DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI XXIII - XXIV

Görülmüştür kullanıcısının resmi
" Şiir ve müziğin ilişkisi hakkında önemli saptamada bulunur Adonis: ‘’Kusursuz ezgiler insan sesiyle ortaya konduğundan, yani ses tellerinin doğal şarkısından çıktığından, şiir de bir anlamda ses tellerinden elde edildiği için, şiirin müzikle iç içe olması, şarkı ve müzik olarak doğaldır. Başka bir deyişle kusursuz ezgiler, ruha haz verme özelliğinin yanı sıra onu heyecanlandırmak, hayal kurdurmak ve düşünceye sevk etmek için yazılan şiir sözlerine bağlı ezgilerdir. (...) Paul Valery,’’ Düz yazı koşarak, şiirse raks ederek ilerler’’ der. Raks etmek için müzik lazım. O zaman ‘’şiirin müzikle iç içe olması, şarkı ve müzik olarak doğaldır.’’ O zaman şiir raks etmeye başlar..." Ayhan KAVAK 2 Nolu T Tipi Hapishane A-17 Tarsus/MERSİN

 
   DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI    XXIII
Madde 221: Beş üçlük dizenin ardından dörtlük bir dize geliyorsa bu şiir biçimine Vilanel deniyormuş. Şiirin başındaki bir iki dize dörtlük dizenin son iki dizesine de tekabül etmekte. Vilanel tarzında yazılmış örneklerin en iyilerinden birini Dylan Thomas’ın ‘’Gitme o güzel geceye usulca’’ şiiri oluşturur.
Madde 222: İlkin İtalya’da ardı sıra Avrupa Edebiyatı’nda rağbet görmüş şiir formu olan Sone’nin esas biçimi 14 mısradan oluşurken bu mısralar iki dörtlü ve iki üçlü kıtadan teşkil eder. Sonenin kafiyesi genellikle (abba),(abba),(cdc) ve (dcd) şeklindeyken üçlüklerin farklı çeşitlemeleri de; (cdc), (cdc), (cdd), (cdc) diye kurulur. Dörtlük ve üçlüklerin birbirleriyle ilintisi bekleyiş-ulaşma, gerilim-gevşeme, iddia-kanıt şeklindedir. Hasılı teması öznel yaşantıların düşünce düzleminde somutluğa kavuşturulduğu bir şiir biçimidir.
Madde 223: Bilinen  Sone tarzı şiir yazanlardan biri de Shakespeare’dir. Shakespeare ilk kez 1609’da sonelerini yayınlatmıştır. Onda aşk ve dostluk temaları üzerinden hayal kırıklığı, ayrılma, huzursuzluk, suçluluk, yabancılaşma, yenilgi gibi haletiruhiyesini yansıtan sonelerinde ölüm ve zamanın baskınlığı öne çıkar. Shakespeare’de güçlü tasvirler ve düşünce yoğunluğu belirgindir.
            Soneyi Türkiye’de de ilkin Edebiyat-ı Cedideciler kullanmıştır. Tevfik Fikret de bunlardandır.
Madde 224: William Faulkner, Mektuplar’ında (Hece Yay.) bir dostuna 1944’te şöyle yazmıştır: ’’Savaş yazım için kötü. İnsanın geride bırakmaya dair umutlarının olduğu tüm mağara içgüdülerinin bu yoğunlaşması ve yüceltilmesi, aslında sanatın güvenilirliği, sürekliliği ve hakikati olan yazı işindeki tüm boşluk olan yerin zorla önceden ele geçirilmesiyle gün ışığına çıkarılmıştır. Bir şeyler geri çekilmelidir; umarım yazma sanatı önceden olduğu gibi tekrar gerçekleşir. ‘’ Adorno da Auschwitz’den sonra sanatın yapılamayacağını belirtilmişti. Umutsuzluk kırıldığında yani savaşlar ne kadar tahripkâr olursa olsun tekrardan gerçekleşir yazma sanatı.
