“Çorumlu ‘Baudelaire’Perest”: Sait Maden[*]
“… ‘Paris’te genç iken koyu Baudelaire’perest idim’ der ya Yahya Kemal bir şiirinde, nasıl oldu bilinmez, daha 18 yaşında Çorum’da yaşayan bir ‘Baudelaire’perest’di,”[2] O…
“… ‘Paris’te genç iken koyu Baudelaire’perest idim’ der ya Yahya Kemal bir şiirinde, nasıl oldu bilinmez, daha 18 yaşında Çorum’da yaşayan bir ‘Baudelaire’perest’di,”[2] O…
Gel zaman git zaman yol ayrımında nefeslenir. Birkaç avcının geldiğini görür, sorar: Ey avcılar, deniz nerde? Nerden bilsinler avcılar? Bizim avlandığımız yere köprüden sonraki ilk sapaktan gidilir ama denize ulaşır mı bilmeyiz, diye de eklerler. İmdadına bir çiftçi yetişir, -yetiştiğini sanır- ona sorar: Ey çiftçi, deniz nerde? Çiftçi ıkınır sıkınır, cahilliğini hoşgörmesini ister. Kızın gözü dağa tırmanan üçüncü yolda… Ya dağın bir yerlerinde kalıverirse… Çaresiz o üçüncü yolu seçer, dağın zirvesinde bir de ne görsün?
Kitabın girişinde Aleviliğe farklı bir perspektifle bakıyor. Saf ve arı bir Aleviliktir bahsettiği. İnsan odaklıdır. Komünal yaşam vardır. 72 millete aynı gözle bakmak vardır. Yoksula, kadına, yetime saygı vardır.
‘Hayırdır’ diyordu kendi kendine kapıyı acarken.
Başıma çarpıp hışımla geçiyorlar. Su kaçıyor genzime. “Üff tuzlu!” Etrafta genç sevgililer. Erkekler koruyucu, kızlar yapışkan. Yakınmış gibi görünen Kız Kalesi, ötede erişilmiyecek bir yerde. Yüze yüze dönüyorum. Kalabalık mı kalabalık. Ayaklarım yerde; zemin yumuşak, kına gibi. Daha kenarda çocuklar. Üstlerinde can yelekleri ve simitleri... Bir keyifle gülüyorlar ki... Kimisinin denize ilk girişi. İlk tepkileri ağlamak oluyor. Ebeveynleri, sarıp sarmalayıp tekrar suya salıyor onları. Kumsala güneş çiziyor bir kız. Hışımla gelen dalga belli belirsiz yapıyor resmini.
Futbolu severlerdi kuşkusuz…
Edip AKBAYRAM'dan DENİZ GEZMİŞ AŞK OLSUN şarkısını dinlemek için bağlantıyı tıklayabilirsiniz.
Onun mizahçı yönü bilenmeden Deniz Gezmiş portresi yazılabilir mi? Beyaz at üstünde ODTÜ yurdunda kız arkadaşına serenat yapan bir romantikti o. İdam edildiğinde henüz 25 yaşındaydı.
çalıştığım torna atölyesi,
akşam alacasında,
beyaz rönoya bindirildiğimde gözlerim bağlı,
koymamıştı bana;
üzerime çullanmakta olan karabasanın ağırlığı henüz.
ne yakalatan dostların yerebakan gözleri,
birinci şubede karşılaştığım,
ne çıkışı olmayan darbe mahkemelerinin
savcısının ve hakimlerinin
varolmayan yüzleri,
bir tanesinin,
komünistlerden kurtarmak için
ceza kestirtiği oğlu ile içerde birlikte yattığım,
Atmaktır kendini dalgalara
Ta orta yerinden
Dalmaktır fırtınaya
Kemanı dinlerken
Kapatıp gözlerini sevgiliyi görebilmektir
Aşık olabilmektir yaşamak
Koklamaktır bir çiçeği dalında
Şarabın kırmızı ve mayhoş deminde
Karşılamaktır günbatımını
Şarkı söylemektir örneğin
Ya da
Bir uzun havayı dağlara serip
Arkasında beklemektir sevgiliyi
Yaşamak
Dövüşmektir
Denizdeki balığın
Topraktaki karıncanın
Ormandaki ağacın
Yaşamasını savunabilmektir.
Yaşamak
Mudanya. Sıcacık bir sonbahar güneşi, parıldayan denizin yüzünü yalayarak geminin güvertesine çıkıyor, selam duruyor, gülümsüyor yüzümüze. On kişi kadarız. Başımızda bir astsubay ve birkaç silahlı asker duruyor. İki kişiye bir kelepçe takıyorlar. Yolcuların gözleri üzerimize yoğunlaşmış. Acımayla karışık farklı bir duyguyla bakıyorlar... Geminin rotası İmralı Yarı Açık Cezaevi… Armutlu’ da Yunus sürüsü geminin peşine düşüyor, yarış halindeler. Dalıp dalıp çıkıyor, neşeyle yüzüyorlar. Uzun zamandır ilk kez denizi ve yunusları görüyoruz. Bir umutlanıyoruz ki; kelimelerle anlatılmaz.
Alpaslan Türkeş’in CKMP'sinden, CHP ve TİP'e kadar uzayan geniş bir siyasal yelpazenin gençlik örgütleri, Grivas, Makarios, Yunanistan ve Amerika aleyhtarı sloganlarla Beyazıt’tan Taksime kadar yürümüşlerdi. Ben yürüyüşe, Türkiye İşçi Partisinin bir üyesi olarak katılmıştım. Deniz 'in çevresinde, kendisi gibi TİP'li bir grup genç vardı ve tüm TİP'lilere "Yanki go home" gibi anti-emperyalist sloganlar attırıyordu. Türkeşçiler ise "Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır," "Ordu Kıbrıs’a" diye bağırıyorlardı.