Kapitalizm, Ekolojik Yıkım Ve Marksizm

Temel Demirer kullanıcısının resmi
I) Yerkürenin Bugünü

I.1) Sürdürülemez Kapitalist Yıkım
I.2) Tükeniş, Yok Oluş Güzergâhı
I.3) Meselenin Nedeni
II) Durum(Umuz)
II.1) Devlet(İn) İcraat(lar)ı
II.1.1) HES
II.1.2) CERRATTEPE
II.1.3) Yeşil Yol
II.2) İtiraz Ve Direniş
III) Marksizm Ve Ekoloji
III.3.1) Hatırlayın, Hatırlatın!
III.3.2) O Hâlde?!
 
KAPİTALİZM, EKOLOJİK YIKIM VE MARKSİZM[1]
 
 
 
“Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
ya dünyamıza inecek ölüm.”[1]
 
Ekolojik felaket eşiğini aştık mı?
Ne “Hayır”, ne de “Evet”; daha doğrusu “Havet” denilen ve Orhan Veli’nin, “Bedava yaşıyoruz, bedava,” diye tarif ettiği bir yerdeyiz.
Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle, doğa karşısında aciz konumundan kurtulan insan(lık), kapitalizmin işleyişi ve kâr hırsı nedeniyle doğaya akıl almaz zararlar verirken; “Doğa-insan-toplum ilişki ve etkileşimleri üzerine düşünülmesi”[2] gereken bulunduğumuz yer, “Ya barbarlık ya sosyalizm” ikilemi koordinatlarına denk düşüyor.
 
I) YERKÜRENİN BUGÜNÜ
 
Aldous Huxley’in, “Başka gezenlerde de hayat var mı diye merak ederiz, sanki bu gezegende yaşamayı becerebilmişiz gibi,” notunu düştüğü sürdürülemez kapitalizmin bugününde, yerkürenin birçok yerinde insanlar iklim krizi nedeniyle can çekişiyor.[3]
Örneğin iklim değişiminin sonuçlarından biri olan çölleşmeden 110 ülke ve 1.5 milyarı aşkın insan etkileniyor. Çölleşen alanlar 3.6 milyar hektara ulaşmış durumda. Bu da dünya topraklarının yüzde 24’üne denk düşüyor. Dünya çölleşme tehdidi altında; ve dünya nüfusu artarken ekilebilir araziler hızla azalıyor…
Ormanlar yok oluyor. Hem de her yıl 15 milyar ağaç…
1990-2015 yılları arasındaki orman kaybı 129 milyon hektar. Sözünü ettiğimiz yaklaşık Güney Afrika kadar bir alan…
İnsan nüfusu son çeyrek yüzyılda 2 milyar (yüzde 35 oranında) artarken diğer memeli, sürüngen, amfibi ve balık popülasyonu yüzde 58 oranında azaldı. Türler de yok oluyor…
Üstelik küresel ısınmayla birlikte kuraklık ve çölleşme giderek daha ağır bir soruna dönüşüyor. Küresel ısınmaya karşı alınan önlemler yetersiz. BM’ye göre böyle giderse sıcaklık artışı bu yüzyılda 3.2 dereceye ulaşacak…[4]
Bu tabloda küresel ısınma ve çevrenin bozulmasıyla ilgili kötü haberler, tümünün hep aynı teşhise yöneldiği bilimsel incelemeler çığı altında kaygı verici bir hızla çoğalıyor: Eğer küresel düzeyde kesin önlemler alınmazsa, gezegenin bir bölümü kısa zamanda yaşanmaz hâle gelecek…
Örneğin ‘Nature’ dergisinde, Fransız iklimbilimci Jean Jouzel ve bir grup bilim insanı, eğer 3 yıla kadar sera etkili gaz salımları istikrarlı hâle getirilmezse, gezegenin felaketli sonuçlara neden olacak başka tür bir iklime geçeceğini söylüyor: Sıcaklığa bağlı ölümlerin artışı (Fransa’nın kimi bölgeleri 50 derecenin üstünü görecek), yangınlar, özellikle Afrika Boynuzu, Ortadoğu, Pakistan ve İran gibi etkilenen bölgelerden gelen çevre sığınmacılarının artışı (şimdiden dünyadaki sayıları 65 milyon), tarımsal verimin düşüşü vb…
Kolay mı? 60 ülkede 500’den fazla bilim insanının hazırladığı bir rapora göre sıcaklık, sera etkili gaz salımı, okyanusların yükselmesi ve kuraklıktan muzdarip toprakların artışı konusunda 2016 yılı tüm rekorları kırdı…
Unesco tarafından 2017 Nisan’ındaki bilimsel bir değerlendirmeye göre, sera etkili gazlar hızla azaltılmazsa, dünya mirasında yer alan 24 mercan kayalığı 2100 yılına kadar kaybolmuş olacak. Bugün yüzde 20’si kaybolmuş durumda…
2017’nin Temmuz ayı başında, Amerikalı ve Meksikalı araştırmacıların yaptığı incelemeye göre dünyada omurgalı türlerin sayısı 60 milyon yıl önce dinozorların kaybolmasından bu yana görülmemiş hızda geriliyor. Araştırmacılar “hayvanların altıncı kitlesel yok oluşundan” söz ediyorlar ve bu kaybın hem ekosistem hem de genel olarak ekonomi ve toplum üzerindeki felaketli sonuçlarını çözümlemeye çalışıyorlar…
‘Sciences Advances’ dergisinin makalesine göre, gezegenin diğer bölgelerine göre iki kat daha fazla ısınan Grönland’da buzulların erimesi önümüzdeki yıllarda hızlanacak. Bu makalenin yazarlarından biri olan Bernd Kulessa’ya (Swansea İngiliz Üniversitesi Bilim Koleji) göre eğer buzullar tümüyle kaybolursa, okyanuslar 7 metre yükselecek…
BM’nin verilerini kullanan uluslararası araştırma enstitüsüne 2017’nin temmuz ayı sonundan beri gezegen “krediyle” yaşıyor, yani insanlık dünyanın bir yılda üreteceği kaynakları 7 ayda tüketiyor. Daha da önemlisi bu süre giderek kısalıyor…[5]
Tam da bu noktada “Önemli olan nokta dünyayı kurtarmak değil” diyor Rochester Üniversitesi’nden astrofizikçi Adam Frank ve ekliyor:
“Gezegenimize ne yaparsak yapalım, sadece bir sonraki evrim döngüsü için nişler yaratıyoruz. Ancak, fosil yakıtları bugünkü gibi kullanmaya devam eder, iklim değişikliğini göz ardı edersek, insanlık dünyanın devam eden evriminin bir parçası olamaz”![6]
 
I.1) SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST YIKIM
 
Sürdürülemez kapitalist yıkımın icraatıyla dünyada yılda yaklaşık 5 milyona yakın insan çevre kirliliği nedeniyle yaşamını yitiriyor. Çevre kirliliğinin sonuçları arasında kalp krizi, felç, kronik akciğer hastalığı, kanser bulunuyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin yüzde 24’ü, akciğer kanserine bağlı ölümlerin yüzde 36’sı, KOAH’a bağlı ölümlerin yüzde 35’i doğrudan çevre kirliliğinden kaynaklanıyor.[7]
Bu kadar da değil! Birleşmiş Milletler’in (BM) 2001’de yayımladığı raporda bilim insanları, küresel ısınmanın XXI. yüzyılı aynı zamanda “açlık yüzyılı” kılacağını da gözler önüne serdiler. Aslında bu “açlık yüzyılı” deyişi sınıfsal bir anlam taşıyor.
2003 tarihli açıklamada, WFP’nin (Dünya Gıda Programı) son 40 yılın en fazla yardım talebiyle karşı karşıya olduğu, açlığın pençesindeki 110 milyon kişiye gıda sağlayabilmek için örgütün en az 4.3 milyar dolara ihtiyaç duyduğu, ancak bu paranın tamamının henüz toplanamadığı vurgulandı.
Öte yandan BM’ye bağlı FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) tarafından dünyada hâlen 840 milyon insanın, yeterli yiyecek bulamadığı için kötü şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalıştığı açıklandı.[8]
Ekolojik felaketi, sürdürülemez kapitalizmsiz açıklamaya kalkışmanın nafile bir çaba olduğu tabloda küresel iş bölümünün çeperinde yer alan ekonomilerin, kapitalist birikimin devamlılığını ve ekonomik büyümeyi sağlamak için en sık başvurdukları yöntemlerden biri, mevcut doğal kaynakların dünya piyasalarına olabildiğince fazla sunmasıdır.
Doğal kaynakların aşırı-sömürüsüne dayanan, hammadde ihracatını merkeze alan bir ekonomik modelin ne birikimi arttırdığı ne de bu modelin uygulandığı ülkelerde toplumun genel refahında herhangi bir iyileşmeye yardımcı olmadığı açıkken; ekolojik yıkımı körüklediği de bir “sır” değildir.
Görülmesi gerek: Sürdürülemez kapitalist sermaye işçilerin ölmesi, doğanın katledilmesiyle büyür!
“Nasıl” mı? Mesela Türkiye’nin 2017’de yüzde 11.5 büyümesini sürekli gündem edilirken, üçüncü havaalanı inşaatında yaşamını yitirdiği bildirilen 400 işçinin sözünü bile etmeyen AKP’nin yaptığı gibi…
Kolay mı? AKP ormanlık alanlar, akarsular talan edilirken, bunlara karşı çıkanlar terörist ilan ediliyor. Örneğin zeytinlik alanların ranta açılmasıyla ilgili yasa gündeme geldiğinde, “AKP iktidarında zeytin ağacı sayısı yüz milyondan yüz yetmiş iki milyona çıkmış! Peki, zeytin üretiminde Türkiye’yi dünya ikincisi yapan kim, AKP” denmişti. 
Ancak böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye zeytin üretiminde sayılı ülkeler arasında; ancak AKP’nin doğayı katleden politikaları sonucunda zeytin üretiminde 2001 yılına kadar ikinci iken şimdilerde 4. sıraya gerilemiştir. Bir yandan zeytin ağaçları kesilir, zeytinlik alanlar bakımsızlığa terk edilirken, diğer yandan Türkiye’nin sıralamada yerini koruduğunu söyleyebilmek olanaksızdır.
Bilindiği gibi Artvin Cerattepe’de, yüzde 90’ı endemik olmak üzere 900’e yakın bitki türünü barındıran binlerce yıllık ormanlar da maden talanına açılmıştır. Endemik türlerin yok edileceği ve binlerce yıllık ormanın katledileceği eleştirileri karşısında ise hükümet bu türleri ve ağaçları başka yere taşıyacaklarını söyleyerek kendini savunmaktadır. AKP lideri her fırsatta çevrecilere verip veriştiriyor, “ben çevrecinin daniskasıyım” diyerek yapmış olduğu parkları çevreciliğin büyük örneğiymiş gibi sunuyor. İstanbul’da yeşil alanların kent alanına oranı yüzde 2’dir ve bu oranla İstanbul Avrupa’da sonuncudur. Herhâlde çevrecinin “daniskası” olmak böyle bir şey olsa gerek!
Kapitalizmde sermayenin büyümesi sağlanırken hayatın her alanında yıkım ve tahribat kaçınılmaz hâle gelmektedir.
İşte birkaç örnek…
Meksika Körfezi’ndeki büyük petrol sızıntısının üzerinden beş yıl geçmesine rağmen sorumlu şirket BP, sözlerinin aksine Körfez doğasını iyileştiremedi...[9]
2015’in Kasım ayın başlarında Samarco madenindeki iki barajın çökmesi ile meydana gelen çevresel felakette Doce Nehri kirlendi, sel sularında 11 kişi hayatını kaybetti, kaybolan 12 kişiyi arama kurtarma çalışmaları durduruldu. Ekosistem ciddi zarar gördü…
Minas Gerais eyaletinde iki atık barajının çökmesi sonucu Atlantik Okyanusuna kadar ulaşan zehirli çamur çevresel felaketlere yol açtı. Madencilik devleri BHP ve Vale’ye ait olan, Samarco demir cevheri madenindeki baraj çatlağından saçılan maden atıkları ve çeşitli kimyasallar içeren büyük su ve çamur dalgası daha şimdiden bitki örtüsüne büyük zarar verdi. Uzmanlar ekosistem üzerindeki tahribatın gelecekte de süreceğini belirtiyor…[10]
Nihayetinde kuraklık, buzulların erimesi, nesli tükenen canlılar, yoğun hava kirliliği vb’leriyle yerküre bir tükenişe, yok oluşa doğru sürükleniyor.
 
