AİLE İLİŞKİLERİ BİTERKEN

Hüseyin Habip Taşkın kullanıcısının resmi
Adil, Leyla (baba ve anne) Safiye, İsa, Hasan, Hüseyin. (Çocukları) Hatice (Öğretmen) Tepe Gecekondu (Kaldıkları yerin adı) Nesrin (Kuaför)

Safiye bu koca şehire yıllar öncesinde ailesiyle geldiğinde sekiz yaşındaydı ve ilkokula gitmekteydi. Uzun saçları koyu kestane rengindeydi. İncecik bir dal gibiydi. Ayağında naylon ayakkabıları vardı. Soğuk havada ince kiremit renginde kazağı üzerindeydi.
Babası inşaat işlerine duvar örme ustası olarak gider, aile geçimlerini sağlardı. Annesi ev kadını olmakla birlikte ev temizliğine ara sıra gündelikçi olarak, Safiye’nin ağabeyleri ise İsa, Hasan, Hüseyin ilkokula giderdi.
Köyden şehire geldiklerinde akrabalarının kaldıkları Tepe Gecekonduda aynı evi dört aile çocuklarıyla paylaşmışlardı. Ev dedikleri yer ince uzun çatısı olan tek katlı olmakla birlikte, dış ve iç duvarı kireçle boyası yapılmış, zaman içinde rengi kirli beyaza dönüşmüştü. İnce uzun olan evi aileler iple bölerek, üstüne çarşaf, pike asarak kendilerine oda yapmışlardı. Her ailenin çocukları oda diye adlandırdıkları yerde birlikte yatmaktaydı. Sabahları erken kalktıkları gibi yatakları toplayarak ön cephenin karşı duvarına bırakarak üzerlerine iplerin üstündeki çarşaf ve pikeleri örterlerdi. Tuvaleti, evin arka bahçesine kapı çıkışının sağına örme taştan yapmışlardı. Bu yer aynı zamanda banyo yaptıkları yerdi. Kışın yapılan her banyo Safiye ve diğer akrabaları için eziyete dönmekteydi. Mutfakları ise evin ön kapı girişinin sağ köşesindeydi. Yapılan her yemeğin kokusu ince uzun evi kaplardı.  
Safiye gurbete niçin geldiklerini gece sohbetlerinde aile büyüklerinin konuşmalarından anlamıştı. Köydeki tarla kalabalık nüfusa yeterli olamayınca zorunlu göç, gurbet yolları gözükmüştü.  Paraları olmadığı için zorunluluktan bir arada kaldıklarını aklı ermeye başlayınca anlamıştı. Evin büyükleri ise bu yaşantıya ‘yardımlaşma’ adını vermişti.
Köyde de aileler bir arada kalabiliyorlardı. Durumu biraz iyi olanlar kendilerine taş parçalarından aralarına çamurlu kumu sıvayarak bir göz oda yapıveriyorlardı. Aileler birlikte tarlaya gidiyorlar ve çalışıyorlardı.
Köyde evin büyükleri olan erkeklerin sözleri geçerdi. Hiç kimse bu sözleri eleştiremez, karşı koyamazdı.
Safiye ev işlerinde evin kadınlarına yardımcı olurdu. Sokakta oynamaya çıktığında, ağabeyleri, komşu erkek, kız çocukları da olunca sesleri gür çıkarak her yerden duyulurdu. Duyulan sesleri hiç kimse yadırgamazdı.
Sokak daracık toprak yoldan oluşmaktaydı. Sağlı, sollu ufacık bahçeli evler gelişi güzel emanetçi gibi yapılmıştı. Sokağın yamaca doğru olan sol tarafında sıvası yapılmamış kiremitten oluşan tek katlı bahçeli evin duvarının önünde çeşme vardı. Bu çeşme sokaktakilerle, çevrede oturanların kullandıkları ortak çeşmesiydi.
Safiye okumayı sevdiği gibi öğretmeni Hatice’yi de seviyordu. Öğretmeni, sınıftaki öğrencileriyle abla, arkadaş gibiydi. Sınıftakilerin sorunlarıyla da yakından ilgilendiği için ve sorunlarını olanakları doğrultusunda çözdüğünden dolayı sınıftaki öğrencilerle, öğrenci velileri tarafından sevilmekteydi.
