Ayçiçekleri

Nejla Arslan kullanıcısının resmi
Fadime, yalvaran gözlerle baktı:

“Ne olur göndermeyin beni oraya, şurada bir köşede yatmaya devam edeyim. Çok iştahım da yok zaten, ölürüm gidersem. Horlanırım, artık ne kalmışsa önüme koyar, yağsız buz gibi pilavı ite atar gibi başıma çalarcasına verir gelin. Oğlum desen yumruğunu eksik etmez başımdan, aklım eksik diye. Kızım ne olur gönderme beni.” Ne dese kızına kâr etmeyeceğini biliyordu Fadime. Kızı haftada bir banyo sobasını yakınca aklayıp paklıyor, tırnağını kesiyor, yazsa saçına kına sürüyor, ekmeği iyice yumuşatıp önüne koyuyor, en çok sevdiği badem şekerini çocuklarına göstermeden birer ikişer aralıkla annesine veriyordu. Badem şekerini eskisi gibi yiyemiyordu. Ön   dişiyle   evirip çevirerek ağzında bekletiyordu. Yumuşak, beyaz ve kahverengi yeni çıkan şekerleri seviyordu. “Eti puf.“ diyordu torunu şekere. Torunu yerken yeşil gözlerini dikiyordu. Torunu dayanamayıp ucundan minik bir parça kopararak verince,
 “Ne güzel, yumuşacık, bulut gibi.” diyordu her yediğinde.
 Kızı boynunu bükerek
“Ben istemem mi ana yanımda kalmanı, el oğlu işte, karşılığında anandan kalan tarlayı istiyor. ‘Yarın ölse malını oğlu alır, o baksın.’ diyor ana. Bir kuru maaş, yedi baş horanta, ev kira, hangisine yetsin? Satsan tarlayı ev alır kiradan, kurtuluruz, sana da ölene kadar bakarım. Sen tarlayı satmıyorsun kocam da ’Yeter gayrı oğlu baksın.’ diye başımın etini yiyor, hem ne yapacaksın yıllardır ekmediğin, hayrını görmediğin ayçiçeği ektiğiniz tarlayı. Ne işine yaradı şimdiye kadar? ‘İlla oğluma kalsın.’ diyorsun ana, kalsın mal senin oğlun baksın. Ben karşılık istemem bakarım anamsın. Sabah oğlun gelecek seni götürmeye. Al şu parayı canın çektikçe bademli şeker alır yersin. Kimse almaz sana.”
Fadime’nin gözlerinin yeşili gölgelendi.
“Oğluma gönderirsen ölürüm kızım ölürüm.” dedi ve sustu.
Üç baş parça elbisesini koydu bir poşete kızı.  İçi göğündü acıyla büktü boynunu.
‘Ne olurdu baksaydı kızı, yüzünü görse yetiyordu, sesini duysa içi söğüt dalı gibi gürlüyordu. Şimdi gelinin böğürtlen bakışının altında soğuk çorbaya tek başına kaşık sallamak, iradesini karısına teslim eden yarım akıllı oğlunun karısının doldurmasıyla kafasına yumruğu yemesi, hasta kalbinin durması demekti.  Kendi evine sığmaz olmuştu işte. Ölmeden insanın evi el değiştirirmiş başında koca olmayınca. Bir kaşık yemek pişirecek ne takati ne de parası vardı.  Satmayacaktı işte tarlasını. Öleceğini bilse de satmayacaktı anasından kalan tek yadigarı.  Sekiz on yaşlarında saklambaç oynadıkları, rüzgârla yarışarak Süleyman’la birlikte koştukları tarlasına nasıl kıyardı? On beşinde babasının ölümünün ardından yoksul Süleyman’ın yerine zengin Durdu’ya layık görmüştü yakınları. Kızgınlığından tarlasını yıllar önce Süleyman’a emanet etmiş, bir kuruş para da almamıştı. Yıllarca yakınları tarlasını ekmek için yol yolak etse de evini ikna edemeden dönmüş sonra da unutulup kalmıştı.
“On çocuk anası da olsam döneceğim bekle beni Süleyman, tarlaya hep ayçiçeği ek. Onlar rüzgârda sallanırken, yüzünü güneşe dönerken bil ki benim de kalbim hep sana dönük kalacak.” demişti gelin olurken.
 Sabah erkenden kalktı, sessizce giydi ayakkabısını bir yolunu bulup gidecekti Süleyman’a.  Soluğu garajda aldı. Ölürse de ayçiçeği tarlasında ölecekti. Bindiği minibüs üç saatlik yolculuktan sonra durdu.
