Pancar Tarlası

Nejla Arslan kullanıcısının resmi
Yazgülü, dördüncü katın penceresinden uzaklara daha uzaklara bakıyordu, bir kulağı televizyondaki spikerdeydi. Haberleri dinlerken sıkıldı. Tam kanal değiştirecekti ki pancar üreticisinin feryatlar içinde konuşmasına çekti dikkatini “Özelleştirilen şeker fabrikaları pancar alımı yapmadığı için tonlarca pancar toprak altında çürümeye bırakıldı.” İçi cız etti.

Torunu: “Anneanne, annemin doğduğu tarlalarmış, baksana ne güzel!” diye bağırdı. Hüzünle baktı torununa.  Yirmili yaşlarda dördüncü çocuğuna hamile olduğu o yazı hatırladı. Çoktan unutmuştu hayatının o bölümünü.   O günler film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Kaynanasını içi acıyla titreyerek hatırladı. “Beni kandırmak ne kolaymış, çocuk muşum.” dedi kendi kendine.  Böyle bir yaz günü kaynanası Dudu, kuru suratını biraz daha ekşitti. Bir konuda kararını açıklarken hep böyle olurdu yüzü. Yazgülü ‘Ne söyleyecek yine?” diye bekledi. “Gelin, iki yüz dönüm pancar tarlası sulanacak, benim değil senin araziler. Bu yaştan sonra yazılarda sürünecek takatim kalmadı. Ahmet’i de al yanına sahiplik eder sana.  Irgatların yemeğini pişir, hava sıcak üşümezsiniz.” Yazgülü hiç sesini çıkarmadı.” Ne var anam bunda, hemen yüzünü salladın, güneş sıcacık tepende. Kap kacakta hazır. Hepsi bir ay. Hava çok sıcak bir uçtan sulanana kadar diğer uçtaki pancarlar kuruyor.”

“Ama ana karnım burnumda. Ne ederim yazıda sancım tutsa.”

 “Hepimiz tarlada, tapanda doğurmadık mı bir başımıza, avrat olmak kolay mı? Ben bakarım çocuklarına. Aha traktöre yükledi Ahmet, erzakları. Yatak döşek de koydum. Su desen yanı başında dinamo var. Perişan olmazsın.”  Yazgülü eline büyük bir fırsat geçmiş gibi

“Madem ‘tarla senin’ diyon ana gideyim o vakit ben.”  Dese de Kuru Dudu’nun sözüne pek inanmıyordu.

  “Bu mal mülk kime kalacak tabii senin. “

Kuru Dudu, gelini ikna etmenin yolunu hep bulurdu. Yazgülü, tülbendi başına iyice sardı, traktörün kasasına oturdu.

“Anam doğru söylüyor, ırgatların aşını pişireyim, kocam hangi tarlaya yetişsin.” diye kendi kendini ikna etmişti. Karşı köyün yazısı on dakikalık yoldu nihayetinde. Islık çalsa kaynı Ahmet, duyardı kocası.

Dinamonun çevresi dört duvarla örülü olması da gayet iyiydi. Çatısına bez gerince bir oda olurdu. Hem gündüz güneş gece esen tozdan korurdu. Traktörün boş kasası çok salladı, eliyle karnını tuttu. Yol boyu kavak ağaçlarının gölgesi vuruyordu. Serçeler, keklikler tarlaların üstüne inip havalanıyor, güneş pancar tarlasının yeşilini kokutuyordu burnuna.

Ahmet bağırdı:

 “Yenge geldik! İnebilir misin, yardım edeyim mi?”

 Bir sıçrayışta indi kasadan yere. Üç dört ırgat ellerinde kürekler, ayaklarında uzun sarı çizmelerle pancarı suluyordu.

Üç taş buldu, çalı çırpı topladı. Soğanı kavurdu, salçayı ekledi ardından suyu. Kaynayınca su, boşaltı bulguru. Bir iki patatesi doğrayıp attı içine. Mis gibi koktu salçalı bulgur pilavı. Ateşe biber, patlıcan koydu. Közleyince soydu onları. Yemek yapmak dediğin neydi ki köylük yerde. Irgatlar, yufka ekmekle yedi pilavı.  Dinamonun üstünü kapattı bezle. Serdi döşeği kilimin üstüne.  Eski bir çaydanlıkta çay demledi ırgatlara. Güneş batmaya yakın, oturdu üç taşlı ocağın karşısına. Dağların üstü önce ateş yangını, sonra kızıl oldu karşı dağlar sonra mor. Rüzgâr çıktı, toz esti, hep arpacık çıkıyordu bu nedenle gözünde. Gecenin karanlığında milyonlarca yıldız göz kırpıyordu gözlerine. Işıkların biri yanıyorsa diğeri kayıyordu. Köyden uluyan köpeklerin sesi geliyor, ateş böcekleri kırmızı ışıklarını yayarak uçuyordu.

