“Alo Alo aleylim, bura başkent Ankara… Bizde satılık bir yurt var, kim verecek çok para…”

Görülmüştür kullanıcısının resmi
"Ozan Emekçi şarkıyı çığırdığı günlerde de mazlum ve madunlar temel ihtiyaçlarını kıt kanaat sağlayabiliyordu. Lakin zulme karşı ayağa kalkan, dayanışma ruhuyla seslerini yükselten politik atmosfer dinamikti. Her şeyden önce iyisi-kötüsüyle sokaklara rengini veren örgütlü mücadele ortamı yerleşikti. İktidar dayatımlarına refleks gösterilerek sokaklar, meydanlar lebalep doldurulabilmekteydi. Yalan, talan ve dolanla donanmış siyasal iktidara karşı sözün eyleme dökülebildiği bir ortam baskındı." AYHAN KAVAK Siverek 1 Nolu T Tipi Hapishanesi A-3 Siverek/Ş.URFA

 
 
SATMALARA KARŞI
“Hareket etmeyenler zincirlerini fark etmezler” (Rosa Luxemburg)
            Ozan Emekçi’nin 1980 öncesi bestelediği eserinin sözleri, “Alo Alo aleylim, bura başkent Ankara… Bizde satılık bir yurt var, kim verecek çok para…” ile başlar. O demlerde Carter ve Brejnev vardı ve onlara atfen, satışı yapılan ülkeyi hangisinin almak istediğine vurgu yapılmaktaydı. Şarkı bestelenirken “soğuk savaş” dönemiydi ve iki kutuplu bir dünyada yaşanılıyordu. Mevcut konjonktür on yıllar öncesine tekabül etse de, o satış var ya o satış, bitimsiz bir satmaymış gibi orta yerde durmakta halen. Şimdilerde de Körfez’in petro-dolar zengini emirliklerine peşkeş çekmede elli takla atılmakta.
            Tiriti çıkmış bezirganların neden olduğu kriz ve kaos ortamında sıkılacak kemer dahi bulamayan yurttaşlar, açlık ve yoksulluğun pençesinde inim inim inlemekteler. Yoksullaşma had safhaya ulaşırken hatırı sayılır miktardaki zıpçıktı da paralarına para katmaktalar. Milyonlar barınma, beslenme ve insanca yaşam koşullarının çok altında adeta bitkisel hayata mahkum edilmekteler.
            Ozan Emekçi şarkıyı çığırdığı günlerde de mazlum ve madunlar temel ihtiyaçlarını kıt kanaat sağlayabiliyordu. Lakin zulme karşı ayağa kalkan, dayanışma ruhuyla seslerini yükselten politik atmosfer dinamikti. Her şeyden önce iyisi-kötüsüyle sokaklara rengini veren örgütlü mücadele ortamı yerleşikti. İktidar dayatımlarına refleks gösterilerek sokaklar, meydanlar lebalep doldurulabilmekteydi. Yalan, talan ve dolanla donanmış siyasal iktidara karşı sözün eyleme dökülebildiği bir ortam baskındı.
            Toplumsal muhalefetin üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül Darbesi akabinde devreye sokulan neoliberal saldırganlık bugünleri hazırlamış oldu. 12 Eylül’ün kanlı meyvesini bugün yiyenler malumun ilamıdır. Tam kırk yıl önce bugünleri inşaya girişenler distopik bir ülke yaratmış oldular. 12 Eylül’ün somutlaşmış ifadesi olan bugünkü siyasi iktidarca hak ve özgürlük arayışları bir taraftan şiddet unsurlarıyla bastırılırken öbür taraftan toplumsallaşmanın yerine atomize etme, kendine güvenmeyen nesneleşmiş özneler yaratılma siyasası işler kılındı. Edip Cansever’in dizeleri gibidir her şey: “Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar/Ve dağılmış pazar yerlerine memleket”… Ve naçar kalanlar karnını doyurmak için dağılmış pazar yerlerinin çerçöpünden yiyecek bir şeyler toplamakta…
            Egemenler toplumsal hareketlenmeye karşı türlü yönelimlerle karşılık vermelerinin yanı sıra manipülatif söylemlerle hakikati ters yüz göstermekten kaçınmazlar. Ne yazık, başarı da sağlıyorlar. Değil mi ki ezilenlerin aklına bukağı vuruldukça kazanan hep hegemonik zihniyet olmakta ve ezilenlerin aklını zapt ettikçe daha bir güç devşirmekteler kendilerine. Bu yüzden de sistem hakları için sokağa çıkanlara orantısız şiddet uygulamayı rutine bindirirken kamuoyu nezdinde kriminalize edip marjinal kılınma gayretkeşliği içerisindeler. Toplumsallaşmanın doğal akışıyla örtüşmesi gereken politik alan, muktedirlerce alabildiğince daraltılmaktadır. Haliyle siyasi iktidarın kötücüllüğünü teşhir etme ve demokratik tepkiler sergileme bile yasadışı addedilerek insanların kamusal alana katılımına ket vurulmaktadır. Toplumsal niteliğinden kopartılan bireyler uysal/mülayim vatandaş moduna indirgenmektedir.
            Alanların toplumsal gösterilere kapatıldığı bir heyulada iki ucu boklu değneğin uçlarından birini seçmek dayatılmaktadır. İki kutuplu da diyebileceğimiz iktidar ve muhalefet blokları cumhur ve millet adlandırmalarıyla farklılık arz ettikleri sanılsa da özünde bir elmanın iki yarısıdırlar. Tekçi siyasi iktidara alternatif diye öne sürülenler ‘demokrasiyi temsil ediyoruz’ maskesini takmışlardır. Denize düşenin can havliyle yılana sarılmasından başka bir anlamının olmadığını düşünüyorum. Zira ikisi de bileşik kaplar örneğinde olduğu gibi sonuçta aynı düzlemde hizalananlardır. Kimin ve neyin adına muhalefet ettikleri unutularak kısa vadeli düşünülüp ‘kralın’ düşürülmesi eksenine oturtulan bir siyasa domine edilmektedir. ‘Kral öldü, yaşasın yeni kal’ anlayışına kapılmamak için üçüncü bir yol ve demokratik alternatifin yaşar kılınması hayati önemdedir.
