Otobüs

Ali Vafi kullanıcısının resmi
Türkiye’de doktor randevusu almak zordur; gün, saat hatta dakikası çok önemlidir. Eğer bir hasta doktor muayenesine verilen tarih ve saatte olmazsa randevusu iptal edilir. Ve yeni bir randevu almak için bekleyeceği süre ise yaklaşık üç aydır.

  Ben bu sıkıntılı durumu bildiğim için bir gün önceden hastaneye giden otobüs hattını öğrendim, durağı buldum. Hatta duraktaki tabelayı kontrol ettim ve otobüsün geliş saatini yazdım.
Randevu sabahı bir saat önceden durağa gelip otobüsü beklemeye başladım. Arada tabeladaki geliş saatlerini kontrol ediyordum. Heyecandan oturmuyor, ayakta dikelmiş bir halde bekliyordum.
Zaman çok ağır geçiyordu. Geçen her dakikası benim yüreğimdeki bir tohum gibi merakımı da büyütüyordu. Bu korkuyla karışık merakım o kadar büyüdü ki, dayanamadım taksi tutup hastaneye gittim sonunda.
‘Taksi 20 lira civarında olur,’ diye düşünüyordum. Çünkü bir gün misafirlerimle beraber o hastanenin yakınındaki parka gitmiş ve 17 lira taksi parası ödemiştim. Neyse taksiyi durdurup bindim. “Hastaneye,” dedim.
“Tamam,” dedi. “Saat kaçta randevunuz?”
Söyledim.
“Şimdi caddelerdeki trafik kalabalıktır, isterseniz sizi şehir dışından götüreyim,” deyince mecburen kabul ettim. Çünkü randevumu kaçırmak istemiyordum.
Şoför benim konuşmamdan yabancı biri olduğumu anlamıştı. Birkaç sokak gezdirip aynı yere getirdi. Farkındaydım. İçimden kızmak geçiyordu ama bir şey demedim yine de.
Şehir dışında caddeleri geziyor ve hızlı gidiyorduk. Kısa zamanda taksimetre 20 lirayı aştı. Cebimden 10 lira daha çıkarıp elimdeki 20 liraya ilave ettim. 
Aklım taksimetreye takılmıştı. 40 liraya yükselirken taksimetre ben 50 lirayı ev kirası paramdan çıkarttım. Kızgınlığım artmıştı. “Ne zaman hastaneye varırız?” dedim şoföre.
“Birazdan oradayız,” dedi.
Parkı ve minareleri görünce rahatlamıştım. Sonunda taksi hastaneye girdi. İnerken 50 lirayı şoföre uzattım. Para üstü olarak 5 lira verdi. Söylene söylene kendimi muayenehaneye attım.
Kimliğimi verdim... Baktı. “Önce randevu almalısın,” dedi. Israr ettim. “Bugün benim randevu günümdür...” dedim. Çok soğuk bir halde kimliğime baktı. Numarasını bilgisayara yazdı. Başını yukarı kaldırıp yüzüme baktı.  “Senin sıran değişmiş,” dedi. “İstersen yeniden randevu al.”
“Peki ne zamana…”
Tekrar bilgisayara baktı:
“55 gün sonraya…” dedi.
Pazarlık yapmanın fayda getirmeyeceğini bildiğim için mecburen kabul ettim. Randevu gününü alıp muayeneden dışarıya zor attım kendimi. İçim daralmıştı. Boğulur gibi olmuştum, gömleğimin birkaç düğmesini açtım…
Otobüs durağında bekleyen birine elimdeki adresi gösterdim. “Şu numaralı otobüse bin, şu durakta inersiniz.” dedi.
Çok geçmeden otobüs geldi. Teşekkür edip bindim. Otobüs benim evin durağına varınca şoföre sordum:
“Hastaneye tekrar dönmek için bu otobüse nasıl ve nereden binebilirim?”
Şoför durağın tam karşısını gösterdi. “Oradan bineceksin!” dedi. “Sağ ol,” diyerek eve döndüm.
 
