Fotoğraf “Anda Duran” mı Yoksa Durmadan Çoğalan mı ya da Fotoğraf Sanat Ailesine Ne Zaman Katıldı?

Adil Okay kullanıcısının resmi
"İster sanat için, ister haber için fotoğraf çekelim; fotoğrafı “taraflı” çekeriz. O güne kadar biriktirdiklerimizle çekeriz. Tarafsızlığın da “taraf” yani statükoculuk olduğu ortamda, deklanşöre basarken elbette birikimlerimiz - vicdanımız – dünya görüşümüz devreye girer. O halde artık inkâr edilmeyen ayan beyan gerçekler, fotoğraf çekerken vicdanımızı rahatsız etmelidir. Sözünü ettiğim bu “gerçeklik”; gözyaşlarıdır, kapitalizmin tahrip ettiği doğanın ve insanların çığlığıdır. Çok güzel ve gerekli olduğuna inanıp hayranlıkla izlediğimiz temiz doğa fotoğrafları, “mutlu aile albümleri” yanı sıra bu “çığlığı” da fotoğraflamak gerekmektedir."

 
Adil Okay
 
Fotoğraf “Anda Duran” mı Yoksa Durmadan Çoğalan mı ya da Fotoğraf Sanat Ailesine Ne Zaman Katıldı?
 
Çağımızda hiç bir sanat eseri “fotoğraf” kadar dikkatle izlenmemiştir. İnsanlar kendi fotoğraflarını, sevgililerinin ve/veya çocuklarının fotoğraflarını hayranlıkla izlemiş ve evlerinin başköşelerine asmışlardır. Psikanaliz, resmin ve fotoğrafın kaynağında “Mumya Kompleksi”ni bulmuştur. “Bir insan kendi fotoğrafını neden karşısına asar” sorusunun yanıtı da burada yatar. Eski Mısır’da “yönetenler ve mülk sahipleri” ölümden sonra mumyalanmayı “ölümsüzlüğe ulaşma” amacıyla vasiyet ederlerdi. Rönesans’a gelince portre resimleri mumyaların yerini aldı. Tabi bu dönemde de “resim” (mumya gibi) varlıklıların ve imtiyaz sahiplerinin sahip olabileceği bir “sanat eseri”ydi. Modernizmle birlikte yaygınlaşan ve orta sınıflara da hizmet sunan “portreci sokak ressamları” ise, fotoğrafın icadından sonra giderek azaldılar. Bunun bir nedeni de portre ressamlarının çalışmalarının “sanat” değil “zanaat” oluşuydu. Onların yerini “şipşak fotoğrafçılar” aldı. Hatta portre ressamlarının birçoğu “fotoğrafçılığa” geçiş yapıp, resim becerilerini “rötuş”ta kullanmaya başladılar. Malum o dönemde henüz “photoshop” yoktu. Bu gün rötuş işlemi bilgisayarda yapılmaktadır.
 
Fotoğrafın tarihi ve şairlerin tepkisi
İsa’dan önce Aristo, herhangi bir delikten bakarak güneşin ya da ayın resminin muhafaza edilebileceğini söylüyordu. Bin yıl sonra da Arap bilim adamı Alhazen karanlık odadan söz etmiş, herhangi bir görüntünün kutudaki delikten geçerek karşı duvara ters olarak düştüğünü söylemişti. Alhazen’den 500 yıl sonra Rönesans’ın üstadı Leonardo Da Vinci el yazmalarında siyah oda sorununa işaret etti.  Yani 16. Yüzyıl ortalarından itibaren karanlık oda artık biliniyordu. Ancak gümüş klorürlü kâğıt üzerine bildiğimiz ilk fotoğraf 1816 da Fransız Niepce ve Daguere tarafından gerçekleşti. Nihayet 1888 yılında peliküller ticari madde haline getirildi modern fotoğrafçılık doğdu.
 
19. Yüzyılda Anzeiger: “Tanrı inancı gelip geçici akislerin tespitini günah saymıştır. Doğa ve insan tanrının siluetidir” diyerek, semavi dinlerin fotoğrafa bakışını ifade etmiştir. Anzeiger’e göreBu siluet ancak Tanrısal ilham kaynağına sahip sanatçılar tarafından betimlenebilir. Sıradan insanların ellerine alacağı bir makineyle değil. Bu tanrıya bir hakarettir.” Şair Baudelaire ise “fotoğraf sanatın hizmetçisi olmalıdır” diyerek, fotoğrafa karşı seçkinci bir tavır geliştirmiştir. Andre Malraux’ya göre “fotoğraf, sanatın taklidinden ibarettir… plastik gerçekçiliğin parçasıdır…” Dada’cı akımın yaratıcılarından Tristan Tzara, 1922 de: “Kendine sanat adını veren her şey gut illetiyle yatarken, fotoğrafçı binlerce mumluk lambasını yaktı…” diyerek fotoğrafın sanat ailesine girişini selamlamıştır. Frankfurt Okulu filozoflarından Benjamin’e göre ise fotoğrafçılık, plastik sanatların tarihinde önemli bir yere sahiptir. Ona göre fotoğraf ve sinema, gerçekçilik duygusunu doğrudan doğruya özünde ve kesinlikle karşılayan buluşlardı.
 
