Devletin Memuru Olan Alevi de, Pir de Olamaz
İktidardaki asimilasyoncu, tek tipçi, inkârcı zihniyet ve Diyanet, bu Muharremde de devletin ve diyanetin paralı memuru haline getirdiği 96 Alevi Dedesini çeşitli Avrupa ülkelerine gönderiyor.
İktidardaki asimilasyoncu, tek tipçi, inkârcı zihniyet ve Diyanet, bu Muharremde de devletin ve diyanetin paralı memuru haline getirdiği 96 Alevi Dedesini çeşitli Avrupa ülkelerine gönderiyor.
Annesi, Kıymet Hanımla tanıştım. Güleç yüzlü, etine dolgun. Dereden yana, küçük, cennet gibi bir evleri var. Bir de güllü, çiçekli bahçe… Kızıl, turuncu, mavi... Girişte yüklü bir ayva ağacı.Münir'ün babası, öğretmen emeklisi, Sait Efendi. Yıllar önceden bırakmış annesini. Nur topu gibi iki de oğlan… Sebebi bilinmez. Ben gibi birine de aha demeye denmez ki...
baharmış silmek istiyorum anne
boşluğuma açılan şu komşu pencereleri
girmeseler çiçeğe durmuş ıhlamurla arama
korkuluğuma kuşlar yuvalansalar
kapımda sahipsiz ne çok kilit
balkonda üşüyen bu kedi kimin
küskünlüğüm kendime anne
dolaşıyorum içimde sahaflar
okunmuş hayatlar alıyorum seni anımsadıkça
gelişigüzel raflara diziyorum
en üstte anası gorki’nin yanında benimkisi
Her çizgisinde bir yara bir ılık yangın olan ıslak bir mendil.
Hürriyet ve ekmek zamanı.
Kendine üşüyen bir iklim.
Bir ıslak istasyon sessizliği.
Hayat bu; sihiri bilinmeyen masalsız bir kırlangıç tedirginliği.
İyi olan ne, hangi acılar bir merhem oluyor akşamlarımıza?
Gizlice köşesine kıvrılıp yatan o sokak çocuğu hangi iyi yürekli bir insanı hayırla yad eder.
Öksüzlüğü gözlerine yedirmiş bir çocuğa dönmüş bütün ağaçlar.
Yansıması puslu, gülümsemesi kederli bir bayram sabahı artık bu çağ yangını.
''Buradayım, ana!''
''Ben de seni gittin sandım.''
''Seni bırakıp da hiç gider miyim ana? Şuraya kıvrılıp yatacaktım”
Eliyle üzerinde içinde karanfil olan küçük bir vazonun konulduğu beyaza boyalı bir masayı, hemen onun yanındaki sandalyeyi işaretliyordu.
“Öyle deme oğul, mal canın yongasıdır” diyor. Küçülmüş, ışığı sönmüş gözleriyle etrafı kesiyor.
“Anne” diyor erkek kardeşim. “Bak oğlun karşında duruyor. Şiir okumanı bekliyor”
Utanıyor. “Şiir bilmem ki ben” diyor. Sonra okuyor. Cümleler ağzında parçalanıyor, dağılıyor, anlaşılmaz oluyor. “Protezim ağzıma büyük geliyor” diyor. Ardından başlıyor şiirini okumaya:
“Mektup yazdım kış idi
Kalemim gümüş idi
Sana yazacaktım
Kalemim yere düştü”