Madde 225: Ahir ömrünü kimsesizler yurdunda, ıslahevinde ve hapishanede geçiren Jean Genet hakkında “İkinci Hayat”ta (Nurdan Gürbilek, Metis) şöyle yazar: Genet, kitaplarında yazılanları hemen sahiplenecek insanların değil, ona hazırlıksız yakalanacakların eline geçmesini istiyordu. ‘’Kitaplarımın tutucu bankacıların eline geçmesini, köylü kulübelerine girmesini, polis memurlarının ya da kapıcıların... eline geçmesini isterdim.’’ Ona neden (argo değil de) iktidardakilerin diliyle yazdığı sorulmuştu. İktidarın dilini kendinize mal etmenizi ‘’hizmetçilerin Hanım’ın elbiselerini sahiplenme biçimine benzetebilir miyiz? Soruyu, düşmana söylenecek şeyi onun dilinde söylemek gerektiğini söyleyerek cevaplar Genet; ‘’Beni işitmeliydiler’’ der... Ebedi verimlerin daha geniş kitlelere ulaşması sorunu olup da yazanlar açısından önem arz eder.
Madde 226: Gürbilek’in İkinci Hayat’ındaki dipnotta Necatigil’den bahseder: Behçet Necatigil’in şiir burçları; Gurbet burçlarında şair ıssız bir adadadır, eline geçirdiği öteberiyle kendine taklidin, rastlantının, sezginin önderliğinde bir barınak kurar. Hasret burcunda kendi şiirini, kendi sesini özler, dünyaya kendisi biçim vermek ister. Hikmet burcunda bir sınıra gelip dayanmıştır. Dünyayı bir biçime sokmanın zorluğunu fark ederek daha karamsar bir bakışla, fazlalıkları ata ata çalışır. Şairlerin çoğunun gurbet ve hasret burcunda kaldıklarını, daha kalıcı olan şiirin hikmet burcunda yazıldığını söyler Necatigil. Hikmet burcunda yazan yaşayan şairler ne kadar da az...
Madde 227: Gogol (1809-1852) Palto adlı eserinde Rus Çarlığı dönemindeki devlet kurumlarını, alt memurların amirlerince aşağılanmaları, maaşlarının azlığı durumunu işler. Trajik sonu olan Palto’da Gogol’un mizahi diliyle akıcı bir öykü olmuştur. Mottolaşmış, ‘’Hepimiz Gogol’un palto’sundan çıktık.’’ sözü de Dostoyevski’ye aittir.
Madde 228: Nükhet Esen’in “Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar”da geçer: Modernist romanda karakter-anlatıcı çok daha fazla öne çıkıyor artık. Çünkü insanların içini, ruhsal durumunu, altta kalanı göstermeye çalışıyor metin ve bunun için de anlatıbilimde iç konuşma veya bilinç akışı denen yöntemleri kullanıyor. Örneğin İÇ ÇÖZÜMLEME denen anlatım biçiminde, anlatıcı bir karakteri ‘’Şöyle insandır, böyle insandır, aslında çok iyimserdir’’, gibi sözlerle anlatır; yani anlatıcı karakteri çözümler. Halbuki İÇ KONUŞMA’da doğrudan karakterin zihninden geçenler, düşündükleri, alıntı şeklinde, çoğunlukla tırnak içinde verilir bizlere. Böylelikle karakteri sanki doğrudan görürüz, duyarız, onun psikolojisini, iç dünyasını anlar ve nihayetinde de onu bir birey olarak tanırız. BİLİNÇ AKIŞI’na gelince işler iyice karmaşık bir hal alır. Bu türden bir anlatım, tıpkı gerçek hayattaki düşünme şeklinde olduğu gibi, hiç bir zaman tam cümlelerle meydana gelmez. Bizler sadece konuşurken cümle kurarak konuşuruz. Fakat düşünürken bölük pörçük heceler,  kelimeler halinde düşünürüz. Zihnimizdeki çağrışımlarla konudan konuya adeta akarız. Bilinç akışı tarzı bir anlatımda da, tıpkı bunun gibi, karakterin zihninden geçenler olduğu gibi, bölük pörçük bir biçimde verilir ve bizler o karakterin ruhsal durumunu çok daha yakından tanımış oluruz. Modernist anlatılarda birkaç tür anlatıcı bir arada kullanılabilir... Edebi verimlerde Ben’in konuşması hep bilinç akışı diye bellenir ki bunun gerçekliğini Esen’den öğreniyoruz.