            Dikkat edilirse, siyasal alandaki daralma/sıkışma neticesinde yurttaşlık görevi diye öne çıkarılan sandıkta sadece oy kullanmakla sınırlandırılmak istenmektedir. Evet, hareket alanı olarak sosyal medya paylaşımları, twitter vs. kullanmakta beis görmezler. Ama onun da tadında bırakılması salık verilir. Sanal dünyaya tıkılıp kalmak akışkan hayattan kopma tehlikesini de barındırır. Aslolan hayata karışmak ve akıntıya karşı durabilme iradesini gösterebilmedir. İşte buna karşıdırlar her iki kutup. Hak aramada sokaklara çıkıldığında o iki kutuplu iktidar-muhalefet *** hak ve özgürlük istemlerini çığıranlara dönük farklı tonlarda da olsa ortaklaşmalar sırıtmaktadır. En yumuşakçaları sokakların çözüm olmadığını, provokasyonlara mahal verilmemesine vurgu yapıp dışarıya çıkanları mahcup bir suçlama halesi içerisine sokarken asıl çözümün sandıkta verileceği dillendirilmekte. Nesneleştirilmek istenen öznelere sadece ve sadece sandıkta oy kullanmakla yetinmeleri vaaz edilmektedir. Aslında ölümü gösterip sıtmaya razı olma tam da böyledir. Sıkışmışlık durumunda kalan toplumsallaşmış insanlık kamusal alandan her iki kutupça da soyutlanmak istenmektedir. Hak arama mücadelesinde sokağa çıkanlara ilk itiraz eden kişi, doksanlı yılların ‘tek çakıl taşı vermeyiz’ teranesiyle devreye sokulan şiddet sarmalından beslenen karanlıkların Asenası olması şaşırtıcı olmasa gerek. İnsanlığa reva gördükleri sadece oy kullanmayla yetinmeleri ve kendileri iktidara geldiğinde her şeyi halledeceklerini ağdalı sözlerle dillendirmekteler. Sandıkta oy kullanma dışında başka bir rol verilmeyenler fasit bir daireye mahkum edilmek istenmektedir. Dayatılan iki kutupluluğa muhtaç değiliz. Daraltılmış siyasal alanı daha bir enginleştirme yolunda alanlara akıp demokratik hak ve özgürlük taleplerini nidalamak, analarımızın ak sütü kadar helal bir edimdir. İktidar devşiren zihniyetin vereceği özgür bir yaşam yoktur! Bunun içindir ki demokratik cumhuriyet eksenine oturan sol, sosyalist ve bilcümle demokrasi ihtiyacı duyanlardan müteşekkil “Büyük İnsanlık”ın iktidar odaklarına karşı hakiki alternatif oluşturacakları üçüncü bir yolun pratikleştirilmesi yakıcı hale gelmiştir. Geniş katılımlı bir demokratik bloğun yaşama geçmesi elzemdir. Aksi halde alternatif niyetine toplumsuzluğu işler kılmak isteyen bir başka iktidar trenine yolcu olma durumuna düşülecektir. Bu husus olmasa da netice itibariyle demokrasi güçlerinin parçalanması ve ‘etkisiz eleman’ düzeyine indirgenmesine açık kapı bırakılmış olur. Böylesi bir tablodan nemalanan, yükseliş trendi içindeki yeni faşizm* olacaktır.
            Ozan Emekçi on yıllar öncesinden satılmadan bahsetmekteydi. Satılmaya karşı gelmenin yolu toplumsal özgürleşmeyi sağlamadan geçer ki bu da sokakların, mahallelerin, alanların yeniden kazanılmasını şart koşar. Sokaklarla barışmalı insanlık koruyan, kollayan o sokaklardır. Ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle varlığını hissettirmek ve bütünleşmek icap eder halkla/halklarla…
            Dipten gelen dalgalar önündeki engellerin kaldırılması böyle demokratik oluşumların iradesiyle sağlanır. Sözün özü hayatın merkezine oturtulan politik alan genişletilerek hak ve özgürlüklerin yaşar kılınması boynumuzun borcudur. Hani satmadan dem vurduk ya, son söz niyetine Nazım’a kulak verelim, meramımızı şiiriyle dillendirsin:
“Bahtsız bir nehirde
ve gökyüzü yıldız yıldızken
ve kendini ve memleketini satmamış
ve satmayacak dostların arasında
ve onların gözüne baktığın zaman
Yüreğin ferahlar
Ümitle çarpar yüreğin…”
                        (Nazım Hikmet)
*Yeni faşizmin özünü ‘sosyal demokrat’ ve ‘muhafazakâr’ addedilenlerin kurduğu koalisyonlarda açmaktadır. Örneğin Almanya, Avusturya, Hollanda gibi ülkelerde böylesi koalisyonların ardından “yeni faşizm” yükselişe geçmektedir. Kanımca böylesi koalisyonlara kendini hapseden sosyal demokratların dümenini hep sağa kaydırmalarından dolayı yeni faşizmin palazlanmasının payandası da olabilmekteler.
AYHAN KAVAK
Siverek 1 Nolu T Tipi Hapishanesi A-3
Siverek/Ş.URFA

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...