Hikmetinden Sual Olunmaz!/Elif Füruzan Uysal

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Mahallenin şarapçısıdır, kırmızıdan vazgeçmez. Bildiğiniz şarapçılara benzemez Hikmet; saçı sakalı düzgün, giysileri temizdir her vakit. Tek kusuru sol gözüdür; sol gözü siyah bir banttır, ilk göreni biraz korkutan. Günün saatlerine göre değiştirdiği mekânıyla mahalleden biridir Hikmet. Temiz paklığı mahalleli sayesindedir. Berber Ali yakaladı mı bırakmaz; çekiverir içeri. Şipşak tıraşını yapar, saçını düzeltir. Hamamcı Salih haftada bir gider köşesinden alır hamama sokar; keseler yıkar. Yeni yıkanmış kıyafetlerle gönderir hamamdan.

Her sokakta bir bakkalı vardır Hikmet’in; günde üç şişe de şarap iştikakı. Sabahki Altan Bakkal’dan, öğlen ikiden sonraki Güneş Abla’dan, akşamki de Büfeci İsmail’den. Fırıncı Kadir her sabah simit, poğaça peynir sarar, kendi elleriyle götürür verir Hikmet’e. Yediğinden emin olmak için de başında bekler. Öğlende Leyla Abla iki kap sefertası yapar gönderir garsonla; kaplar boş gelecek diye tembihler çocuğa. Akşam çorbası Şükrü Amca’dandır. Bir tek onun mekânına gider, orada içer çorbasını Hikmet. Yaşlandı Şükrü Amca, dizlerinden mustarip… Uzun yaz günlerinde akşamüstleri Nergis Pide’ den pide gelir. Hikmet’in bu rutinini çözmem altı ayımı aldı, bakmayın şimdi böyle su gibi sıraladığıma!
            Mahalleye taşındığım ilk zamanlarda biraz çekinirdim Hikmet’ ten. Bir mukavva parçasının üstüne bağdaş kurmuş, tek gözü siyah bantla kapatılmış, öndeki üç dişi dökük kara kuru bir adam. Gülümsüyor sürekli, dökük dişlerinin boşluğundan gülümsüyor hem de! Yanından geçeceksem birkaç adım uzaklaşmaya çalışırdım ilk zamanlar. Göz ucumla onu takip eder; tek gözü gözüme değince bir tuhaf olur çevirirdim kafamı. Tabi yeniyim daha mahallede, kimseyi tanımıyorum; Hikmet’in saatlik köşelerini bilmiyorum. Habire başka bir köşede karşıma çıkıverince beni takip ediyor sanıp nasıl da korkmuştum. Sokaktan eve girdiğimde kapımı iki kez kilitler olmuştum bir vakit. Gel zaman git zaman mahalleliyle küçük, günlük muhabbetler başlayınca ilk işim Hikmet’i sormak olmuştu. “Mahallemizin çocuğudur Hikmet, zararı yoktur kimseye, korkma” dediler. Sanki ağız birliğindeydi tüm esnaf. Sanki bir şeyler saklıyorlardı; “daha o kadar da bizden değilsin” der gibi...
            Uzun zaman aldı Hikmet’ten korkmamak… Konuşsa belki daha az korkardım; konuşmazdı da. Bir tek benimle değil hiç kimseyle konuşmuyordu. Dilsiz miydi bilmiyordum. “Günaydın Hikmet” “Nasılsın Hikmet?” “İyi akşamlar Hikmet.” Elini göğsüne koyar, başını eğerdi sadece. Her sorunun cevabı aynıydı Hikmet’te.