Madde 229: Esen’den devamla, Kronotop kavramını ilkin Mikhail Bakhtin kullanmıştır. Bakhtin ‘’Romanda Zaman ve Kronotopun Biçimleri’’ adlı uzun makalesinde var olan edebiyat eserlerini sosyal ve politik bağlamlarına oturtmak için bu kavramı kullanmıştır. Bakhtin’e göre, bir metnin kronotopu belirli metin dışı tarihsel bağlamlarla ilişkidedir. Metnin dışındaki hayatın, zaman ve mekân tanımı bir metnin kronotopuna sızar. Her kurgu yalnız yapay, üretilmiş değildir; belirli bir zamanda belirli bir kültürdeki zaman ve mekân ilişkisi veriler, belirleyiciler olarak o kurguda yansır. Yani bir tarihi roman saf bir şekilde geçmiş olayları aktarmaz; mutlaka onları yazıldığı zamanın ve yerin değerlerinin etkisiyle anlatır.
Madde 230: Bakhtin’e göre metnin, sosyal ve tarihi bağlamı, yani dış dünya, metnin tüm varlığı boyunca onu etkileyen zeminidir. Yani bir metnin zaman/mekân ilişkisi her zaman kendi dışındaki sosyal ve tarihi çevrenin zaman ve mekân ilişkisi bağlamında algılanmalıdır... Bir metnin yazılma anında yazarın içinde yaşadığı zaman ve mekânın algılanış biçimi metne yansır. Aynı şekilde, bir metnin okunma anında da okuyucunun içinde bulunduğu zaman ve mekân ilişkisi okuyucunun o metni algılamasında belirleyici olur.
 
DUVAR YAZISI EDEBİYET KAYINTISI
XXIV
Madde 231: Christine Brooke-Rose, ‘’Palimpsest Tarih’’ başlıklı makalesinde (Umberto Eco’nun ‘’Yorum ve Aşırı Yorum’’ eseri içinde yer alır, Can Yay.) şöyle der. ‘’ Roman köklerini tarihsel belgelerden almıştır ve tarihle her zaman çok yakın bir ilişkisi olmuştur. Ancak romanın görevi, tarihin görevinin aksine, entelektüel, ruhsal ve imgelemsel ufuklarımızı en uç noktasına dek genişletmektir. Gerçekliği doğaüstüyle ve tarihi ruhsal ve felsefi yeniden yorumla karıştırarak palimpsest tarihler tam olarak bunu yapar’’ der. Bu izlekten yaklaşıldığında İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası ve diğer romanlarını palimpsest tarihi romanları diye niteleyebiliriz. Anar, Osmanlı Ttarihi’nden kesitleri kendi romanında işlerken yeni bir bakış getirmiştir. Anar, doğaüstü olayları ve gerçekçiliği harmanlarken tarihi psikolojik ve felsefi argümanları kullanarak yeni bir yorum sergiler... Eco, Fuentes, Rushdie, Marquez gibi yazarlarda da palmpsest tarih roman özellikleri vardır...
Madde 232: Latin Amerika’nın sınırlarını aşacak Büyülü Gerçekçilik akımı 20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkar. İlkin Kübalı yazar Alejo Carpentier tarafından kullanılmış olan Büyülü Gerçekçilik kavramı, gerçeklik algısının sınırlarını genişletmek açısından, gerçeklik ile hayal, fantastik ve büyülü argümanları birlikte kullanma üzerine şekillenmiştir. Büyülü Gerçekçilik akımıyla ürünler veren yazarların en bilinenleri Arjantinli Jorge Luis Borges ve Kolombiyalı Gabriel Garcia Marquez’dir. Keza Fuentes de bilinenlerdendir.
Madde 233: Montaigne (1533-1592), 1580 yılında ‘’Denemeler’’ adlı eserini yazmıştır. Bu kitap Denemelerin başlangıcı olarak kabul edilir. Montaigne Latincenin yerine Fransızca yazmış öncüllerden olmuştur. Denemeler’inde insanı mutluluğa götüren bilgelikten ve özgürlükten sıkça bahseder. Eseri iç konuşma tarzında insan ve insanla alakalı her konuyu işleyerek samimi bir üslup geliştirmiştir.
Madde 234: Denemeler’de pek çok bilgenin düşüncelerini yorumlamıştır. Ayrıca birçok yazardan da alıntılar yapmıştır.
