“ELİ ANNEMİN, DÜNYAYA AÇILAN PENCERE” *

Adil Okay kullanıcısının resmi
“Ne vakit paslansa kelimeler / Zorlansam yokluğunun imtihanında / Göğe açarım kollarımı / Yüzümde duymak için avuçlarını.” ... ... (Sami Özbil. “Anne Şifası” adlı şiirinden.) ,

 
Sami Özbil, tam 24 yıldır zindanda olan bir yazar. İlk gençlik yıllarında girdiği hapishaneyi okula çevirmiş, içeride olgunlaşmış, orta yaşa ayak basmış bu süreçte çeşitli dergi ve gazetelere makale yazmanın yanı sıra roman, öykü ve şiir çalışmaları olmuş. Edebiyatın farklı disiplinlerinde ürünler veren Sami Özbil’in Toplamda yedi roman, bir öykü ve dört şiir kitabı yayınlanmış.
 
2021’in son günü bana ulaşan ve okumaya başladığımda daha ilk mısralarda beni saran, sarsan “Narı Çalsam Gölgene” Sami Özbil’in yeni yayınlanan dördüncü şiir kitabı.
 
***
 
Özbil’in “Umutlu zamanlar olsun” diye İmzaladığı kitabın ikinci sayfasında “Hapishane Eğitim” Komisyonu” tarafından basılmış kocaman bir “Görüldü” mührü var. Bu mühürle “Ben buradayım” diyor iktidar. “Sizi görüyorum, gözetliyorum”. Normal koşullarda “rutin görev” diye hoş görebileceğim, üzerinde durmayacağım bu mühür artık bende “kötülüğün imzası” izlenimi bırakıyor. Zira bu kötülük mührü hep muhaliflerin bağrına basılıyor. Örnek vereyim: Politik mahpuslara yolladığım birçok yasal kitabım “görüldü, yasak, sakıncalı, kuruma kabul edilmiyor.” gibi ibarelerin yer aldığı mühürlerle geri döndü. Sahiplerine verilmedi. Sadece benim kitaplarım değil, yüzlerce yasal kitap da hapishanelerin “Eğitim komisyonları”nın bastığı bu mühürlerle aynı akıbete uğradı. Kimi zaman da tutsaklara kendi yazdıkları kitapların verilmediğini basından öğrendik. Bu konuda defalarca basın açıklaması yaptım, kitaplarımı alamayan birçok tutsak da infaz hakimliğine başvurdu. Bazıları hukuk mücadelesini kazandı, bazıları kazanamadı. Kitaplarıma ulaşamayan tutsaklar itiraz dilekçe örneklerini, mahkeme belgelerini, tutanakların fotokopilerini bana da yolladılar. İbret belgesi olarak arşivimde duruyorlar.
 
Yani bir hapishanede serbest olan yasal kitap diğerinde yasak.
Yasa, mevzuat aynı ama keyfiyet diz boyu.
 
Velhasıl tutsaklar “okuma hakkı” için bile mücadele etmek zorundalar. İşte Sami Özbil de bu koşullarda yazıyor. Kısa süre önce tutsak Dr. Ayhan Kavak ile birlikte hazırladığım “Firari yazılar – İçerideki yazarlarla söyleşiler” adlı, Klaros yayınlarından çıkan kitapta yer alan 38 tutsak yazardan biri de Sami.
 
Sami kısa bir süre önce “Dünyayla aramdaki son bağdı” diye betimlediği annesini kaybetti. Yanlış anımsamıyorsam annesinin cenazesine katılmasına izin verilmedi.  “Narı Çalsam Gölgene” adlı şiir kitabında yer alan 80 şiir içinde beni en çok etkileyenler de annesi için yazdıklarıydı.
 
***
Sürgünler ve mahpuslar arasındaki ortak yan nedir diye sorsalar. Özlem derim. Memlekete özlem, anaya, babaya ve kucaklaşamadıkları diğer sevdiklerine özlem. Bitmeyen, sağalmayan bir acıya / yaraya dönüşen bir hasrettir bu. Benim sürgünde 20 yıl boyunca yaşadığım. Sami’nin zindanda 24 yıldır yaşamaya devam ettiği. Betimlemesi zor olan.
 
Sami şiirlerinde bu zor yolu denemiş. O hapisteyken kaybettiği anasına, babasına (ve mücadele yıllarına) olan özlemi duru – yalın ama sarsıcı bir dille betimlemiş.
 