            Size en başta söylediğim gibi Hikmet’in hikmetini altı ay falan sonunda çözdüm. Bir tek geceleri nerede yatar, evi barkı var mıdır onu çözememiştim henüz? Siz de aynı şeyi söyleyeceksiniz eminim; “Sana ne elin garibinden! Neyini merak ediyorsun?” Size desem; sağlam tek gözündeki acının merakındayım. Bir de elbette esnafın ağzı sıkılığının…
            Bir gece merakıma yenik düşüp Hikmet’in peşinde sabahlara kadar yürüdüm. O önde, ben çaktırmadığımı zannedip ardında sabahı kıyıda karşıladık. Meğer Hikmet anlamış onu izlediğimi, dikildi karşıma. Hiç konuşmadan derdini anlatabilir mi bir insan? Hikmet anlattı, o tek gören gözüyle bana “benden ne istiyorsun, derdin ne senin?” dedi. Vallahi inanın bu söylediğime… Utanıp başımı eğdim önüme, o kadar yani… Sonra tuttu elimi, gel der gibi çekiştirdi. Sabahın sessizliğine kendimizi ekleyip bu kez yan yana yürüdük Hikmet’le. Konuşamıyorum, utandırıyor kelimeler beni. Susuyoruz; birlikte susan, sessiz adımlarımızla mahalleye giriyoruz. Birkaç sokak sonra sola dönüp başka bir sokağa dalıyoruz birlikte. Bir çıkmaz sokak burası. Renkli boyaları dökük karşılıklı evlerin sonunda demir bir bahçe kapısına ulaşıyoruz. Sokaktaki diğer evlerin bakımsızlığı yok burada. Beyaz demirler pırıl pırıl, kapı sanki dün yapılmış. Küçük kayrak taşlarla döşeli eve ulaşan yol tertemiz; iki katlı, beyaz badanalı küçük bir ev yolun sonunda. Şaşkınlığım iyiden iyiye artıyor. Eve doğru yürüyeceğimizi sanırken Hikmet elimden çekiştirip bahçenin sağını gösteriyor. Sonradan yapıldığı belli, tahta bir baraka gözüme çarpıyor. O önde ben arkada barakaya giriyoruz. Zamanı, sesi yutan bir boşlukta gibiyiz sanki… Barakanın duvarları garip geliyor içeriye girdiğim ilk an; eğri büğrü şekilleri sonradan seçebiliyorum. Formül gibi harfler, sayılar, eşittirler her yerde… Kimisi koca koca yazılmış, kimisi küçük. Boş hiçbir yer yok. Şaşkınlığım görülmeye değer; Hikmet’in gülüşü duyulmaya değer… Soramıyorum ki  “bunlar ne Hikmet?” diye. “Burası neresi?” Yerdeki yer yatağı ve yüzü eskimiş yorgana göre burası Hikmet’in evi, peki bahçedeki beyaz ev? Sorsam… Söylese…
            Şaşkınlığım barakadan çıkıp beni sürükleyen Hikmet’i takip ederken hala sürüyor. Ben kendi kendime konuşup Hikmet’in yüzüne bakıyorum, Hikmet bana tek gözüyle “sus” diyordu. Sustum. Yürüdük birkaç sokak daha… Mahallenin bu taraflarını çok iyi bilmiyordum, bir kitapçıya girdi, ben de arkasından. Küçük, rafları sıkış tepiş eski kitaplarla dolu bir sahaftı burası. Arkaya doğru ince uzun bir koridor... Hikmet koridorda ilerleyip sondaki kapıdan daldı içeriye. Biraz şaşkın, burada ne yaptığımızı anlamaya çalışırken benden en az beş altı yaş büyük bir adam bana doğru ilerledi. “Hoş geldiniz. Ben Selim. Hikmet’in arkadaşıymışsınız” diyerek elini uzattı, arkasında Hikmet. “Buyurun, şöyle benim eve geçelim. Çayım taze, yeni demledim” diyerek koridorun sonundaki kapıyı açtı. Şaşkınlığımı yüzümden okuyan Selim bir koltuğa oturttu beni, karşıma Hikmet geçti. Kendisi de sağımdaki hasır tabureye ilişti. “Siz bir soluklanıp kendinize gelin, ben çayları koyayım” diyerek masanın üstündeki bardakları doldurmaya başladı. “Hikmet arkadaşları harici kimseyi getirmez buraya, sevmiş sizi belli” diyen Selim’e ne cevap vereceğimi bilemedim. Elimdeki çaydan medet umup yudumladım arka arkaya… Hikmet’in bana bakan tek gözünde  “korkma, dinle”yi duydum.