I.2) TÜKENİŞ, YOK OLUŞ GÜZERGÂHI
 
Evet, bir tükeniş, yok oluş güzergâhındayız…
‘Küresel Ayak İzi Ağı/ Global Footprint Network’un (GFN) yayımladığı rapora göre 2018, dünyanın bir yıllık kaynaklarını en hızlı tükettiğimiz yıl oldu. İnsanlar, gezegenimizin gıda, su, karbon, ağaç, lif, toprak gibi yıllık doğal kaynak kapasitesini 212 günde, 1 Ağustos 2018 itibarıyla tüketti...[11]
‘Proceedings of the National Academy of Sciences’de yayımlanan araştırmaya göre, 7.6 milyar insan, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların yüzde 0.01’ini oluşturuyor. Ancak buna rağmen ortaya çıktığı ilk günden beri insanlık, gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ünün, bitkilerin ise yarısının yok olmasına yol açtı…[12]
BM Çevre, Tuna Havzası ve Karpatlar Dağları’nın oluşturduğu ve Avusturya, Bosna Hersek, Bulgaristan Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Macaristan, Moldova, Karadağ, Sırbistan, Romanya, Slovakya, Slovenya, Ukrayna, güney Polonya ve güney Almanya’nın bir kısmının veya hepsinin bulunduğu bölgedeki “yasa dışı ağaç kesimi ve vahşi yaşam ticaretinin”, bölgedeki biyo-çeşitliliğe zarar verdiğini ve insanların yaşamını etkilemeye başladığına dikkat çekti…[13]
‘Doğa ve Doğal Kaynakların Korunması için Uluslararası Birlik’in (IUCN) Başkan Yardımcısı Jean-Christophe Vié’ye göre, filler, kaplanlar ve gergedanlara yönelik katliamlar yanında, balıklar, antiloplar, maymunlar ve omurgasız hayvanlar ile birçok ağaç türünün ise soyu tükenmekle karşı karşıya. Başta Afrika olmak üzere dünya üzerindeki birçok hayvan türü, ticari amaçlarla soykırıma uğrarken, tarım, madencilik faaliyetleri, enerji santralleri, şehirleşme ve çevre bilinci eksikliği bu sorunu daha da ağırlaştırıyor. Alanında uzmanlaşmış kuruluşlara göre, sorun sadece hayvan ticaretiyle sınırlı değil…[14]
‘Science Advances’ dergisinde yayımlanan araştırmada altıncı dalga toplu ölümlerinin başladığı ve bu dalgada türlerin daha önceki evrelere kıyasla yüz misli daha çabuk yol olacakları belirtilmekte. Princeton, Stanford ve Berkeley Üniversiteleri yakında insanların da kurbanlar arasında yer alabilecekleri konusunda uyarıyorlar. ‘Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nden Gerardo Ceballos ise bu sürecin geriye çevrilmemesi hâlinde gezegenimizdeki şartların ancak milyonlarca yıl sonra düzelebileceğini söylüyor.
Araştırmacılar analizleri için fosillerle veya diğer verilerle belgelenen omurgalı türlerin yok oluşlarını değerlendirdi. Bulgular kaba tahminlere dayanıyor. Bilim insanları günümüzdeki tür ölümleriyle ilgili oranları, dünyada henüz insanın bulunmadığı zamanlardaki yok oluşlarla karşılaştırdı. Daha önceki evrelerde yüzyıl başına 10.000 omurgalıdan ikisi ölmüş. Bu oran geçen yüzyılda 114 misli kadar daha yüksekti. Üstelik de bu en iyimser tahmindi.
Tür ölümlerindeki hızlanma nedenleri arasında en başta iklim değişimi, çevre kirliliği ve ormanların yok oluşu gösteriliyor. ‘Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) verilerine göre tüm amfibyum türlerinin yüzde 41’i ve tüm omurgalı türlerinin yüzde 26’sının soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya…[15]
Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) ‘2016-Yaşayan Gezegen’ raporunda her yıl yerkürenin barındırdığının 1.6 katı doğal kaynak tüketildiği ve doğanın yağmalanması yüzünden 1970-2012 yılları arasında 14 bin omurgalı canlı türünün yüzde 60 oranında azaldığı belirtiliyor…[16]
Araştırmalara göre dünyadaki canlı türü sayısı 8 milyon 700 bin. Bu elbette bir tahmin. Bunların yaklaşık 2 milyonu az çok biliniyormuş. “Diğerlerini araştırmak, belirlemek, tanımlamak, kataloglamak muhtemelen 500 yılımızı alacak” diyor uzmanlar. Bu arada dünyadaki canlı türlerinin sayısını 40 milyon olarak tahmin eden bilim insanları da var. Adlarını bile bilmediğiniz kaç canlı türlü her yıl yok oluyor? ‘Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre dünyadaki biyoçeşitlilik 40 yılda küresel ölçekte yarı yarıya azalmış durumda. ‘Dünya Koruma Birliği’nin (IUCN) hazırladığı Kırmızı Liste’ye giren, yani yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan tür sayısı bu yıl 22 bin 800’e yükseldi. Dedim ya, ünyada “altıncı büyük yok oluş”tan söz ediyor bilim insanları.[17]
Evet, gezegenimiz 6. kitlesel yok oluş sürecine girdi…[18]
Bilim insanları yerkürede son yarım milyar yılda beş büyük yok oluş yaşandığını kaydediyor. Bazıları bunlara “Büyük beşli” diyor. En büyüğü 252 milyon yıl öncekiydi. Dünyadaki canlıların yüzde 90’ı yok oldu.
“Büyük beşli”nin sonuncusu 65 milyon yıl önce yaşandı. Bir göktaşı çarptı dünyaya. Dünyadaki canlıların yüzde 76’sı yok oldu. Yaşamın gidişatı değişti…
“İnsan kendi yarattığı yok oluşun kurbanı mı olacak?”
‘New Yorker yazarı Elizabeth Molbert “Altıncı Yok Oluş” kitabında bu soruyu soruyorken;[19] ünlü fizikçi Stephen Hawking, Oxford Üniversitesi Derneği’ndeki ‘The Origin of the Universe/ Evrenin Kökeni’ başlıklı konuşmasında, “Kırılgan gezegenimizden kaçmadığımız takdirde, bin yıla çıkacağımızı sanmıyorum… Bana göre, uzaya gitmezse, insan ırkının geleceği yok,”[20] yanıtını veriyor…
Evet, evet Stephen Hawking insanın yeryüzünde en fazla 1000 yıllık ömrünün kaldığını söyledi. Bin yıl, sadece evrenin tarihinde ya da, sadece dünyanın tarihinde değil, insanın tarihinde dahi hiçbir şeydir. İnsanlık tarihinde bin yılı bir nokta saymak bile zor.
Demek ki antropolojik kayıtlara göre yaklaşık 2-2.5 milyon yıllık ömrümüzün son demindeyiz![21]
Nasıl geldik buraya, nasıl hazırlandı bu son; meselenin nedenine kafa yoralım!
 
I.3) MESELENİN NEDENİ
 
Buraya kadar izaha gayret ettiğim meselenin nedeni, kuşkusuz sürdürülemez kapitalizmdir.
Siz bakmayın burjuva basının, gezegenin yok oluşa sürüklenmesiyle ilgili olarak yazılıp çizdiklerinde suçluyu -muğlâk bir tanımlamayla- “insanlık” olarak göstermeye kalkışmasına!
İnsanların suça ortak edildikleri su götürmez. Ama hangi insanların? Dünyamızı da, insan(lık)ı da bu hâle getiren kapitalist vahşettir…
Burjuva basın, asıl suçlunun kapitalizm olduğunu gizliyor. Malum: Suçlu belli değilse kime karşı, neye karşı mücadele edeceğiniz de belli olmaz…
Tüm veriler gösteriyor ki, gezegenimize kapitalist kâr düzeni kadar zarar veren bir toplumsal düzen hiç olmadı. Sanayi devrimiyle birlikte kapitalist sistem yaklaşık 250 yıl içinde dünyayı büyük oranda tahrip etti. Burjuvazi küresel ısınmanın sorumlusu olarak aşırı nüfusu ve bu nüfusun enerji israfını gösteriyor. Oysa bireylerin yol açtığı enerji israfı toplam enerji israfının ancak yüzde 10’unu oluşturuyor. Geri kalan yüzde 90’ının müsebbibi ise insanın yanı sıra doğanın da acımasızca sömürülmesine ve yağmalanmasına dayanan kapitalist üretim biçimidir.
Kaldı ki çevre sorunları aniden ortaya çıkmadı. Zaman içinde birikerek arttı. Hava, su, toprak kirlenmeye başladı; bitki ve hayvan türleri hızla yok oldu; küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi gibi doğal denge bozulmaları ortaya çıktı ve nihayet insan sağlığını tehdit eden, kitlesel ölümlere neden olan çevre felâketleri yaşanmaya başlandı. Sonuçta kapitalist sistemin efendileri bile, çevre sorunlarının tehlikeli boyutlara tırmandığını ve çözüm üretemediklerini söylemeye başladılar.
Kapitalizmden önceki sınıflı toplumlarda çevre sorunları daha çok yerel ve bölgesel düzeylerde yaşanıyordu. Gezegen üzerinde açılan bu tür yaralar nispeten küçük ve geçici olduğu için dünya henüz kendini yenileyebiliyordu. Çevre sorunları kapitalizmle birlikte muazzam boyutlara ulaştı, sorunlar bölgesel düzeyden küresel felâketler düzeyine sıçradı. Bizzat çevrenin kendini yenileyebilme, temizleyebilme olanağı tehlikeye girdi.
Böylelikle kapitalizmin yol açtığı felaketler dizisine, işsizlik, yoksulluk, kriz, savaş vb.’nin yanı başına çevre sorunu da eklenmiş oldu. Bugün kendi yarattığı sorunlara çözüm üretemeyen bir sistem ile karşı karşıyayız.
Çevre sorunlarının temel nedeninin kapitalist üretim tarzı olduğunu belirtmiştik. Kapitalist üretim tarzı daha fazla kâr elde etme esasına dayanır. Üretim doğanın korunması ve insan ihtiyaçları gözetilerek gerçekleştirilmez. Kapitalizm için bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Daha fazla kâr için ormanlar katledilir, akarsular ve deniz kimyasal atıklarla ölü bir su birikintisine dönüştürülür, üretilen milyonlarca otomobille ve fosil atıklarla hava zehirli gazlara bulanır. Kapitalistlerin kârı demek işçinin sömürüsü ve doğanın yağmalanması demektir.
Kapitalizm anarşik bir üretim biçimidir. İhtiyaca göre üretim yapılmaz. Bu tarz üretim, kaynakların ölçüsüz kullanılması sonucu muazzam israfa neden olur. Dünyamız şu anda tam bir teknoloji çöplüğüne dönmüş durumdadır.
Kapitalizmin özü şiddettir. Şiddet ister kendi aralarında ilân ettikleri barış zamanında olsun, isterse fiili cephe savaşlarında olsun eksik olmaz. Savaşlarsa insan dâhil olmak üzere doğa üzerindeki tüm canlıları öldürür.
Kapitalistler daha fazla kâr elde edebilmek için çevre konusunda alınabilecek en basit koruma tedbirlerini dahi uygulamamak için ellerinden geleni yaparlar. Maliyet artacak kaygısıyla fabrika bacasına filtre bile taktırmayan bir kapitalistten bitki ve hayvanları düşünmesini beklemek abestir. Doğal, temiz, yenilenebilir kaynaklarla üretim yapmak insanlık yüzyıllar öncesinde keşfettiği bir yöntem. Güneş, rüzgâr, termal kaynaklar, su, hidrojen gibi enerjilerden yararlanacak yöntemler fazlasıyla bilinmekte. Ancak tüm bu yöntemlerin maliyetleri şimdilik patronlara hem pahalı geliyor, hem de ellerinde yüksek kârlar sağladıkları fosil yakıtlar ve ucuz işgücü var. Kapitalistlerin derdi doğaya zararsız üretim değil, kâr için doğanın ve işgücünün hoyratça tüketimidir.
Kapitalizmin varlığı çevrenin yaşamasının önündeki en büyük engeldir. Çevresel sorunlar reformlarla çözülmez!
İnsan(lık)ı sınırsızca sömüren burjuvazi, doğayı da dizginisiz sömürmekteyken; meselenin çözümünü kapitalizme karşı mücadelede değil de, burjuva hükümetlerin çevre politikasını iyileştirmesinde aramak beyhudedir. Kapitalizm doğayı değil, kârı düşünür.
 
