ABD, AB ve Rusya Arasında Kalan Türkiye'yi Neler Bekliyor?

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Toplumu yöneten bir devlet anlayışı, kendi gerçekliğine uygun kültürel, ekonomik, teknolojik, askeri güç ve siyasi düşünce üretemeyip, her şeyi dışardan alarak yaşıyorsa, o devlet niteliksiz demektir. Halkın görevi ise bu devlet anlayışını sorgulayıp, kendi gerçekliğine dayanan demokratik bir yapıya kavuşturmaktır. Mevcut yapıyla hareket edildiği sürece, sonuç asla halkın yararına olmayacaktır.

1914 öncesi dünya toplumlarının büyük çoğunluğu İmparatorluklar tarafından yönetiliyordu. O günün şartlarında asker sayısı daha fazla ve bu askerleri besleyecek ekonomik güce sahip olanlar, bölgesel düzeyde sınırları belirleyip kendi mantığına göre yaşamı şekillendiriyordu. Buna askeri olarak itiraz edebilecek farklı imparatorluk olursa, zaten savaş açıp ya yenilirdi veya galip gelerek kendisi benzer hükümranlığı sürdürürdü. Dünya genelinde yaşanan bu egemen barbarlığa, diğer hiçbir imparatorluk siyasal olarak itiraz etmezdi. Çünkü her toplum mutlaka bir imparatorluğun egemenliği altındaydı. Hepsi aynı mantıkla hareket ettiklerinden, bir başkasını siyasal veya ahlaki olarak eleştiremezdi.
 
İmparatorlukların saldırı ve işgalleri durmaksızın devam etmesi neticesinde, 1912 Balkan ve 1914 Birinci Dünya Savaşı’na gelinmiş olundu. 1900 öncesi ve başında yaşanan çatışmaların, Birinci Dünya Savaşı olarak adlandırılmasının nedeni, diğer imparatorluklarda dahil, batılı ülkelerin ekonomik, teknik ve askeri açıdan akıl almayacak derecede güçle, dünyanın her yerine saldırmış olmalarıydı. Bunlar İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Amerika, Avusturalya, Kanada ve diğer küçük Avrupa ülkelerinden oluşuyordu. Örneğin paylaşım savaşında Osmanlı, İran Safevi, Japonya, Alman İmparatorluğu ve Rus Çarlığı yıkılarak yok edildiler. Bunlar içerisinden kendi gücüyle yeniden bağımsız ulus devlet olarak kalan tek güç, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Almanya’dır. Bunun dışındaki diğer tüm imparatorlukların yerine yeller esti.
 
1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’yla bu savaş resmen sona erdirildi. Askeri ve ekonomik gücünden çok fazla bir şey kaybetmeyen galip devletler, siyasal politikalarını kalıcı statüye kavuşturmak için, masa başında çalışmalar yürütmüşlerdir. Ve yok edilen imparatorluklardan geriye kalanları, kendilerine bağımlı küçük ulus devletler şeklinde hem sınırlarını hem de kimlerin nasıl yöneteceğine karar verdiler. İşte bunlar içerisinden birisi de Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden Mısır, Libya, Tunus, Yemen gibi devletlerin sınırları yeniden belirlenip, kendilerine bağımlı sözde ulus devletler ilan ettiler.
 
1923 Lozan Antlaşması’yla ulus devletleşmesi, her ne kadar resmileşmiş olsa da bu devletlerin ulusal temelini oluşturan dil, ekonomi, askeri ve siyasal açıdan hiçbir zaman bağımsız olamadılar. Avrupa ve Amerika Birleşik Devleti, (ABD) ileride kuracağı NATO Askeri Paktı’na bağımlı olacak şekilde söz konusu bölge ülkelerini biçimlendirilip, birçoğunu doğrudan bu yapıya bağlayarak yönetip yönlendirdi. Bunlar içerisinden Türkiye hepsinin başında gelendir. Türkiye’de her on yılda bir askeri darbe ve muhtıralar, NATO’nun kurucusu ABD ve Avrupa ülkelerinin onayı olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Şayet Türkiye’deki askeri yapı, darbeleri ve muhtıraları kendi başına bağımsız yapmış olsaydı, NATO’dan çoktan çıkıp kendi göbeğini kendisi keserdi. Bağımsız olmadığı için hâlâ NATO’nun içerisinde bir sığıntı gibi yer alıyor.
 
