ÖLÜMÜN KIYISINDA

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Dört bir taraftan taş yağdı. Cenazeler oracıkta kaldı. Ben de koştum. Taşlardan biri bacağımı sızlattı ya aldırmadım. Bereket çürüktü, düştü, un ufak oldu. Taşların etki alanından çıkıp da Sütçü İmam'ın oraya geldiğimde ırkçılığıyla ünlü tarih öğretmenimiz Yalçın Özalp'ı anımsadım.

Türklerin düşmanlarını at nalı biçiminde kuşatıp yok ettiklerini, gözümüzün içine bakar, sesine tehditkâr bir hava katarak anlatırdı. Anlaşılan, düşman bizdik ve bugün ki at nalı kapanı da bize karşı işliyordu. Ara caddelerden hastaneye doğru koşarken genişçe bir yere geldik. İsyanı bastırılmış bir ordu gibiydik. Çaresiz, öfkeli...  On altısında, bilemedim on yedisinde bir genç, ansızın kucağımıza düştü. Belki Kale'den, belki Mağaralıdan gönderilmişti. Ortalığı keşfedip gidecekti. Delikanlı, olup bitenden habersiz, uyku sersemi gibi davrandı.
''Vallahi abi bir şeyden haberim yok!''
Çembere alınmış, titriyordu. Uzun ifadesini alırken, dayısının oğlu Haci Örnek'in elinde bir kama ışıdı. Kama kalktı, ensesine saplanıyordu ki,  ''Bırakın!''  diyerek itiraz etti biri. Abbas'tı  bu.  Örgütümüzün lideri. Eli havada kaldı Haci'nin. Oğlan, canını kurtarmanın hafifliğiyle uzaklaşıp gitti.
Hastaneye çıkan Orta Kahvenin önü mahcup, şaşkın insanlar doldu. Kimi gördüklerini anlatıyor, kimi de sus pus düşünüyordu. Biri, kalabalığın içinde ''Ali!'' dedi. Döndüm ki, sınıf arkadaşım Hanım Erdemoğlu. Sonra bir, iki derken çoğaldılar. Hepsi değişik illerden gelmiş, korkudan titreyen kızlardı.
''Ortada kaldık, ne yapacağız?'' 
Hülya'yı gördüm.
-Hülya! Dememle gülümsedi, konuşmamı bekler gibi durdu.
-Arkadaşlara bir yer lazım, ne yapacağız?
-Bize gideriz, dedi aynı gülüşle.
Kızlar, minnet dolu bir bakışla teşekkür edip ayrıldılar.   
Akşama doğru Malatyalı Tekelci Hüseyin, beni, Uzun'u, İnan Hocayı ve tanımadığım birini alıp evine götürdü. Giderken, cadde boyu üç dört kişinin pusa pusa Mağaralı’ ya doğru gittiklerini gördük. Her birinin elinde bir tabanca… Apocu olarak bilinen, koca kulaklı, esmer olanı okuldan, diğerlerini de mensup oldukları örgütlerden tanıyordum. Güldük, küçümsedik onları.
''Maceracılar!'
      Tekelci Hüseyin, otuz beşinde, saçına ak düşmüş, boylu boslu, yakışıklı biri. Gri, beton evinin ikinci katına çıkardı bizi. Girişi yukarıdan, önü surlu bir ev... Mağaralıyla aramız, çamlığa çıkan, siyah taşlarla kaplı, dik daracık bir sokak. Sesli konuşmamaya, perdeleri açmamaya özen gösteriyoruz. İlk gece böyle geçti. Işıkları söndürdük, sabaha kadar uyumadık. Bir çakımız bile yok. Onu geç, evi yaksalar işimiz bitik.
23 Aralık Cumartesi. İkinci gün de orada geçti. Suya zehir atıldığı söylentisi oldukça tedirgin etti bizi. Su içemedik. Her camide bir ses… Perdelerin gerisindeki dumanları seyrediyoruz. Yusuflar, Serintepe, Mağaralı, Dumlupınar, Yenimahalle, Sakarya, İsadivanlı, Duraklı ve Karamaraş yanıyordu. ''Yakıyorlar!'' dedi ev sahibi.
İlk gün makarnaya, ikinci gün pirinç aşına talim ettik. Geceleyin arkamızda bir ev kundaklandı. İnekler böğüre böğüre yandı. Ya insanlar? Bilmiyoruz. Yanık-leş kokusu içeriye kadar sızdı. Sinirleri bozuldu Uzun'un.
-Çamlığa vurulup Ahır Dağı üstü gideceğim!
-Nereye?
-Nereye olursa…
Önerisine katılan olmadı. O da vazgeçti. Haydar'ı düşündüm, nerede acaba? Sonra Abbas'ı, o şahin bakışlı, çelik adamı... ''O da bizim gibi eli kolu bağlı oturuyor mu acaba? Yok canım, o ne eder eder bir şeyler yapar '' Sınıf arkadaşlarımı düşündüm, ağlayıp sızlamalarını.
''Ayıp oldu Hülya'ya, bir emrivakiyle başına bir sürü insan sardık.''
Çocukluğuma gittim. Tut Dağı'nı aşıp, Taşlık’ta nergis topladığımız günlere. Nergislere sümbül ekleyip istasyonda sattığımız günlere... Çimdiğimiz derelere, tırmandığımız kayalara, bağıra bağıra top oynadığımız o güneşli, güzel günlere...
Annemi düşündüm, merdivende ağıt yakar haliyle. Askerden dönmüş Yeşil'i, paytak yürüyüşlü, saf Güllü'yü, abimi, yengemi, çocuklarını... Ve de oturduğu yerden beni sahiplenen Aylin'i... Beyaz'ı… İlle de yanaklarına kadar kızaran, o şuh, şımarık gülüşünü... Dedelerimizin geldiği, kurbanlarımızın kesildiği, odamızın “Hallah hallah” sesleriyle inlediği, o uzun kış gecelerini. Hardalların boy attığı, arıların vızıldaşıp kelebeklerin uçuştuğu bahar aylarını... Babamın türbesini, çıkrıklı kuyumuzu, dut ağacımızı, ikiz servilerimizi ve altında  inek tuzladığımız yastı taşları, sulu gözlü Meryem ablamı, arkadaşlarımı, yoldaşlarımı ve de kardeşim Can'ı... Düşündüm ve ölümün kıyısında derin derin soludum.       
  Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
 Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
 Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
 Bu gün de ölmedim anne. 

         
 Ev sahibi, eşi, misafiri, İnan Hoca, dalıp dalıp gidiyorlardı. Uzun Mustafa yüzünü avuçlamış, uzun uzun düşünüyordu, kızgın, sabırsız...
 1. Cilt, Kırmızı Fare
Ali Rıza Aksın

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...