Dengbej Halil

Berivan Yıldız kullanıcısının resmi
Uzunca bir yürüyüşten sonra dinlenecek bir yer bulduk Nergis’le. Cıvıl cıvıl, pırıl pırıl bir kız. Onu görünce neşe sarıyor kalbimi. Enerjisine kapılmamak mümkün değil.

Daha on yedisinde ve üniversite kazanabilmek gibi bir derdi var. Dert diyorum çünkü hayaller insanı yormaz bu kadar. Teyzelik duygusunu tattıran, ilk göz ağrım. Diyarbakır' da rehberim aynı zamanda.

 Koşuyolu Parkı'nda yorgunluğumuzu alan çaylarımız tazeleniyor. Sonbaharın ilk günleri. Serin, ılık bir hava ve de vazgeçilmezi nazlı bir güneş tepemizde. Pek anlamadığım sınav sistemini anlatıyor Nergis oflaya oflaya. Bir an yan masaya kulak kabartıyorum. "Dengbej Evi" sözünden sonra, istemesem de dinliyorum bir grup genci. "Dengbej Evi mi var?"  diye soruyorum Nergis'e.   Hıı evet var, yeni mi duydun teyze?" diyor biraz ilgisizce. Baştan sona bir merak sardı içimi. “Hemen gidelim,” diyorum. Saate bakıyor, buraya uzak olduğunu, geç olduğunu falan sıralıyor işte üşengeçliğinden. Düşünüyorum bir an. Yarına kadar bekleyebilirim peki ya gidemezsem? Ya olmadık bir iş çıkar da memlekete dönersem ya da o sokaklar bu gece ansızın yasaklanırsa? En kötüsü bu evde mühürlenirse! Göremeden gidersem biliyorum ki çok üzülürüm. Ayrıca pişmanlığım peşimi bırakmaz yine. Bilmez miyim kendimi? Kafamda yaptığım türlü hesaplar daha fazla artmadan kalktım masadan. Hesabı ödemeye gittim. Nergis de söylenerek bana yetişmeye çalışıyor. "Kaybolmandan korktuğum için geliyorum, bir de hızlı olmalıyız," diyor. Karşılıklı gülüşüyoruz.

Koşuyoruz adeta, kapanabilirmiş akşama da az kaldı. Güzergâh belli Dağkapı Meydanı, Balıkçılar Başı, Melik Ahmet Caddesi... Kafamda yine hesaplar.  Açıkçası garipsiyorum bu evi. Bildiğim, geçmiş zamanlarda diyar diyar gezen, evlere misafir olup Şevberklerde  (Dengbej gecesi)  türkü ve hikâyelerle sabahlayan insanlar. Ya da plaklardan, kasetlerden kalan sesler, isimler. Birçoğunun bu şansı bulamaması da var. Yani tarihten bir dönem olarak aklımda kalan. Ama şimdi evlerine ben konuk olmaya gidiyorum. İadeyi ziyaret mi desem, ahde vefa mı benimkisi ya da bir terapi mi? Bu ziyaretin adını koyamamak şaşırtıyor beni. Çünkü delice bir istekle gidip görmek istiyorum dengbejleri.

Dengbej sanatını, müzikten biraz ayrı görüyorum. Kural tanımaz, sınır bilmez, asi, başlı başına bir ses, tek ses. Bir giz. İnsan, doğa, hayvan sesle hayat buluyor. Yaşam, bir gırtlakta kaynaya kaynaya sarıyor benliğini. Bir de dedem var tabi. Evinin dengbeji...

Dedemin okuma yazması yoktu. Fakat her gece bize anlatacağı bir hikâyesi vardı. Kahramanları çoktu, her yöreden, her dilden. Onu biz torunlarından uzaklaştıran tek güç dengbejleriydi. Dostları gelince dünyayı unuturdu. Dedemden yadigâr kalan, dengbejleri görmeyi hep dilemişimdir. Ve bugün birebir onları dinlemek heyecanlandırıyor beni.

Tarifsiz bir keyif ve telaş içinde yürüyoruz Nergis'le.

Diyarbakır çok başka bir kent. Bir yürüyorsun kalabalık caddeler, araçlar, vitrinler. Birbirine karışan sesler... Köşeyi dönüyorsun, Amed'in dar ve karanlık sokakları. Issız, labirent gibi, aynı zamanda ürkütücü...

Ve yine bir meydandan geçiyoruz. Oldukça insan dolu. Bir cümbüş yeri, dilek ağacını anımsatan dükkânlar, rengârenk...

Duruyoruz. Yasaklanmış bir sokağın başındayız. Etrafı sarılmış, kısmen bez çarşaflarla kamufle edilmiş ayaklar. Dört Ayaklı Minare’nin önündeyiz. Tarihsel geçmişi, heybetli duruşu, dokusu. Altından yedi kez geçip kabul olunan dilekler inanışı... Artık hiç mi hiç ilgilendirmiyor beni. Bir Tahir Elçi düşüyor aklıma, yüreğime.  O geçti mi acaba yedi kez? Bilemiyorum. Ama şuan dileklerinin tutmamasıyla yüzleşiyorum minarenin görünmeyen ayaklarına bakarak. Tepesine bakıp geçiyorum yüreğim acıya acıya.

Şu an bir dengbejin yanımda olmasını ne çok istiyorum. Kendimi o sese bırakıp, akıp gitmeyi. Dingin bir akarsu gibi, hırçın nehirler misali. Bu sessizliğime çığlık olan bir ses olsun istiyorum. Yürüyorum, sağlı sollu gelen insanların arasından yol bulmaya çalışarak.