II) DURUM(UMUZ)
 
Coğrafyamızda Akkuyu’dan Artvin’e, Hasankeyf’ten Çanakkale’ye dek doğanın dengesini bozan projeler giderek çoğalıyorken;[22] 3. Boğaz Köprüsü’nden Kanal İstanbul’a ve nükleer çılgınlıklara uzanan bir felaketle yüz yüzeyiz…
 
II.1) DEVLET(İN) İCRAAT(LAR)I
 
BM Genel Kurulu, Küresel Çevre Anlaşması’nın hazırlanmasının önünü açan bir karar tasarısını onayladı. Oylamada tasarıya sadece Türkiye, ABD, Rusya, Suriye ve Filipinler karşı çıktı…[23]
Bu bir tutumdur! Hem de ‘Madenlerin Ekonomiye Katkısı ve Artvin’de Madencilik’ başlıklı konferansta konuşan Trabzon Valisi Yücel Yavuz’un, “Türkiye’de bakır üretiminin artırmanın önündeki tüm engellerin kafasını koparacağız, bu kadar açık ve net,” diye ifade ettiği üzere![24]
Bu bir tutumdur! Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin, çevrenin “put hâline” getirildiğini söyleyerek bugüne kadar çevreyi korumak için alınan kararları “taşkınlık” olarak nitelendirdi(ği), sermayenin önünü açacağını, ÇED için yatırımcıyı kapıda süründürmeyeceklerini söyleyen Özhaseki, kıyılarda “turizm yatırımı” adı altında yağmanın önünü açacaklarını, “enerji yatırımı” diyerek termik ve nükleer santral projeleri önündeki “ÇED engelini” kaldıracaklarını ilan ettiği üzere![25]
Bu bir tutumdur! Türkiye’nin 750 kişi başvurulu en geniş katılımlı çevre davasında, Rize İdare Mahkemesi, Artvinlilerin Cerattepe’de madencilik faaliyetlerine karşı açtığı davayı reddetti. 2014’te ‘Maden Artvin’i yaşam alanı olmaktan çıkartır’ kararı verilmişti![26]
Devlet(in) icraat(lar)ı da bu tutumdan malûldür ve yeri gelmişken bu zihniyetin somut pratiğini sıralamakta yarar vardır!
• Türkiye’de on yılda tarım arazilerinden yerleşim birimlerine kadar her kara parçasına maden ruhsatı verildi. Ruhsatların önemli bölümü de yandaş şirketlere gitti. AKP iktidarları döneminde Türkiye’de yaşanan yağmanın en önemli ayaklarından birini madencilik faaliyeti oluşturdu. Yerin üstünü bitiren AKP gözünü yerin altına da dikti. Kurulan maden şirketlerinin üçte ikisinin sahiplik ya da ortaklıklarını AKP’li vekil, bakan ya da yöneticiler ile yakınları üstlendi. On yılda verilen maden ruhsatı 20 bini aşarken AKP öncesi 138 olan uluslararası şirket sayısı da bini aştı. Meralardan yerleşim birimlerine kadar ülkenin büyük bölümü maden sahasına dönüştü. Başvurusu yapılan ruhsatlarda yer alan alanlar, ülkenin yüzölçümünün yarısına yaklaştı. Trabzon, Rize ve Artvin’in yüz ölçümünün yüzde 38’inin maden sahası olduğu rakamlarla ispatlandı…[27]
• AKP, zeytinlikleri yatırıma açma sevdasını katliam boyutuna taşıdı. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından hazırlanan “Üretim Reform Paketi Kanun Tasarısı Taslağı”yla, “kamu yararı” gerekçe gösterilerek zeytinlik alanların içinde ve yanı başında, kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapımının önü açılıyor. Yatırımcılara, kestikleri ağaçların iki katını başka bir alana dikme zorunluluğu da getiren bakanlık, buna uymayanları ise ağaç başına 200 lirayla cezalandırıyor…[28]
• Topun, tüfeğin dumanı mütemadiyen tüterken, kimsenin tartışmaya fırsat bulamadığı, korkunç sonuçlar doğuracak bir torba yasa daha Meclis’ten geçirildi. 75’inci Madde, CB’nin huzurunda şimdi. İmzasıyla-ki bizzat öncelik verdiği konulardan biri olduğunu tahmin etmek güç değil- ülkenin tüm tabiat varlıkları ve SİT alanları, “denetimsiz bir şekilde” sermayeye açılacak. Orman… Mera… Kıyı Koruma… Çevre ve benzeri kanunlar, hiçe sayılacak…[29]
• Artvin’de ‘sıkıyönetim’ koşulları sürerken, Cengiz Holding mahkeme tarafından durdurulmuş olmasına rağmen eski galerinin ağzını açarak maden çalışması başlattı…[30]
• Kuzey Ormanları Savunması’nın 2016’da başlattığı Altın Testere oylaması sonuçlandı. Cengiz Holding oylamaya katılan kullanıcıların takdiriyle bu toprakların gördüğü en acımasız girişimci, yatırımcı ve müteahhit olarak açık arayla Altın Testere’yi hak etti…[31]
 

ALTIN TESTERE ÖDÜLÜ SAHİPLERİ (2017)

1. Cengiz Holding: Bu toprakların en acımasız girişimcisi.

2. Nurol İnşaat: Ilısu Barajı ve HES, Marmaray, Kürtün Barajı ve HES, Oymapınar Barajı ve HES.

3. Ağaoğlu Şirketler Grubu: Maslak 1453 Konut Projesi, Ağaoğlu My Home Ayazağa, İstanbul Finans Merkezi, My World Europe, My Home Yeşil Maslak, My Office Ataşehir, My Towerland, My Office Gold, My Prestige.

4. Limak Holding: İstanbul 3. Havalimanı ve 3. Köprü, Yusufeli Barajı ve HES, Uzunçayır Barajı ve HES, Tatar Barajı ve HES, Pembelik Barajı ve HES, Alkumru Barajı, İğneada Çimento Limanı.

5. Kolin İnşaat: İstanbul 3. Havalimanı ve 3. Köprü, Kuzey Marmara Otoyolu bağlantı yolları, Soma Termik Santrali, Yusufeli Barajı ve HES.

6. Çalık Holding: Tarlabaşı Kentsel Yenileme Projesi, Fener Balat Dönüşüm Projesi, Çatalağzı Termik Santrali, Adacami HES, Çankırı Orta Termik Santrali, Metropol İstanbul, Şehrizar Konakları, Çöpler Altın Madeni.

7. Kalyon İnşaat: İstanbul 3. Havalimanı, Taksim Yayalaştırma Projesi, İstanbul-Şile-Ağva Yolu, Melen İshale Hattı.

8. Hattat Holding: Diamond of İstanbul, Amasra Hema Termik Santrali, Bartın Termik Santrali, Kireçlik Termik Santrali.

9. Doğuş Holding: Galataport (Salı Pazarı Limanı), Fatih Ormanı Parkorman Projesi, Boyabat HES.

10. Alarko Holding: Karabiga Termik Santrali, Fındıklı Parkı-Beşiktaş Metro Hattı Projesi, Karakuz Barajı ve HES, Tohma HES, Berdan HES, Hasanlar HES.

 
• Üsküdar’da denizden toplam 13 bin metrekare alan doldurulacak ama bunun çevreye etkileri araştırılmayacak… İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından Üsküdar Meydan Projesi kapsamında hazırlanan deniz dolgusu planlarına ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 3 Şubat 2017’de “ÇED gerekli değildir” kararını verdi. Proje kapsamında denizden toplam 13 bin metrekare alınacak. 3 yerden kazıklama sistemiyle doldurulacak denize 6 seyir terası bir de iskele yapılacak…[32]
• Nallıhan Kuş Cenneti, İstanbul ve Çanakkale boğazları yönünden gelen kuşların göç yolu üzerinde. Nallıhan Kuş Cenneti, 1994 yılında “doğal koruma alanı” ilan edildi, 2005 yılında ise “Yaban Hayatı Geliştirme Sahası” olarak korumaya alındı. Ankara’daki Nallıhan Kuş Cenneti’ne 6 kilometre uzaklıkta termik santral kurulması planlanıyor. ÇED raporuna göre santralda enerji üretimi amacıyla kömürün yakılması sonrasında yılda 1 milyon ton kül oluşacak. Yurttaşların hazırladığı itiraz dilekçesinde, kömürün taşınmasından yakılmasına kadar geçen sürede oluşacak tozun, ÇED raporunda belirtildiği gibi 7.5 kilometrelik bir alandan fazlasını etkileyeceği ifade edildi…[33]
• Kazdağları Milli Park sınırına termik santral için tekrar ÇED süreci başladı. Santral alanı birinci derece deprem kuşağında yer alıyor, proje için köylünün suyu kullanılacak…[34]
• Kırklareli Vize’ye bağlı Soğucak köyüne 2.200 metre mesafede bulunan patlamalı kalker ocağının kapasitesinin artırılması için 74 bin 916 ağaç kesilecek. Orman vasfı taşıyan proje alanı ayrıca içilebilir yer altı su kaynakları ile de zengin...[35]
• Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)’de orman talanının boyutunun zannedilenden 3 kat büyük olduğu ortaya çıktı. Yol alanında incelemelerde bulunan uzman grubu, ODTÜ’nün 38 metrelik yol için izin verdiği alanda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in gece baskını ile 100 metreye varan bir çevrede ormanın katlettiğini ve talanın boyutlarının 100 hektarı bulduğu belirledi. Uzman grubundan Orman Mühendisi Ahmet Demirtaş, hukuksuzlukların üniversite-belediye ve valilik arasında imzalanan protokolden başladığını belirterek “ODTÜ ormanı daraltılmış ve ekosistemi parçalanmış durumda. Toplam orman talanı 45 hektar, bütünlüğü bozulan orman alanı ise en az 90 hektar büyüklüğünde. Ormana tecavüz edilmiş, 25 yılda geri dönülemez,”[36] dedi…[37]
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ODTÜ’den yol geçirme ısrarının arkasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sümen altı ettiği koruma imar planlarının olduğu ortaya çıktı. ODTÜ arazisindeki ‘Tünel yol’ ve ‘Batı Bölgesi Yolu’ adındaki planlarla üniversitenin hektarlarca arazisi ve doğal yapısının talanının da önü açıldı. 1980 yılından itibaren talan edilen ODTÜ arazisi 100 hektarı geçti.[38]
 

1990’DEN İTİBAREN TALAN EDİLEN ODTÜ ARAZİSİ

YIL

NEREYE

NE KADAR

KİME

1982- 2015

Bilkent Bulvarı

10 hektar

Ankara Büyükşehir Belediyesi

1989

Turan Güneş Bulvarı

5 hektar

TCK

1994

Ahlatlıbel Yonca Kavşağı

13 hektar

TCK

1995

Çevre Otoyolu

40 hektar

TCK

1998

Milli Savunma Bakanlığı

22.4 hektar

Milli Savunma Bakanlığı

1999

TED İmar Planı (Yol + İhdas)

