MEMLEKETİMDEN MANZARALAR (1)

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Pazarcık; Gölbaşı'ndan Türkoğlu‘na kadar uzayan geniş bir arazi. Merkezden başlayıp, Narlı'yı da kapsayan, düz bir koridor. Bu koridor, Antep yolu üstündeki Karadağ'ın kıyısını izleyerek, Ördekdede, Taşbiçme ve Pulanlı'ya kadar açılarak Emiroğlu istikametinde tekrar daralır ve Gavurdağları'na kadar açılır. Ova suyunu, Aksu‘nun önüne kurulan Kartalkaya Barajı‘ndan alır. Halkının büyük çoğunluğu Kürt ve Alevidir. Nüfusu, 2013 sayımına göre yetmiş bin civarındadır.

Eskiden, ovanın ortası bataklıkmış. Bataklığın kenarındaki verimli araziler Ermenilere aitmiş. Sinemilli, Kılıçlı, Şıxraşanlı ve Atmalı köyleri bu arazilerin kıyısında, eteklerinde yaşar, sıcaklar çıkar çıkmaz da yaylalara çekilirlermiş. 1920'lerde Ermenilerin temizlenmesiyle ova yeniden pay edilir. Nüfus sahibi aşiret reisleri, halkın bilinçsizliğinden yararlanarak, binlerce yer çevirirler. Hayvancılıkla geçinen, okuryazar olmayan büyük nüfus, beş on, elli, yüz dönüm üzerinde çiftçilik yapar.
Pazarcık'ın Narlı ile Türkoğlu arasında kalan köylerine Kılıçlı köyleri denir. Bu köylerin tamamı Alevi olup, genelde Türkçe konuşurlar. İçlerinde çok sayıda Kürt olmasına rağmen, zamanla Türkleşmişler. Köyüm (Kelibişler), ovanın Türkoğlu’na yakın batı ucunda, Tut Dağı‘nın ovaya bakan kısmında… Akrabalarım ise (Sadık Dedenin Torunları) beş kilometre kuzeyde, Aksu‘ya yakın Köprüağzı‘nda otururlar. Adana‘yı Malatya‘ya bağlayan demir yolu hattı bu köyün önünden geçer. Köprüağzı‘nı Maraş‘a bağlayan demir yolu, uzun zamandır tedavülden kalkmıştır. 48’lerde ovanın batısındaki köyleri 28 kilometre ötedeki Maraş‘a bağlamak için döşenmiş olan bu hat, bir yandan insanlarımızın kazancını Maraşlı esnafa bırakmasına, bir yandan da ovanın hızla asimilasyonuna hizmet eder. 65'lerde okulların yapılmasıyla, asimilasyon yeni bir boyut kazanmış, kuşaklar arası uçurum büyümüştür. Türkiye solu, bu okullarda yetişen, anasını babasını, din, dil ve geçmişini küçümseyen, ağalardan nefret eden bu insan malzemesinin üzerine oturur. Ama genç bir nüfusla sınırlı kalıp derinlere kök salamaz.
Yedisine girdiğimde pıtrak gibi biten okullarla ve onların ceberut öğretmenleriyle tanıştım. Çocukluğumda, geceden kalkar, yağmur yaş demeden Köprüağzı‘na gelir, uykulu uykulu trene biner, şafak sökmeden de Maraş‘a gelirdik. Erkekler, şalvarlı, heybeli, kadınlar, fistanlı, poşulu olurdu. Kondüktörler Azrail kesilir, heybeler, torbalar bir bir kontrol edilirdi. Garda inen köylüler, ya şavrolet (chevrolet) dedikleri taksilerle, ya da marul tarlalarının arasından yürüyerek şehre çıkarlardı. Pos bıyıklı erkekler, sırtlarında heybeleri, arkalarında eşleriyle, dilini, dişini bilmedikleri bir çarşıda, ezik, buruk dolaşırlardı.
50‘lerde ovanın batısındaki Mizmilli kurutulup, binlerce dönümlük arazisi pay edilir. Taşbiçme’den doğup, Mizmilli’yi ayıran tahliye kanalı, köylülere dağıtılan arazinin içinden, Tut Dağı'nın kıyısından Kadıoğlu‘nun arazisine akar. (Kırmız Fare’de bu konu yeterince anlatılmıştır.) Böylece Kadıoğlu‘nun on bin dönümlük çiftliği, önce çeltik, sonra da pamuk deposu haline gelir. Sonraları Kadıoğlu‘yla çevredeki Kürt ve Kılıçlı ağaları arasında korkunç bir rekabet başlar. Kadıoğlu Demokrat Parti‘yi, Kürt ve Kılıçlı ağaları ve yerli halksa CHP’yi seçer.
Narlıdan Emiroğlu‘na kadar olan Kılıçlı-Kürt köylerine yukarı kol, Emiroğlu‘yla Türkoğlu arasındaki köylere de aşağı kol denir.