Dünyada gerek küresel çapta gerekse global ve lokal şekilde gelişen kültürel, ekonomik, inançsal, etnik ve siyasal olaylar, bazen emperyalistlerin gücünü de aşabiliyor. Görüldüğü gibi emperyalistler de zorlanırken, Türkiye emperyalistlere göbekten bağlı olduğundan, akıllıca hareket edecek ne bir düşüncesi ne de gücü bulunmuyor. Örneğine Emperyalistler yüzyıl önce yapmış oldukları birçok antlaşmaların artık geçerliliğinin kalmadığını, BOP Projesini herkese kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Böylece Orta Doğu ve çevresindeki tüm ülkeleri, eski büyük ulus devlet yapısından koparıp, yeni küçük federe devletçiklere dönüştürerek, bir yüzyıl daha kendilerine bağımlı şekle getirmenin peşindedirler. BOP projesini 1990’lı yıllardan itibaren I. Körfez Savaşı adıyla başlatıp, 2011 yılından itibaren Suriye’de devam ettirmeleri neticesinde, üç parçaya bölerek sonuçlanmış gibi görünüyor. Bu durum İran ve Türkiye’de de geçekleşecektir. Büyük ihtimalle önce İran daha sonra Türkiye’nin başındadır.
 
Mevcut projeyi Türkiye kabul etmeyeceğini, kabul etmesi durumunda bölünüp parçalanacağından ciddi şekilde korkan histeriyle hareket ediyor. Ancak emperyalistler, Türkiye’ye sahip olduğunuz statüyü biz size verdik, bunun geçerliliği kalmadığı için değiştirmekte yine bizim elimizde diyerek, şimdilik kibarca uyarıyorlar. Türkiye ise; Rusya’nın bölgede ve dünyada etkili bir güç olmasına dayanarak, Rusya’ya yakınlaşıp tehlikeyi aşacağı beyhudalığıyla hareket ediyor. Halbuki tüm gelişmeler Türkiye’nin sonuna işaret ediyor. Rusya ile yakınlaşıp füze alımlarıyla birlikte, birtakım geçici anlaşmaları yapması, Türkiye’yi daha fazla gerilim içerisinde bıraktığını akıl edemeyen bir devlet yönetim anlayışı mevcuttur. Çünkü Türkiye gönüllü olarak siyasal, ekonomik ve askeri açıdan, yüzyıldır Avrupa ve Amerika ile kolayca kopamayacak derin ilişkilerle kördüğüm içerisindedir. Bunun asgari çözümü, yine Avrupa’ya yönünü dönerek bazı demokratik değişimleri gerçekleştirmekle mümkündür. Kendi askeri, ekonomik bağımsız gücüne sahip olmadan Türkiye, Rusya veya başka güçlere dayanarak egemenlikten kurtulamayacağı gibi, Rusya’ya bağlanmakta farklı bir hegomanya altına girmektir.
 
Türkiye’nin, emperyalistlere göbekten bağlı olduğunu buna rağmen bazı gerilimi artırıcı tavırlarına göz yummalarıysa, Türkiye’nin tamamen Rusya’nın kontrolüne geçmesini engellemek içindir. Emperyalistlerin bu duruma daha fazla katlanamayacakları, İran’ın işini bitirdikten sonra sıra Türkiye’ye yöneleceklerdir. Ve Türkiye, Rusya’nın egemenliğinde asla rahat bağımsız bir devlet olarak yaşayamayacağını herkes bilmeli.  Rusya, Batılılar gibi değildir, Türkiye’yi bölgesel açıdan kendisine askeri ve ekonomik olarak bağımlı kıldıktan sonra, diğer hiçbir şeyiyle ilgilenmez. Batılı emperyalistler sömürü veya kontrolü altına almış oldukları devletlerde, sınırlı da olsa bazı alanlarda gelişmesini teşvik ederler. İleride kendilerine fazla ayak bağı olmaması için yapmaktadırlar.
 
Özetlenen tarihsel olayların bir sonucu olarak, Türkiye ciddi bir öz güvensizliğe sahip olup, iki arada bir derede kalmış durumda. Adeta 1923 öncesinde olduğu gibi hangi yana savrulacağını bilmeyen, öngörüsüz ve politikasızlık devam ediyor. Türkiye açısından son noktada belirleyici güç yine emperyalistler olacaktır. Toplumu yöneten bir devlet anlayışı, kendi gerçekliğine uygun kültürel, ekonomik, teknolojik, askeri güç ve siyasi düşünce üretemeyip, her şeyi dışardan alarak yaşıyorsa, o devlet niteliksiz demektir. Halkın görevi ise bu devlet anlayışını sorgulayıp, kendi gerçekliğine dayanan demokratik bir yapıya kavuşturmaktır. Mevcut yapıyla hareket edildiği sürece, sonuç asla halkın yararına olmayacaktır.
 
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...