Sessiz bir sokağa girdik. Açık bir kapının önündeyiz. Üstünde küçük bir levha Dengbej Evi ( Mala Dengbejan)... Eşikten bakıyorum. Kimseler yok, sessiz sedasız. Geniş bir avlunun ortasındayım. Solumda dengbej divanı, sağımda konuklar için masa, sandalye ve tabureler. Bizden önce çokça insanın bu avludan gelip geçtiği belli oluyor birçok izden. Masalarda oldukça boş çay bardakları, kahve fincanları ve izmarit dolu kül tablaları var. On beş yaşlarında bir çocuk geliyor avluya. Bir eliyle masaların tozunu alıyor, diğer eliyle de boşları topluyor. Hızlıca yanına koştum. Kolunu tutarak "Lütfen bana dengbejlerin burada olmadığını deme!" diyorum. Endişeli halim sevimli çocuğu epeyi güldürüyor. " Yoğ yoğ abla, burdalar weyy. Hele sen bi otur,  çayimizden iç. Onlari de hemen çağıriyem ablama," diyor kolunu elimden kurtarmaya çalışarak.

Avlunun mistik havasını soluyorum artık, endişesiz. Taş duvarlar titizlikle örülmüş. Belki de ilk kez salt taş olarak görmüyorum taşları. Tarihi sanat olmasa da şayet, orijinale yakın. Kültürel bir değer olduğu kuşkusuz.

Oturduğum tabure divana en yakın olanı. Hoş avluda kimseciklerde yok ya. Birkaç dokuma halı duvarda asılı. Tabloya benzeyen. Renkli motifleri pek seçemiyorum doğrusu. Ama Şakiro'nun portresiyle göz gözeyiz.

Takır tukur ayak sesleri duyuyorum. Taş zeminde ritmik bir melodi gibi. Kalbim de kayıtsız kalmıyor, temposunu artırdı iyice.

İki dengbejle buluşmanın heyecanını yaşıyorum. Sıcak bir hoş geldinle tokalaşıyoruz. Dengbej Halil ve Dengbej Sefer. Sefer Dayı uzak duruyor. Divanda yerini almış ama pek bizimle, mekânla bir bağı yok gibi. Dalgın, yorgun... Keyfi kaçmış sanki. Nedenini soramadım, çok istesem de. Ama Dengbej Halil'in o sıcacık gülüşüne kapılmıştım aynı zamanda. Beyaz gömleği gözlerimi kamaştırıyor. Kahvenin en koyu tonu bir yelek ve şalvar uzun boyuna pek yakışmış. Ayakkabısı sivri uçlu, başındaki kasketle aynı renk olmasına belli ki özen göstermiş. Siyah kasketin altından ağarmış saçları gümüş tonunda, parlıyor tel tel.

Karşılıklı oturuyoruz. Sıcacık bir gülümseme yüzünde. Birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. "Yirmi kişilik bir grubumuz var. Ama her gün birkaçımız gelir türkülerimizi söyleriz. Çok kalabalık olduğumuz günler de olur. Kadın dengbej arkadaşlarımız da var aramızda. Daha 'özel' günlerde burada olurlar..."diyor.

Sözün, sesin kıymetini anlatıyor uzunca. Yetmiş beş yıllık ömründe, nefesini söylemeye adamış, yaş aldıkça yıllanmış bir değerle tanışmanın hazzını yaşıyorum bende.

"Lele berîvanê kubar" sözleriyle başlıyor bir ziyafet.Taş duvarlar arasında yankılanan sesle mekândan uzaklaşıyorum yavaş yavaş.

Gözlerim kapalı, Keçi Burcu’ndayım o an. Dicle nehrini seyrediyor, yitip giden zamanların sesini dinliyorum. İçinde kuzuların doğumu da var, kavuşamayan âşıklar da. Mirler de var, korkak fesatçılar da... Dedemi görüyorum bir an Dicle'nin yüzünde...

Dengbej Halil'e bakıyorum yeniden. Sol eli kulağında, ondan destek alıyor gibi. Sol ayağıysa, topuk yerde ayak ucuyla ritim tutuyor. Sağ elinde ondan duymuştum" olmazsa olmaz" dediği tespihi. İmamesi oldukça şık. Hani "sanatçının sanatını sergileyen parça” denir ya. Öyle işte, ustaca işlenmiş. Püskülü ise gümüşten yapılmış, ucunda birer küçük yıldız olan birkaç telden oluşuyor. Sesinin vurgusundan olacak, yıldızlar bir havalanıyor gökyüzünde, bir aşağı düşüyor yeryüzünde. Yıldızlar geziyor gözlerimin önünde. Bir klâm(türkü)bitiyor diğeri başlıyor dilinde. Her birinde ayrı ayrı öyküler dinliyorum.

Hava kararmış, zaman oldukça hisli akıp gitmiş. Yeni fark ediyorum. Gitme vakti diyorum, biraz gönülsüzce. Kapıya kadar eşlik ediyor bize. Tekrar gelmemi ısrarla yineliyor. Avlu kapısındayız. Bir eli taş duvarda, sol eli kalbinin üzerinde. Bir şeyler söyleyecek gibi. Kulağım, gözüm Dengbej Halil'de. Bir atasözüyle uğurluyor bizi.

"Dês pê kerre ya; insan pê zêrrî ya hapaye ra.-Duvar taşlarıyla, insan yüreğiyle ayakta durur.-"diyor gözleri dolarak. O eli öpüp uzaklaşıyorum beni bağrına basan bu evden.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...