Safiye sınıfın çalışkanı ve konuşkanıydı. Üstün zekâsı vardı. Hatice öğretmen bunu bildiğinden onunla yakından ilgilenirdi. Bir gün Safiye Hatice öğretmenine:
“Öğretmenim ben okumak istiyorum istemesine! Babamla, annem baş başa konuşurlarken birçok kez duydum. Bu yoklukla çocukları nasıl okutacağız? Dediklerinde. Benim canım yanıyor.”
Hatice öğretmen sorulan soru karşısında düşünceye daldı.  Öğretmenlik yaptığı yer Tepe Gecekondu olduğu için burada bulunan tüm insanlar ülkenin dört bir tarafından gelmiş, dilleri, kültürleri farklı olsalarda ortak buluştukları yer ise yokluk içinde var olma mücadelesi verdikleri yerdi.
Safiye bakışlarını Hatice öğretmenden ayırmadı. Ondan gelecek mutlu yanıtı bekliyordu ki, dayamadı:
“Öğretmenim öğretmenim.”
Hatice öğretmen kendine gelir gelmez:
“ Evet, Safiye”
Hatice öğretmen yutkundu ve bakışlarını onun gözlerinden ayırmadan:
“ Şu anda düşünmem gerekir, elbette bir yolu, çözümü vardır. Senden isteğim karamsar olma.”
O gün okul dönüşünde Safiye okuyup, okumayacağı arasında düşüncelerinde gidip, geldi.
Yemeklerini yerlerken iki ayrı sofra kurulur, biricisinde evin büyükleri olan kadınlar ve erkekler. İkincisinde kızlı erkekli çocuklar. Yemek yerlerken sofrada hiçbir ses çıkmaz. Yenilen günün yemeği bol ekmekle, ağırlıklı tahrana çorbası olurdu. Arkasından bolca su içildi mi yeme işlemi biterdi.
Akşam yemeğinden sonra erkekler köşe duvar dibindeki yer minderlerine oturarak, sırtlarını duvar dibinde bulunan minderlere yaslayarak, evin büyükleri ortak tabakadan aldıkları az miktar tütünü kare şeklinde olan ince kâğıda koyarak sigaralarını sarmaya başlarlar, ustalıkla ince sarılan sigaralar ağızdan çıkan diller sayesinde kâğıdın bir başından sonuna kadar inceden ıslatılır ve ıslatılan yer kuru yerle birleştirilerek iki parmak arasında yapıştırılır. Sonradanda muhtar çakmağıyla da yakıldıktan sonra içilmeye başlanır, evin içi sigara dumanı ile dolar.
Kadınlar ve kızlar işbölümüyle yedikleri yemeklerin bakır tabaklarını, sofrayı kaldırarak, bulaşıkları yıkarken, boşta kalanlar demlikte çayı hazırlamakla uğraşırlar. Tepsiye boş bardaklar ile bir plastik kabın içinde bulunan küp şekeri bırakılır.
Soğuk havalar hızını kaybettiği bir akşam evin büyük olan erkekleri sohbet ederlerken, Hamdi dayı dedikleri:
“ Ev halkı, kıymetli akrabalarım. Söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum? Bir yerden başlamam gerekir değil mi? Çalıştığım konfeksiyon fabrikası buraya çok uzaktadır. Çalıştığım yerde burası gibi ucuz evler kiraya veriliyormuş, yeni öğrendim.  Evi yakın zamanda tutup aranızdan ayrılacağım. Karım Nazmiye’yi de işe koyarım. İşi çabuk kavrar. Cemal, Nuri ve Sevilay’da aynı işe girerler. Okuyup ne yapacaklar! Para kazansınlar ki, ev bark sahibi olalım. Yoksa sürünürüz vallahi…”
Ev halkı konuşmayı dinledikten sonra şaşkınlık içinde birbirlerine bakarlar. Hamdi dayının eşi Nazmiye ve çocukları Cemal, Nuri ve Sevilay’da şaşkındır.
O gece herkes yattığında hiç kimseyi uyku tutmamıştı. Evin büyükleri akraba ilişkilerinin dayanışmasının dağıldığını, dağılacağının farkına varmaya başlamıştı. Safiye ise tam anlamasa da, ‘Hamdi dayı ile ailesinin gittiğinde evin içinde büyük boşluk olacağına inanıyordu. Düşüncesini zorlarken ya diğerleri giderse?’ diye düşünürken. ‘Ya biz ne oluruz?’ diye düşünmeye başladı. Gecenin geç saatlerine doğru düşünceler içinde ev halkı uykuya daldı.
