Ulusallaşma ve Ulusların Kaderini Belirleyen Güçler

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Uluslaşma ve gelişmenin temel kaynakları matbaanın icadı, anadil eğitimi, edebiyat, felsefe, tıp, askeri teknik ve ekonomik sanayi üretimi ülkelerin ulusallaşmasını sağlayan ana unsurlardır. İşte Avrupalılar bu noktalara her zaman pozitif bilim çerçevesinden bakıp tüm zorluk ve engellere rağmen, kararlılık göstermeleri çok şeyi değiştirmiştir.

 
Her devleti tek tek ele alacak durumda olmadığımızdan, daha çok kıta ve bölgelerde öne çıkan toplumların etkinliklerine bakarak, nasıl bir uluslaşma çabası içerisinde olduklarını öğrenebiliriz.
Bu değerlendirmeyi yaparken 1789'da Yeni Çağın başlayıp, Birinci Dünya Savaşı'nın bitişiyle şekillenen dünya düzeni, ifade edilmek istenen sonucu yeterince vermektedir. Ancak kimin kendi gerçek dinamiklerine dayanarak uluslaştığını daha net anlayabilmek için kısa bir tarih gezintisi yeterli olacaktır.
anın güçlü devletlerinin desteği ve yönlendirmesiyle, bugün ulus olduğunu düşünen birçok toplum ve ülkenin, gerçek anlamda uluslaşmadığını günümüzde yaşadıkları kaos, çatışma ve geriliklerinden anlamak mümkündür.
Bunu kanıtlayan örneklerse dinle siyasetin ayrışmaması, dinle devletin iç içe geçmesi; dil, edebiyat, hukuk ve demokrasinin yalan ve soyut hikayelere dayanması. Aynı şekilde askeri teknik, sanayi ve ekonomik üretimde dışa bağımlı kalınması, gerçek ulus ve vatan sever olunmadığını göstermektedir.
Bilindiği üzere 1848 yıllarına kadar tüm dünya toplumları daha çok din üzerinden toplumsallaşıp, insan gücüne dayanan askeri yapıyla gidebildiği yere kadar gidip, işgaller gerçekleştirerek varlıklarını sürdürmüştür.
Özellikle din kültürü üzerine var olup, yayılmacı şekilde tarihte adları geçen devletlerden Yahudi ve Hıristiyan Roma İmparatorluğu, İslam Emevi Devleti, İslam Şii Abbasi Devleti, Farslar, Müslüman Osmanlı İmparatorluğu, Hıristiyan İspanya, Portekiz, İngiltere, Hollanda, Fransız, Rusya ve İtalya'dır. 1498 yılından itibaren Amerika Kıtasının işgaliyle ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri de (ABD) bunlara dahildir.
Hepsi ekonomik çıkarlar için dini kullanıp, işgal ettikleri topraklarda her türlü insanlık dışı muamele ve hareketlerde bulunmuşlardır. Hiçbirisi diyemez ki ben bu halkın özgürlüğü için geldim.
İnsanların bu yalan ve hilelere aldanmalarının en büyük nedeni, dünya toplumlarının %90'ı okuma yazma bilmediklerinden kaynaklanmakta idi. Hangi dini yapı ne yalan söylemişse halk ona inanarak ya da korkusundan bunların arkasından gitmek zorunda kalmıştır.
1500'lerden itibaren gerek toplumsal yapılarda gerekse eski insan gücüne dayanan işgal politikalarında değişimin başlaması, birçok toplumun kendini sorgulamasına neden olmuştur. Bu sorgulamayla 1800 yılların sonuna kadar Avrupa ülkeleri uluslaşmalarını tamamlarken, dünyanın diğer toplumları kayda değer bir ilerleme göstermemişlerdir.
Avrupa, Avustralya, Amerika, Kanada, Rusya, Çin ve Japonya gibi devletler 1900 yıllardan itibaren büyük bir gelişim gösterip askeri teknik, siyasi, kültürel ve ekonomik olarak dünyanın kaderini belirleyen güç konuma gelmişlerdi. Bu ülkelerin neye göre uluslaştıklarını şu noktalara bakarak söyleyebiliriz.
Bilindiği üzere uluslaşma gibi yeniliklere giden yol 1450 yıllarında Alman Johannes Gutenberg tarafından modern matbaanın icadıyla start almıştır. Böylece Avrupa ve Batılı halkların okuma yazma oranında ciddi bir yükselmeyle birlikte, diğer tekniklerin buna paralel olarak ilerlemesi, başta dil ve emek kültürüne dayanan bir halklaşmayı yaratmış oldu.
Tabii ki Çinlilerin daha önceden icat ettiği birçok şey saymazsak, her türlü tekniksel bilim ilk önce Avrupa ülkelerinde başlamıştır. Bu yüzden Avrupalılar her şeye daha erken sahip olup, dünyanın diğer ülke ve toplumlarını etkiledikleri gibi yönlendirmişlerdir de. Şöyle bir soru sorarak devam etmeye çalışalım. Neden önemli teknikler hep Avrupalılar tarafından icat edilmiştir?
