SADIK DEDE VE BERİSİ - 2

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
''Çok sürmedi, öldü babam. Senesi dolmadan da anam… Meyre'yle Xace kocada, Elif'se çocuktu daha. Meyre geldi, kırk gün kahrımızı çekti. Keferdiz'den Çolak Dede'yle (Aşık Mücrümi'yle) evliydi. Eloğludur, çeker mi? ''Durmasın gelsin!'' demiş.

Boyun kırıp, gitti fukara. Ağlaya ağlaya... Sütü memesinde kaldı malın. Koyundan koyun, inekten inek kırıldı. Anlayacağın virane oldu ev. Edem gitti, yüzüne bile bakmayacağı bir kızla evlendi. O, Kızlarmeydanı'na, bense Kelo'nun yurduna yerleştim. Ben Urum'un bacısı Basse'yi, o da bizim Elif'i severdi. Büyükler önayak olup berdel ettiler bizi. Karım; incik boncuk, peynir, çökelek satarak geçinen Mahmado’nun (Müftü‘nün oğlu) kızıydı. Mahmado deyip geçme, Karacoğlan gibi adamdı. Oturup türkü mürkü dizmez, hazır cevap bir aşıktı. Ana tarafını bilmem ama baba tarafı Tapo Ağa‘ya dayanırdı. Gel gör ki, onca araziden kendisine bir saban izi bile düşmedi. Karısı, Mirali'nin torunu Çavuş'un kızıydı. Çocuk baskını, fukara bir adamdı. Yosulluk içinde geçinip gitti. Geride oğlu Urum'la, Base, Xane, Xace, Nazey adlı kızları kaldı. ''
''Base'yi çok severdim, ananı da. Lakin onun hali başkaydı. İşe eli yakışır, esmer güzeli, utangaç bir şeydi. Dört çocuktan sonra, bir düşüğün ardından yatağa düşüp kalkmadı.''
''Ali’m çite çubuğa, Sadık’ım davara bakardı. Cacemse, Sakarat'tan Mırto Babalara sözlüydü. Ehmed'im şik edip (düşünüp) uçkurunu bağlayamayacak kadar bilmezdi. Gelenimiz gidenimiz çoktu. Yolcusu yolağı, ağası fukarası, sazımı sözümü dinler, Allah ne vermişse gönül hoşluğuyla yer giderdi. Kışı sehelde (ovada), yazı yaylada geçirirdik. Misafirimi ağırlayacak, malımı sağacak, katığımı çalacak, dolabımı çekip çevirecek diri bir kadına ihtiyacım vardı. Pulyanlı'nın ileri gelenlerinden İvike Mam e (Ongan'ların dedesi) ön ayak olup Sofular'a götürdü beni. Sofular ismi, Sof Dağı'ndan gelir. Sof Dağı Antep-İslahiye'de… Anan tarafı oralıymış. Sürü sürü koyunları varmış. Sonra ne oluksa bu yana gelikler. Koyun gibi de uyumlular… Ne yalan söyleyim ananı görür görmez vuruldum. Burnu azıcık büyüktü ya, ziyanı yok, dedim. Ne var ki, ninesi ''ölürüm de vermem'' dedi. Anası dul, kardaşı ergendi. Anasına Fatik a Şexe (Şexo‘nun Fatması), ninesine Gul a Memad (Mahmado‘nun Güle‘si) derlerdi ki, düşman başına. Başına buyruk, jandarma gibi bir kadındı. Kimi gönderdiysem geri çevirdi. Ananın ki gibi köfte bir burnu vardı. Nah dedi, nuh demedi. Umudumu kesmiş, başka  bir kapıya yönelecektim ki, Üvik e Mame (Mamo‘nun İbo‘su) atının üstenden bir kere daha geldi.''
-Dede müjde, o iş oldu!
-Nasıl?
-Sorma, dedi ağan güçlüymüş. Bir sabah evin oğlu kan ter içinde uyanmış. Rüyasında, ağzı köpüklü, boz bir devenin saldırısına uğrar. Kaçmış ama kurtulamamış. Kalktığında hâlâ sızlarmış sırtı.