9 hektar

Gölbaşı Belediyesi + Ankara BB

2007

İncek Bulvarı

5 hektar

Ankara BB

2015

Malazgirt Bulvarı

13 hektar

Ankara BB

 
• TMMOB, “Kanal İstanbul, coğrafi, ekolojik, ekonomik, sosyolojik, kentsel, kültürel kısacası yaşamsal bir yıkım ve felaket önerisidir,”[39] dedi…
• Kanal için 600 milyon m3 kayaç patlatma yöntemiyle kazılacak. Bunun için 300 bin ton anfo (madencilikte kullanılan bir patlayıcı türü), 3 bin 300 ton dinamit gerekir. Bu miktar bir senede ortalama 600 taş ocağında kullanılan patlayıcı madde miktarı demektir…[40]
• ‘Doğal Hayatı Koruma Vakfı’ (WWF) Türkiye, akademisyenlerin katkılarıyla hazırladıkları Kanal İstanbul Projesi’ni inceleyen 2015 tarihli raporun hâlâ güncelliğini koruduğunu belirterek “Kanal İstanbul açılınca Marmara ölü bir denize dönüşebilir,” uyarısında bulundu…[41]
• ÇED süreci henüz tamamlanmayan “çılgın” Kanal İstanbul projesi için güzergâhtaki mevcut ve planlanan tüm altyapı tesisleri değiştirilecek…[42]
• Rusya’daki doğalgaz rezervlerini doğrudan Türkiye’ye ulaştıracak Türk Akımı Projesi için şimdiden ağaç katliamının başladığı ortaya çıktı. ‘Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (DAYKO) başkanı Nusret Türkkan, ÇED süreci tamamlanmadan çalışmaların başladığını belirterek “İstanbul’un klimasını yok etmeyin” dedi…[43]
• 2001-2016 yılları arasında Trakya’da 25 bin hektar ormanın yok olduğu belirtildi…[44]
• Çölleşmenin en önemli nedeninin bitki örtüsünün tahrip edilmesi olduğunu vurgulayan TEMA, çölleşmenin önlenmesinde meraların öneminin altını çizdi. BM’ye göre ise dünya çapında her yıl yaklaşık Bulgaristan (12 milyon hektar) kadar bir toprağı kaybediyoruz. Bu alan her yıl 20 milyon ton tahıl üretimi yapma olanağı sağlayacak bir büyüklüğe karşılık geliyor…[45]
• TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’ın açıklamasına göre, “Türkiye’de 1989-2010 yılları arasında, 827 bin hektar alanın tarım dışı faaliyet için kullanımına izin verildi”...[46]
• Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “Yılda tam 106 milyon ton toprak, erozyonla kaybediliyor. Ve sadece 2015 yılında, 8 bin hektar orman yandı,” dedi…[47]
• Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde Muğla Marmaris Okluk Koyu’nda yaptırılan 230 metrekarelik yazlık konukevinin yerine yapılan 300 odalı yazlık saray ve çevresindeki yapıların yayılacağı alan imar planı değişikliği yapılarak 65 hektara çıkartılıyor…[48]
• Cumhurbaşkanı Erdoğan için inşaatı tüm hızıyla süren Okluk Koyu’ndaki yazlık saray için yapılan özel yol, çevre katliamı yarattı. 8 Temmuz’a kadar bitirilmesi planlanan Okluk Koyu yolu için 50 bin ağaç kesildi…[49]
• 3. Köprü’nün üzerinden geçmesi planlanan ‘Gebze-Sabiha Gökçen-YSS Köprüsü YHT Hattı Demiryolu orman, tarım, mera ve kırsal yerleşim alanlarından geçecek...[50]
• 3. Köprü’nün İstanbul’un doğasına, su kaynaklarına ve yaban hayatına vereceği zarar ortaya çıkan görüntülerle bir kez daha belgelendi. ÇMO raporuna göre de köprü İstanbul’a telafisi olmayan zararlar verecek…[51]
• 3. Havalimanı projesine eklenen liman projesi de doğayı yok edecek. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı proje kapsamında 15 bin metrekare ilave dolgu alanına ilişkin “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir,” kararı verdi…[52]
• Cengiz-Mapa-Limak-Kolin-Kalyon ortaklığı ile kurulan İGA Havalimanı AŞ’nin 3. havalimanı projesi nedeniyle yoğun tahribata uğrattığı Ağaçlı köyü ve Işıklar köyünün ardından şimdi gözler Tekirdağ’a çevrildi. İşletme, 3. Havalimanı’na malzeme üretmek için Tekirdağ Saray’da Safaalan Mahallesi’deki 100 hektarlık ormanlık alana Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan maden ocağı izni aldı…[53]
• 3. havalimanı projesine hammadde yetmiyor. Cengiz- Mapa-Limak-Kolin-Kalyon ortaklığı ile kurulan İGA Havalimanı A.Ş, 3. havalimanına malzeme üretmek amacıyla kurulması planlanan maden ocağını 3 katına çıkarıyor. Alanda patlatma yöntemiyle çalışılacak. Projeye Göktürk Göleti Tabiat Parkı kuş uçuşu 600 metre mesafede yer alıyor…[54]
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, FETÖ’nün iş dünyası yapılanmasına yönelik açılan davanın sanıklarından eski İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın bir dönem ortak olduğu Vadistanbul projesinin otel bölümü için yapılan başvuruya, 14 Kasım 2017 günü, “ÇED gerekli değildir,” kararı verdi…[55]
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kastamonu Hanönü köyünde 23.71 hektarlık ormanlık alana maden (bakır) ocağı projesi için “ÇED gerekli değildir,” kararı verdi. Alana 500 metre mesafede Gökırmak Deresi bulunuyor…[56]
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İnceleme ve Denetleme Komisyonu (İDK), yargı kararıyla iptal edilen İzmir Demir Çelik AŞ’nin (İZDEMİR) termik santral projesiyle ilgili ÇED raporunun yenisini, 1 günde kabul etti. Menemen, Aliağa ve Foça başta olmak üzere İzmir’in kuzeyini olumsuz etkileyecek santralla ilgili İzmir 2. İdare Mahkemesi, geçen ay iptal kararı vermişti. Yasa gereği 30 gün içinde santralın kapatılması gerekirken; yeni bir ÇED süreci başlatılmıştı…[57]
• Soma’da daha önce maden arama projesine, vereceği zarara rağmen ‘ÇED gerekli değildir’ kararı veren Manisa Valiliği, bu kez de tarım arazilerinin bulunduğu bölgelerden geçecek olan Ankara-İzmir Otoyolu Projesi’ni kabul etti…[58]
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İBB iştiraki Kiptaş’ın, satın aldıktan sonra yapılaşma iznini 12 kata çıkarttığı Silivri’deki tarım arazisi için planlanan konut projesine için “ÇED gerekli değildir,” kararı verdi...[59]
• Türkiye’de köyü bulunmayan tek ilçe olan Bozcaada, tartışmalı imar planları ve koylarının kiralanarak işletmeye açılma teşebbüsleri ile karşı karşıya kaldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 20 Ağustos 2014’te Balıkesir-Çanakkale Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı hazırladı. Plana göre Bozcaada ve Gökçeada’nın yüzde 90’ının imara açılacağı iddia edildi…[60]
• Aralarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a armağan edildiği ileri sürülen yapıların da yer aldığı kaçak Urla Villalarına yasal kılıf hazırlamak için bölgenin doğal SİT derecesi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca 28 Kasım 2013’te alınan kararla değiştirilmişti…[61]
• Bornova’da ‘1. Derece Doğal SİT Alanı’ olan bir bölge SİT derecesi düşürülerek imara açılırken, İzmir ve Bornova belediyeleri devre dışı bırakıldı. AKP eski İzmir il başkanı Rahmi Taştan’a ait olan alanın imara açılmasıyla, özel okul inşaatı başladı…[62]
• Kentsel SİT alanı olan Cihangir’deki Roma Bahçesi parkında İBB’nin taşeron firmaları izinsiz olarak hafriyat çalışması yaptı ve parkı bariyerlerle çevirmeye çalıştı…[63]
• Kuzey Marmara Otoyolu, Beykoz ormanlarını da tehlikeye soktu. 11.5 kilometrelik yol, ormanlık alan ve 1. derece SİT alanından geçiyor...[64]
• UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Topkapı’daki tarihi surların üstü Fatih Belediyesi’nce düğün organizasyonları için kullanılmak üzere “portatif çatı”yla örtüldü…[65]
• İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan ve Roma İmparatorluğu döneminde M.Ö. 6000 yıllarında yapılan Efes Antik Kenti, Selçuk Belediyesi tarafından çeşitli organizasyonlar gerçekleştirmek için kiraya verilmeye başlandı…[66]
• İstanbul Eyüp İlçesinin Göktürk Merkez Mahallesi’nde bulunan bir çocuk parkında yeşile boyanarak, tepede panellerle kamufle edilmeye çalışılan baz istasyonu fark edilince tepkilere neden oldu…[67]
Örneklerden hareketle toparlarsak; doğanın yaşam döngüsü, sağlıklı ve dengeli bir durumdan çıkarılarak su, hava ve toprak varlıkları bizzat tehdit kaynağı hâline getirilmiştir. Kimilerinin genel olarak insan faaliyeti olarak adlandırdığı genel olarak sermaye hareketlerinin yarattığı, sanayi, yatırım ve işletme faaliyetleri bu çarpıklığın ana kaynağıdır.
Çevre sorunlarının sistemden (günümüzde kapitalizmden) kaynaklandığı açıktır. Elbette çevre sorunlarının giderek büyümesi, içinde bulduğumuz tüketim toplumundan, kapitalizmin körüklediği bireysel yaşam tarzlarımızdan, kârlarını artırmaktan başka bir şey düşünmeyen şirketlerin eline bırakılan doğal varlıkların fütursuzca kullanılmasından ötürü bir felakete dönüşüyor…
HES’lerde, Cerrattepe’de, “Yeşil Yol”da olduğu gibi…
 
II.1.1) HES
 
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın verilerine göre, Karadeniz Bölgesi’nde 10 yıl içerisinde toplam kapasitesi 20.3 milyar kilovat/yıl (kWh/yıl) olan 203 HES yapıldı. Bölgede, 2017 yılı itibarıyla inşaatı devam eden 20 HES projesi bulunduğu, 123’ünün de etüt ve proje aşamasında olduğu kaydedildi;[68] amma!
“Ama”sı var…
Hidro elektrik santralları (HES) faciasını bilmeyen, duymayan var mı?
HES gündeme geldiğinde birileri karşınıza çıkar...
HES’leri öve öve bitiremez... Yok, ithal ettiğimiz elektriği kendi olanaklarımızla üreteceğiz... Yok, doğalgaz ve kömür kullanarak ürettiğimiz enerjiyi, doğal kaynakları kullanarak gerçekleştireceğiz... Yok, ÇED raporları hazırlanacak, verilen sözleri HES’i kuran şirketler yerine getirecek... Yok, HES’ten çıkan su yeniden kullanılabilecek, suyun yapısında bir bozulma olmayacak...
En önemli etken “ucuz enerji” yutturmacası elbet...
Diyelim ki iki kuruşa ithal ettiğimiz enerjiyi HES’ler çoğalınca bir kuruş verip kullanacağız.
Yıllardır bu masalları dinliyoruz...
HES’ler en çok Karadeniz’de kuruluyor. Akarsuyu bol, dağlar, dereler...
Yapım aşamasında dinamit patlatılması, ağaçların köklenmesi olağan sayılıyor.
Akarsu yataklarının yönü değiştiriliyor. Molozları firma yetkilileri kaldırmıyor.
Doğa elden gidiyor! Kimin umurunda bunlar?[69]
• Antalya Alakır’da bir HES firmasının, debimetre denilen cihazla ölçülen yüzde 10 oranındaki can suyunu bırakmadığı, bunu gizlemek için de yakındaki bir dereden borularla taşıdığı suyu debimetrenin önüne saldığı ortaya çıktı…[70]
• Antalya Kumluca’daki Alakır Nehri üzerinde yapımı süren Dereköy HES projesine karşı açılan 4 dava da kazanılmasına rağmen, HES inşaatının yüzde 95’i tamamlandı...[71]
• Rize’de 300 bin kişinin içme suyu ihtiyacının karşılandığı Andon İçme Suyu Tesisleri üzerine, “Yurttaş Kazım” lakaplı Kazım Delal ile köylülerin mücadelesine karşın, hiçbir izin alınmadan hukuk süreci devam ederken yapılan HES, 2017 yılı mayıs ayında Rize Valisi Erdoğan Bektaş tarafından törenle açıldı. Mahkeme de, HES için 14 Eylül 2017’de bölgeye bilirkişi heyeti gönderdi…[72]
• Salarha Vadisi üzerinde kurulması planlanan Ambarlık HES projesine Yurttaş Kazım’ın açtığı davadan, “HES’ler zarar verir,” denilerek iptal kararı, Danıştayca onandı...[73]
• Yenilenebilir enerjide Avrupa’nın en büyük şirketi olan Norveçli Statkraft’ın CEO’su Christian Rynning-Toennesen, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından ihaleye çıkılan 10 hidroelektrik santrali içindeki bazı portföylerin özelleştirilmesiyle ilgilendiklerini ve şartname aldıklarını söyledi…[74]
 