Kaynı Ahmet, yorgunluktan sızmıştı kilimin ucunda.  Üstüne battaniye örttü. Ayağındaki sarı çizmeleri çamurdu. Gündüzleri kocası başında fötr şapkası, kahve keten pantolonun altına giydiği rugan ayakkabısıyla öyle bir inişi vardı ki arabadan, yedi köyün ağası bile böyle pozlarla dolaşamazdı. “Nasılsın hatun?” deseydi, baksaydı yüzüne... Dönmezdi yönüne. “Her tarlada bir sevdalısı var; bekâr kızlar hem de. Gözlerini süzdürerek bakışıyor, gülüşüyorlar.” diyordu Ahmet.  Öyle bile olsa ne yapabilirdi ki? Umursamıyordu kocası kendini. Pancar, fasulye çapalama aylarında römork dolusu allı yeşilli, genç gülüşlü kızlara içi gidebilirdi. “Erkek tabii ki Ahmet.” diyordu.  Öyle bir ay ırgatlara yemek pişirirken tuttu doğum sancısı. Kaynanası yetişiverdi doğumuna. Dudu yüzünü    kırıştırdı:

 “Aferin gelin, son sulama da yapıldı, öyle doğurdun!” diye övdü.

Çektiği yalnızlık, tozdan kirlenen vücudunun pek kıymeti yoktu. Kimse de önemsemiyordu. “İyi çocukların. Haydi al bebeni bin römorka” dedi Dudu gönülsüzce.

 Pancar hasadından sonra eve on çuval toz şeker gelince çok sevindi. “Benim tarlamın şekeri.” dedi gururla. “Ana çocuklara üst baş, bana iki fistan desen ya oğluna da alsa.”

 “Sus erkekten bir şey mi istenir? İstiyorsa alır, hesap mı soruyon edepsiz.” dedi Dudu.

 O da sustu. Tarlasının parasını çok bekledi. Kaynı Ahmet ağzından kaçırdı. “Abim pancar parasını on yedi yaşında bir kıza yedirmiş yenge.” dedi.

“Anan yalan söylemiş tarla benim değilmiş demek!” “Oysa ne çok inanmıştı tarlanın kendisinin olduğuna. “

   Yıllarca her yaz bir pancar tarlasının ırgatlarına yemek pişirerek büyüdüğünü hatırlamak ürpertti onu. Başka köylerdeki pancar tarlalarında   yanında Ahmet’le ırgat yemeği yaptı, tarlanın bir kenarında uyudu yine yıldızları sayıp, gecenin büyüsüne kapılarak kocasının yanına gelmesini hayal ederek. Tek suçu kimsesiz olmaktı. Öksüz kızların arkası yoksa, Külkedisinden farkı olmazdı. Ne kocaya eş ne de kaynanaya gelin olurdu. Ezim ezim ezilirdi. Sesini çıkartacak olsa kapının önüne atılır kışsa soğuktan donarak kapının açılmasını beklerdi. Böyle öğrettiler susması gerektiğini. Çabaları boşunaydı, her yıl bir tarlayı satıyordu kocası. Parayı da yaşı küçük kızlarla kendini eğlendiriyordu.

Bazı geceler ağlardı yorulmaktan fırsat buldukça. Bilmezdi ki kadınlığı. Sevilmezdi kadın dediğin. Dayanmak için yaratılmıştı. Ne kadar çok eza çekse ve bunu kaderi olarak kabul etme yüceliği gösterse, o kadar çok hatırı olurdu köylük yerlerde. Genç aşıkları tekmeyi   vurunca, parası bitince yatağına gelirdi kocası. Boşuna değildi genç sevgilisinin telefon da “Sen kadınlığı her yıl çocuk doğurmak mı sanıyorsun? Bunu benim nazlanıp kocanı yatağımdan atmama borçlusun, çok sevinme.” diyecek kadar emindi kendinden.  Pancar ekecek, tarlalar elden çıkana   kadar onca muskaya rağmen dönmedi kocası. Kuru Dudu’dan gizlice ne hocalara muska yazdırmıştı. Sonunda muskalara olan güvenini yitirdi.  Kocasının fanteziyle dolu yaşadığı aşklara şahit olmak,   kalbini köz ateşe atmış gibi  yaktı. Çaresiz kalınca toprak  kiralayıp pancar ekti. Suyunu da kendi verdi, pancarı da kendi sattı, fabrikaya. Pancarları traktöre yüklemiş kızıyla tarladan dönerken ağaçların altında gördü kocasının arabasını.  Genç sevgilisi taksinin üstüne çıkmış, allı güllü şalvarıyla arabanın üstünde raks ediyor, viskiyi yudumlayarak seyrediyordu kocası. Oynayan kıza bakarak kendinden ve kızından utandı. Usulca geçti gitti.  “Hiç haya kalmamış bunlarda.” dedi.

Gecenin bir yarısı kahkahalar atarak kendi yatak odasına getirdi kocası kadını. Kuru Dudu bağırdı:  

”Nereye gidiyon, anam babayiğit adam tek çiçekle yaz mı gelir?”  Kızını yanına alarak babadan kalma eve sığındı.  Elin işçisi oldu, ortakçısı oldu.  Ömrünün en genç yıllarını pancar yapraklarını okşayarak, uykusuz gecelerde yıldızları saydı. Toprağa döktü içini. Oğullarına uzaktan baktı. Kırışık Dudu, göndermedi çocukları yanına. “Hepimizin başına kuma geldi diye giden avrattan ana olmaz.” dedi. Oğulları da bırakıp giden anaya döndü sırtını. Kızını devletin yatılı okulunda okuttu. “Benim gibi cahil kalmasın.” dedi.  Pencereden dışarıya baktı. Derin derin iç çekti. “Kızım benim gibi olmadı ya bu her şeye değer." dedi.

Kızı ve damadı arabadan indi, aşağıdan el salladılar. Torunu bağırdı: “Annemle babam geldi.” Yazgülü hüzünle gülümsedi.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...