Önder Karataş yazdı: Antakya'da Sosyalist Bir şair: Süleyman OKAY

Adil Okay kullanıcısının resmi
“Sebildi baskınlarda

güncelerimiz talan
onlar giderdi kirli torbalarda
belleğimizdekiler kalırdı geriye 
 Lafut’a çıkardık 
armonikalı tangolarda papatyalar açardı
Lale’ler gibi bir kızı düşlerdik 
kavgamıza katık ettiğimiz 
anılar
ve sıcağı sıcağına Kapital dolaşırdı kafamızda”  
 
ÖNDER KARATAŞ
 
Antakya kapılarında / iflah olmam gayri /Antikus / dönmeyecek bu kente bir daha / gladyatörler / ayaklanmayacak / sen gelme istersen hayır gelme / bekleme beni kaçaklığın sancılı durağında /ben durağan değilim hiçbir yerde[1]
Her şiirin doğup serpildiği bir kent vardır. Doğum yeri Antakya’dır. Süleyman Okay şiirinin her dizesinde daralan sokaklar, genişleyen gök, evrene kavuşan sesler belirir. Bilgi edinmeden şiir olur mu? Süleyman Okay şiirinin arka bahçesinde ağır ve özenli bir “bilgi işçiliği” olduğu anlaşılıyor. Öylesine ki; bir hücrede kalıp bu sesleri dinleyesiniz gelir. Evrenin genel çizgilerine yerel adlar, sokaklar, söyleyişlerle dokunuverirsiniz.    
Duruyorum Çanacık’ta dar bir sokakta / eşkâlimi sorgulayan birileri var ardımda[2]
Antakya’nın yoksul bir emekçi mahallesinden “sıska bir portakal ağacının altında / Sophie Scholl’un Beyaz Gül’ünü takardık göğsümüze / yasaklanmış duvar yazıları kimliksiz bildirilerde / beslerdik kaçaklığımızı / ve giderek demlenirdi sohbetimiz / zeytin ekmek boğma rakı / zehir zakkumdu kimi mezesiz geceler[3] diye evrene seslenir şaşırtıcı ve duru bir tonla.    
Yalçın Usta diye bir arkadaşı vardır. Marksizm’i iyi bildiğindenmiş ustalığı. Antakya’da, önce Türkiye İşçi Partisi ardından DEV-GENÇ’in kurucularından olduğu bilinmektedir. Bir gün bir portakal ağacına asılı halde bulunur. Yerde de Kuran’ın sosyalist açıdan değerlendirmelerinin olduğu sayfalar…
Sebildi baskınlarda / güncelerimiz talan / onlar giderdi kirli torbalarda / belleğimizdekiler kalırdı geriye /  Lafut’a çıkardık / armonikalı tangolarda papatyalar açardı / Lale’ler gibi bir kızı düşlerdik / kavgamıza katık ettiğimiz / anılar / ve sıcağı sıcağına Kapital dolaşırdı kafamızda”[4]   
“Gölgemi gölgeleyen birileri var ardımda”
Arif Okay, bir yazısında babası Süleyman Okay’ın “yıldız vardiyası” deyimini anlatır:
Süleyman Okay delikanlılık döneminde baba mesleği köşkerlik, Şehzadelerin masmanasında kâtiplik gibi işlerde çalışmıştır. Akiş Tekstil Fabrikası’nda da çalıştığı bilinir.  Sabah karanlığında başlayan ve gece geç saatlere dek süren çalışmalar için “yıldız vardiyası” deyimini kullanmıştır. Çocukluk ve Gençlik Anıları’nın bir bölümünde şunları yazmıştır:
Köşker çarşısına indim. Başka bir mesleğim yoktu. İş aradım kendime. Çenesiz Hüseyin ile an­laştım. Babamın eski dostuydu o. Sevgiyle karşıladı beni. Babam beni ona emanet etmişti. Bu nedenle oğlu sayılırdım. Böylece işe başladım.
Yıldızdan yıldıza çalışırdık. Ustam ancak geçimini sağlardı. Dikilen yemeniler kavafa satılır, küçük bir kâr sağlanırdı. Kârın büyüğü kavaflarındı…[5]
 