Helenlerle başlayan felsefi düşünme ve yaşam anlayışı, tüm Avrupa ülkelerince de sürdürülmüş olup, bilimsel arayışlardan ödün vermemeleri en büyük etkiye sahiptir. Diğer bir farklılıksa, Yahudi kökenli Avrupalıların dikkate değer bilimsel ve ekonomik faaliyette bulunmaları.
Yahudilerin, İslam tarafından Orta doğu'dan sürgün edilmeleri, Yahudileri ciddi bir arayışa sürüklemiştir. İkinci faktörse Avrupa'nın coğrafi, iklimsel ve zor doğa koşulları, Avrupa ve Batılı ülkeleri sürekli yeni buluşlara sürüklemiş olması.
Uluslaşma ve gelişmenin temel kaynakları matbaanın icadı, anadil eğitimi, edebiyat, felsefe, tıp, askeri teknik ve ekonomik sanayi üretimi ülkelerin ulusallaşmasını sağlayan ana unsurlardır. İşte Avrupalılar bu noktalara her zaman pozitif bilim çerçevesinden bakıp tüm zorluk ve engellere rağmen, kararlılık göstermeleri çok şeyi değiştirmiştir.
Diğer taraftan İslam coğrafyasında yaşayan toplumların büyük bir çoğunluğu ana dillerini geliştiremedikleri gibi, her türlü yaşamsal dayanak ve kaynağı, dinin emredip izin verdiği şekilde dünyaya bakmaları, uluslaşmalarını ciddi anlamda engellemiştir. Yaşanan bu gerçekleri Birinci Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası antlaşmalarda Avrupa ülkelerinin belirleyiciliğinden anlamaktayız.
1923'te Lozan Barış Antlaşması'yla dünyanın kaderini belirleyen ülkelerden Fransa, İngiltere, Rusya, Amerika, İtalya, ve Avusturya olmuştur. Diğer Avrupa ülkeleriyse bunların alacakları kararlara aynen katıldıkları gibi her türlü desteği sunmayı sürdürmeleri.
Ulusların kederlerini belirleyen bu ülkeler, ekonomik ve siyasi çıkarları gereği başta 22 Arap Aşiretin hepsine ayrı devlet olma şansını tanımaları. İkinci önemli olaysa, Birinci Dünya Savaşı sonunda yerine yeller esen Osmanlı topraklarını, galip ülkeler kendi çıkarlarına uygun şekilde paylaştırmaları.
Adı geçen güçlü devletler, o günden bu zamana kadar Anadolu, Orta Doğu, Asya, Afrika, Uzak Doğu ve Latin Amerika ülkelerinde her türlü askeri ve siyasi müdahaleleri sürüdürmeleri, kimin gerçek güç olduğunu göstermektedir.
Galip devletler; özellikle kıtalar arası ekonomik, siyasal ve askeri açıdan büyük bir stratejik öneme sahip olan Anadolu üzerinde ciddi tartışma ve anlaşmazlıklara düşmelerdi. Böylece önce Sevr Antlaşması'yla İç Anadolu topraklarını kapsayan bir Türk devletinin oluşmasına karar verilmesi.
Daha sonra Türkiye'nin Doğu Anadolu, Güney Doğu, Güney ve Ege sınırlarının kontrolü yeniden savaş nedeni olmaması için, Sevr Antlaşması iptal edilip; Lozan Antlaşması'yla Türkiye'nin mevcut sınırlarla devlet olmasını onaylamışlardır.
En önemli topraklardan Musul, Kerkük ve Suriye'nin tamamı Türklerin elinden alınıp Araplara verilmesi. Aynı şekilde Boğazların kullanımı uluslararası yaslara göre belirlenip, buralardan geçen gemilere Türkiye'ye sadece rehberlik etme yetkisinin verilmesi, Türklerin ulus devlet olacak hiçbir etkisinin olmadığını göstermektedir
Türkiye gibi ülkelerin bu geri kalmışlığının nedenleri başta askeri yapıda güvenilecek tekniğe sahip olmadıkları gibi, aslı astarı olmayan Arap İslam din ve ırkçı şoven söylencelerle avunmalarıdır.
Koskoca Osmanlı İmparatorluğu soyut Arap İslam hikayelerine bağlı kalıp, bilim ve teknikten uzaklığı yüzünden dağılıp yok olmuştur. Onun için Türkler 1923'te galip devletlerin dayatmaları doğrultusunda, çarpık ve ikame bir sisteme razı olmuşlardır.
Avrupa devletlerinin zorlayıcı ve yönlendirmesi neticesinde Cumhuriyetçilik, laiklik, ulusçuluk, kültür, modernizm ve demokrasi gerçeklikten uzak, ne olduğu, neye benzediği belli olmayan bir karmaşayla, hiçlik (Nihilizm) içerisinde yaşamaya çalışılması.
Böylece ileriye gidemediği gibi kendine has bir sistem de geliştiremeyip, uluslaşması yüzeysel ve göstermeliktir. Kendi öz dinamiklerine dayanmayan Türkiye gibi ülkelerin sürekli bocalayıp çatışma ve kaosu yaşamaları, uluslaşmadıklarının en açık kanıtıdır. “Kendisini gerçekçi şekilde sorgulamayan kişi ve toplumlar, başkalarının güdümünde yaşamaya mecburdurlar”.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...