Anası, 'Er gözüyle görüksün oğul. Deve dediğin dededir, erdir. Bunun atası Gök Gözlü Sadık Dede'yi bilmezsin sen. Bir deliydi ki sorma! Kızdığına inme iner, ocağı söner, soyu kururdu. Adamın niyeti belli; 'Kızı vermezsen, oğlanı alacağım,' der. Bundan daha açık beher mi olur? İyisi mi verip kurtulalım...'
''Anası razı oldu ya, nenesi Çapar Gule, 'Torunumu yakmam' der de başka bir şey demezdi. Kim dinlerki... Kadır kıymet zamanı. İçeriye, ''Sizin gidi kâfirler, ha şöyle imana gelin!'' diyerek girdim. Güldü, gülüştü cemaat. Söz verildi, söz alındı. Ben kırkı aşkın, anansa çıtırdı. Başını ağrıtmayayım, yollu yordamlı aldık getirdik onu'' 
''Önce ben, sonra onlar davet etti bizi. Bir hafta sonra ahıra teşt koyup 'yıkan' dediler. Geç çıkmış olmalıyım ki, nenesi kapıdan bağırdı: 'De bese Sayde min bese, tı av u savuna gevr nave! (De yeter Seydom yeter, suyla sabunla beyazlayamazsın!)
''O vakit başkaydı, kadir kıymet zamanıydı. Ehh, ne demi devranlar sürdük, hepsi yalan oldu. Ellili yıllara doğru Istanbol'dan Ali Seyit Dede geldi. Ali Seyit, Arguvan'dan emicemizin oğluydu. Taliplerinin arasına ilk gelişiydi. Istanbol'dan zengin bir kadınla evlenmiş ama mutsuzdu. Uzun boylu, beyaz tenli, erkek güzeli bir adamdı. Sazı sedası hoştu. Ovada, bir Ali Seyit sevdası aldı yürüdü. Öyle ki, kızlar, gelinler, çadırların ucunu kaldırır gizli gizli seyrederlerdi onu. Kıskanmadım desem yalan olur. Lakin çok sürmedi bozuştu hanımıyla. ''Ya ben, ya Bazarcık'' deyip kestirip attı kadın. Ali Seyit, iki arada bir derede kaldı. Karısından ayrıldı ya, bu defa da düşkün ilan edildi''
''İlk kızıma karım Base'nin, ikincisine de bacım Xace'nin adını koydum. Sense, dört kızdan sonra doğdun. Dokuz ay, ''Bu da kız olucak'' diye sızlaşıp durdu anan''
''Bugün geriye baktığımda bir tek bacım Xace'ye acırım. Beddua vurgunudur fukara. Çiftlikte, huğda kaldığımız yıllardı. Yeni yetik, güzeldi. Kuşağında tütününü eksik etmez, gizli gizli içerdi. Zengin bir adam, geldi gitti, başlığına üç yüz dönüm tarla verdi. Niyeti, vermekti babamın. Neden ki, yersiz, yurtsuz, oradan oraya savrulmak gücüne giderdi. Xace'yse, Haydar'ı severdi, Kamo Dede’nin Haydar’ını. Haydar, Doğanlı Karahasan'da oturur, aşiretin gülüydü. O devir başkaydı, dedeler el üstünde tutulur, haşa huzurdan sıçtıkları altın sanılırdı. Haydar, Kılıçlı'dan Sinemilli'ye kadar at oynatan, saygın biriydi. İnce darak, yakışıklıydı.
Bir sabah kalktık ki, Xace yok. Oraya baktık, buraya baktık yok. Babam, 'Lanet!' dedi, tespihini yere çaldı. Paramparça oldu tespihi. Yere baktı,'Off!' dedi. 'Sen de böyle saçılasın!'
Yüklükten, aynı akşam Xace’nin kesesi düşünce de oturdu çocuk gibi ağladı''

