Kamp Yeri

Rauf Akar kullanıcısının resmi
Yüzünden aç ve yorgun olduğu belli olan bir adam 1994 model Alman yapımı, Opel Frontera marka Jipini, Selçuk yakınlarındaki Belevi’nin merkezinde bulunan ‘’Keçikalesi’’ isimli kafenin önünde durdurdu. İndi ve kafeye doğru yürüdü. Yolda rastladığı bisikletçi bir gence, nerede yemek yiyebileceğini sormuş ve tarif üzerine buraya gelmişti... Parka benzer bir yerde bulunan kafenin kapısından içeri girdi. Ocak başında bulunan, otuz yaşlarındaki bir gence:

“Cebimde on liram var, yemek yemeye yeterli midir?” diye sordu.
“Yeterli, yetrli .. Benimle gelin lütfen "
.
Kafenin hemen karşısında küçük bir lokanta vardı. Oraya gitti. İçerde yirmi-yirmi beş yaşlarında bir genç kız ortalığı düzenliyordu.Müşterisini görünce, işini yarıda kesti:
“Buyurun buyurun” dedi gülümseyerek.
 “Vallahi cebimde on liram var. Neler yiyebilirim?”
 “Biz tabldot veriyoruz. Ederi de 9 liradır”
Önündeki yemek listesine baktı adam. “Neler yiyebilirim?” diye sordu tekrar.
 “Şu yemeklerden birini seçin. Pilavın yanına yoğurt ya da cacık veriyoruz. “
“Tamam. Oldu.”
Siparişini verdi. Genç kız: “Şuraya geçip oturun, ben getiririm” dedi.
 Adam kapalı yere geçip bir masaya oturdu ve çok geçmeden yemekler geldi. Yemeğini yerken bir de tatlı geldi. “Hesaba dâhil mi bu tatlı?” dedi adam elindeki dolu kaşığı ağzına götürürken.
  “Bu da bizden” dedi genç kız gözlerinin içi gülerek.
 Adam yemeğini bitirdikten sonra, hesabı ödeyip dışarı çıktı. “Yine bekleriz efendim” dedi genç kız.
 “Yolumuz düşerse neden olmasın.”
Kafenin yanındaki boş bir masaya oturdu. Kafeci gençle tanıştı. “İsmim Erdal” dedi genç.
“Benim de Rauf, ama herkes bana ‘Hoca.”
“Tamam Hocam. Tanıştığımıza memnun oldum.”
“Ben de…”
Birlikte çay içip sohbet ettiler.
“Nerede çadır kurabilirim Erdal?” diye sordu Rauf.
“Hocam. Otobanın hemen altında tel örgülü bir yer var. Oraya kur çadırını. Ben gece saat on bir civarında gelirim yanına.”
Rauf gösterilen yere gidip çadırını kurdu. Önündeki toprak yoldan birkaç motosikletli ile bir traktör ilerdeki sazlıklara doğru yöneldiklerini gördü. Sazlığın kenarında büyükçe bir ağacın altına oturdular. Biralarını çıkarıp içmeye başladılar. Bir saat sonra motosikletlerine ve traktörlerine atlayıp geldikleri yöne doğru gittiler.
 Hava kararıyordu. Otobanın yukarısında kırmızı renkli itfaiye aracına benzer bir araba durdu. İçinden üç adam çıktı ve yokuş aşağı hızlı adımlarla, kalın ağaçların arasından geçerek Hocanın çadırına doğru ilerliyorlardı. Hoca onları görünce çadırının dışına çıktı. Gelenlere:
“Merhaba!” dedi.
“Merhaba!”
“Hakkınızda şikâyet var. Onun için geldik.” dediler.
“Ne yapmışım ki?”
“Burada çadır kurmak yasaktır! Burası Karayollarına aittir.”
 “Tel örgünün içi mi?”
 “Evet. Beyefendi.”
 “Allah Allah, alt tarafı bir gece kalacaktık yahu.”
“Vallahi biz emir kuluyuz. Tel örgünün dışına herhangi bir yere kurabilirsiniz çadırınızı.”
“Benim için fark etmez vallahi. Bir arkadaş buraya çadır kurabileceğimi söyledi. Ben de bu yüzden… Yarın sabah buradaki mozoleyi gezip, Tire’ye gitmeyi düşünüyordum. Neyse sizi zor durumda bırakmak istemem. Çadırımı kaldırayım hemen en iyisi.”
Kurulması ve kaldırılması pratik olan çadırını söktü ve olduğu gibi arabanın içine soktu. Doğruca Keçikalesi Kafe’ye gitti. Uzaklık bir km. var ya da yoktu zaten.
 “Selam Erdal! Çayın var mı?”
 “Hayırdır Hocam! Neden geldiniz?”
 “Çadır kurmak yasakmış oraya. Karayolcular geldi.”
 “Vallahi bilmiyordum Hocam. Özür dilerim.”
 “Fark etmez yahu. Alışığız böyle durumlara. Dert etme! Ben bir yer bulurum.”
 Hoca içerde boş bir masaya oturdu, bir-iki bardak çay içti. Gazeteleri gözden geçirdi.
“Hocam börek var, getireyim mi?”
“Getir getir. Bari gelmişken börek yiyelim”
Hoca sopaya benzeyen uzun üç böreği çayla birlikte yedi. Biri geldi o an. Hoca geleni kafenin sahibi sandı. Hislerinde yanılmamıştı. “Hocam kusuruma bakmayın, ama kapatıyoruz.” dedi Erdal”
“O kadar geç oldu mu yahu? Borcum ne kadar?” “İki lira yeter hocam.” dedi Erdal, patronu yanı başındaydı.
Hoca eline cebine atarken, patronu dışarıya çıktı. “Tamam Hocam, para vermen gerekmez “dedi Erdal fısıltı halinde, bir yandan da Hocanın kolunu tuttu.
“Olur mu öyle şey?”
“ S-- ittir et hocam. Boş ver. Patronları zengin etmeye mi geldik bu dünyaya ?”
 Hoca da zaten patronlara küçüklüğünden beri kızıp duruyordu. Onun da işine geldi. “Vallahi doğru söylüyorsun. Onları zengin etmeye mi geldik sanki bu dünyaya?” dedi gevrek gevrek gülerek.
 Yediği böreklerin ve içtiği çayların parasını vermeden, iki kişiye daha iyi geceler dileyerek, oradan, yeni kamp kuracağı bir yer aramak için yola koyuldu. Gecenin sessizliğini bir köpek havlaması bozdu. 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...