Şaşıran çocuğun gözlerini bir mutluluk parıltısı yalayıp geçti. Demek, babası annesini seviyordu! Kapıda gelişigüzel çıkarılmış ayakkabılar arasından birbirine benzeyen bir çifti ayağına geçirip çıktı. Babasının son parası olduğunu biliyor, avucunu sımsıkı kapalı tutuyordu. Ok gibi fırladı, köşede incik boncuk satan küçük bir dükkâna girdi. Buradaki hiçbir şey anasına layık değildi ama şimdilik parasına uyan bir şey seçmeliydi; hele bir büyüsün dünyanın en güzel hediyesini alacaktı… Aldığı hediyeyi bulabildiği en güzel pakete sardırıp çıktı. Babası ilk defa annesine hediye alınsın istemişti; annesinin mutlu olacağı düşüncesiyle pır pır etti yüreği.
O evi yerinden oynatan sesi duyduğunda annesi küçük oğlunun başına kazandaki son suyu döküyordu. "Allah kazasız belasız, sağlıklı bir ömür versin yavrularıma!" Kadın sesin etkisiyle elindeki çinko tası düşürdü, tasın fayans zeminde çıkardığı "zınn" sesi ta içine kadar işledi. Çocuğu havluya sarmadan dışarı fırladı. Kocası elinde buruşmuş sigarasıyla tepesindeki siyah dumanlara bakıyor, bir türlü hareket edemiyordu. Ta ki karısının çığlığı kulağının dibinde patlayana kadar. İkisi birden dua ede ede koştular.
O bildikleri sessiz Reyhanlı, inilti pazarı olmuş, her taraf yanmış insan cesetleriyle kaplıydı. Bakmaya bir türlü cesaret edemedikleri o korkunç sonu geciktirmek için adeta birbirlerini çekerek ilerlediler. Eyvah, yavrularının cansız bedeni yerde yatıyordu. Tuhaf, bacakları yoktu ama yüzü mutlulukla gülümsüyordu. Elinde sıkıca tuttuğu küçük bir hediye gözüküyordu. Anneler Günü öncesi, yavrusunun anasına hediyesi ölüm olmuştu. Anası hiç unutur muydu o günü? "Yavruuum!" dedi keskin bir çığlık attı. Acılar taze ve sevdicekler tabutlarla taşınırken, anne gözünde yaş, yüreğinde dayanılmaz bir sancıyla, bir zamanlar televizyonda anlamsızca seyrettiği, Dersim, Sivas ve Roboski‘li anneleri düşünüyordu.
Mehlika Tatar Turan