çalışmak için Almanya´ya gittiğinde evli olduğunu bilmediği bir adama aşık oldu ve ondan hamile kaldı. Adam çalışmıyor gününü gün ediyor, akşam olunca da o bar senin bu bar benim, yanında kadınlarla eğlenmekten başka bir kaygısı olmayan sorumsuz adamın biriydi. Annen kazandığı paranın tamamını bu adamla kurduğu yaşamına harcıyordu. Annen adamın evli ve Türkiye´de dört çocuğu olduğunu öğrendiğinde onu terk etmek istedi. Adam, anneni sevdiğine ikna etti. Yine de annenle şiddetli kavgaları başladı. Sen doğdun, kavgaları bitmek bilmedi.  Anneni Almanya´da tanıyan gurbetçi komşularımız vardı, gelip gittikçe orada olup biteni bana aktardı. Annene, o adamdan vaz geçmesi için yalvardım. Onu sevdiğini terk edemeyeceğini söyledi. Sen iki yaşına geldiğinde o adam barda çıkardığı kavga sonunda birini bıçakladı ve çıkarıldığı mahkemece, sınır dışı edilme kararı alındı. İşte o adam Almanya´yı terk ederken seni de yanında Türkiye´deki ailesine götürdü. Annen çılgına döndü, hukuksal yönden tüm yolları araştırdı ve sensiz geçen bir yılın sonunda babanın ailesi ve çocuklarıyla yaşadığı köyü buldu. Mahkeme Kararı gereği polisi de yanına alarak o köye gitti. Büyük bir kargaşa içinde seni babandan aldı. Bana getirdi. Baban benim nerede yaşadığımı bilmiyordu. Annen Almanya´ya geri döndü. Bir süre orada çalışmaya devam etti. Yaşadığı bu evi alacak kadar para biriktirdiğinde Türkiye´de kalmaya karar verdi ve baban sandığın adamla evlendi. Bundan sonrasını sana annen anlatmalı,” dedi.
Eve geri döndüğünde annesinden, tüm gerçeği en başından sonuna kadar dinledi. Ölümünden iki yıl önce gerçek babası ve onun ailesiyle tanıştı. Kardeşleriyle kaynaştı. Fazlasıyla içlerine girdi. İçinde engel olamadığı intikam duygusu onu hiç bırakmadı. Bu nedenle de dört kardeşin arasını açtı.
Halbuki! onu aralarına alıp bağırlarına bastılar. Kayıp kardeşlerini özlemişlerdi. Ortaya çıkmasıyla hepsi mutlu oldu. Zaman içinde, kardeşleri onun bu yaptığının farkına vardı. Yüzleştiler ve bir daha görüşmeme kararı aldılar. Fakat, babaları ölünce ona, haber vermeleri gerektiğinde bunu tereddütsüz yaptılar. İrem haberi alır almaz geldi. Kardeşleri onu yine de sevgiyle karşıladı. Onun ise içinde hala onlara duyduğu nefret vardı. Sanki; yalanla geçen yılların sorumlusu onlardı…
Kendini topladı, kalktı. Avluya geçti merhumun, tabutu iki ucuna konulmuş iskemlelerin üzerinde duruyor Hoca Efendi ve tüm orada bulunan insanlar avuçlarını açmış dua ediyorlardı.
Hoca:
“Merhumu nasıl bilirsiniz?” diye sordu yüksek sesle.
Orada bulunan topluluğun neredeyse tamamı, “İyi biliriz” diye yanıtladı. Ardından “Haklarınızı helal ediyor musunuz?” diye üç defa sordu. Topluluğun verdiği yanıt bir ağızdan, “helal ediyoruz, helal ediyoruz, helal ediyoruz,” oldu.
İrem bu sorulara içinden de olsa yanıt bulamadı.
 
Nurcan BALIBEY
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...