SELAHATTİNİN BABAANNESİ

Münevver Ongun kullanıcısının resmi
Selahattin’in babaannesi tam bir Moğla (Muğla) kadınıydı. Temiz, titiz, misafirperver bir insandı. Görgüsü, bilgisi ve giyim tarzı ile herkesin dikkatini çekerdi. Muğla’da “şamı” denilen başörtüsünü başından hiç çıkarmazdı. El tezgâhında kendi elleriyle dokuduğu şamılar ipektendi ve yaşlıların “bellilik” diye tabir ettiği mavi boncuklar süslerdi kenarlarını. Parmağından hiç çıkarmadığı mekik yüzüğü onun vazgeçilmezlerindendi. Çevresindekiler ondan bahsederken “Cami yıkılsa da mihrap yerinde!” diyerek, gençliğinde ne kadar güzel olduğunu anlatırlardı. İki kızını evlendirdikten sonra evin en küçüğü Ahmet’le yaşamaya başlamıştı. Hayatta tek dileği küçük oğlunu iyi biriyle evlendirip torunlarıyla birlikte yaşamaktı.

Nihayet onun da mürüvvetini gördü. Fakat kısa bir zaman sonra hayat arkadaşını kaybetti. Yalnız kalınca, torun sahibi olma arzusu gitgide tutkuya dönüşmüş ve bunu oğluyla gelinin yanında sık sık dile getirmeye başlamıştı. Bir gün küçük oğlundan torunu olacağını öğrendiğinde dünyalar onun olmuştu. Eski bir gelenek olmasına rağmen, genellikle kız toruna babaannenin, erkek toruna da dedesinin adı verilirdi. Erkek olursa kocasının adının konulacağından son derece emindi. Ne mutlu ki; aileye bir erkek torun gelmiş ve ona dedesinin ismi verilmişti: “Selahattin”
“Kocamın adı, ağzımın tadı!“ diyerek torunu doğduğu günden itibaren onunla ilgilendi, annesine sadece emzirme zamanlarında verdi. Geliniyle arada tartışsa da ,o, ağırlığını hiç kaybetmedi. Son sözü hep kendisi söyler, kimse onun lafının üstüne laf koyamazdı. Çevreden “Bırakın artık gençleri, kendi istedikleri gibi gezsinler.” diyenler olsa da Selahattin’in babaannesi “Aa! Olu mu heç, anca beraber ganca beraber.” diyerek herkesi sustururdu. Gençler de onsuz bir yere gitmeye asla cesaret edemezlerdi.
Bahar gelince çoğu Muğlalı gibi Selahattin’in ailesi de yaylaya göçerdi. Eskiden yaylaya göçmeden önce mart ayı sonunda bülbül dinlemeye gidildiğinde, bağ bahçe işlerinin de ön hazırlıkları yapılırdı. Bülbül dinleme bir alışkanlıktı ve her yıl mart sonu veya nisan başlarında konu komşu ile yapılır, bu iş ayrı bir mutluluk verirdi Muğlalılara. Mayıs ayında da göç hazırlıkları başlardı. Yayla evine götürülecek tüm eşyalar hazırlanır, ailenin maddi durumuna göre ciplere, at arabalarına veya eşeklere itina ile yüklenirdi. Yaylada gerekli olacak kap kacak, kilim, yatak, yorgan, yastık gibi eşyalar her bahar yeniden taşınırdı. Yayladan eve dönüşte çok eskiden yayla evlerinin kapıları kırılıp eşyalar çalındığından ötürü orada hiçbir eşya bırakılmaz ve her şey geri taşınırdı.
Yaylaya göçme işinden en çok Selahattin mutlu olurdu. Yayla evinde oda sayısı kısıtlı olduğundan babaannesi ile yatmasına izin verilirdi. Gündüzler çabuk geçerdi de geceler onu ürkütürdü. Uzaktan gelen köpek havlamaları, baykuş sesleri, yarasaların hızlı uçuşları, tarladaki mısırların hışırtısı, dolunayda tarladaki bazı ürünlerin insan şekline benzemeleri korkusunun katmerleşmesine neden olurdu. Tuvaletin de evden oldukça uzakta bulunması da onu ürkütürdü. Babaannesi ile yatınca korkuları azalır, onun güzel masallarını dinleyerek uyur kalırdı çoğu zaman. Ara sıra yorgan kavgası bile yaptıkları olurdu. Selahattin yorganın altında da uslu durmaz, tahammül edilmez kokular yayardı. Babaannesini çileden çıkarır, o da ağzına geleni söylerdi. “Allah canını almasın seninnn. Gözün gandil olsunn, gine mi salıvedinn cibilletsiz…” diye bağırırken yorganı da yelpaze gibi sallar, yatağı havalandırırdı. Ama ayrı yatmaya da gönlü razı olmazdı. Selahattin’in gündüzleri kuyu suyuyla ayağını yıkadığını görünce “Ben sene ne dedim ülen. Böön bennen yatımazsın.” diye bağırırdı. Akşam olunca da unutuverir, Selahattin’e olan özel ilgisini hem ona hem de başkalarına hissettirirdi.