Anne dolu dünya
 
Dolabı açıyorum tencere dolusu sarma
Oğlum çıkarsa yesin demiş
Hıçkıra ağlaya bakıyorum pencereye oturmuş dağa
Yüklükte lavanta kokan pike
Bunu örter sıcak gecelerde
 
Sonra adımı sayıklaya sayıklaya yoğun bakım
Gözlerini açmış en son
Beni sen sandı dedi Erhan
Çok şükür bitti hapisliğin
Annemden kalan son kelimeler kalbimi dağlayan
 
Artık kimsesizim
Dünyayla aramdaki son bağdı
 
Annem daha sağdı
Geldi sarıldı dünyamsın diye fısıldadı
Bir o bırakmaz sanırdım
O da kandırdı…”
 
Gözlerim nemleniyor şiirin son mısralarında. Birden Aysel Tuğluk düşüyor aklıma. Annesinin cenazesinde yaşadıkları. Ona yaşatılanlar. Kaybetmeye başladığı belleği. Edebiyatın taşıyamayacağı, mısralara sığamayacak yükler bunlar. Fazla geliyor. Sayfayı hızla çeviriyorum. Başka bir dünyaya gitmek için ama heyhat bu kez “Kavuşmak” şiiri çarpıyor beni.
 
“Asma çardak dutlu söğütlü avlu
Soğuktan kaçan kuşlar inerdi ne zaman baksak
Eli annemin, dünyaya alçılan pencere
Çocukluk ilk gençlik gerisi hapislik
Annem yok artık
Dünya dediğin el kapısı
Hasret baki
Burada olmadı
Başka bir hayatta belki…”
 
***
 
Şimdi bu şiirlerde anlam ve biçem eytişimsel bütünlüğünü, şairin imgelerinin gücünü ya da zayıflığını nasıl irdeleyeyim. Toplumcu Gerçekçilik, Büyülü Gerçekçilik veya Eleştirel Gerçekçilik tartışmasını nasıl açayım. Özbil’in şiirlerinde hangi akımlardan izler bulduğumu nasıl yazayım. Hayır hayır yapamam. Zira on yıldır yazıştığım Sami’nin özyaşam öyküsü, şiirlerinde biçem yanı sıra anlamın üzerimdeki etkisi objektif değerlendirmemi engelleyecektir.
 
Bu değerlendirmeyi eleştirmenler yapsın diyorum. Bu makale de bir kitap tanıtım yazısı olarak okunsun. 
 
Sonuç itibariyle “sanat bulaşıcıdır” değil mi? Güçlü eserler için söylenir bu. Okuduktan, dinledikten, izledikten sonra bir süre kendinize gelemezsiniz. O eser (söz, mısra, nota, replik) size bulaşır – yapışır bir süre etkisinden kurtulamazsınız. Özbil’in şiirleri de önce beni yerime çiviledi. Sonra da masa başına. Yazmasam kendime gelemeyecektim. Belki şair de yazmasa kendine gelemeyecekti. Dört duvar arasından dışarı süzülemeyecekti. Havalandırma avlusunun duvarlarına dikilen dikenli tellere ve tel kafeslere konan güvercinlere mısra serpemeyecekti.
 
“Çatılar onarılmadı bu güz kış akacak üstümüze / Dünyaya bir tamircinin ufkundan bakmak / Yaşlanmaya başlamak / Bir de refakatçin duvar tanıksa saçlarının ağarmasına / soğuğa boş verip pencereyi açmalı kuşlara…” (s.71)
 
***
 
Özbil’in şiirlerinden tadımlık birkaç bölüm daha aktarıp bitiriyorum diyeceklerimi.
Eline aklına duygu dünyana sağlık Sami diyerek.
 
“Ciğerimdeki leke / İçimde mahsur / Yarım şarkının mührüdür /
Lanet değil hatıra / Hikayesi genç ömrümdür…” (s.25)
 
“Bir dağa gömülen çocuklar / Diğerinde çiçeklenir masalda / Cevabı onlardadır ömürle ödenmiş soruların / Tanıklığa çağırır onbeşimizde kalbimizden geçenlere / Güldüklerinde halkın ah’ı ayaklanacak / Gözbebeklerinde…” (s.81)
 
“Yine dilek tuttum uyanınca / Kış geçer yara kabuklanır aldırma /
Mutlu yıllar mutlu yıllar sana / hüzün değmesin yanaklarına…” (s.55)
 
03.01. 2022
 
Künye: Sami Özbil, Narı Çalsam Gölgene, Şiir, Ceylan Yayınları, İstanbul, kasım 2021.
 

*Güney. s.43
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...