“Ana bak şu yol ayrımı köyün gördün mü? Yürüyeceksin gerisini.” dedi şoför.
 Yol ayrımın ortasında durdu. Yeşil gözlerini kıstı, elini siper etti güneşe. Boydan boya ayçiçeği ekili alana gözleri dolara baktı. İnci tanesi gibi karşısındaydı köyü. Toprak yolun iki yakası ayçiçeğiydi çocukluğunda ki gibi. İçinden koşmak geldi. Kollarını açtı, sarmalamak istedi. Oysa adımını zor atıyordu. İlerledi toprak yolun kenarlarında sarı, mor çiçekler, bir dizi beyaz gelincikler açmıştı. Oturdu, çiçekleri öptü, toprağı kokladı, havayı içine çekti. Kalbi pır pır etti. Biraz yürüdü, biraz oturdu. Ağzı kurudu, eğildi su içti dereden. Yoldan geçenler yabancı gözlerle baktı. Hiç cevaplamadı soruları. Göğsü sıkışıyordu. Son bir hamleyle doğrulup koyuldu yola. Kırk yıldır görmediği köyü karşısındaydı. Sevincinden ağladı. Eski evlerin yerine beton evler yapılmış, köy biraz daha büyümüş, eski evlerin ören yerleri kalmıştı. Köyün üstündeki tarlasında nazlı nazlı esiyordu yel. Tarlasının orta yerine küçük kulübe kondurulmuş, önüne mor, beyaz, sarı çiçekler ekilmişti. Beli iki büklüm Süleyman gördü onu. Yeşil gözünü yeşil gözlere dikti.
 “Geldin mi Fadime’m? “
“Geldim Süleyman geldim.”
“Hâlâ çok güzelsin Fadime, yanağının alı hiç solmamış…”
“Sen de hâlâ dinç ve yakışıklısın. “
Süleyman mor çiçekten kopardı. Poşuyu indirdi başından kınalı saçlarına taktı Fadime’nin.
”En çok sevdiğin çiçek ve renk. Çok yakıştı.”
“Unutmadın demek? “
“Unutmak mı? “
“Sağ ol iyi bakmışsın tarlamıza. Gittiğim gibi ayçiçeği salınıyor sarı sarı, yine yel esiyor, hiç gitmemişim hiç yaşlanmamış, hiç ayrılık araya girmemiş gibi Süleyman.”
“Sen gelmedin ki. Seni hep burada bekledim, her yıl hayalimde büyüttüm, sonra kocattım seni, sen gelmedin Fadime.” Süleyman kulübeye girdi. Tahta kutuyla geri geldi.
“Bunlar tarlanın geliri. Hep altın aldım. İstediğin kadar tarla alabilirsin. Ev yaptım bak sana, içini döşedim, gelir dedim, geldin ya sonunda olsun. Seni kim getirdi Fadime? “
“Yol ayrımına kadar arabayla geldim, gerisini yürüdüm. Kaç saat oldu bilmem, yoruldum Süleyman, yoldan mı, yolsuzluktan mı bilmem.”
Nefes alamıyordu, Süleyman su getirip içirdi. Eliyle işaret etti. “Yanıma otur.” 
“Ölünce beni tarlama göm.” dedi. Elini tuttu Süleyman. Başını Süleyman’ın göğsüne dayadı. Derin bir nefes aldı, veremedi. Ağzı açık kaldı. Fadime’nin eli Süleyman’ın elinde soğudu. Güneşe yüzünü dönmüş ayçiçekleri rüzgârda sallanıyordu saçındaki mor çiçek yere düşerken.

Kategori: 

Yorumlar

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi

Cemal Zöngür tarafından tarihinde gönderildi

Nejla Hanım Merhaba:  elinize kaleminize ve yüreğinize sağlık.  Çok güzel ve beni geçmişe götüren öyküden ziyade derin bir tarih okudum gibi. Çok etkileyiciydi, bilmiyorum ben duygusal birisi olmama rağmen, gurbetten midir neden duygularıma engel olamadım. Selam ve sevgiler.

Nejla Arslan kullanıcısının resmi

Nejla Arslan tarafından tarihinde gönderildi

Merhaba Cemal Bey,
Çok teşekkür ederim. Anılar çoğu kez hüzün verir insana. Çünkü geride bıraktığımız yaşamımıza aittirler.
Yine de duygulanmak ve hissetmek yürek işidir. Yüreği güzel insanlar duygulanır.
Türkiye'den selam ve saygılar.

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...