70’lerde Pazarcık'a el atan PDA Hareketi, Kılıçlı Alevileri ve kısmen de Kürtlerin arasında önemli oranda güçlenmiş, ancak o zaman bile Apocuların saldırısına uğramıştı.
Köprüağzı‘nda bulunduğum (taziyeden dolayı) bir hafta boyunca, aşağı ile yukarı Kılıçlı köyleriyle, Pazarcık‘ın Sinemilli Aşireti‘nden yüzlerce insanla karşılaştım. İnsanlar öbek öbek oturup tartışıyorlardı. Genelde oranın insanı A politik takılıp, CHP’ye oyunu verir. Ortadoğu‘daki gelişmeler, İŞİD’in saldırıları, AKP’nin Alevi düşmanlığı etkisini göstermiş, hemen herkes ‘‘Ne olacağız?‘‘ diyordu. İnsanlar tedirgindi, CHP’den umutlar kesilmiş, ama Kürt hareketine de güvensizlik sürüyordu. S. Demirtaş‘ın aday olduğu o koşullarda, “Oyumuzu buna versek, sonra da AKP ile pazarlığa oturacak“ yorumları yapılıyordu. Bunun doğru olmadığını, demokrasi isteyen tüm güçlerin birleşmesi gerektiğini söylediğimizde “Yahu on yıldır yaptıkları bu değil mi, bunlar olmasaydı AKP bu denli gelişir miydi?“ diye sormadan edemiyorlardı. “Silahlanın, öz savunma gücünüzü oluşturun, özelinde Alevi haklarını savunan, genelinde Türkiye‘ye yönelik politikalar üreten bir partide birleşin“ dediğimizde, kimisi bunun kendilerini daha da ayrıştıracağını, kimisi de “Aleviler birleşmez!“ deyip kestirip atıyordu. O kestirip atmalar da Alevi örgütlerine bir kızgınlık vardı ki, tarifi imkânsızdı.
Maraş‘tan Pazarcık‘a giden minibüslerden birinin ön kısmına oturdum. Şoförle aramda esmer, kavruk bir adam… Tipik bir Bertizli‘ye benziyordu. Yol boyu ağaçlandırılmış tepeleri gösterip, “İşte bu iyi“ deyip sevincimi belli ettiğim de hiç konuşmadı. Sonra tekrar konuşmayı denediğimde “Suriye Suriye“ dedi. Narlı‘ya geldiğimizde şoförle Suriyeli‘nin arasında sert bir tartışma yaşandı. Şoför “in!“ diyor, o inmiyordu. Şoför Türkçe konuşuyor, o Arapça konuşuyordu. Maraş‘a yakın Çadırkent’te inmesi gereken Suriyeli yanlışlıkla Narlı‘ya gelmiş, yer yer ‘‘Allahu ekber!“ diyerek naralar atıyordu. Sonra minibüsü durdurup, Suriyeli'yle, o ana kadar fark etmediğim peçeli geliniyle, genç oğlunun inmesini sağladık. Hava sıcak, asfalt yakıyor. Acıdım Suriyeli‘ye, gömleğinin cebine bir yirmilik soktum. Dehliz köyünden, pala bıyıklı bir adam, Maraş minibüs gelene kadar onları alıp bir ağacın altına götürdü. O hafta içinde Maraşlılar, Suriyelileri linç edecek kadar öfkeli bir yürüyüş yaptılar.
Pazarcık‘ta, HDP Binası‘nın önünde durdum. Baktım, yazılı bir zil bulamadım. Kapının açılmasıyla asansöre yöneldim. Asansör çalışmıyor, koridor yanmıyordu. Karanlıkta el yordamıyla ikinci kata kadar çıkıp tekrar indim.
Saat ikiyi bulmuş, sıcak dayanılır gibi değildi. Kendimi girişteki Aksu Et Lokantasına attım. O sırada utangaç bakışlı bir çocuk etrafımda dolaşıp durdu. Sonra da uzun saplı bir süpürgeyle etrafı temizledi.
-Adın ney?
-Ahmet Omar.
-Yaşın?
-On iki.
-Nerelisin?
-Halep'ten, Şığ Mesut Mahallesi'nden…
-Ne zaman geldiniz?
-Altı ay önce… Biz Aleviyiz. İki aileyiz. Araplar çok ama… Diğerleri İstanbul‘a gitti. Babamın adı Lokman, anamın adı Leyla. Babam otogarda, Ali Teke’nin yanında hamallık yapıyor. Böbreğinde taş var. Sağlık ocağının aşağısında bir evde kalıyoruz. Kirayı kendimiz ödüyoruz. Kötü bir ev, damlıyor, pahalı…
-Kaç kardeşsiniz?
-Dört erkek, bir kız… Abim on üç yaşında, berberde çalışıyor.
-Neden benimle konuşmak istedin?
Boynunu kırdı, gamzeli gamzeli gülümsedi.
-Abe sen Kürt devrimcilerine benziyorsun…
 
10.08.2014, Zürich
Devam edecek...

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...