Mor Sümbüllü Yıllar

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Yazar Nejla Arslan'ın "Hanımeli ve Körebe" romanının ardından "Mor Sümbüllü Yıllar" Ozan Yayıncılık'tan çıkan ikinci romanı. İçinde birçok insanın hikâyesini yalın dille anlatan keyifle okuyacağınız bir roman.

     Birinci Bölüm
 
Güneşin ışıkları yüzünü yalayınca garip bir haz duydu. Özgürdü artık! İçindeki hücrelerine kadar yayılan özgürlük duygusuyla başını göğe kaldırıp gülümsedi. Yürüyeceği uzun yol kendini bekliyordu.  Cezaevi çok geride kalmıştı, dikkatle sokakları incelerken şaşaladı birden. “Her yer ne kadar çok değişmiş!”
 Yüz metreye şartlanmış bacakları aniden duruyor, geri dönüyordu. Volta attığı yerin avlu değil de sokak olduğunu hatırlayıp tekrar yürüdü. Etrafına kuşkuyla baktı, izleniyorum endişesi cezaevinin kapısından dışarıya adım atınca başlamıştı zaten. Etrafına iyice baktı, oyalandı durduğu yerde. Arkasından ve önünde gelenleri bir bakışta gözden geçirdi. Koca bir şehrin içinde yapayalnız ve yitik hissetmenin doğal olduğunu sanmıyordu. Ormanda yaralanmış köşeye sıkışmış bir ceylan gibi can havliyle nereye dalıp soluklanacağını iyi hesap etmeliydi. Korktu insanlardan. On beş yıl sonra gelen özgürlük karmaşa yarattı onda. Koğuşta bir düzeni vardı. Ne zaman ne yapacağını, kimi göreceğini biliyordu. Her saati programlıydı. Örtülü afla dışarıya salıverilmiş olmanın verdiği şaşkınlığı üzerinden atması zordu.
 Nasıl bulacaktı mahalleyi ve evini? Sokağı bir yerinden tanısa çıkaracaktı. Hiçbir iz bulamadı. Her yer apartmandı. Hatırladığı bir ev, bir iz, eskiye dair bir işaret yoktu. Oturdu yol kenarına. Hiçbir şeye ağlamadı, kahretmedi. Yılları havasız tütün kokan rutubetli koğuş kokusuydu. Orada yılların önemi yoktu. Programı şaşmazdı.
Birbirinden lüks arabalar geçiyordu. Kadınlar ne çok değişmişti, arabanın içindeki kadınlar; bakımlı şık, başörtülü. İçerde bakımlı kadın görmedi yıllarca. Görüşe gelenler de bıraktığı gibiydi. Aydan gelmişler gibi baktı yüzleri boyalı kadınlara.
Birine sorsa mahallenin yerini. Yok sormayacaktı, kalktı yola koyuldu. Kalabalıklar geride kalmış vızır vızır arabalar geçiyordu. Kendinden başka yayanın olmayışı garipti.
Otobüslere basılmış insanlar kesimhaneye giden hayvanlar gibi göründü gözüne. “Ne olmuş buraya?” dedi.  Sokaklar, ara sokaklar, bulamadı evin yerini. Eskilerden kalan sırtını dayayacak bir ağaç altı bulsaydı. Dayasaydı sırtını, bir de sigara yaksaydı, anlayacaktı özgür olduğunu. Yolların orta yerleri çiçeklendirilmişti. Hepsi yapma çiçek gibi aynı ebatta ve kokusuzdu. Köprünün altına indi. Sırtını direğine verdi. Sigaranın dumanı mavi çıktı nefesinden. Yaralı ceylan gibiydi. Gezdiği, koştuğu çalının, çırpının, ağacın yerini bilir, öyle koşardı düz ova gibi. Hangi çiçek nerde biter hangi kaynak su kayanın içinden fışkırır bilirdi. Karların mavi bulut gibi bezendiği aylarda açlıktan yanlışlıkla vurmuştu yavru ceylanı. Yarası iyileşti mi, bilmedi. Nasıl bakmıştı gözlerine. İnsan gözü gibi. Şimdi öyleydi işte. Yaralı kayıp ceylan.
“Bulurum evi gelme anne.” demişti.
Bulamadı, sırtı köprü direğine dayalı oturdu, mavi dumanlı gözleri, hüzünlendi. Vızır vızır arabalar geçiyordu köprünün üstünden,  kalktı sonra geldiği sokakları gerisine tekrar yürüdü. Bu kez daha hızlı yürürken korkunç şekilde boğuldu. Saklanacak bir yer aradı. Çarşıda her yer değişmişti. Tek katlı dükkânların yerini çok katlı devasa apartmanlar almış, ön tarafları camla kaplanmıştı. Dört yol ağzındaki Nuriye Valide Çeşmesini görünce heyecanlandı. 20 yıl öncesinden kalan tek tanıdık dost gibi çığır çığır yıllara meydan okumuş su akıyordu. Elini yüzünü yıkadı, kana kana su içti. Eliyle çeşmenin taşını okşadı. Çeşmenin karşısında küçük bir kebapçı dükkânında ne çok kebap yemişlerdi okul arkadaşlarıyla. Onun yerinde lüks bir bina duruyordu. Sorsa mıydı birine? Baktı binaya.
 ‘En iyisi burada yemek yiyeyim, hem bu arada sorarım kebapçıyı.’ diye düşündü.
 ’Pahalı mıdır? Çok şık bir yere benziyor.’ Yeterince parası vardı ve endişelenmedi.
“Hoş geldiniz buyurun efendim sizi şöyle alayım. Ne yemek isterseniz?” diyen mini etekli kızın, koyu siyah saçları göğsünün mor bluzuna inmiş, mor platform ayakkabısının “tak tak” eden sesiyle gelmiş, kahverengi gözlerinin içi gülümsüyordu. Sesi kuş cıvıltısı, yüzü erik çiçeği güzeli, adlandıramadığı çiçek kokusunu yayarak: ‘Karanfil mi? Yok yok başka koku bu meşe ağacına karışmış leylak kokusu. Evet, ya!’ Bir daha kaldıramadı başını kıza.
‘Ne kadar genç ve güzel, kaya diplerinden akan su gibi nasıl bu kadar mutlu olur insan?’ diye düşündü. Hafifçe gülümsedi sipariş verirken. Kız hâlâ gülümsüyordu ona bakarak, mecburiyeti varmış gibi. Nasıl konuşsaydı, yıllardır kullanması gerekmediği hangi kelimeleri getirseydi yan yana. Garip bir şüpheye kapıldı sonra. ‘Polis mi bu?’ Sonra vazgeçti düşüncesinden. ‘Saçmalıyorum! Genç bir kız, çocuk sayılır.”
“Karışık olsun benimki, her türden yarım porsiyon.” dedi.
“Et tam pişmiş mi olsun efendim?”
“Mümkünse.”
“İçecek olarak aperatif ne alırsınız? Çok kaliteli şaraplarımız var.”
“Şey, su olsun.”
“Hayır efendim yemek öncesi demiştim. Şarap… Çok kaliteli şaraplarımız var.”
“Yok ben su alayım.”
“Nasıl isterseniz efendim, şimdiden afiyet olsun.”
Klasik müzik çalıyordu. Mor kadife perdelerin üstündeki spottan yere küçük mor ışıklar vuruyordu. Müşteriler oldukça iyi giyimli, içkilerini yudumlarken etleri mutlu ağızlarına kibarca götürüyordu. Garson kız uzaktan Deniz’e baktı.

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...