Yıllar su gibi akıp geçerken Selahattin’in babaannesi de sık sık yaşlılıktan ve ölümden söz ediyordu. Kendisine yeni bir giysi alındığında “Ben ölüsem bunu filancaya verin.” gibi vasiyetlerde bulunuyordu. Bazen de odasındaki sandığı açıyor, kefen bohçasını gösteriyor, ” Her şeyim tamam. Ben ölünce bunları kullanın.” diyordu. Kefenlik kaput bezi, bir kalıp ev yapımı zeytinyağı sabunu, yaylada kendi yetiştirdiği kabaktan ayırdığı bir lif ve kâfur otunu gösterip tekrar özenle yerleştiriyordu sandığına.
Bir gün “Marangoz Üsen’i çağırıvenn bene. Unnan görüşmem ilazım.” dedi. Selahattin de merak etti. “Marangoza ne yaptıracak acaba ?” dedi kendi kendine. Marangoz gelince “Üsen oğlum! Bilirim sen çok dürüstsündü. Yıllardır ne işimiz vasa sene yaptırdık. Gari benim alvar tahtalarını hazır et, olu mu? Kaç pareyse benden alceksin.” dedi. “Bakasın ölüveriz, alvarsız gidili mi heç orlara.”
Marangoz Hüseyin dikkatlice dinleyip “Senin için en iyisinden getirtip hazırlarım. Sen heç merak etme dezecim.” dedi. Hüseyin’den söz alan Selahattin’in babaannesi rahatlamıştı. Fakat tahtaların eve gelmesini istemediğinden “Hindilik senin düvende durugosun güze yavrım.” diye de ilave etti.
Gel zaman, git zaman, içinde bir kuşku oluştu Selahattin’in babaannesinin. En iyisinden hazırlattığı alvar tahtalarını düşünür, “Ya hazırlığı olmayan hatırlı biri ölür de Hüseyin satıverirse.” gibi kuşkulara kaptırırdı kendini. Bu kuşkularla huzursuz olmaktansa, marangoza haber göndermeyi daha uygun buldu ve Selahattin’i yollayıp tahtaları eve getirtti. Hüseyin onları evin girişindeki merdiven altına titizlikle yerleştirdi. Artık içi rahattı. “Bi ayamız çukurda de mi olum.” deyip, kıymetli alvar tahtalarından söz etmez oldu.
Selahattin “Alvar tahtası lafından kurtulduk.” diye sevinirken babaannesi tekrar söylenmeye başladı. “Pek göz önüne goduk. Yağmurda yaşda ıslanısa, biri alı götürüse emeklemiz yabana gide olum.” diye endişelerini dile getirdi Selahattin’e. Ona göre en güvenli yer kendi odasıydı. Ağır ve taşıması zor tahtaları odasına taşıtmak istedi. Selahattin bir iki arkadaşıyla onları üst kattaki babaannesinin odasına taşıdı ve sedirin altına onun istediği şekilde yerleştirdiler. Artık herkes onun rahat uyuyacağından emindi. Fakat bir iki gün sonra bir sorunu olduğunu her haliyle belli etti. Can yoldaşı, arkadaşı Selahattin’e açtı derdini. “Olum, şu Üsen’i bi da çağır, ona deyceklem va.” dedi. “Gene ne oldu nene ?” dedi Selahattin. “Olum gece uykulanı terk ettim. Alvarla bene bene bakıp durla. Sanki sene götürcez, üstünü de bi güze örtcez deyipdurla. Zaten bi çeşit bi çeşit kokupduru. Bu kokunan uyumeyipdurun yavrım. Allah’ın aşgına Üsen’i çağır da alsın götürsün. Unun düveninde dursun gari. “
Sonunda alvarlar atölyeye geri gitti ve bütün aile rahat bir nefes aldı.
Selahattin’in yıllar sonra aklına bir şey takıldı ve babasına sordu: “Alvar, alvar!” diye tutturmuştu rahmetli babaannem. Neydi bu alvarın kıymeti?”
“Oğlum sadece Muğla’da ardıç ağacından yapılan tahtaya alvar denir. Çok dayanıklı ve değerli bir tahtadır, mezarların kapatılmasında kullanılır. Kendine has kokusu sayesinde mezara börtü böcek giremediği söylenir. Ardıç ağacı sadece kerestesi kıymetli bir ağaç değildir, meyvesinden de çok yararlanılır. Bu ağacın kutsal olduğundan da bahsedilir.” dedi babası.
“O zaman her yere dikilmeli bu ağaç.” dedi Selahattin. “Tohumları yok mu bu ağacın?”
“Ah oğlum, öyle kolay olsa. Ardıç kuşu vardır, bilir misin? En çok o sever bunun meyvesini. O ardıçla bütünleşmiştir adeta, gülle bülbül gibi. Ardıç ağacı ardıç kuşu olmadan, ardıç kuşu da ardıç ağacı olmadan yaşayamazmış. Öyle duyduk büyüklerimizden.”
“Desene efsane olmuş aşkları.”
“Dalga geçme oğlum. Ardıç kuşu meyvelerini yedikten sonra onun dışkısının içinde yumuşarmış tohumları. Ağacın altına bir sürü meyvesi düşer ama kendi başına çimlenemezmiş. Ardıç kuşu onun meyvesiyle karnını doyurur, tohumları uzaklara taşırmış. Dışkısındaki tohumların çimlendiğini görenler keşfetmişler bu sırrı.
“Alvar, alvar!” diye tutturan babaannesini rahmetle anarken, sessizce güldüğünü babasına fark ettirmedi Selahattin.
Münevver Ongun

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...