II.1.2) CERRATTEPE
 
Ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Cengiz Holding’in Cerrattepe’si!
Cerrattepe’de maden çıkarılırsa ağaç kesimi ve orman ölümü yaşanacak, kimyasal kullanılacak, yeraltı suları kirlenecek, asit maden drenajı yapılacak, heyelanlar meydana gelecek.[75]
Ancak Cengiz Holding’in altın ve bakır madeni çıkarmayı planladığı Artvin Cerattepe’de şirket çalışanları çok sayıda ağacı kesti.[76]
Konuyla ilintili olarak Cerattepe’de Cengiz Holding’in çalıştırmak istediği maden için hazırlanan ÇED raporunun iptalini reddeden Rize İdare Mahkemesi, çevre davalarında ilk kez rastlanan gerekçeye yer verdi. Mahkeme kararında, anayasanın çalışma ve sözleşme hürriyetini düzenleyen 48. maddesine atıfta bulunulması tepki çekti. Maddenin 1. fıkrasında, “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir”, 2. fıkrasında da “Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” hükümleri yer alıyorken;[77] dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Artvin’in Kafkasör Yaylası’na bağlı Cerattepe’de yaşananlarla ilgili olarak, eylem yapanları tespit ettikten sonra cezalandıracakları vurgusuyla, “Yolu kapatmak için ağaç kesmişler. Hatta yakmışlar. Onları tespit edip gerekli cezayı vereceğiz. Ben madenciliğe karşı değilim ama vahşi madenciliğe karşıyım, ona müsaade etmiyoruz. Çevre tahrip edilmeyecek şekilde madenlerin çıkarılması işlenmesi gerekir, Türkiye’nin ekonomisi açısından önemlidir,” dedi.[78]
Ve nihayet…
• Artvin’de dereler gri-beyaz akıyor, yaklaşık 2 bin 500 ağaç kesildi, hafriyat ormana doğru dökülmeye başladı, patlatma seslerinden insanlar uyuyamıyor…[79]
• Doğa harikası Cerattepe’de maden faaliyetleri başladıktan sonra dereler kirlendi, şu ana kadar yaklaşık 2 bin 500 ağaç kesildi. Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kurtoğlu ise bölgede 1500 kovanla arıcılık yapıldığını belirterek “Arıcılığın bir yıllık geliri devletin madenciden alacağı 42 milyonun kat kat fazlası” ifadelerini kullanıyor.
Maden ve bölgede yapılacak teleferik için 60 bin ağaç kesileceğini söyleyen Kurtoğlu, ağaç sayısı üzerinden yürütülen tartışmada karşı tarafın “Beş katını dikeceğiz” dediğini hatırlatarak “İsterseniz bin beş yüz katı ağaç dikin, 300 yılda yetişen orman ekosistemiyle sizin diktiğiniz fidan aynı olamaz,” diyor…[80]
• Cerattepe’de Cengiz Holding ormanı talan ederken ‘Yeşil Artvin Derneği’ Başkanı Nur Neşe Karahan’a, 245 günlük nöbet için Artvin halkıyla yaptıkları tahta kulübe nedeniyle dava açıldı. Karahan’ın 5 ayrı davası sürüyor…[81]
 
II.1.3) YEŞİL YOL
 
Karadeniz’de halkın karşı çıktığı, 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayacak 2 bin 600 kilometrelik Yeşil Yol projesindeki gerçekler bir bir aydınlanıyor. Konunun özü şu: Kıyıları, koyları, ormanları, meraları yağmalayan iktidar, gözünü yaylalara da dikti. Canlıların doğal yaşam alanını olumsuz yönde etkileyecek projeyle doğanın, hayvancılığın kökü kazınacak. Binlerce ağaç kesilecek, ormanlar bölünecek, yıllardır sürdürülen bir kültür altüst edilecek.
Amaçları rant; Karadeniz’de yaşayanların yüzyıllardır kullandığı yaylaları ve ormanları yandaşlara, sermayeye peşkeş çekmek. Altıncılara, madencilere yol açmak...[82]
Aslında Samsun’dan başlayıp Ordu’dan geçerek Artvin’e kadar tüm yaylaları birbirine bağlamayı amaçlayan Yeşil Yol, Fatsa’da ortaya çıkan ve bölgeye adeta ayrık otu gibi yayılacak olan madenlere, HES’lere ve benzeri adımlar için alt yapı hazırlığından başkaca bir şey değildir. Yeşil Yol, Maden Tetkik Arama (MTA) tarafından açıklanan Karadeniz bölgesindeki maden rezerv haritalarıyla çakışıyor olması herhâlde bir tesadüf olamaz. Yeşil yol Karadeniz bölgesinin bir ‘Master’ planıdır ve bu planlar sermaye çevrelerinin çıkarları için oluşturulur.[83]
Soru(n) bu kadar netken!
• 2 bin 600 kilometre uzunluğundaki Yeşil Yol Projesi’ne karşı doğal yapıyı korumak amacıyla açılan dava dosyasına bilirkişi raporu girdi. Orman sınırı üzerindeki çayır ve meraların ekolojik açıdan büyük öneminin olduğunu vurgulayan bilirkişi, sağlıklı mera ekositeminin dağ alanlarındaki toprak ve su kaynaklarının sigortası olduğuna dikkat çekti ve yol yapımının durdurulması gerektiğini belirtti. Ancak Yeşil Yol projesi çalışmaları 1 Haziran 2018’de tekrar başladı…[84]
• Yeşil Yol Projesi çalışmalarında kullanılan patlayıcılar hem doğayı hem yaşamı hiçe sayıyor. Bölge milli park sınırları içinde…[85]
• Yeşil Yol projesini de kapsayan ve TEMA Vakfı tarafından açılan davada “yürütmeyi durdurma” kararı verilen 1/100.000 ölçekli ‘Çevre Düzeni Planı’, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yeniden düzenlenerek onaylandı…[86]
• Yeşil Yol Projesi’nin Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Kavron ve Samistal Yaylaları arasındaki bağlantı yolunun yapımına karşı çıkan 11 kişi hakkında, “İş ve çalışma hürriyetini ihlâl” suçlamasıyla dava açıldı…[87]
 
II.2) İTİRAZ VE DİRENİŞ
 
Serdar Kızık’ın, “Sen onun bağrını deşersin, kesersin. Zehirlersin, yakar, yıkar, yok edersin. Doldurur, boşaltırsın.
Saldırırsın canavar dişli makinelerinle, uygarlık adına!
Doymak bilmeyen iştahınla, hırsınla üstüne gidersin. Sermayeye, yandaşına peşkeş çekersin...
Cinayeti sen kurdun oysa, ölümleri ellerinle getirdin.
Dere yataklarına apartman kondurdular, teşvik ettin.
‘Sahil yolu, HES’ dedin, yaylalara Yeşil Yol dedin.
Madencilere dağları deldirdin, ormanları katlettin.
Karadeniz’de suların önünü kestin.
Samsun’da sel sularında ölüp gidenler için ‘doğal afet’ deyip takipsizlik verdin.
Yoksulların oyuyla, yoksullara ölüm geldi.
Uyarmışlardı oysa, sahil yolu olmazdı, dereler hapsedilip kurutulmazdı. Yayla yolları ranta açılamazdı...
Sermayenin, rantiyenin sözcüsü olarak ‘Vatan hainleri’ demiştin uyaranlara. Yaşamlarını, yaylalarını korumak için direnenleri, HES’lere karşı çıkanları dış güçlerin işbirlikçisi ilan ettin,”[88] biçiminde dillendirdiği itirazın, giderek direnişe tahvil olduğu bir “sır” değildir…
• Kuzey Ormanları Savunması, Kuzey ormanları içinde yer alan Alibey su havzası ve çevresinin “kent ormanı” adı altında tahrip edildiğini, orman bütünlüğünden koparılarak iş araçlarıyla kuru, boş bir ağaç dekoruna çevrildiğini belirterek, durumu protesto etti...[89]
• Kolin şirketi, Yırca’da gerçekleştiremediği termik santrali, Soma’nın bir diğer köyü Kozluören’de hayata geçirmeye çalışıyor. Ancak Kolin’in yaklaşık 7 bin zeytin ağacını kestiği Yırca’dan sonra Kozluören’de de doğa katliamına girişmesi sonrasında köylüler “ağaç nöbeti”ne başladı. Köylüler, şirketin 3 ayrı bölgede gerçekleştirdiği kesimleri durdurdu. Köylüler, nöbet başında çektikleri videolarla destek çağrısında bulundu. Ağaç nöbetçilerinden Can Çolak, videoda şöyle seslendi: “Doğa düşmanı Kolin, doğamızı katletti. Biz 9 kişi buraya gelerek katliamı durdurduk. Mücadelemiz devam edecek. Herkesi Soma’ya, Kozluören Köyü’ne bekliyoruz”…[90]
• Bolu’nun Mudurnu ilçesi Yeniceşıhlar Köyü’nde kalker ocağı için inşaat çalışmaları başladı. Köylüler yetiştirdikleri tarım ürünlerinin ve hayvanların otladığı meraların yok olacağı gerekçesiyle maden ocağına karşı seferber olmuş durumda…[91]
• Amasya merkeze bağlı Yeşildere Vadisi’nde yapılması planlanan HES bölgede yaşayan köylüleri ayaklandırdı. Yaklaşık 30 köyün yaşam alanını olumsuz etkileyen HES inşaatının durdurulmasını isteyen köylüler Amasya -Tokat karayolunu bir saat süreyle çift yönlü olarak trafiğe kapattı...[92]
• 1989’da başlayan ve bugüne kadar sürüp giden Bergama köylülerinin altın madenine karşı başlattığı direnişin hemen hemen aynısı bugün Ordu’nun Fatsa ilçesi yakınlarındaki Bahçeler bölgesinde başladı. Büyük çoğunluğunu fındık ağaçlarının oluşturduğu geniş bir ormanlık alanda ağaç kıyımı yapılınca köylüler de direniş çadırını kurdu...[93]
• Siyanürlü altın madenine karşı yaşam alanlarını koruma mücadeleleriyle Bergama köylülerinin direnişi, Türkiye’de yerel anlamda çevre mücadelelerinin miladı olarak kabul edilen bir halk direnişidir. Şimdilerde AKP iktidarı döneminde, adında çevre, su, orman bulunan bakanlıklar eliyle yasal kılıfına uydurarak, memleketin dört bir yanında her geçen gün sayıları artan şekilde uygulanan rant, talan ve gasp politikasına karşı halk direnişleri, giderek daha güçleniyor, görünürlük kazanıyor, direnişler arası dayanışma artıyor. Bu açıdan, Gezi direnişi İkizdere’de, Mersin’de, Kaz Dağları’nda, Gerze’de, Şırnak’ta, Munzur’da, Loç Vadisi’nde, Ahmetler’de, Hasankeyf’te, Aliağa’da, Ergene’de baştan aşağı Anadolu’da süregiden yerel itirazları daha görünür kılması bakımından da önemli bir işlevselliğe sahip. Bu itirazları görmezden gelen, yerelden yükselen bu sesleri duymayan kibir siyasetinin geleceğinin olmadığı gerçeğini de görmek gerek…[94]
• Tokat’ın Zile ilçesinden geçen Çekerek Irmağı üzerine özel bir firma tarafından yapılması planlanan HES’e karşı 15 Mart 2015’de Yapalak köyünde eylem yapılmıştı. Köylüler 10 kilometre uzaklıkta bulunan şantiyeye yürümüştü. Zile-Çekerek yolunda çok sayıda jandarma ve polisin önlem alması sonrası eyleme katılanlar tarlaların içerisinden devam etmişti. İki bin kişinin önünü jandarma kesmiş ve tarlalara kaçışanlara biber gazı ile müdahale etmişti. Bu arada, müdahale için görevlendirilen Zile Belediyesi’ne ait otobüsün camları kırılmıştı. AKP ’li Belediye Başkanı Lütfi Vidinel de otobüsü belediye binasının önüne çekerek, üzerine astığı “Zile’de terör istemiyoruz” başlıklı bir pankartla sergilemeye başlamıştı. Tepkiler üzerine bu pankart kaldırılırken; 56 köylü hakkında yedi ayrı suçlamadan soruşturma başlatılmıştı…[95]
• Gezi Parkı eylemcilerine “Çapulcu” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ensar Vakfı Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Artvin Cerattepe’de direnen yurttaşlara, “Yavru Gezici,” dedi…[96]
 