Yıldız vardiyasından yorgun dönerken gece / varoşlardayım / eski bir mozaik rozet gibi /göğsümde taşıyorum Antakya’yı /geç kalmışlığımla duruyorum bir nefeslik Çanacık’ta /ardımda yine birileri var[6]
Süleyman Okay şiirinin aslında “işçi kökenli” bir aydınlanma eylemi olduğunu anlıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardında yoksulluk ve karneyle yaşama mecburiyeti altında neredeyse “ekmeksiz ve mutlak hürriyetsiz” dönemden sağ salim çıkan bir şairin şiiri elbette ki duru, söylediklerinden emin bir şiir olacaktı.
Süleyman Okay’ın dört çocuğundan biri olan küçük kızının adı Hürriyet’tir. Arkadaşı, şair Sabahattin Yalkın’dan aktaralım; “O’nu alır parka götürürdüm!” derdi. “Özellikle kalabalık pazar günleri sağa sola koşmasını ister ve ben arkasından avazım çıktığı kadar bağırırdım. Hürriyet… Hürriyet… Neredesin? Gelsene artık Hürriyet… Hürriyet!” 
Kuşum özgür yaşamak / güç ve güzel şeydir / yılın en uzun geceleri başladı / bana aydınlık getir[7]         
Süleyman Okay, şiirini Antakya şivesi ve bilimsel dünya görüşüyle ustaca harmanlamıştır.   “Kudama / Aha bu kudama / bu kırık kudama / elmalı şekerin yanındaki / şekerli kudama / yer misin / Ben mahalle bakkalıyım / namıdiğerim köşe hırsızı / beşin iki buçuğu cebime / soygunun azı / Ben mahalle bakkalıyım / verdiklerinizi alırım / o büyük kentin kapitalisti / vermediklerinizi[8]
“Kudama” burada Arapça kökenli bir sözcük olup leblebi anlamına gelmektedir. Antakya şivesi büyük oranda Arapçayla barışık, Arapçayla zenginleşmiş bir lehçe olarak Süleyman Okay şiirinin söyleyiş biçimini fazlasıyla etkilemiştir. Ancak buradaki etkilenme yerele takılıp kalma yerine, bilimsel dünya görüşüne de dayanarak evrenselleşebilme olanaklarını zorlayan bir şiir dilini bize tattırmıştır.
Bir tepenin boncuğundaydı Çağıllık Mahallesi /çakıl taşları kum zilli sesler / yıkıntılar yıkıntılar / Habibneccar Dağı gece nöbetinde şimdi / uyumadı hiç /eski bir türbede yatar Habib-i Naccar / kesik başı bir meşin top gibi / yuvarlanmış aşağılara / yüzyıllardan beri arar gövdesini[9]
Habib Neccar Antakya’da Hıristiyan havarilere inanan ilk kişidir. Bu yüzden kafası kesilip bir dağdan aşağıya yuvarlandığı anlatılır söylencelerde. Silpiyus’tur eski diğer adı dağın.
Habibneccar küçülüyor mu ne / bir adım ötemize mi ulaştı katılığı surların / yoksa nergisler / söğenceler mi açtı eteklerinde / yinelenen bir aldanış mı bütün bunar/ dönüşen çocuksu umutlar mı/ Ama dağlara önce görkemli yiğitler çıkar / özgürlük çiçekleri daha sonra[10]
Süleyman Okay, altmış yaşına gelene kadar şiirlerini kitaplaştıramamıştır. Bunun nedeni, ömrü boyunca yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve siyasal alandaki özne olma önceliğidir. Siyasal özne olmanın bedelini fazlasıyla ödemiş olduğunu belirtmek gerekir. Neredeyse 40 kuşağından başlayarak her karanlık dönemin gerici egemenlerinin hedefi olmaktan çekinmemiş ve kurtulamamıştır.

“PULLARI OKŞUYORSUN / ÇIKIP GELİYOR İSTANBUL”

Akşamı getiriyorum ayrıntılarına gölgeler düşüyor /Bilmediğim bir yerde yakıyorsun ışıklarını /Uzaktan uzağa betiklere karışıyor sesin /Yataklara tuşlara /Pulları okşuyorsun çıkıp geliyor İstanbul / Evler yatıyor yalnızlığa ezgili vazolarınızla /Ağır ve içkilerle bencil /Bir düğmenin olasıya kopuşu göğüslerinden /Bir denizin gün ortası soymak maviliğini[11]
Bir yandan yakın zamana kadar şiir ve dergicilikteki İstanbul hükümdarlığı taşra kentlerinden duyulabilecek şiir kaynaklarının üzerini örtmüştür. Bu gerçeklik, Antakyalı şair Süleyman Okay’a da adil olmayan şekilde yansımıştır. En bağnaz “ikince yeni” şairlerinin sesi bile ortalığı doldururken Süleyman Okay şiiri, varlığını ve özgünlüğünü kesintisiz bir durulukla, engelleri aşarak sürdürmüştür.
Bir balıkçı dükkânında / gecelerim belki / kaçaklığımı duymasın kimseler / anlamasın / seni sevdiğimi ölümlere doyduğumu / Beethoven’i dinlediğimi / Engels’i okuduğumu / kimseler duymasın seninle parçalandığımı[12]
En hüzünlü anlarından umut ve bilimle doğrulmayı yaşamı ve şiiriyle öğretti Süleyman Okay. Çünkü harcında Nâzım Hikmet şiiri vardır. Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Enver Gökçe ile kuşakdaşdır. Şüphesiz o büyük koronun özgün, duru, Antakyalı üyesidir.   
Asırlar ötesinden ses veren / Demirciler Çarşısı’ndan geçtim az önce / Balyozla örs arasındaki kıvılcımlar / Alın teri ile yontulaşıyordu / İnanılmaz ışınlar uçkun yıldızlar gönderiyordu yorgun yüreğime / Beyaz badanalı Demirciler Piri yönlendiriyordu emekçileri / Balyozlar doğru yönde kullanılıyordu / Demir doğrular imbiğinden geçip çeliğe dönüşüyordu.[13]
 

*Yeni E Dergisi. sayı 96.

[1] Şakayık / Güneşin Kızıyla Buluşmak / Sayfa 66

[2] Şakayık / Aynalar / Sayfa 35

[3] Şakayık / Aynalar / Sayfa 34

[4] Şakayık / Aynalar / Sayfa 33
 

[5] Arif Okay, Süleyman Okay’ın Şiirinde İmgelem, Tarih, Anı Bütünleşmesi Ve Aynalar Şiirinin İrdelenmesi / Dar Sokak Dergisi, Sayı 5.

[6] Şakayık / Aynalar / Sayfa 30

[7] Sevda Tutuklanamaz / Kuşum Sayfa 3

[8] Sevda Tutuklanamaz / Kudama (Leblebi) / Sayfa 49

[9] Şakayık / Aynalar / Sayfa 31

[10] Sevda Tutuklanamaz  / Kirvem II / Sayfa 53

[11] Hoşçakalın Dostlarım, Pulları Okşuyorsun Çıkıp Geliyor İstanbul / Sayfa 75

[12] Şakayık, Güneşin Kızıyla Buluşmak / Sayfa 67

[13] Şakayık, Aynalar /Sayfa 32 (Antakya, Demirciler Çarşısında bir çınar ağacına asılan şiir)

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...