Hamdi dayı evden gidişini uzatmadığı gibi birkaç gün içinde ailesi ile birlikte topladıkları yataklarını, yorganlarını, yemek yedikleri bakır tabakları, kaşıkları, çatalları alarak tuttuğu kamyonete yükledikten sonra geride kalan akrabalarıyla vedalaşarak ayrılırlar.
Hamdi dayı ve ailesinin gitmesiyle geride kalan akrabalarının bu duruma alışması epeyce zaman aldı. Yaşam tüm zorluklarına rağmen yinede onlar için devam ediyordu. Herkes kendi işine gitmekteydi.
Ev halkında bireysel kurtuluş yolunun iyi olacağını düşünen aile bireyleri akşamları evde bir araya geldiklerinde konuşuyorlardı. Birde biriktirdikleri paraları hesaplayarak gidecekleri yerde ne kadar gün idare edebileceklerini, istedikleri gibi giderse rahata kavuşacaklarını söyleyip duruyorlardı.
Bir pazar sabahı erkenden evin tahta kapısı ‘tak taaak’ diye çalınır. Safiye’nin babası:
“ Sabah sabah herhalde birisi yolunu mu şaşırmış ne?”
Kapıya doğru yatan Hasan amca söylenmeye başladı. Kapıya doğru giderken sesini yükseltti:
“ Kapıyı açmaya gidiyorum. Kimmiş bizleri sabah sabah rahatsız eden!”
Kapıda kimin olduğunu sormadan açtığında karşısında Hamdi dayı ile ailesini görünce var gücüyle bağırdı:
“Kalkın kalkın ey ahali kimler gelmiş bir bakın.”
Evin içinde bir hareketlilik başladı. Üstünü, başını giyen kapıya koştu. El öpmeler, birbirlerine sarılmalar, hoş geldinlerden sonra evin içindeki oda bölümlerindeki eşyalar hızlıca toparlandı. Kadınların bir kısmı mutfakta sabah kahvaltısını hazırlamakla uğraşırken, geri kalanları yer sofrasını hazırlama telaşındaydılar. Evde herkesin yüzü gülüyordu.
Hamdi dayının eşi Nazmiye mutfakta evin kadınlarına hava atarcasına kolundaki iki tane bileziği göstererek:
“ Anam, gııızzz… İyi ki herif akıllı çıktı. Yoksa bu köhne yerde eriyip bitecektik.”
Mutfakta ki kadınların bu söz ağırlarına gitmişti gitmesine ama söyledikleri de yanlış değildi. Diye düşünenler vardı.
Ev halkının gözlerinden kaçmamıştı. Giyimleri bile değişmişti. Sabah kahvaltısından sonra konuşmaya başladılar. En çok konuşan Hamdi dayıydı:
“Bu yerden ayrılın, para kazanamazsınız. Gariban çevrenizde sizlerde garibansınız. Rahat yaşamak için karar verin, korkmayın bizlere bir bakın! Kiradayız ama yaşamımız iyi. Epeyce para biriktirdik, yakında ev alacağız. Buraları terk edin.”
Safiye’nin babası üzgün üzgün bakındığında:
“Ben hiçbir yere gidemem gücüm zaten yok!”
Hasan amca gülümseyerek sigarasından bir yudum içine çekerek, birkaç saniye sonra dışarıya doğru dumanını üflemesiyle:
“Hamdi dayı her yönüyle haklıdır. Yokluk içinde buralara kör, tenha yere geldik. Hiçbir kul bizi aramaz sormaz. Bende kafaya koydum. Bu iş cesaret işidir.”
Bir günün konuşmaları böyle sürüp gitti. Hamdi dayı ve ailesi öğleden sonra yolcu edildikten sonra evin erkekleri baş başa konuşmaya daldı. Herkesin bireysel yaşamın yolunu çizme telaşına düştüğünü konuşmalarında, kendi düşlerinde yarattığı özlemlerle belli ediyorlardı.
Gece ev halkı yattığı sırada Safiye’nin babası eşi Leyla’yla konuşuyordu:
“Biz bir yere gidemeyiz. Burada kalmak zorundayız. Bizde paramızı burada biriktiririz. Biz nerde olursak olalım çalışmak istedikten sonra iş var. Buradakiler insan değil mi? Hamdi dayının, Nazmiye yengemin burayı küçümsemeleri, Hasan amcanın gaza gelişi, hiç hoş değil.”