Konu hakkında değişik görüşler olsa bile, Fotoğrafın, sanat tarihinin yeniden yazılımına sunduğu katkı inkâr edilemez.
 
Fotoğraf ne zaman “sanat”la buluştu
Sanat ile fotoğraf ilk olarak 1920’li yıllarda Sovyet fotomontaj uygulamalarında ve dadacılar ile sürrealistlerin fotoğrafı akımlarının merkezine koymalarıyla birleşmiştir. Ama ancak 2. Dünya savaşından sonra “Sanat olarak fotoğrafi”den genel olarak söz edilmeye başlanmıştır. Howard Becker de 1839 yılını fotoğraf ve sosyolojinin doğum yılı olarak ilan etmiştir. Ancak “Fotoğraf sanat mı, klonlama mı, yeniden sunum mu” tartışmaları 1980’e kadar devam etmiştir. Walker Evans’ın, Edward Neston’un baş yapıtlarını fotoğraflayıp, “kendi fotoğrafları” olarak sunması üzerine tartışma yeni bir boyut kazanmıştır. Fotoğraf 1980’lerden sonra medya ile kurduğu ilişki sayesinde güçlenmiştir. H. B. Kahraman, “Bu gün medya-sanat ilişkisinin neredeyse tümüyle “görsellik” ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.” derken haksız değildir. Yazılı kültürden görsel kültüre geçişte fotoğrafın önemi büyüktür.
 
Fotoğraf ile resim sanatı arasındaki ilişkiyi en iyi açıklayan örneği de Camille Recht, keman ve piyanodan yola çıkarak vermiştir: “Kemancı sesi önce oluşturmak zorunda. Sesi aramak ve şimşek hızıyla bulmak zorundadır. Piyanistin sesi hazırdır. Tuşa basar ses çıkar. Ama her ikisi de sesi dönüştürmek zorundadır. Araçlar da gerek ressamın gerek fotoğrafçının emrine amadedir. Ressamın çizimi renk oluşturması kemancının ses aramasına benzer. Ancak yine de kemancının ve ressamın avantajı vardır. Mekanik yasalarla kısıtlanmazlar…”
 
Aslında bu gün de Baudelaire ve Malraux gibi “fotoğraf”ı sanat saymayan sanatçı ve eleştirmenler vardır. Türkiye’nin en önemli fotoğrafçılarından Ara güler de yaptığı işin “sanat” olmadığını söylemektedir. Bu konu tartışmaya açık olsa da artık genel eğilim fotoğrafın da sinema gibi sanat disiplinleri arasına girdiğidir. Bu gün fotoğrafla yakalanan imgelerden söz ediyoruz. Şairin şiirde, ressamın tuvalde yakaladığını – yarattığını fotoğrafçı deklanşöre basarak yakalamakta ve yaratmaktadır. Örneğin Gustave Courbet’in “Origine du monde- Dünyanın Merkezi” adlı tablosunun yarattığı izlenimi, yani insanlığın başlangıcının kadın rahmi olduğu gerçeğinin imgesel ifadesini, bir fotoğrafçı (Ali Osman Abalı) bir karede yakalayabilmektedir. Bana göre, her iki yapıt da aynı imgenin farklı disiplinlerle ifadesidir. Fotoğraf bu imgeyi daha görünür kılmıştır. Courbet’nin resminde ise, tablonun adının, “dünyanın merkezi” olması bizim bu imgeyi yakalamamıza olanak sağlamaktadır.
 
    Fotoğraf çekmek… Bakmak ve görmek
John Berger’e göre: “Görme eylemi ilk etapta gözün retinasını ilgilendirir. Görme, sözden yazıdan önce gelir… Bakmak ise bir seçme edimidir”. Ona göre fotoğraf makinesi resmin biricikliğini değil, resmin taşıdığı imgenin biricikliğini ortadan kaldırmıştır. Fotoğraf makinesinin bulunuşuna kadar insanlar her şeyi çıplak gözle görebileceklerine inanıyorlardı. Perspektifle yapılmış her taslak ya da yağlı boya resim, seyirciye dünyanın biricik merkezinin kendi olduğunu söylüyordu. Fotoğraf makinesi dünyanın böyle bir merkezinin olmadığını gösterdi. Ancak fotoğraf, resmin biricikliğini değil, resmin taşıdığı imgenin biricikliğini ortadan kaldırdı, çoğalttı, anlamı yeniden üretti.
 