Nihayet randevu günüm gelmişti. Dışarı çıktım. Eskisi gibi merakım ve korkum yoktu. Çünkü tecrübe edinmiştim. Durağa geldim. Birkaç otobüs geldi ama binemedim. Çünkü hastaneye gitmiyorlarmış. Paniğe kapılmadım. Daha zamanım vardı.
Yarım saat geçti. Birkaç yolcu durağa geldi. Yaşlı bir kadını sandalyeye oturttular. Bir orta yaşlı erkek de onlara yakın durmuştu. Bende 2 metre öteye gidip sonra döner otobüs gelirse binerim, diye düşünüyordum.  
Kadınlardan birisi orta yaşlı erkeğe otobüslerin numarasını ve geliş saatlerini sordu. O da tek tek sıraladı durdu.  
Aklımdan tabelaya bakmak geçti birden. Baktım. Maalesef bineceğim otobüsün numarası tabelada yoktu. Aynı adama sordum.
“Bu duraktan senin gideceğin hastaneye otobüs kalkmaz!” dedi.
Şok oldum. Etrafıma baktım. Aynı durak olduğuna emindim. Hastane dönüşü şoförün işaret ettiği durak buydu. “Bu adam bilmiyor demek ki,” dedim kendi kendime. “Işıklardan sola doğru yürür oradan otobüse binerim.”
Ben biraz şüphelenmiş, adama inanmamıştım. Duraktaki demir banka oturan kadınlardan birisi:
“Kardeşim,” dedi bana. “Bu beyefendi doğru söylüyor. Ben de her zaman o hastaneye giderim. Işıklardan soldaki duraktan otobüse binerim.”
“Sen burada garipsin, ailenin adını dahi unutursun, sen yanlışsın, senin kafan bozulmuş, sen gel bu kadının ve adamın sözünü doğru kabul et,” dedim kendi kendime.
İkna olmuştum sonunda. Kadına teşekkür edip ışıklara doğru yürüdüm.
Ben dört yola vardığımda sağ ve sol ışıklar yeşil oldu ve trafik hızla akıyordu. Birden gözüm otobüse takıldı.  Hızla döndüm ve aksaya aksaya eski durağa koştum. Ama ben yetişemeden otobüs hareket etti. Mecbur kaldım yeniden ışıklara gelip soldaki duraktan binmeye.
Ben durağa yetişirken aynı otobüs durağa yanaştı. Sevinerek bindim.  
Otobüsün şoförü cep telefonu ile konuşuyordu. Bu haliyle son durağa kadar birkaç kez frene bastı, ama yolcular ona değil öndeki aracın sürücüsüne kızdılar. Hatta aralarında küfür edenler bile oldu. Bizimkisi bir şey olmamış gibi cep telefonuyla konuşmaya devam ediyordu.
Türkiye’de otobüs bir durağa yaklaşırken inecekler yerlerinden kalkıp ön kapı önünde beklemeye başlarlar. Birkaç kişi yerinden kalkınca ben de boş yer bulup oturdum. Şoför hâlâ cep telefonu ile konuşuyordu. Birkaç kez daha frene bastı. Yine yolcular önceki aracın sürücüsüne kızıp küfrettiler.  
Ben otobüsün içinde rahattım. Nasılsa bu otobüs benim istediğim hastaneye gidecek. Ama bir süre zaman sonra yol gözüme yabancı geldi.
Ben biraz meraklandım. Şoförün yanına koştum. Sordum. O cep telefonu ile konuşa konuşa:
“Sen kırmızı otobüse değil yanlış siyah numaralı otobüse binmişsin,” dedi.
“Şimdi ben ne yapmalıyım?” diye sordum.
“Seni ayrı bir otobüse bindireyim,” dedikten sonra sağdaki durağa yanaştı, ön kapıyı açarak:
“Git öndeki otobüse bin,” dedi.
Koşarak öndeki otobüse bindim. Ben sanıyordum ki bu otobüs beni doğruca hastaneye götürecek. Yolda her durakta birkaç yolcu iniyordu. Sonunda bir ben kaldım. Otobüs ana caddeden çıktı ve ince ve topraklı bir caddeye girdi. O zaman anladım ki bu otobüse de yanlış binmişim.
Otobüs önünde parmaklık olan bir yere varınca:
“Burası son duraktır,” dedi şoför.
“Galiba ben yanlış binmişim. Yeniden kart çekip seninle dönerim,” dedim.
“Olmaz,” dedi şoför. “Ben kahvaltı yapacağım. Daha zamanım var benim.” Bana kızdı. Mecburen indim. Otobüs arkasında bir toz bulutu bırakarak hareket etti yeniden.