III) MARKSİZM VE EKOLOJİ
 
Ekolojik yıkım olarak tarif edebileceğimiz çevre sorunu, doğanın kendini yenilemesini, yeniden üretmesini engelleyen bir aşamaya gelmiştir.
Bunu nedeni sürdürülemez kapitalizmin -doğası gereği- her şeyi metalaştırıp; kendisi için kâr elde etmenin bir aracı hâline getirmesidir.
Çünkü doğa, kapitalizmde meta üretimi için burjuvazinin ihtiyaç duyduğu çeşitli hammaddeleri sağlayan en önemli ve en büyük araçtır ve kapitalizmin temel nitelikleri yıkım ile azami kâr hırsıdır.
Kolay mı?
Küçücük bir azınlığın büyük refahına, devasa bir çoğunluğun yaygın ve derinleşen yoksulluğunun eşlik ettiği bir dünyada yaşıyoruz.
Kapitalizm insanlığa cehennemi yaşatıyor. “Öteki dünyada” cehennemî bir yaşamdan çekinmeye gerek yok, bu dünyada ona fazlasıyla alıştırıldık. Cennete çevirmek bal gibi de mümkünken neo-liberal kapitalist saldırı politikalarının artan ölçüde emekçilerin canını aldığı, doğayı katlettiği bir dünya bu!
Emeğin ve doğanın bu denli tahrip edilmesi ve yağmalanması kaçınılmaz olarak insanların ruhsal sağlıklarını da bozmaktadır. İnsanlığın büyük bir bölümü yoksulluk içinde yaşarken, dizginsizce pompalanan tüketim kültürü tüm toplumu cenderesi altına alıyor.
Sürdürülemez kapitalizmin yarattığı çürümeye son verebilecek hiçbir çaresi kalmadı; siz bakmayın BM’in 1972 yılında Stockholm’de, 5 Haziranı “Dünya Çevre Günü” olarak ilan etmesine! Söylenenler ile yapılanlar arasında derin riyakârlık söz konusudur; yılda dünyada yaklaşık 5 milyona yakın insan çevre kirliliği nedeniyle yaşamını yitiriyor.
Ayrıca insanlığı ve dünyadaki tüm yaşamı tehdit eden, ancak hâlâ yeteri kadar farkına varılmayan küresel ısınmanın tehlikeli etkileri XXI. yüzyılda daha da tırmanıyor. BM’nin 2001 tarihli raporunda bilim insanları, küresel ısınmanın XXI. yüzyılı aynı zamanda “açlık yüzyılı” kılacağının altını çizmişlerdi.
Dedik; bir kez daha vurgulayalım: “Açlık yüzyılı” deyişi sınıfsal bir anlam taşımaktadır: 2003 yılının sonlarında yapılan açıklamada, WFP’nin (Dünya Gıda Programı) 40 yılın en fazla yardım talebiyle karşı karşıya olduğu, açlığın pençesindeki 110 milyon kişiye gıda sağlayabilmek için örgütün en az 4.3 milyar dolara ihtiyaç duyduğu, ancak bu paranın tamamının henüz toplanamadığı belirtildi. Dünyada hâlen 300 milyondan fazla çocuğun sürekli aç olduğunu belirten WFP, bunlardan yaklaşık 170 milyonunun okula karnı aç gittiğini ve gün boyunca hiçbir şey yemediğini, 130 milyon aç çocuğun ise hiç okula gidemediğini kaydetti.
Raporda yer alan bilgilere göre, küresel ısınma Asya’da tarım ürünlerinin üretiminde düşüşe neden olacak. Avustralya ve Yeni Zelanda’da su kıtlığına yol açacak olan küresel ısınma, Avrupa’da sel baskınlarını, Amerika’da ise erozyonları beraberinde getirecek.[97]
Şimdi tam da John Bellamy Foster’ın, “Ekoloji bu sistemin içinde kurtarılamaz,”[98] diye tarif ettiği ufuktayız ve Karl Marx’ı anımsamalıyız…
Marksizm-Leninizm’den umutlarını kesenlerin, “Marx’ın döneminin koşulları dikkate alındığında ekolojik tahribatın yıkıcı etkileri henüz ortaya çıkmamış olduğundan, ekoloji sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin çözümlenmesinde dikkate alınmamıştır. Buradan hareketle ekolojinin aslında Marksizme içkin olduğunu iddia etmek ya da tersine Marx’ı ekolojiyi dikkate almadığı için eleştirmek de doğru değildir. Her şey tarihseldir. Bunu Marx-Engels de defalarca belirtmişler ve ‘bizim görüşlerimiz hariç’ diye bir ekleme de yapmamışlardır. Ama bilinen sözdür: Şeyh uçmaz, müritleri uçurur. Sosyalistlerin ‘kitapta yerini arama’ alışkanlığından bir an önce kurtulmaları gerekiyor. Aksi durumda onlar yerini ararlarken zaman geçiyor ve ekolojik hareket konusunda olduğu gibi büyük bir fırsat kaçıyor… XIX. yüzyıldan beri süregelen komünizmin bugünkü tanımı, herkes için geçerli ve sınırları olabildiğince geniş olan ve bu genişlemeyi de sürdüren bir tüketim toplumunu öngörür. Böyle bir toplum, başvurduğu kısıtlamalar ne olursa olsun, doğanın ekolojik dengesini gözetemez,”[99] biçiminde hezeyanlarını ciddiye almak mümkün değilken; söz John Bellamy Foster’e bırakıyoruz:
“Geride bıraktığımız yirmi yıl içinde yapılan araştırmalar, klasik Marksizm’de güçlü bir ekolojik perspektifin mevcut olduğunu göstermiştir. Marx’a göre, insanın dünyayla ilişkisinin dönüşümü feodalizmden kapitalizme geçiş için gerekli bir önkoşul olduğundan, doğayla metabolik ilişkinin akılcı bir şekilde düzenlenmesi de kapitalizmden sosyalizme geçişin gerekli bir önkoşuludur.[100] Marx ve Engels, kapitalizm ve genelde sınıflı toplumdan kaynaklanan ekolojik sorunlara ve bu sorunları sosyalizm aracılığıyla çözme ihtiyacına dair ayrıntılı yazılar yazmışlardır. Bunların içinde Marx’ı doğa ile toplum arasındaki metabolik çatlak teorisini geliştirmeye iten on dokuzuncu asır toprak krizi tartışmaları da vardır. Alman kimyager Justus von Liebig’in çalışmasına dair analizine dayanarak Marx, toprak besleyicilerinin (nitrojen, fosfor ve potasyum) topraktan koparılarak suyu ve havayı kirletecekleri ve işçilerin sağlığını kötüleştirecekleri yüzlerce binlerce mil uzaklıktaki şehirlere taşınması sorununa dikkat çekmiştir. Doğa ile toplum arasındaki zaruri metabolik döngüdeki bu kırılma Marx’a göre ‘sonraki kuşaklar’ın iyiliği için ekolojik sürdürülebilirliğin ‘restorasyonu’nu zorunlu hâle getirmişti.[101]
Buna ek olarak, Marx ve Engels, insan toplumunun temel ekolojik sorunlarını da dile getirmişlerdi: şehir ve köy ayrımı, toprak bozulması, endüstriyel kirlilik, çarpık kentleşme, işçilerin sağlığının bozulması ve sakatlanmaları, yetersiz beslenme, toksik atıklar, parselleme, kırsal yoksulluk ve izolasyon, ormansızlaşma, insan kaynaklı seller, çölleşme, susuzluk, bölgesel iklim değişimleri, doğal kaynakların tükenmesi (kömür dahil), enerji korunması, entropi, sanayi artıklarının geri dönüştürülmesi ihtiyacı, türler ve çevreleri arasındaki karşılıklılık, aşırı nüfusun tarihsel koşullardan kaynaklanan sorunları, kıtlık sebepleri, bilim ve teknolojideki rasyonel istihdam sorunu.
Bu ekolojik anlayış, Marx’ın bakış açısının önemli bir kısmını oluşturan oldukça derin materyalist doğa kavramından ortaya çıkmıştı. ‘İnsan’ diye yazmıştı, ‘doğa sayesinde yaşar, yani doğa onun bedenidir ve ölmek istemiyorsa onunla kesintisiz bir diyalogu muhafaza etmelidir. İnsanın fiziksel ve ruhsal hayatının doğayla bağıntılı olması doğanın kendisiyle bağıntılı olduğu anlamına gelir, zira insan doğanın bir parçasıdır.’[102] Marx, hiçbir bireyin dünyaya sahip olmadığını ilan ederek kapitalizme doğrudan karşı çıkmakla kalmamış, hiçbir ulusun ya da halkın da yeryüzüne sahip olmadığını, onun birbirini takip eden kuşaklara ait olduğunu ve iyi hane halkı anlayışına uygun olarak gözetilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[103]
Diğer erken dönem Marksistler de, her zaman tam anlamıyla olmasa da, ekolojik sorunları analizlerine eklemek ve genel bir materyalist ve diyalektik doğa kavramı geliştirmek suretiyle aynı yolu izlemişlerdir. William Morris, August Bebel, Karl Kautsky, Rosa Luxemburg ve Nikolai Bukharin Marx’ın ekolojik görüşlerinden faydalanmışlardır. Ukraynalı sosyalist Sergei Podolinsky’nin ekolojik bir iktisat geliştirme girişimi büyük oranda Marx ile Engels’in çalışmasından esinlenmiştir. Lenin, toprak besleyicilerinin geri dönüşümünü vurgulamış ve toplum ekolojisi alanında deneyler yapılmasını (nüfusların belli bir doğal çevrede karşılıklı çalışması) ve koruma konusunu desteklemiştir. Bu, Sovyetler Birliği’nde 1920’lerde ve 1930’ların başlarında o dönemin dünyasında belki de en ileri ekolojik enerjetik ya da besinsel dinamik kavramının (modern ekosistem analizinin temeli) geliştirilmesini sağlamıştır. Aynı devrimci-bilimsel iklim, V. I. Vernadsky’nin biyosfer teorisi, A. I. Oparin’in hayatın kökeni teorisi ve N. I. Vavilov’un dünya üreme hücreleri merkezlerinin keşfinin (dünyanın ürün bitkilerinin genetik kaynakları) önünü açmıştır. Batıda ve özellikle Britanya’da, 1930’larda, J. B. S. Haldane, J. D. Bernal, Hyman Levy, Lancelot Hogben ve Joseph Needham gibi Marksizm’den etkilenmiş bilim insanları doğanın diyalektiğini keşfetmeye yöneldiler. Hatta ekolojik bilimin ilk kıvılcımını tamamen soldaki düşünürlerin (sosyalist, sosyal demokrat ve anarşist[104]) çalışmalarında[105] aldığını söylemek de mümkündür.”[106]
 
III.3.1) HATIRLAYIN, HATIRLATIN!
 