Fotoğrafın sanat olduğunu savunanlar şu gerçeğin altını çizmektedir: “Fotoğraf makineyle değil yürekle ve bilinçle çekilir.” Katılıyorum ancak o yüreğin ve bilincin de zenginleşmesi gerekmektedir. Yoksa gelişmiş dijital makineyle deklanşörü otomatiğe takarak tesadüf yakalanan bir kare o fotoğrafçının sanatçı olduğunu göstermez. Bir “iyi şiir”le şair olunamayacağı gibi.
 
Yazar ve fotoğrafçı Özcan Yaman da bu konuda kafa yormuş ve “Fotoğraf ne zaman kendini gösterir?” diye sorup, yanıt aramış: “Bence demlendikten sonra. Nasıl demlenir? Fotoğraf, önce bu günü okuyan ve gelecekle bağlantısını kuran, sonra bugün için sıradan olanı ayırt edebilen bir beyin ister. Sonra bu durumu görselliğin diliyle yani fotoğrafla yapabilecek bir göz ister. Sonra teknik becerilerle uğraşmak ister, en sonunda da arşivlenmek ister. Bu durum bir anlamda fotoğrafın demlenmesi olur. Zamanı gelince de paylaşılır. Tüm bunlar bilgi, yetenek, beceri ve sezgi ile başarılır. Sanatçı olmak da zaten bu durumu yaşamak/yaşatmakla mümkündür. Fotoğrafın demlenmesi bazen saniyeler içinde gerçekleşir bazen yıllarca sürer. Bu hayat ile fotoğraf arasındaki o güzel ilişkidir.”[i] Diyen Yaman, 'O Gün Gelince!' adını verdiği Gezi direnişinde çektiği fotoğrafların sergisinin temasını anlatırken de şunları söylemiştir: “Genelde sanatın, özelde fotoğrafın yaşamdaki karşılığını Gezi direnişlerinde gördük / yaşadık. Direnişlerin ruhu sanatla vücut bulmuştur. Yıllardır korunaklı alanlarda halka ulaşamayan ya da halkın ulaşamadığı sanat, Gezi direnişleri boyunca özellikle gençliğin orantısız zekâsı ile kendini göstermiştir. (…) Sanat sokaktı ve sokak öğretiyordu…”
 
Neyin Fotoğrafını çekiyoruz ve neden çekiyoruz.
Bu soruya her fotoğrafçı farklı yanıt verebilir. Şair-fotoğrafçı Mehmet Özer, Benim “Konuşan Fotoğraflar” adlı kitabıma yazdığı önsözde bu sorunun yanıtını şöyle vermiş:
Neden Fotoğraf çekiyoruz: Toplumsal belleğimizi diri tutup, tarihimizi ışıkla, zamanla yazdığı için. Ve sözün tükendiği yerde fotoğraf konuştuğu için.
 
Neyin Fotoğrafını Çekiyoruz: Ellerimizde zamana ve ışığa hükmeden kalbimizle, kalabalık caddelerin, ırmak gibi akıp giden yürüyüş kortejlerinin, vitrinlerden yansıyan yoksulluğumuzun fotoğrafını çekiyoruz. Kuşun bile yuva yaptığı bu dünyada evsizlerin, yurtsuzların büyük yoksulluklarının fotoğrafını çekiyoruz.
 
Adına fotoğraf makinesi dediğimiz göğsümüzün üstünde sallanıp duran kalbimiz, aklımızın süzgecinden geçen kalbimizin de onayladığı ayrılıkların, acıların, kederlerin fotoğrafını çekiyoruz. İşgalcilerin kül ve enkaza çevirdiği kentlerin ve külün içindeki közün fotoğrafını çekiyoruz. Serin dağ başlarında konuklarını bekleyen rüzgârın, kayalarda ağlayan suların, bize birlikte yaşamayı öğreten ağaçların fotoğrafını çekiyoruz. Anne acılarının, çocuk sevinçlerinin ve açlıktan küçülen bedenlerin fotoğraflarını çekiyoruz. Dışlanmışların, ötekilerin, renklilerin fotoğrafını çekiyoruz. Hayatın ve aşkın, vefanın ve vicdanın fotoğrafını çekiyoruz. Yolların, yolculukların, bir sırt çantasına sığdırılan bir ömrün fotoğraflarını çekiyoruz.”[ii]
 