Leyla onun ne demek istediğini anladığından, elini Adil’in başında gezdirerek:
“ Korkma yiğidim korkma! Sen başımızda olduğun sürece biz burada ailece varlığımızı sürdürürüz. Bende temelli iş bulurum. Ha bizim komşu Nigar var ya sabun fabrikasında çalışıyor. Ona söylerim bende çalışırım.”
“Olur, olmasına ama asıl beni üzen akrabalarımız, örf ve adetlerimiz bir bir yok oluyor. Bu şehir bizleri yuttu yutmasına da, bakalım ne zorluklar bizleri beklediğini yaşayarak göreceğiz.”
Leyla kendi bedenini Adil’in bedenine yaklaştırarak sımsıkı sarılır:
“El ele verirsek zor günleri de atlatırız be Adil’im.”
Hatice öğretmen okul bitiminde Safiye ile birlikte öğretmenler odasında baş başa kalırlar. Kapı girişinin karşısında bulunan pencere dibindeki sandalyelere karşılıklı otururlar, aralarında, üstü beyaz örtüyle örtülmüş masa vardı.
Hatice öğretmen gülümseyerek:
“Seni derslerinde çalışır görmek, tahtaya kalkıp dersin konusunu anlatman hoşuma gidiyor. Bana söylediğini düşündüm ve öğretmen arkadaşlarıma senin konumunu açtım. Şimdilik karınca kararıyla ihtiyaçlarını Hamit, Rüştü, Aysel, Mine öğretmenlerinin katkıları olacak, benimde. Ortaokulu ve yükseği için elimizden geleni yapmaya çalışacağız. Sen derslerine var gücünle çalış. Senin aklında meslek olarak düşündüğün var mı?”
Safiye sevinç içinde oturduğu yerden bir oyana, buyana hareketleniyordu:
“ Öğretmenim senin gibi iyi bir öğretmen olmak istiyorum.”
Hatice öğretmen ayağa kalkarak onun yanına gider, hafiften eğilerek her iki yanağından öper. İki eliyle başını okşar.
Safiye mutluluktan eve koşarak gelir. Geldiğinde ter içinde kaldığı gibi nefes nefese kalmıştı.
Hasan amcanın eşi Zübeyde onu öyle görünce:
“Kızım bu ne haldir?”
“Zübeyde teyze ben okuyacağım. Hatice öğretmenim benim yanımda.”
Zübeyde iki elini beline koyarak öylece bakındı.
“Hayırlısı olsun kızım. İçimizden bugüne kadar okumuş, yazmış hiç kimse çıkmadı. Bari sen aramızdan çık, çık ki seninle gurur duyalım.”
Safiye, eve kim gelirse, sokakta gördüğü kadına, arkadaşına ‘ben okuyacağım’ diye söyledi.
Ev halkı Safiye adına çok mutlu oldular. Ağabeyleri ise şaşkınlık içindeydiler. Çünkü onun başarılı bir öğrenci olduğunu hiçbir zaman fark etmemişlerdi.
Hasan amca, eşi Zübeyde ve çocukları Arif, Kerim’de evden ayrılmışlardı. Evde insan sayısı yavaş yavaş azalıyordu. Selim amca, eşi Nuran, çocukları Hakan, İsmail, Nilgün evden ne zaman ayrılacaklardı?
Evde yemek yerlerken iki sofra kurulmuyordu. Çocuklarıyla birlikte yer sofrasına oturuluyordu. Artık evin büyükleri erkekler baş başa konuşmuyorlardı. Birlikte konuşuyorlardı. Örf ve adetlerinin sonuna gelindiğinin hepsi farkındaydı.
Aradan geçen günler içinde ev halkının kafasında ister istemez; ‘ne olacağız?’ sorusu vardı. Ailenin büyüklerinden tutun çocuklarına kadar hepsinin gelecek için umutları, özlemleri düşüncelerinde canlanıyordu.
Safiye ilkokulu bitirdiğinde, son halka olan Selim amca ve ailesi de evden ayrıldı. Ayrılanlar bin bir umut içinde kendi rotalarında yolculuğa çıkmışlardı. Uzun süre Safiye’nin ailesi yalnız kaldıklarına alışamadı.