Montaigne, Platon’dan 128, Lukretius’tan 149 ve Seneca’dan 130 alıntı yapmıştır. Alıntı yaptıkları düşünürlerin kendisinden daha şık ve güçlü ibareler kullandığından onların sözlerine yer verir.
Madde 235: Meletus bir şair imiş. O ve politikacı Anitus ve hatip Likhon Sokrates’i şikayet etmiş, neticede idama mahkum ettirmişlerdi. Sokrates’in ölümünden sonra; İsokrates’in anlatımına göre, Euripides’in Palameder adlı oyunu izleyenler, Sokratesin her adı geçtiğinde gözyaşı dökmüşler. Diogenes Laertios’a göre, Sokrates’in ölümünden kısa süre sonra Atinalılar, Meletus’un idamına karar verirken Anitus ve Likhon’u da sürgüne yollarlar...
Hangi çağda olursa olsun kendine şair diyen birinin böylesi yaklaşımlarını yadırgarım. Şairliğin naturasına aykırı bir duruş sergilediklerini düşünürüm.
Madde 236: Paul Auster’in 4321 adlı oylumlu romanında Fergusan ve üç hayali versiyonun hayatı kurgulanmış. Asıl Fergusan ve olası Fergusanların anlatışında üç Fergusan ölürken asıl Fergusan yazar olarak devam eder. Dört versiyondan bir versiyona inişinden dolayı adı 4321 konulmuş. Asıl Ferguson’un hayatı ‘’ya öyle olmasaydı, böyle olsaydı’’ diye hayal edilmiş, bir nevi otobiyografik kesitler barındırmıştır. Roman 20. Yüzyılın ikinci yarısının Amerika’sına projeksiyon da tutar. Soğuk savaş Rosenbergler, Kennedy, M.L King, 68 olayları, Vietnam Savaşı vb. hususlar roman sanatı içinde kendine yer bulmuştur.
Madde 237: 4321’den öğrendim. Edgar Allan Poe yazar olmak isteyen birine yazdığı mektupta verdiği öğüt şöyleymiş; ‘’Dikkatle gözlemle-çok oku-az yayımla-ukalalıktan uzak dur- ve hiçbir şeyden korkma... Her yazar için ders çıkarılacak bir saptamadır...
Madde 238: Yazarlık yolunda ilerleyen Ferguson’un okuduğu Dostoyevski’nin Suç ve Cezası hakkında belirttikleri; “...(E)ğer bu bir kitabın ulaşabileceği nitelikse, eğer bu bir roman insanın yüreğini, aklını ve dünya hakkındaki duygularını etkilemesine bir örnekse, o zaman roman yazmak insanın hayatında yapılabileceği en iyi şeydi, çünkü Dostoyevski ona kurgulanmış hikayelerin eğlence ve vakit geçirme aracı olmanın çok ötesine geçebileceğini, insanı alt üst ve ters yüz edebileceğini, insanı hem yakıp kavuracağını hem donduracağını hem de çırılçıplak soyup evrende kopan fırtınaların içine fırlatacağını öğretmişti...‘’ Dostoyevski romanlarının okunup analiz edilmesi elzem elbet.
Madde 239: Şiir ve müziğin ilişkisi hakkında önemli saptamada bulunur Adonis: ‘’Kusursuz ezgiler insan sesiyle ortaya konduğundan, yani ses tellerinin doğal şarkısından çıktığından, şiir de bir anlamda ses tellerinden elde edildiği için, şiirin müzikle iç içe olması, şarkı ve müzik olarak doğaldır. Başka bir deyişle kusursuz ezgiler, ruha haz verme özelliğinin yanı sıra onu heyecanlandırmak, hayal kurdurmak ve düşünceye sevk etmek için yazılan şiir sözlerine bağlı ezgilerdir.’’
Madde 240: Paul Valery,’’ Düz yazı koşarak, şiirse raks ederek ilerler’’ der. Raks etmek için müzik lazım. O zaman ‘’şiirin müzikle iç içe olması, şarkı ve müzik olarak doğaldır.’’ O zaman şiir raks etmeye başlar...
 
                                                                                                                      Devam edecek...
Ayhan KAVAK
2 Nolu T Tipi Hapishane A-17
Tarsus/MERSİN

 
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...