Devamla: “Tam anlamıyla gelişmiş bir natüralizm olan komünizm” diye yazar Karl Marx, “hümanizme eşittir ve tam anlamıyla gelişmiş bir hümanizm olarak da natüralizme eşittir.”[107]
Ayrıca 1845’de ‘Alman İdeolojisi’nde Karl Marx ile Friedrich Engels, “ “Her türlü insan tarihinin ilk öncülü, elbette ki canlı insan bireylerinin varolduğudur. Yani belirlenmesi gereken ilk olgu bu bireylerin fiziksel düzenlenişi ve bunun sonucunda doğanın geri kalan kısmıyla girdikleri ilişkidir. Tabiî ki burada insanın mevcut fiziksel doğasının ya da insanın kendini içinde bulduğu doğal koşulların (jeolojik, oro-hidrografik, iklimsel vb.) ayrıntılarına girecek değiliz. Bütün tarih çalışmaları bu doğal temellerden ve bunların tarihin akışı içinde insanların eylemleriyle dönüştürülmelerinden yola çıkmalıdır,”[108] derler…
Evet Friedrich Engels’in ifade ettiği gibi, “Hiçbir şekilde, başka bir topluluğa egemen olan bir fatih, doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya egemen değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız.”[109]
Özetle Marksistler için insan toplumu doğal dünyaya ayrılamaz bir şekilde bağlıdır, ancak insanlar da bu dünyayı etkilerler. İnsanların çevrelerine olan etkilerinin ölçüsü üretimin hangi yöntemle organize edildiğine bağlı olduğundan, doğal dünyada gerçekleşen değişimin büyüklüğü tarih boyunca değişim farklılaştı.
İnsanın kendi etrafındaki tabiat ile olan ilişkisinin Marksist tarih anlayışında ne kadar merkezi bir rol oynadığı açıktır. Karl Marx, çevre ile olan bu ilişkinin kapitalizm altında sosyal hayatı nasıl şekillendirdiğine dair daha ayrıntılı yaklaşımlar geliştirmiştir. Bunu anlamak için, Karl Marx’ın geliştirdiği bir diğer konsepte, “yabancılaşma teorisi”ne göz atılmalıdır.
Karl Marx’ın da dediği gibi: “İşçi sınıfı, zenginler için harikalar üretirken, kendileri için çıplaklık üretir. Onlar saraylar inşa ederken, isçiler için sadece kulübeler vardır; güzelliği üretirken, işçi sınıfı sakat kalır; işçi sınıfı yerini makinelere bırakırken, kalan işçileri barbar iş piyasasına atarlar ve makinenin parçaları hâline getirirler. Kültürü üretirken, işçiler için embesilliği ve psikolojik bozukluğu üretirler.”
‘1844 Elyazmaları’nda Karl Marx, yabancılaşmanın dört hâlinden bahseder; işçinin, kendi emeğinin ürününden ayrılması i) kendi iş sürecinden ayrılması; ii) insan tabiatından ayrılması; iii) her birinden ayrılmasıyla; iv) işçiler ürettikleri nesneye hatta hizmete yabancılaşırlar. Çünkü yaptıkları işin sonucu olan ürün ya da hizmet başkaları tarafından sahiplenilir ve kontrol edilir; kapitalistler tarafından.
Sonuç olarak, yabancılaşma işçileri kendi emeklerinden ve tabiatın değişiminde emeğin oynadığı aktif rolden ayırmaktan geçer. İşçiler, kapitalizm altında, tabiattan da yabancılaştırılmışlardır. Ancak, bugünkü toplumlarımız, tabiatın, doğal hayatın üzerine kurulmuştur.
Ve Karl Marx ‘1844 Elyazmaları’nda şunu gözlemler: “Doğadan yaşayan insan, doğanın kendisinin vücudu olduğu ve o vücutla ölmemek için sürekli bir etkileşim hâlinde bulunan insan demektir. Bir insanın fiziksel ve zihinsel hayatı doğaya göre değişir; bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir, doğa da kendisine göre değişir, insan ise o doğanın bir parçasıdır.”[110]
Aynı konuda Karl Marx, ‘Kapital’de de şöyle der: “Toplumun daha yüksek bir ekonomik formundan bakıldığında, dünyanın, bireylerin özel mülkiyetinde olması, bir insanın diğer bir insanın özel mülkiyetinde olması kadar saçmadır. Hatta bütün bir toplum, bir ulus veya aynı anda var olan tüm toplumlar, gezegenin sahibi değildir. Gezegenin sadece maliki, intifa hakkı [geçici olarak yararlananlar] sahibidirler ve meskenin dost canlısı sakinleri [boni patres familias] gibi gezegeni gelecek nesillere iyi durumda devretmeleri gerekir.”[111]
Yine Kapital’in 1. cildinin “Büyük Ölçekli Endüstri ve Tarım” başlıklı bölümünde Karl Marx şöyle devam eder: “Kapitalist tarımdaki gelişme sadece işçiyi değil, toprağı da soyma sanatıdır. Bu ‘gelişme’ belli bir zaman dilimi içinde toprağın verimliliğini aşırı artırarak, bu verimliliği yaratan ve çok uzun süreler kullanabilecek olan, doğal kaynakların yok edilmesi anlamında bir ‘gelişme’dir. Bir ülke, Birleşik Devletler örneğinde olduğu gibi, gelişmesinin temelini ne kadar büyük ölçekli endüstrileşmeye dayandırırsa, yok olma süreci o kadar hızlı olur. Bu nedenle, kapitalist üretim sadece yeryüzündeki tüm zenginliğin kaynağı olan toprak ve işçiyi paralel olarak sömürecek teknikler ile toplumsal üretim süreçlerinin kombinasyon derecesini geliştirir…” 
Nihayet Friedrich Engels’in ifadesiyle: “Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır… Doğaya egemen değiliz; tersine etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız, onun üzerinde kurduğumuz egemenlik, başka bütün yaratıklardan önce onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olabilmemizden öteye gitmez.”
Doğa ve toplum aralarındaki karşılıklı ilişkiyle birbirini dönüştürürken; Karl Marx ile Friedrich Engels insan ve doğa birliğini ‘Alman İdeolojisi’nde şöyle ifade etmiştir: “Tarihi doğa tarihi ve insanların tarihi diye ikiye ayırabiliriz. Bununla birlikte bu iki yön birbirlerinden ayrılamazlar; insanlar var oldukça, insanların tarihi ile doğanın tarihi karşılıklı olarak birbirini koşullandırırlar.”
Unutulmamalıdır ki Karl Marx ile Friedrich Engels zenginliğin kaynağı olarak emek ve doğayı gördükleri için ‘Alman İşçi Partisi Programı’nı doğanın önemini görmezden geldiği ve emeği doğaüstü bir güç olarak ele aldığı gerekçesiyle eleştirmişlerdir: “Emek bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da emek kadar, kullanım değerlerinin (ve elbette maddi zenginlik bunlardan oluşur!) kaynağıdır ki, emeğin kendisi de doğal gücün, insanın emek gücünün ifadesinden başka bir şey değildir.”
 
III.3.2) O HÂLDE?!
 
Unutmayın insanların ve kaynakların sömürüldüğü ekonomik tasarımların kapitalizmin ürünüdür…
Milyonlarca mülteci, doğanın talanı, okyanuslara yayılan mikroplastik, atmosferdeki atomik testlerden kalan radyoaktif izotoplar, hava ve topraktaki kara karbon da!
Kapitalizmin egemenliğindeki yerküre eşitsizliklerle, savaşlarla, felaketlerle dolu…
Üstüne üstlük dünya ısınıyor, tıka basa dolu, ormanlarını ciddi oranda kaybetmiş, hiç olmadığı kadar zehirli ve uçtan uca borularla, kablolarla örülü!
Kapitalist talanla Kanada’nın ortası bomboş görünse de altından binlerce boru hattı geçiyor. Ya da Antarktika çoğumuzun boş olduğunu düşündüğü bir yer. Oysa Antarktika’nın yüzeyi de epeydir insan tasarımı ve insan faaliyetleriyle biçimleniyor. Orada da sanayileşme var; ulaşım ve iletişim üzerinden bir tasarımımız var. Antarktika’da duyduğunuz rüzgârın sesi değil, mekanik sesler, endüstriyel ve askeri yapının çıkardığı sesler…
Petrol çıkarılan yerlerde, misal Ortadoğu’nun büyük kısmında ot bitmiyor!
Sadece gezegen mi? Kapitalizm gök kubbeyi de sömürüyor. Uzayda da çöplükler oluşturuluyor!
2008’de Nuh’un Gemisi misali Norveç’in kuzeyindeki bir adada buzulların altına tohum deposu kuruldu ve en erken 50 yıl sonra bir doğal afet veya kıtlıkta ihtiyaç olursa diye dünyanın her yerinden toplanan tohumlar burada biriktirilmeye başlandı…
Sürdürülemez kapitalizmin icraatları iyi olabilir mi?
Değilse, o hâlde?
 