Ben neden fotoğraf çektim.
Ben neden fotoğraf çekiyorum: Söz bana yetmediğinden ve unutmaya direnmek için belki. Malum “hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür”. Bu nisyana (unutmaya) tepki olarak yani tarihe not düşmek, resmi tarihin iğdiş ettiği zihinleri uyandırmak için diyebilirim. “Belgesel fotoğraf”çılar, “toplumsal belgesel fotoğraf”çılar da bu işi başarıyla yapmaktadır. Ancak her belgesel fotoğraf da sanat sayılmamaktadır. Fotoğrafın diğer sanat disiplinlerinden farkı buradadır. Bir şiire eğer “şiir” diyorsak o bir sanat eseridir. Beğeniriz – beğenmeyiz ayrı konu. “Gerçekçi, Toplumcu gerçekçi, Üst gerçekçi, Alt gerçekçi, Büyülü gerçekçi, Post gerçekçi, İmgeci gerçekçi veya Kübik” akımla yazılmış diye şiiri beğenmeyen olabilir. Ama bu öznel bakış, o şiirin “şiir” olmadığı, yani sanat eseri olmadığı anlamına gelmez.
 
Fotoğrafta ise değerlendirme daha çetrefillidir. Melek Ulagay’ın küratörlüğünde “Roboski”de çekilen fotoğraflardan oluşan çok başarılı bir sergi izlemiştim. Fotoğrafları çeken Caner Özkan özel sohbetimizde “Toplumcu Belgesel” fotoğraf akımına yakın olduğunu ifade etmişti.  Ancak fotoğrafları şiir imgesi gibi izleyenleri sarsıyor, alıp götürüyor, anlamı yeniden üretmemize olanak sağlıyordu. Yine Mehmet Oflazoğlu’nun beğeniyle izlediğim “Kumun Ateşle Dansı” adlı fotoğraf sergisi bende, Muzaffer Oruçoğlu’nun “Madenciler” resim serisiyle aynı etkiyi – izlenimi bıraktı. Bu anlamda hangi fotoğraf(lar)ın sanat sayılıp sayılmayacağı da (elimizde veriler-kıstaslar- ipuçları) olsa da yoruma açıktır. Ben ise, “Konuşan Fotoğraflar” adlı kitabımda yer alan fotoğrafların daha çok “toplumsal belgesel” akıma yakın olduğunu düşünüyorum. Zira söz konusu kitabımla; sürgün yıllarımda çeyrek asır boyunca üç kıtadan çektiğim fotoğraflardan bir seçki yapmış ve tarihe not düşmeye çalışmıştım. Diğer yandan “12 Eylül ve Filistin günlüğü” adlı kitabımın eleştirmenlerce değerli bulunmasının bir nedeni de: Yazdıklarımın, o dönemde çekilmiş fotoğraflarla desteklenmiş olmasıdır. 1982 Lübnan’ında İsrail’in bombalaması sonucu bir ayağını kaybeden küçük Fatma’yı beraber kaldığımız hastanede, İsrail’e karşı savaş sürecinde hayatını kaybeden arkadaşlarımı Filistin kamplarında fotoğraflamamış olsaydım, yazdıklarım önemli sayılsa da belgesiz-kanıtsız “anı” olarak kalırdı.
 
Sonuç itibariyle
İster sanat için, ister haber için fotoğraf çekelim; fotoğrafı “taraflı” çekeriz. O güne kadar biriktirdiklerimizle çekeriz. Tarafsızlığın da “taraf” yani statükoculuk olduğu ortamda, deklanşöre basarken elbette birikimlerimiz - vicdanımız – dünya görüşümüz devreye girer.
 
O halde artık inkâr edilmeyen ayan beyan gerçekler, fotoğraf çekerken vicdanımızı rahatsız etmelidir. Sözünü ettiğim bu “gerçeklik”; gözyaşlarıdır, kapitalizmin tahrip ettiği doğanın ve insanların çığlığıdır.
 
Çok güzel ve gerekli olduğuna inanıp hayranlıkla izlediğimiz temiz doğa fotoğrafları, “mutlu aile albümleri” yanı sıra bu “çığlığı” da fotoğraflamak gerekmektedir.
 
okayadil@hotmail.com
 

Kaynakça:
Fotoğraf neyi anlatır, Derleyen: Caner Aydemir, Hayalperest yayınları, İstanbul, 2009.
W. Benjamin, Akt:Jerome Binde, Le Monde Diplomatik, “zamanın geleceği”, Nisan 2002.
Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı yay., İstanbul, 1996.
Andre Bazin, Fotoğraf görüntüsünün ontolojisi, Çağdaş sinemanın sorunları, Bilgi yayınevi, İstanbul, 1995.
H. B. Kahraman, postmodernite ile modernite arasında Türkiye, Agora kitaplığı,İstanbul, 2007.
 

[i] Özcan Yaman, “Fotoğraf ‘tarihe düşülen not’tur!’, Evrensel Gazetesi, 25.04. 2014

[ii] Mehmet Özer, Neden fotoğraf çekiyoruz, “Konuşan Fotoğraflar… Adil Okay.”, Ütopya yayınevi, Ankara, 2009.

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...