            “Hikmet sizi buraya hikâyesini anlatayım diye getirdi, bunu biliyorsunuz değil mi?”
“İnanın hiçbir şey bilmiyorum, dün geceden beri bildiklerimi de unuttum sayılır. Göz, bir tek göz konuşur mu misal? Konuşurmuş. Bunu öğrendim ama doğru diye bildiğim çoğu şeyi unuttum. Lütfen, şaşkınlığımı mazur görün. Anlatın, dinliyorum.” Bu sırada Hikmet koltuğa yerleşirken tek gözüyle Selim’e, “tamam” dedi. Selim anlatmaya başladı. Gözlerim Hikmet’in tek gözünde Selim’in anlattıklarını dinledim.
“Buralıyım ben. Bu mahallede doğdum, bu sokaklarda büyüdüm. Tek çocuklu ailemin gözbebeğiydim. Babam orduda astsubaydı, annem ebe hemşire. Herkes kadar, herkes gibi sıradan bir çocukluk geçirdim. Bütün bu tanıştığın esnafın elinde büyüdüm. Okula başlayana kadar mutlu bir çocuktum. Sayılara sevdalıydım, daha okumayı öğrenmeden sayılarla işlem yapmayı biliyordum. Okulda daha da ilerlettim bu yönümü. Fizikçi olmaktı en büyük hayalim. Çok tanınmış bir fizikçi olacaktım büyüyünce… Babam karşı çıktı bu hayalime, askeri okula gitmemi istedi. Askeri okul sınavlarına zorla soktu beni; boş kâğıt verip çıktım sınavdan. Bak başaramadım “Baba, benden asker çıkmaz” deyip kurtuldum sandım. Konuşmadı bir vakit babam benimle, zavallı annem ikimizin arasında hop oturdu hop kalktı. Normal liseye devam ettim her şeye rağmen, bu arada deli gibi proje yarışmalarına katıldım. Projelerimi gönderdim oraya buraya. Lise son sınıfın bitmesine az bir vakit kala Amerika’daki bir üniversiteden davetiye aldım. Süresiz burs kazanmıştım orada. Sevincimi görmen lazımdı. Nasıl gururlu, nasıl heyecanlıyım. Sonunda babamı da gururlandırdığımı, beni kutlayıp ‘aslan oğlum, bravo sana’ diyeceğini düşünerek eve koştum. Babam ne dese beğenirsin? “Bu kapıdan çıkıp gidersen hakkım helâl değildir sana!” Annem ağlar, ben ağlar… Babamı imkân yok ikna edemedik, başvuruma birkaç gün kala yine yalvardım. “Babacığım, bak bu çok önemli bir şans. Yapma, bırak deneyeyim; seni, annemi gururlandırayım” demelerim, ağlamalarım, yakarmalarım fayda etmedi. Dinlemedim babamı; topladım birkaç giysimi, mahallelinin topladığı parayla aldım uçak biletini, çıktım o kapıdan. Kulağımda  “Bu kapıdan çıkıp gidersen hakkım helâl değil sana!”
            Ben daha oraya varıp yeni yerleştim ki haber geldi. “Annenle babanı trafik kazasında kaybettik. Başın sağ olsun.”
            “O gittiğimiz ev benim evim; çıkıp bir daha da giremediğim …”
“Ama bu delilik” dedim Hikmet’e bakarak.
 Çok daha sonra öğrendim. Bir mermiymiş gözünün sırrı. Öldürmeyi becerememiş Hikmet’i yaşamak cezası vermiş kendine!

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...