Safiye, Hatice ve diğer öğretmenlerinin yardımıyla Tepe Gecekondunun en sapa yerinde bulunan tek katlı olan sarımsı binada bulunan ortaokula kaydını yaptırdı. Okullar açılıncaya kadar Safiye Nesrin adında bir kuaförün yanında çırak olarak çalışmaya başladı.
 Kuaförde çalışmaya başlamasıyla birlikte yaşamın farklı olaylarıyla da karşılaştığı gibi hayrete düşüyordu. Kendi dünyasından çıkarak, başkalarının ruh ve halini görüyordu.
 Mahallede olan biteni kuaför dükkânına gelen müşterilerden ve mahalleli kadınlardan duyuyordu. Ayaklı gazeteler sayesinde kendi kabuğunu kırmış, yaşama biraz daha farklı bakmaya başlamıştı.
Safiye, halktan yana olan kişileri burada tanımıştı. Kadın erkek eşitliğinden, birlikte yaşamaya ve insan için ne gereksinim varsa hep beraber paylaşmaya kadar öğrenmeye başlamıştı.
Tepe Gecekonduya zabıtalarla, Jandarmalar yıkım ekipleriyle ara sıra gelirlerdi. Her gelişlerinde halktan yana olan kurtarıcıları en ön safta yerlerini alır ve ortalık savaş alanına dönerdi. Safiye olanları gördükçe etkisinde kalırdı. Yaşamın yüzünde acımasızlığın, ayrımcılığın olduğunun da farkındaydı.
Tatil günleri evden ayrılan akrabaları ayrı zamanlarda Safiye’nin ailesinin evine geldiğinde giyimlerinin biraz daha düzgün olduğu gözlerden kaçmıyordu. Konuşmalarda kendilerini farklı yerde görmelerini hissettirmeye çalışıyorlardı.
Safiye ve ailesi de sık olmasa da ara sıra evden ayrılan akrabalarını ziyarete giderlerdi. Safiye ve ailesi o zaman tahtadan yapılma siyah beyaz televizyonla tanışmışlardı.  
Safiye her geçen günde olgunlaşıyor, yaşamın çelişkilerini sorguluyordu. Ayrıca duvarlara yazılan sloganlara bakarak ne anlam ifade ettiğini anlamaya gayret ediyordu.
Tepe Gecekonduda duvar yazılamaları hız kazanmıştı. Safiye her sloganı okurdu. En çok hoşuna giden slogan ise; ‘üreten biziz yönetende biz olacağız’dı. 
Safiye’nin evden ayrılan akrabaları koro halinde:
“Bu mahalleden ayrılın başınıza bir iş gelecek!”
Safiye’nin babası Adil ailesine belli etmese de, akrabaları bir zamanlar burada misafir olarak kalmışlardı. Tepe Gecekondu kendi ailesine ve diğer ailelere kucak açmıştı. Gördüğü bu tepkiden dolayı onlara dolaylı sözlerle sitem etmişti:
“Geçmişinizi sakın unutmayın.”
Artık akraba ilişkileri biterken, görüşmelerde eskisi gibi değildi. Safiye bunun farkındaydı. Farkında olduğu için insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini ailesine anlatıyordu.
Adil eşi Leyla ile evde baş başa kaldığı bir gün kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Konu Safiye’ye gelince:
“ Bir zamanlar bizim ailemizde erkeklerin sözü fermandı. Hiç kimse atasına, babasına hayır diyemezdi. Bu şehir bizleri bir başka yaptı. İster istemez ayak uydurduk. Safiye’ye bir baksana! Girişken mi girişken, konuşkan mı konuşkan.”
Selim amca ve eşi bir pazar Safiye ve ailesine oturmaya gelmişlerdi. Safiye evden ayrılarak ‘Yardımlaşma Derneğine’ gitmişti. O günde seminerde emek, sömürüsü konuşulmaktaydı. Akşamın nasıl olduğunu anlamadı. Safiye dernekten ayrılıp eve giderken, evlerin çarpık, gelişi güzel yapıldığına bakıyordu. Adımlarını hızlandırdı boş olan toprak yolları aşarak evine geldiğinde, Selim amca ve eşi gidiyorlardı.  Annesi, babası arkalarından bakarken Safiye:
“Farkında mısınız akrabalık ilişkileri bitti.”
Babası başını salladı. Annesi iki elini yana açarak:
“Bunları görmekte varmış.” Dedi.
Hüseyin Habip Taşkın
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...