''Sonra tuşman girdi Maraş'a. Haydar elli, Hasan Ağa'nın Çopo yüz, Bektaş'ın Ruto yüz, Mısto'nun Husso (İşcanların dedeleri) elli, Arslan Bey elli atlıyla Fransız'a karşı durdu. Xace, ''Gitme!'' dediyse de aldırmadı Haydar.
'Olmaz Xace, bunca insanı kıramam!'
''Atlılar geldi, atlılar gitti. Bıyığı karlı, yamçılı atlılar… Hayal meyal, rüzgâr gibi. Haber uçtu, haber geldi. Erzak geldi, erzak gitti... Kış sert, kar diz boyuydu. O kış üşütmüş olmalı ki, belini doğrultamadı Haydar. Ölmeden önce, 'Xace' demiş, 'Karadağ'da Fransız'ı çevirip, sandık sandık banknotuna el koyduk. Ha şöyle, el kadar, yeşil yeşillerdi. Nefsime kanıp el sürdüm onlara. Ne olduysa ondan keri oldu. Göğsümün ateşi iflahımı kesti bitirdi beni.'  
Haydar'dan keri iki koca daha yaptı Xace. İkisi de öldü. Dul başına kaldı fukara. Ne yaptıysa da yüzü gülmedi. Oğlu Sılo, asi, deli bir şeydi. Beni her görüşünde dert yanardı Emiroğlu: 'Dede dede, bu yeğeninden çekeceğim var. İşi bitiriyorum, tam tapuyu alacağım sırada, bir dilekçe verip başa dönderiyor beni…'  Oğlu Haydar yakışıklıydı. Asker dönüşü öksüre öksüre (verem) öldü. Fato’su dünya güzeli bir kızdı. Bir doğum sonrası rahim kanamasından gitti. Oğlu Xızır azıntı (haylaz) çıktı. Fukara, ölene kadar, o köy, bu köy, Hızır'ın ardı sıra dolanıp durdu.''
''Sen doğmazdan önceydi. Edemin kızları büyümüş, gelinlik çağa gelmişlerdi. En büyükleri Selver'di. Bir gün, biri gelmiş, döşeklerine oturmuş. 'Olmaz' demiş edem, 'ben de kız, kardaşımda oğlan var, önce ona düşer...'  Bunu duyunca kıpırdayamadım. Ali'me Selver'i, Sadığıma Fatiği aldım.  Öyleydi o zaman, büyük tepelenip yabana varılmazdı. Gel gör ki, yaktım çocukları. Şu gün olsa yapmazdım''
Sabah. Annemin sığırları koyuruşunu, ahırı küreyişini, kahvaltı hazırlayışını işitiyor ama kalkamıyordum. Gürül gürül bir hayat, altın renginde bir güneş, bağırmalar, çağırmalar… Bu evin, bu yatağın, bu köyün, bu zamanın bana ait olduğunu biliyor ama kullanamıyordum. Kaymak, yumurta, tereyağı... Mis gibi.  Eskiden burun kıvırdığım, şimdilerde hasret kaldığım bir kahvaltı.
Kalktım, eski bir alışkanlıkla, misafir odasının duvara gömülü, aynalı dolabını karıştırmaya başladım. En altta, plastik bir kutuda, tespihler, çakmaklar, düğmeler, emzikler… Paslı bir tabaka, körelmiş makaslar, sedefli sedefsiz çakılar. Hatice ablamdan kalma nacar marka bir saatle daha neler neler… Orta bölümde, tornavida, çekiç, çivi, kaset dolu bir poşetle eski bir teyp duruyordu. Doğduğum yıl, Haci Bektaş'tan getirilmiş, yeşil bir beze sarılmış, taştan kolye, buğday ve mercimek taneleri... İki de kül tablası. Dahası; dağıldı dağılmak üzere olan bir defter… İmla hatalarıyla dolu, çirkin bir yazı. Gülmeden edemedim. Üstteyse rengarenk şişeler: Rakı, şarap, ispirto, benzin ve kolonya…
Aşağı indim, ahıra. Burnumda gübre kokusu. Taşla örülmüş, çamurla sıvanmış yemlikler. İpler, kazıklar, takalar… Merteğe sıkıştırılmış, keser, dirgen ve oraklar. Oradan çıkıp ambar dediğimiz kilere geçtim. Kör bir ışığın altında, duvar boyu dizilmiş, arpa, buğday ve zavar çuvalları… Sağda, kapının hemen arkasında, içinde yıkandığımız kocaman bir teşt. Onu; çift kulplu, tahta bir dibek, tozlu bir eğer ve dürülü, kıl bir çadır izliyordu. Yukarıda, merteğe sıkıştırılmış, kahve pişirmeye yarayan, saplı, ayaklı bir tava, çok ama çok eski bir zamana şahitlik edercesine bana bakıyordu.
Burnumda DDT ve sıçan kokusu... Bunaldım, dışarı attım kendimi. Ne arıyordum acaba? Dolu dolu yaşadığım çocukluğumu mu, ele avuca sığmayan gençliğimi mi, miadı dolmuş, eski bir zamanı mı, bilemedim.
Sofaya bir sandalye çekip oturdum. Hava güneşli. Annem, çamaşırlarımı yıkamış, vişne ağacıyla, bir türlü meyve vermeyen dut ağacının arasına seriyordu. Birazdan kalkacak, annemin gözyaşları arasında görev yerime gidecektim.
Koptu kopmak üzere olan defterime bakıp Aylin'i düşündüm. Ne zaman ki, kompozisyonlarımdan birini okuyup sınıfı birbirine katsam, o, oturduğu yerden güler, iki parmağıyla sessizce alkışlardı beni. Vay be, yıllar nasıl da savrulmuştu...

Ali Rıza Aksın
2.Cilt, Kırmızı Fare

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...