Bir başıma sap gibi ortada kalmıştım. Bir o yana bir bu yana bakıyordum. Bir sürü koyun, kuzu geliyordu yol boyunca. Başlarında bir de kangal köpeği vardı. Bizim İran’da da çobanlar bu köpeği sürüye katarlardı. Çünkü bir kangal bir kurdu rahatlıkla boğabilir.
İçime bir korku düştü. Sağıma soluma baktım. Parmaklığın sonunda bir kapı var. Hızla oraya yöneldim. Kapının başında “ŞEHRİ DERYA” yazan bir tabela asılıydı. Ben bu parkın ismini işitmiştim. Bilirdim büyük ve gezmeli bir parktı burası. Hatta bir keresinde arkadaşlarla birlikte gelmek istemiştik de “Yasak” dendiği için gidememiştik. Bugün yolu karıştırıp tesadüfen gelmiştim işte. Kangal gözünü dikmiş bana çok kötü bakıyor bu arada.
Sürü ve köpek bana yaklaşırken ben ancak girebildim parka. Bir kişi çiçeklere su veriyordu. Beni görünce:
“Kapalı, bugün tatil,” dedi.
Ben köpeğin korkusundan adama yaklaştım. “Merhaba,” dedim.   Benim konuşma şivemi anladı:
“Azerbaycanlı mısın?” diye sordu.
“Evet, İran Azerbaycan’ı...”
Biraz yumuşadı. Mihriban bir dille konuştu...
“Yanlış bir otobüse bindim, tesadüfen geldim buraya.” dedim ona.
“Kardaş,” dedi bahçıvan. “Bir buçuk saat arayla buraya otobüs geliyor.”
Anladım ki daha bir buçuk saat burada bekleyecektim. O zamana kadar bu sürü ve kangal köpeğin uzağa gitmesi fikri beni bir nebze de olsa rahatlattı.  
Bahçıvan bana bir çay verdi. Sohbet etmeye başladık. “Otobüs gelene kadar parkı gez, dolaş,” dedi.
Gezdim dolaştım; parkın köprüsünü, yeşillikleri ve güzellikleri seyrettim.
Bir ara saate baktım. İki saat geçmiş olduğu halde ortalarda otobüs görünmüyordu. Bahçıvana gidip sordum:
“Kardaş, otobüs neden gelmedi?”
“Eğer otobüsün park yolcusu olmazsa köyden döner...”
Bu sözü işitirken bildim ki yeniden bir buçuk saat beklemeliyim.
Yine bahçıvanla konuşmaya başladım. Bir süre sonra bahçıvan saatine bakarak:
 “Hızlı git, şimdi otobüs gelir,” dedi.
Ben o mihriban kişiye teşekkür edip düştüm yola. Köyün durağına yetişmeden bir otobüs geldi. Hızlı yürüyemiyordum ama yine de otobüse yetişmek için hızlandım. Otobüs döndü ve durakta durmadan gitti. Bağırdım, seslendim ama şoför beni duymadı. Bir buçuk saat daha bekleyecektim.
Bir buçuk saat sonra geldi otobüs. Şoförü tanıdım hemen. Kahvaltıya giden şofördü.
“Sen daha dönmemişsin,” dedi bana.
“Sen beni götürmedin, ben de mecburen seni bekledim,” dedikten sonra oturdum. Çok yorulmuş ve çok üzgündüm. Beni bir uyku tuttu, sızmışım. Şoför omzumu dürtüp beni uyandırdı:
“Son durak burası.”
Hızla indim otobüsten. Otobüs de yoluna gitti.
Bir o yana bir bu yana baktım. Köşede bir çay evi gördüm. Gittim. Bir çay istedim. Kalabalıktı. Masalarda okey, iskambil oynuyorlardı. İskambil oynayanlar azdı. Yanlarına gidip oturdum. Selam verip selam aldım.
“Şehir merkezine nasıl gidebilirim?” diye sordum.
Yabancı olduğumu hemen anladılar. İçlerinde biri:
“Karnın aç mı?” diye sordu.
“Sıkıntımdan açlığımı unutmuşum,” dedim.
Acıdı sanki bana. Elimi tuttu. “Korkma ben sana yardımcı olacağım,” dedi şefkatle.
Elimi cebime attım, istedim çay parasını vereyim.  “Olmaz,” dedi, “sen misafirsin. Senin çayın masadan.”
Ben bunu da bilirdim ki masanın parasını yenilenler öder. Bu yüzden bir şey diyemedim.
O güleç yüzlü arkadaş beni getirdi dolmuş durağına. Dolmuşun şoförüyle konuştu. Benim dolmuş paramı da verdi. Elini sıkarken ben ona çok teşekkür ettim.
Odunpazarı’nda beni indiren dolmuş şoförünün gösterdiği otobüse bindim.
Otobüsten inip evimin sokağına saparken hava çoktan kararmıştı. Ve bizim mahallenin camisi beşinci ezanı okuyordu.
 
Alıreza Pourbozorg (alıvafı)

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...