7 Eylül 2018 10:41:44, Çeşme Köyü.
 
N O T L A R
[*] Newroz, Eylül 2018.
[1] Nâzım Hikmet.
[2] Gencer Çakır, “Doğa-İnsan-Toplum: Sonsuz İlişki ve Etkileşimler Üzerine Layıkıyla Düşünebilmek”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:541, 23 Temmuz 2017, s.8-9.
[3] “Dünya Can Çekişiyor”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2018, s.14.
[4] Hakan Kara, “Çölleşme”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2018, s.10.
[5] Jean-Jacques Régibier, “Kapitalizm Gezegenin Hayatta Kalmasıyla Bağdaşmaz”, 5 Eylül 2017… http://sendika62.org/2017/09/kapitalizm-gezegenin-hayata-kalmasiyla-bagd...
[6] Hakan Kara, “Uygarlığımızdan Geriye Ne Kalacak?”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2018, s.7.
[7] “Bursa’nın Yeşili Griye Çalıyor”, 27 Mayıs 2017… http://marksist.net/okurlarimizdan/bursanin-yesili-griye-caliyor
[8] “Kapitalizm İnsanlığı Tehdit Ediyor”, 23 Mart 2004… http://marksist.net/GUN/Kapitalizmyüzde 20insanligiyüzde 20tehdityüzde 20ediyor.htm
[9] Julie Demansky, “Sızıntıdan 5 Yıl Sonra BP Durumu Düzeltemedi”, Birgün, 30 Mayıs 2015, s.16.
[10] “Brezilya Tarihindeki En Büyük Çevre Felaketi”, Evrensel, 9 Aralık 2015, s.16.
[11] “Dünya Limit Aşım Günü: 212 Günde Yedik”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2018, s.16.
[12] “Gezegeni Yedik Bitirdik”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2018, s.16.
[13] “İnsanoğlu Vahşi Yaşam Bırakmadı”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2017, s.24.
[14] “Dünyada Hayvan Soykırımları”, Gündem, 3 Mayıs 2016, s.16.
[15] “Yeni Bir Yok Oluş Dalgası Başladı: İnsanlığı da Tehdit Ediyor”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2017, s.18.
[16] “Kıyamet Senaryosu 2030’da”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2016, s.18.
[17] Hakan Kara, “Dünyayı Kim Kurtaracak?”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2018, s.13.
[18] “Gezegeni Kim Yiyip Bitiriyor?”, 17 Temmuz 2018… http://marksist.net/okurlarimizdan/gezegeni-kim-yiyip-bitiriyor
[19] Hakan Kara, “Yaşayan Gezegen”, Cumhuriyet, 30 Ekim 2016, s.13.
[20] “İnsanlığın 1000 Yılı Kaldı”, Hürriyet, 17 Kasım 2016, s.6.
[21] Tayfun Atay, “Ömrümüzün Son Demi, Son Baharıdır Artık!”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2016, s.2.
[22] Hazal Ocak, “Doğanın Çilesi... Suyuma, Havama, Toprağıma Dokunma!”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2017, s.2.
[23] “Küresel Çevre Anlaşması Türkiye’den Geçemedi!”, Birgün, 12 Mayıs 2018, s.13.
[24] “Trabzon Valisi: Engel Olanın Kafalarını Koparacağız”, 29 Ağustos 2016… http://direnisteyiz3.org/trabzon-valisi-engel-olanin-kafalarini-koparaca...
[25] “Çevre Bakanı: Put Yapmışız Çevreyi, Sermayenin Önünü Açacağım, Gidip Yapsınlar”, 18 Ağustos 2016… http://sendika10.org/2016/08/cevre-bakani-put-yapmisiz-cevreyi-sermayeni...
[26] Doğu Eroğlu, “Yargıdan ‘Madene Geçit’ Kararı”, Birgün, 4 Ekim 2016, s.16.
[27] Yaşar Aydın, “AKP’nin ‘Rant’ Hırsı: Ülkenin Yarısı Maden Sahası”, Birgün, 14 Nisan 2016, s.20.
[28] Yusuf Özkan, “Parasını Veren Katliamını Yapacak”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2016, s.3.
[29] Mehveş Evin, “Vatan mı Dediniz? O ‘Kayıtsız, Şartsız’ Şirkete Teslim!”, 26 Ağustos 2016… http://www.diken.com.tr/vatan-mi-dediniz-o-kayitsiz-sartsiz-sirkete-teslim/
[30] “Cengiz, Cerattepe’de ÇED’e Aykırı Çalışıyor”, Birgün, 17 Aralık 2016, s.16.
[31] “Altın Testere Ödülü Sahibini Buldu: Bu Toprakların En Acımasız Girişimcisi Cengiz Holding”, Birgün, 24 Ocak 2017, s.16.
[32] Hazal Ocak, “Üsküdar’da Dolguyu ÇED’siz Yapacaklar”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2017, s.3.
[33] “Termik Santraldan ‘Cennet Köşeye’ Binlerce Ton Kül Yağacak”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2017, s.3.
[34] “Kazdağları’nın Eşsiz Doğasına Termik”, Birgün, 23 Haziran 2015, s.16.
[35] “Kırklareli’de Maden Ocağı İçin 75 Bin Ağaç Katledilecek”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 2017, s.2.
[36] Ozan Çepni, “ODTÜ Talanı 3 Kat Daha Fazla”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2017, s.5.
[37] Yol çalışması ve kesilen ağaçlarla tartışma yaratan ODTÜ’nün rektörü Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök, 3 bin 697 ağaç kesilirken sadece 297’sinin taşındığını söyleyerek Gökçek’i yalanladı. Yine Rektör, imzalanan protokolün bir “başarı” olduğunu savunurken, protokole imza attığı sırada yolun genişliğinin ne kadar olacağını bilmediğini itiraf etti. (Ozan Çepni, “Rektör İlk Kez Konuştu: Savunma, İftira, Gökçek’e Yalanlama”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2017, s.4.)
Ayrıca ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök, üniversiteden geçmesi planlanan ve Malazgirt ile Bilkent bulvarlarını birleştirecek 2,1 kilometrelik tünel yolun aç kapa yöntemiyle yapılmaması konusunda ısrarlı olduklarını vurguladı. Rektör Kök, projenin 24 hektara yakın bir orman alanının yok olmasına yol açacağını söyledi.
Rektör Kök, şöyle devam etti: “ODTÜ arazisi, yüzde 87’si orman olan bir ekosistemdir. Aç kapa yöntemiyle yaptığımız zaman büyük bölümü 1. derece doğal sit alanı statüsünde olan bu alan geri dönüşü olmayan bir zarara uğrayacaktır. Bunun yanı sıra, burada aç kapa yöntemiyle yapılacak yol maliyeti 1 birim ise diğer teknolojiyle yaptığımız zaman maliyet 1.2 birim oluyor. ODTÜ’den geçmesi planlanan, Malazgirt Bulvarı ile Bilkent Bulvarı’nı birleştirecek 2.1 kilometrelik tünel yolun aç kapa yöntemiyle yapılmaması konusunda ısrarlıyız.” (“ODTÜ Rektörü: 24 Hektara Yakın Bir Orman Alanı Yok Olacak”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2017, s.5.)
[38] Ozan Çepni, “ODTÜ Talan Ediliyor”, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2017, s.13.
[39] Beril Çanakçı, “Kanal İstanbul Yıkım Projesidir”, Birgün, 29 Mart 2018, s.2.
[40] Hazal Ocak, “Kanal İstanbul, İstanbul’un Felaketi”, Cumhuriyet, 29 Mart 2018, s.16.
[41] “Uzmanlardan Korkutan Uyarı: Kanal Açılırsa Marmara Ölü Denize Dönüşecek”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2018, s.3.
[42] Hazal Ocak, “Altyapı Kanala Feda”, Cumhuriyet, 31 Mart 2018, s.2.
[43] Hazal Ocak, “Kıymışlar Bile!”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2018, s.3.
[44] “Trakya’da 15 Yılda 25 Bin Hektar Orman Yok Edildi”, Birgün, 24 Haziran 2018, s.14.
[45] “Toprağımız Evimiz”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2017, s.18.
[46] “15 Yılda İki İstanbul Kaybettik”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2017, s.18.
[47] Meltem Özgenç, “Her Yıl 106 Milyon Ton”, Hürriyet, 19 Kasım 2016, s.5.
[48] Nurcan Gökdemir, “Okluk’ta Talan Büyüyor: Yazlık Saray İçin 45 Hektar Daha!”, Birgün, 7 Nisan 2018, s.16.
[49] Aykut Küçükkaya, “Yazlık Sarayın Yolu İçin de 50 Bin Ağaç Kesildi”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2018, s.16.
[50] Hazal Ocak, “Hızlı Tren İçin Dümdüz Edecekler”, Cumhuriyet, 17 Kasım 2017, s.3.
[51] Demet Sargın, “Görüntülerle 3. Köprü Talanı”, Birgün, 14 Haziran 2017, s.2.
[52] Hazal Ocak, “Havalimanına ÇED Kıyağı”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2018, s.2.
[53] Hazal Ocak, “… ‘3. Havalimanı Ocağı’ Saray’ı da Bitirecek”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2016, s.4.
[54] Hazal Ocak, “Milletin Anasına Küfreden Cengiz’e Taş Yetmiyor”, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2017, s.3.
[55] Hazal Ocak, “5 Yıldızlı Onay”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2017, s.3.
[56] Hazal Ocak, “Bakır Madenine Vize”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2017, s.3.
[57] Yusuf Özkan, “Bakanlığın Acelesi Var”, Cumhuriyet, 12 Mart 2017, s.3.
[58] “Tarım Arazilerini Otobana Çevirecekler!”, Özgürlükçü Demokrasi, 27 Şubat 2017, s.12.
[59] Hazal Ocak, “Tarım Topraklarına Site Kondu”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2018, s.3.
[60] “Bakir Koylara Villa Tehdidi”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2018, s.3.
[61] Hakan Dirik, “Urla Villaları Eski Eser Oldu”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2016, s.3.
[62] “AKP SİT’leri Yağmalıyor!”, Özgürlükçü Demokrasi, 7 Kasım 2017, s.12.
[63] Uğur Şahin, “Tarihi Yeşil Alanda İzinsiz Kazı Yaptılar”, Birgün, 22 Aralık 2016, s.16.
[64] Hazal Ocak, “Beykoz Ormanları da Tehlikede”, Cumhuriyet, 11 Mart 2017, s.18.
[65] Ezgi Atabilen, “Kültürel Soykırım”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2017, s.15.
[66] Göksu Güncü, “Dünya Mirası Efes’i Düğün Salonu Yaptılar”, Birgün, 29 Haziran 2017, s.3.
[67] Zehra Özdilek, “Kapak Açıldı Baz Göründü”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2016, s.3.
[68] “Karadeniz Dereleri HES Kuşatması Altında”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2018, s.18.
[69] Hikmet Çetinkaya, “HES Uğruna Dinamitlenen Dağlar...”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.5.
[70] “HES’çilerin Boru Hattı Uyanıklığı”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2017, s.2.
[71] “HES Projesini Yargı 4 Kez İptal Etti Ama İnşaat da Bitti”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2017, s.18.
[72] “Yurttaş Kazım” lakaplı Kazım Delal, ahırdaki ineğini satarak ve bankadan kredi çekerek hukuk mücadelesi başlattı. Rize İdare Mahkemesi, 14 Ağustos 2014’te projenin oy birliği ile iptaline karar verdi. Rize Belediyesi’nin itirazı üzerine Danıştay 14. Dairesi kararı bozdu. Bilirkişi incelemesi yapılmasına karar veren Rize İdare Mahkemesi 2017 Mart ayında davacı Kazım Delal ve köylülerden 6 bin 500 lira bilirkişi ücretini talep etti. Bu parayı toplayan köylüler bilirkişi incelemesi beklerken 2 ay sonra HES’in açılışı yapıldı. (Ömer Şan, “Yurttaş Kazım: Bırakın Suyumuzun Yakasını”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2017, s.3.)
[73] “Danıştay: HES’ler Zarar Verir”, Birgün, 10 Aralık 2014, s.16.
[74] “Norveçli Dev Gözünü Türkiye’ye Dikti”, Hürriyet, 26 Ağustos 2015… http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/29911625.asp
[75] Oğuz Kurdoğlu, “Artvinlinin 25 Yıllık Baş Ağrısı”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2016, s.13.
[76] Yusuf Özkan, “Cerattepe’de Ağaç Katliamı Başladı”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2016, s.2.
[77] Yusuf Özkan, “Cerattepe’de 48. Madde Dayatması”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2016, s.3.
[78] “Bakan Eroğlu: Eylemcileri Tespit Edip Gerekli Cezayı Vereceğiz”, Hürriyet, 21 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/bakan-eroglu-eylemcileri-tespit-edip-gerekli-...
[79] Burcu Cansu, “Cengiz, Artvin’i Şimdiden Bozdu!”, Birgün, 15 Ağustos 2017, s.16.
[80] Hazal Ocak, “Cerattepe’yi Öldürüyorlar... Maden Katliama Başladı”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2017, s.2.
[81] Hazal Ocak, “Orman Bölge Müdürlüğü Ormanı Katleden Cengiz Holding’e Değil Tahta Kulübeye Dava Açtı”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2017, s.18.
[82] Serdar Kızık, “Yeşil Yol mu Yolsuzluk mu?”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2015, s.18.
[83] Yusuf Gürsucu, “Ordu’nun Dereleri ve ‘Master’ Planlar!”, Gündem, 9 Şubat 2016, s.16.
[84] Hazal Ocak, “Dozerler Hızlı, Yargı Çok Yavaş”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2018, s.16.
[85] Hazal Ocak, “Huzura Dinamit”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2018, s.3.
[86] “Mahkemenin Durdurduğu Yeşil Yol Planına İkinci Kez Onay”, Birgün, 21 Ekim 2016, s.6.
[87] “Yeşil Yol Karşıtlarına Dava Açıldı”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2017, s.18.
[88] Serdar Kızık, “Su Yolunu Bulur!..”, Cumhuriyet, 28 Ağustos 2015, s.18.
[89] “Kentin Ormana Tecavüzü”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2017, s.13.
[90] “Soma’da Ağaç Nöbeti”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2016, s.2.
[91] Serkan Ocak, “İstanbul Marulsuz Kalabilir”, Radikal, 15 Nisan 2014, s.4-5.
[92] Mehmet Menekşe, “Amasya’da 30 Köy HES’e Karşı Ayakta”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2016, s.24.
[93] Aydın Engin, “… ‘Bergama’ İkinci Gösterimi Fatsa’da”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2014, s.8.
[94] Pelin Cengiz, “Türkiye Çevre Koruma Ağı”, Taraf, 8 Haziran 2014, s.4.
[95] İsmail Saymaz, “Bakanlık Geri Adım Attı, Zileliler Kazandı: HES İçin Kamulaştırma Kararı İptal”, Radikal, 13 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/cevre/bakanlik_geri_adim_atti_zileliler_kazand...
[96] “Erdoğan Artvinlileri de Çapulcu İlan Etti: Bunlar da Yavru Geziciler”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2016, s.4.
[97] “Kapitalizm İnsanlığı Tehdit Ediyor”, 23 Mart 2004… http://marksist.net/GUN/Kapitalizmyüzde 20insanligiyüzde 20tehdityüzde 20ediyor.htm
[98] John Bellamy Foster, “Ekoloji Bu Sistemin İçinde Kurtarılamaz”, 25 Eylül 2010… https://bianet.org/biamag/dunya/125034-ekoloji-bu-sistemin-icinde-kurtar...
[99] Engin Erkiner, “Komünist Toplum Ekolojik Olabilir mi?”, 27 Nisan 2016… http://enginerkiner.org/index.php?option=com_content&task=view&id=2945
[100] Karl Marx, Capital, vol. 3 (New York: Vintage, 1981), p.959.
[101] Karl Marx, Capital, vol. 1 (New York: Vintage, 1976), pp.636-39, Capital, vol. P.3, 754, 911, 948-949.
[102] Karl Marx, Early Writings (New York: Vintage, 1974), 328. Paul Burkett, Marx and Nature (New York: St. Martin’s Press, 1999); John Bellamy Foster, Marx’s Ecology (New York: Monthly Review Press, 2000); Paul Burkett and John Bellamy Foster, ‘Metabolism, Energy, and Entropy in Marx’s Critique of Political Economy,’ Theory & Society 35 (2006): pp. 109-56. Marx and Engels, MEGA IV, 31 (Amsterdam: Akadamie Verlag, 1999), pp.512-515.
[103] Karl Marx, Capital, vol. 3, p.911.
[104] “Çok uzak bir ideal olmayan anarşist toplum, ekolojik ilkelerin hayata geçebilmesi için önkoşuldur.” (Murray Bookchin.)
[105] John Bellamy Foster, Marx’s Ecology, 236-54. Douglas R. Weiner, Models of Nature (Bloomington: Indiana University Press, 1988). John Bellamy Foster and Paul Burkett, ‘Ecological Economics and Classical Marxism,’ Organization & Environment 17, no. 1 (March 2004): pp.32-60.
[106] John Bellamy Foster, “Ekoloji ve Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş”, Monthly Review Türkçe, No:22, Ocak 2010.
[107] Karl Marx, The Poverty of Philosophy (New York: International Publishers, 1963), 146; Early Writings (New York: Vintage, 1974), p.348, 353.
[108] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.
[109] Friedrich Engels, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü”, Doğanın Diyalektiği içinde, Çev: Arif Gelen, Sol Yay., 1970.
[110] Karl Marx, 1844 Elyazmaları- Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1976, s.139.
[111] Karl Marx, Capital: Volume Three (Progress Publishers, 1978), s.776.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...